« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

20 May

2019

ŞÂH İSMAİL, Hatâyî

Muhsin Macit 01 Ocak 1970

Erdebil Tekkesinin şeyhi ve Safevi Devleti’nin kurucusu Şah İsmail, 25 Receb 892/17 Temmuz 1487 tarihinde Erdebil’de doğdu. Babası Safevi şeyhi Haydar, annesi ise Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın kızı Âlemşah Hâlime Begüm’dür. İsmail, henüz bir yaşındayken babası Şeyh Haydar, Gürcistan’a düzenlediği akında Şirvan hükümdarı Ferruh Yesar tarafından öldürüldü (1488). Akkoyunlu Yakup, İsmail ile diğer kardeşleri Sultan Ali ve İbrahim’i Şiraz valisi Mansur Bey Purnak’a göndererek İstahr Kalesi’nde hapsettirdi. Sultan Yakup’un ölümünden sonra (1490), onun halefleri arasında çıkan kargaşa ortamında iktidarı ele geçiren Rüstem Bey, Safevilerin desteğini almak için Şeyh Haydar’ın oğullarını serbest bırakmakla kalmadı, Sultan Ali’yi Erdebil’e hâkim tayin etti. Ancak Sultan Ali’nin Akkoyunlu Baysungur’u yenerek nüfuz kazanması Rüstem’i kuşkulandırdı. Sultan Ali’nin üzerine asker sevk ederek öldürttü (1493). Şeyh Haydar’ın müritleri İsmail ve kardeşi İbrahim’i Gilan hâkimi Hasan Han’ın yanına götürdüler. Orada korunan İsmail, bir yandan da Lala Hüseyin’in gözetiminde eğitim gördü. Akkoyunlu şehzadeleri arasındaki iktidar mücadelesinde Rüstem Bey, Akkoyunlu Göde Ahmet tarafından öldürülünce (1497) karşısında güçlü bir otoritenin kalmadığını anlayan İsmail, Akkoyunlu mirasını devralmanın zamanının geldiğini düşünerek müritlerini etrafında toplayıp Erdebil’e doğru harekete geçti. Bu arada Akkoyunlu şehzadeleri arasındaki kavga iyice hızlandı. Elvend Bey devletin kuzey, Murad Bey ise güney bölgesinde egemenliklerini sürdürmeye başladı. Ancak öncelikli olarak atalarının intikamını almak üzere Ferruh Yesar’ı ortadan kaldıran İsmail, sonra üstüne ordu gönderen Akkoyunlu Elvend’i yenerek Tebriz’i ele geçirdi ve taç giyerek “şâh” unvanını aldı (907/1502); taraftarlarınca Ebu’l-Muzaffer Şah İsmail Bahadır Han diye anıldı. Akkoyunlu egemenliğine fiilen son veren Şah İsmail, ülkesinin sınırlarını genişletmek, görüşlerini yayabileceği emniyetli bir ortam oluşturmak için girişimlerde bulundu. Batısındaki Osmanlı Devletini ve doğusundaki Özbekleri tehdit edecek konuma geldi. Özbeklerden Şeybanî Han’ı mağlup ederek öldürdü (1509). Osmanlı sultanı II Bayezid’le aralarında başlayan gerilim, Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran Seferi ile neticelendi (23 Ağustos 1514). Çaldıran yenilgisinin ardından bir yandan sert tedbirlerle ortaya çıkan karışıklıkları bastırırken diğer yandan da Batılı devletler nezdinde Osmanlılara karşı ittifak arayışlarına girişti (Gündüz 2010: 146-151). Bu girişimlerinden sonuç alamadan, 23 Mayıs 1524 tarihinde Tebriz’de öldü. Şah İsmail’in cenazesi Erdebil’de Şeyh Safi’nin yanına defnedildi.
Eserleri
1. Hatâyî Divânı. Şah İsmail’in en önemli eseri divanıdır. Hatâyî, şiirlerinin bilhassa mahlas beyitlerinde “defterle divan”ından söz eder:
Men Hatâyî’yem şâhın vasfını dâyim söylerem
Sıdk ile bel bağlaram defterle dîvân mendedür
Ey Hatâyî fikr-i bikrin eyledin eş‘âra sarf
Dutdı irfan meclisin defterle dîvân şimdiden
Hatâyî Divânı üzerine yapılan çalışmalarda şairin yukarıdaki beyitlerde gelenek içinden konuştuğu, ölümünden on bir yıl sonra, 1535 yılında Şah Tahmasp’ın saray hattatlarından Mahmud Nişapuri tarafından divanının istinsah edildiği vurgulanmıştır. Oysa Taşkent nüshası olarak bilinen bu yazmadan daha önce şairin sağlığında istinsah edildiği kesin olan bir nüsha vardır. Washington’da Arthur M. Sackler Gallery’de bulunan Hatâyî Divânı,Şah İsmail tarafından bizzat tertip edilmiş olmasa da muhtevasının doğrudan veya dolaylı biçimde onaylandığı kesindir (Thackston 1988: 37-63).
Hatâyî Divânı’nın ikinci önemli nüshası yukarıda değinildiği üzere Mahmud Nişapuri tarafından istinsah edilmiştir. Bu nüsha hem istinsah edildiği çevre ve tarihi bakımından hem de hattatının kimliği açısından önemlidir. Nişapurlu Mahmud, Şah İsmail’in en gözde hattatlarındandır (Gelibolulu Mustafa Âlî 1992: 72-73). Yazmalara değer katmak için bile zaman zaman adının kullanıldığına dair söylentilere vesile olacak kadar önemli bir hattatın istinsah ettiği Divân-ı Hatâyî nüshası, bugün Özbekistan’da Taşkent İlimler Akademisi, Şarkşinaslık Enstitüsü Nu: 1339/1412’de kayıtlı bulunmaktadır. Aynı kütüphanede ve çok büyük bir olasılıkla bu nüshadan kopya edilmiş önemli bir başka nüsha vardır. 1340/1032 numarayla kayıtlı bir mecmuanın içinde bulunan Hatâyî Divânı, Hive hanlarından Muhammed Rahim Bahadır Han’ın emriyle 1325 yılında Molla Muhammed Yakup tarafından istinsah edilmiştir. Bu yazmadaki gazeller ve tuyuglar, Nişapuri’nin istinsah ettiği nüshayla aynı sırayı takip etmektedir. Bu nüshada kaside ve musammatlara yer verilmemiştir. Bunun dışında iki yazma arasında önemli farklılık yoktur.
Yukarıdaki nüshalardan başka Berlin, Erdebil, İstanbul, Londra, Mezar-ı Şerif, Paris, Tahran, Tebriz ve Vatikan’daki yazma eser kütüphanelerinde de Hatâyî Divânı’nın nüshaları mevcuttur (İsmailzâde 2004: 19-29; Köksal 2012). Ayrıca cönk ve mecmualarda Hatâyî mahlaslı çok sayıda şiir bulunmaktadır (Koz 2004: 184-217; Köksal 2012: 39-83). Hatâyî Divânı’nın bu nüshaları ile cönk ve mecmulardaki şiirleri Azerbaycan, İran ve Türkiye’deki bilim adamlarınca değerlendirilmiştir. 1937’de Selman Mümtaz, Erdebil nüshasını esas alarak Hatâyî Divânı’nı yayınlamıştır. Daha sonra Hamid Araslı Hatâyî Divânı’ndan seçmeler yapmıştır (1946). Türkiye’de Sadeddin Nüzhet Ergun İstanbul Millet Kütüphanesinde bulunan tek nüshaya dayanarak Hatâyî Divânı’nı neşretmiştir (1946).1959 yılında Turhan Gencei, eserin Avrupa kütüphanelerinde bulunan nüshalarını karşılaştırmak suretiyle eserin Arap harfleriyle metnini yayımlamıştır (Gandjei 1959). Ardından Azerbaycanlı bilim adamlarından Azizağa Memmedov, Hatâyî Divânı’nın nüshalarını tespit etmek suretiyle karşılaştırmalı metnini önce Arap harfleriyle (Bakü 1966) daha sonra aynı çalışmayı Kril harfleriyle neşretmiştir (Bakü 1975). İréne Melikof’un, 1975’te Konya’da düzenlenen bilimsel bir toplantıda Divan-ı Hatâyî’nin Tebriz Sultan Gurrai nüshasını tanıttığı bildirisindeki “Hatâyî’nin divânının eleştirili bir nüshasını hazırlamaktayım” (Melikof 1976: 315-318) sözleri ise ne yazık ki temenni aşamasında kalmıştır. Azerbaycanlı bilginlerden Eliyar Seferli ile Halil Yusufov’un Azizağa Memmedov neşrine dayalı olarak hazırladıkları Şah İsmail Hatâyî-Geçme Namerd Köprüsünden (1988; 2005) adlı eserde şairin bilinen bütün şiirleri sıralanmıştır. 1991 yılında Türkiye’de Nejat Birdoğan, Azizağa Memmedov neşirleri (1966; 1975) ile Turhan Gencei ve Sadedin Nüzhet Ergun neşirlerindeki şiirleri derleyerek Adil Ali Atalay’da bulunan üç cönkte bulunan Hatâyî mahlaslı şiirleri ilave etmek suretiyle eserin popüler neşrini gerçekleştirmiştir (1991). İbrahim Arslanoğlu da Taşkent nüshası ile diğer nüshalardaki farklılıkları ve cönklerdeki Hatâyî mahlaslı şiirleri dikkate alarak hazırladığı Şah İsmail Hatâyî ve Anadolu Hatâyîleri, adlı eserinde Hatâyîlerden bahsetme gereğini duymuştur (1992). İran Azerilerinden Mir Salih Hüseynî, Divân-ı Şah İsmail Safevi adlı esinde Hatâyî’nin Türkçe ve Farsça şiirlerini neşretmiştir (1380/2002). Mirza Resul İsmailzâde de yazma ve matbu nüshalardaki bütün şiirleri, Şah İsmail Safevi Külliyatı adı altında toplamıştır (1382/2004). Son olarak Babek Cavanşir ve Ekber N. Necef tarafından Şah İsmail Hatâi Külliyatı yayımlanmıştır (2006).
2. Deh-nâme. Hatâyî’nin mesnevi türünde yazdığı bu eser, Fars ve Çağatay edebiyatında örnekleri görülen deh-nâmelerin (on mektup) Azeri sahasındaki bilinen ilk örneğidir. Şair geleneğe uyarak hezec bahrinin mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün kalıbıyla eserini yazmıştır. Aşk konusunun işlendiği mesnevi, yaklaşık 1500 beyitli olup 911 (1506) yılında, Hatâyî henüz yirmi yaşındayken tamamlanmıştır. Hatâyî Divânı’nın yazma nüshalarında ve mevcut baskılarında bu mesneviye de yer verilmiştir.
3. Nasihat-nâme. Hatâyî’nin dinî görüşlerini anlattığı öğüt nitelikli küçük bir mesnevidir. Şair, 184 beyitli bu mesnevisini de aruzun mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün kalıbıyla yazmıştır. Bu mesnevi de Hatâyî Divânı’nın yazma nüshalarında ve mevcut baskılarında yer almaktadır.
Edebî Kişiliği
Hatâyî mahlasıyla şiirler söylemesine rağmen eski kaynaklarda Şah İsmail’in siyasal kişiliği üzerinde daha fazla vurgu yapıldığı için şairliği hep ikinci planda kalmıştır. Osmanlı tezkire yazarları içinde Kafzâde Fâizî’den başka hiçbir tezkireci Hatâyî’den bahsetmez. Onun verdiği bilgi de şairin ölümüne düşürülen bir tarihten ibarettir (İpekten vd. 1988: 192). Kendi çevresindeki tezkireciler, Hatâyî’nin şehzadesi Sam Mirza bile Tuhfe-i Sâmî adlı eserinde onun şairliğinden kısaca bahsederek Farsça bir beytini örnek vermekle yetinmiştir (Karaismailoğlu 1988: 178-186). Heratlı Fahri de Hatâyî’nin Türkçe ve Farsça şiir söylemekte yetenekli olduğunu söyler ve Türkçe bir beytini nakleder (Fahri 1345: 68). Osmanlı biyografi yazarlarından Kâtip Çelebi’nin Keşfü’z-Zünûn’da, Şemseddin Sami’nin Kamusu’l-Alâm’da Hatâyî hakkında verdikleri bilgi kırıntılarını derleyen Nail Tuman, şairin Türkçe iki beytini iktibas etmiştir (Tuman 2001: I/253). Muhammed Ali Terbiyet de Farsça ve Türkçe şiirler yazdığından söz ederek Farsça beyitlerinden örnekler alıntılamıştır (1390: 223-225) Biyografi yazarlarının ilgisizliğine karşın İsmail’in öldüğü yıl (930/1524) tamamlanan Edirneli Nazmî’nin Mecma‘u’n-Nezâir’inde (Köksal 2001), her ne kadar dördü Hatâyî Divânı’nın muteber nüshalarında bulunmasa da Hatâyî mahlaslı on gazele yer verilmiştir. Aynı şekilde eserini 968/1560-61 tarihinde tamamlayan Pervane Bey de mecmuasında (Gıynaş 2014), Hatâyî mahlaslı iki gazele yer vermiştir. Bu gazellerden biri ile Hitâbî adına kaydedilen on bir gazelden dördü, Hatâyî Divânı’nın en güvenilir nüshalarında bulunmaktadır. Hatâyî mahlaslı başka şairlerin bulunma ihtimalinin yanı sıra mahlas benzerliğinden ötürü Hitâbî’ye ait bazı gazellerin de Şah İsmail’e mal edilerek 16. yüzyılda derlenen mecmualarda kaydedilmesi önemlidir. Şah İsmail’in şairliği konusunda bilimsel nitelikli ilk makalenin yazarı Minorsky, Hatâyî’nin 18 gazel ve 1 mesnevisinden hareketle dili ve üslubunu değerlendirmiş, dinî-mistik yönü konusunda yorumlar yapmıştır (1942: 1006a-1053a). Türkiye’de ise başta Sadeddin Nüzhet olmak üzere Hatâyî Divânı’nı ve mesnevilerini neşredenler, mecmua ve cönklerdeki Hatâyî mahlaslı şiirleri yayımlayanlar onun siyasi kişiliğinin yanı sıra şairliğinden de söz etmişlerdir. Dolayısıyla Şah İsmail’e dair yorumlar çoğalmakla birlikte şair kimliği sözlü rivayetlerin de etkisiyle bulanıklaşmıştır.
Şah İsmail, yetiştiği muhitin edebî ve estetik birikimini çok iyi değerlendirmiştir. Ondan önceki Safevî şeyhlerinin şiire ilgisiz kalmadıkları Safiyüddin Erdebilî’nin türbesinde bulunan kitaplar arasındaki divan ve mesnevilerden anlaşılmaktadır (Özgüdenli 2006: 375-387). Ayrıca Şah İsmail, Karakoyunlu ve Akkoyunlu Türkmenlerinin siyasal mirasını devraldığı gibi edebî birikiminden de ustalıkla yararlanmıştır. Safevilerin başkenti olan Tebriz, Karakoyunlu Cihanşah ve Akkoyunlu Yakup dönemlerinde başta minyatür olmak üzere güzel sanatların merkezi konumuna yükselmiştir. Akkoyunlu Yakup döneminde yıldızı parlayan Habîbî’nin Safevî sarayında gördüğü ilgi Şah İsmail’in himayesiyle gerçekleşmiştir. Yine Yakup’un muhitinde yetişen şairlerin en kabiliyetlilerinden biri olan Kişverî, bir yandan Nevâyî’ye, öte yandan Ahmet Paşa’ya yazdığı nazirelerle Çağatay ve Osmanlı şiir tecrübesini dönüştürerek takipçilerine büyük bir miras bırakmıştır. Kişverî, aynı zamanda Şah İsmail’i övgüleriyle yüceltmiştir. Şah İsmail’in hem doğrudan hem de Kişverî aracılığıyla dolaylı bir biçimde Timurlu ve Osmanlı kaynaklarından beslendiği şiirlerinden anlaşılmaktadır. Hatâyî’nin Nevâyî’nin şiir tecrübesinden yararlandığı, Ahmet Paşa’nın şiirine aşina olduğu sadece ortak zemin üzere söylediği gazellerden değil, “Heşt Behişt sarayından Topkapı sarayına” taşınan hazinesinde Ahmet Paşa Divanı’nın iki nüshasının bulunmasından da bellidir (Genç 2011: 32). Yine ilk kasidelerini Akkoyunlu yöneticilerine veren Fuzûlî’nin Beng ü Bâde adlı eserini sunduğu Şah İsmail’in hâmi sıfatıyla muhatabına ne tür ihsanlarda bulunduğunu bilmiyoruz. Fakat devraldıkları ortak birikimin de etkisiyle biçimlenen redif ve kafiyelerde buluştukları, benzer ifade kalıplarını ustalıkla şiirleştirdikleri divanları gözden geçirildiğinde hemen görülecektir.Karakoyunlu ve Akkoyunlu edebî çevrelerinde yetişen bu şairler, Seyyid Nesîmî’yle ivme kazanan ve sözlü gelenekten de beslenerek bir terkibe ulaşan Türk şiir dilini zenginleştirmişlerdir. Azeri sahasının bu birikimini çok iyi değerlendiren Şah İsmail, özellikle gazellerinde, Deh-nâme ve Nasihat-nâme adlı mesnevilerinde çağdaşlarından ve ardıllarından pek de ayırt edilemeyecek bir divan şairi portresi çizer. O da diğer sultan şairler gibi bulduğu bir damarı sonuna kadar işlemek eğilimindedir. Divanının en muteber nüshalarında bile mısra ve bazı ifade kalıplarının yinelendiği görülür. Bu tür tekrarların dışındaki söz ve ses tekrarlarıyla oluşturduğu ritmik yapıyı ehl-i beyt muhabbetindeki ısrarıyla bütünleştirerek şaşılacak düzeyde lirizme ulaşır. Divan estetiğini folklorik öğelerle bütünleştiren ve dinî-mistik duyarlığa dayalı bir anlatım tarzını benimseyen Hatâyî, sadece Safevilerin temel etnik unsurunu oluşturan heterodoks Türkmenleri değil, Osmanlı coğrafyasındaki Alevi-Bektaşi geleneğini de derinden etkilemiştir. Hatâyî, sadece eserlerine öykünerek söylediği şiirlerle değil, Nesimî’nin takipçilerini de himaye ederek Safevî muhitlerinde Hurufilerin rahatça kendilerini ifade edebilmelerine imkân sağlamıştır. Sanatkârlığı kadar kültür ve sanat adamlarını himaye etmesiyle, yani patronaj konumuyla da önemli bir yere sahiptir. Osmanlı merkezî otoritesinin sarsıldığı evrelerde, Teke yöresinde baş gösteren Şah Kulu ayaklanmasında olduğu gibi merkezî otoriteyi tanımayan kenardaki oymak ve aşiretlerin Erdebil Tekkesini sığınılacak bir merci olarak gördükleri bilinmektedir (Savory 1987: XVI-168-176; Sümer 1999: 4). Anadolu’dan bilhassa Akkoyunlu ve Safevi merkezlerine yönelen Türkmenler, Türkçe söyleyen kızılbaş şairler ve dervişler Şah İsmail döneminde Safevi sarayında ilgi görmüşlerdir. Şah İsmail’in himayesinde Sultan Muhammed, Mir Ali, Ağa Mirek gibi nakkaşlar; Şah Mahmud ve Mir İmad gibi hattatlar; Habibî, Kişverî, Surûrî, Tufeylî gibi divan şairleri eser vermişlerdir. Onun ölümünden sonra da Safevi muhitlerinde Türkçe ve Farsça şiir söyleyen Türkmen şairlerin olduğunu Hatâyî’nin şehzadesi Sam Mirzâ’nın Tuhfe-i Sâmî adlı eserinden (Karaismailoğlu 1988: 178-186) ve Mecmau’l-Havass’dan öğreniyoruz (Sadıkî, 1327: 102-131). Hanedan mensupları arasında da Hatâyî seviyesinde olmasa bile Türkçe şiir söyleme geleneğinin devam ettiği bilinmektedir (Köprülü 1989: 47). Türkçenin edebî dil olarak Safevi saraylarında gördüğü itibar, hiç kuşkusuz Şah İsmail sayesinde olmuştur.
Hatâyî, dinî-mistik düşüncenin ideolojik dönüşümüne eserleriyle katkıda bulunmuştur. Öyle ki özellikle Anadolu’da kendi varlığından vazgeçip şahın varlığında yok olmak arzusuyla Hatâyî mahlasını kullanan dailerin ortaya koydukları ürünler, zaman içinde Şah İsmail’in şiirlerinin arasına karışmıştır. Bunun sonucunda cönk ve mecmualarda Hatâyî mahlaslı, fakat gerçek söyleyeni bilinmeyen şiirlerin sayısı artmıştır (Kaya 2004; Koz 2004; Köksal 2012). Ayrıca Hatâyî Divânı çok geniş bir coğrafyada ve farklı muhitlerde okunduğu için Şah İsmail’e atfedilen bazı yazma nüshalarda başka şairlere ait olabileceği muhtemel bazı gazeller bile günümüzdeki yayınlara Hatâyî mahlasıyla girmiştir. Dolayısıyla çok haklı olarak araştırmacılar Hatâyî’den değil, Hatâyîlerden söz etmek gereğini duymuşlardır (Arslanoğlu 1992: 333-536; Koz 2004: 184-217). Bu bakımdan Nesîmî, Yunus, Pir Sultan ve Hatayî gibi batınî zümreler başta olmak üzere geniş kitlelere intikal eden şairlerin eserlerinin tenkitli metinlerini hazırlamak son derece güç bir iştir. Çünkü bu nevi eserler, önce yazı dilinde var oldukları halde zamanla sözlü gelenek içerisinde; tekke-dergâh gibi icra ortamlarında dolaşıma girerek çok geniş kitlelere intikal ettikten sonra tekrar sözlü gelenekten derlenerek yazılı metne dönüştürülmüş olabilirler. Dolayısıyla böyle metinleri yayınlayan araştırıcılar, tespit ettikleri nüshaları karşılaştırmanın ötesinde, bu şiirlerin gerçek müelliflerini tespit etmek gibi çok zor bir işle karşı karşıya kalırlar. Şah İsmail’in şiirleri takipçileri tarafından çoğaltılmış görünmektedir. Hece ölçüsüyle yazılmış Hatâyî mahlaslı koşmalar bir yana, aruz ölçüsüyle yazılmış Hatâyî mahlaslı şiirlerin de önemli bir kısmının Şah İsmail’e aidiyeti imkânsızdır. Hatâyî Divânı’nın eski tarihli nüshalarında 255-260 civarında şiir bulunmasına karşın daha sonra istinsah edilen nüshalarda şiirlerin çoğalması, hece ölçüsüyle koşmaların mecmualara girmesi tarihî bir kişilik olan Hatâyî’nin folklor kahramanı Şah İsmail’e dönüştürülmesiyle gerçekleşmiş olabilir. Hatâyî mahlasının anonimleşmesinde Alevi-Bektaşi inancındaki “şeyh-şah” figürü ile sözlü geleneğin hikâye kahramanına dönüştürdüğü kişi etrafında ortak mahlasla şiir üretme geleneğinin etkisi vardır. Sözlü gelenekte anlatılan Şah İsmail hikâyesi ile Alevi-Bektaşi geleneğinin yedi ulu ozanından biri mertebesindeki Hatâyî imgesi birbirini besleyerek cem törenlerinin başat figürü etrafında bir kült oluşturmuştur (Gallagher 2009: 173-195). Özellikle Anadolu Aleviliği içinde biçimlenen Şah Hatâyî imgesi, sözün ve müziğin eşlik ettiği ritüellerle süreklilik kazanmıştır. Sünni geleneğin göz ardı etmesiyle geriye itilen divan şairi Hatâyî, Kızılbaşların duygularını çok dokunaklı biçimde şiirleştiren Şah Hatâyî kimliğine dönüşmüştür. Ayrıca Aleviler arasında tapşırma/mahlas kavramının yerine “hatâyî” sözcüğünün kullanıma girdiğine dair rivayetler (Birdoğan 1991: 30) ile bu anlayışın şiirin üretiminden törensel amaçla icrasına kadar her aşamada gördüğü itibar (Gölpınarlı 2013: 29) Hatâyî mahlaslı şiirlerin varyantlaşmasında etkili olmuştur. Tarihî kişiliğine dair somut belgelere rağmen yukarıda sıraladığım nedenlerden ötürü bir anlatı kahramanına dönüşen Şah İsmail imgesi, dinî törenlerle, bu törenlere eşlik eden müzik icrasıyla özellikle Alevi-Bektaşi kültürel belleğinde yaşama kabiliyetini muhafaza etmektedir. Sözlü gelenek içinde bir halk hikâyesine dönüşen Şah İsmail, modern Türk edebiyatında da roman olarak kurgulanmıştır. Alisa Nicat’ın Kızılbaşlar’ı, Reha Çamuroğlu’nun İsmail’i ile İskender Pala’nın Şah&Sultan’ı tarihî bir kahramanın etrafında oluşan folklorik algının farklı ideolojik yorumlarını da barındıran birer Şah İsmail hikâyesidir.

Kaynakça

Araslı, Hamid (1946). Şah İsmâil Hatâyî. Bakü: Azerbaycan İran İle Medeni Alaka Cemiyetinin Neşriyatı.
Arslanoğlu, İbrahim (1992). Şah İsmail Hatâyî ve Anadolu Hatâyîleri. İstanbul: Der Yay.
Birdoğan, Nejat (1991). Şah İsmail Hatai. İstanbul: Cem Yay.
Cavanşir, Babek-Ekber N. Necef (2006). Şah İsmail Hatâi Külliyatı. İstanbul: Kaknüs Yay.
Cunbur, Müjgan (hzl.) (1982). Gelibolulu Âlî, Menâkıb-ı Hünerverân. Ankara: KTB Yay.
Ergun, Sadeddin Nüzhet (1946). Hatâyî Divânı. İstanbul: Maarif Kitabevi.
Fahrî-i Herevî (1345). Tezkîre-i Ravzatü’s-Selâtîn. Hayyampûr, Tebriz.
Gallagher, Amelia (2009). “The Transformation of Shah Ismail Safavi in Turkish Hikâye”. Journal of Folklore Research 46 (2): 173-195.
Gandjei, Tourkhan (1959). Il Canzoniere Di Sâh Ismâ’îl Hatâ’î. Napoli: Estituto Universitarro Orientale.
Genç, Vural (2011). “Heşt Behişt Sarayından Topkapı Sarayı’na: Şah İsmail’in Çaldıran Savaşı’ndan Sonra Alıkonulan Hazine ve Eşyaları”. Toplumsal Tarih 208 (Nisan): 24-36.
Gıynaş, Kâmil Ali (2014). Pervâne Bey Mecmuası. Eskişehir: Eskişehir Valiliği Yay.
Gölpnarlı, Abdülbaki (2013). Kaygusuz Abdal-Hatayi-Kul Himmet. İstanbul: Kapı Yay.
Gündüz, Tufan (2010). Son Kızılbaş Şah İsmail. İstanbul: Yeditepe Yay.
Hüseynî, Mir Salih (1380/2002), Divân-ı Şah İsmail Safevî-Hatâî.
İpekten, Halûk vd. (1988). Tezkirelere Göre Divan Edebiyatı İsimler Sözlüğü. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay.
İsmailzade, Mirza Resul (2004). Şah İsmail Safevi Külliyatı. Bakü: Alhuda Neşriyat.
Karaismailoğlu, Adnan (1988). “Türk Edebiyatı Kaynaklarından Tuhfe-i Sâmî ve Altıncı Bölümünün Tercümesi”. Türk Dünyası Araştırmaları 57 (Aralık): 178-86.
Kaya, Doğan (2004). “Sivas Kaynaklı Cönklerde Şah Hatâyî”. Birinci Uluslar Arası Şah İsmail Hatâî Sempozyum Bildirileri (9-11 Ekim 2003 Ankara). hzl. Gülağ Öz. Ankara. 177-183.
Koz, Sabri (2004). “Belli Mahlaslar Üzerinden Şiir Söyleme Geleneği ve Türkiye’de Yazılan Alevi-Bektaşi Cönk ve Mecmualarındaki Hatâî Mahlaslı Şiirler”. Birinci Uluslar Arası Şah İsmail Hatâî Sempozyum Bildirileri (9-11 Ekim 2003 Ankara). hzl. Gülağ Öz. Ankara.
Köksal, M. Fatih (2012). “Hatâyî’nin Yayımlanmış Divanlarında Bulunmayan Şiirleri”. Alevilik Araştırmaları Dergisi 3: 39-83.
Köksal, M. Fatih (2013). “Şah İsmail Hatâyî’nin Şiirlerinde Kullandığı Vezin Meselesi”. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi 66: 169-188.
Köksal, M. Fatih (2001). Edirneli Nazmî Mecmau’n-nezâir [İnceleme-Tenkitli Metin]. Doktora Tezi. Ankara: Hacettepe Üniversitesi.
Üniversitesi.Köprülü, M. Fuad (1989). “Azeri”. Edebiyat Araştırmaları II. İstanbul: Ötüken Neşriyat.
Kurnaz, Cemal ve Mustafa Tatçı (hzl.) (2001). Nail Tuman, Tuhfe-i Nâ’ilî. Ankara: Bizim Büro Yay.
Melikof, İréne (1976). “Hatâyî”. Uluslararası Folklor ve Halk Edebiyatı Bildirileri, 27-29 Ekim 1975. Konya. Ankara: Güven Matbaası.
Memmedov, Azizağa (1966). Şah İsmail Hatâyî Eserleri. Bakü: Azerbaycan İlimler Akademisi Neşriyatı.
Minorsky, Vladimir (1939-42). “The Poetry of Shah İsmail I”. Bulletin of The School of Oriental and African Studies X: 1006a-1052b.
Necef, Ekber N-Babek Cavanşir (2006). Şah İsmail Hatâi Külliyatı. İstanbul: Kaknüs Yay.
Özgüdenli, Osman G. (2006). Ortaçağ Türk-İran Tarihi Araştırmaları. İstanbul: Kaknüs Yay.
Savory, Roger (1987). Studies on the History of Safawid İran. London: Variorum Reprints.
Seferli Eliyar- Halil Yusufov (1988). Şah İsmail Hatâyî- Geçme Nâmerd Köprüsünden. Bakü: Yazıcı.
Sümer, Faruk (1999). Safevi Devletinin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü. Ankara: TTK Yay.
Terbiyet, Muhammed Ali (1390). Dânişmendân-ı Azerbaycan. Tebriz: Neşr-i Ahter.
Thackston, Wheeler (1988). “The Diwan of Khata’i: Pictures for the Poetry Shah Isma’il”. Asian Art 1/ 4 (Fall): 37-63.

Ziyaret -> Toplam : 125,37 M - Bugn : 130541

ulkucudunya@ulkucudunya.com