EBÛ MANSÛR el-İCLÎ
Ethem Ruhi Fığlalı 01 Ocak 1970
Kisf (gökten düşen kütle) ve Hannâk (boğucu) lakaplarıyla anılmakta olup hakkında yeterli bilgi yoktur. Mevcut rivayetlerden Sevâdülkûfe yerlilerinden olduğu anlaşılmaktadır. Ebû Halef el-Kummî ve Hasan b. Mûsâ en-Nevbahtî, onun Abdülkays kabilesinden olduğunu ileri sürerlerse de nisbesine bakarak Arap asıllı olduğunu ve Benî İcl kabilesine mensup bulunduğunu söylemek daha isabetli görünmektedir. Nevbahtî’nin, Ebû Mansûr’un okuma yazma bilmediği şeklindeki rivayetini ihtiyatla karşılamalıdır. Zira onun yetişmesinde, Kûfe’deki aşırı Keysânî Şiîleri’nden Leylâ en-Nâitiyye’nin öğrencisi Meylâ’nın geniş ölçüde tesirleri bulunduğu bilinmektedir. İclî’nin literatürde yer alan düşüncelerinde İslâmî gelenek yanında yahudi, hıristiyan ve gnostik felsefî birikime alışılmışın dışında âşina olduğunun görülmesi, ayrıca Farsça bilmesi ümmî olmadığını ortaya koyar. Çağındaki aşırılardan Mugire b. Saîd el-İclî’nin yakınları olan yedi kişi arasında adı geçmemekle birlikte Mugire’den etkilenmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Ebû Mansûr, dinî görüşlerinden dolayı Emevîler’in Irak valisi Yûsuf b. Ömer es-Sekafî tarafından öldürülmüştür. Ali Sâmî en-Neşşâr ve Mustafa eş-Şîbî ölüm tarihini 121 (739), C. Cahen 123 (741) olarak gösteriyorlarsa da bu konudaki kaynaklarda kesin bir tarih mevcut değildir. Öldürme olayının Yûsuf b. Ömer es-Sekafî’nin valilik yıllarında (738-745) vuku bulduğu muhakkaktır.
Ebû Mansûr, dinî hayatının ilk dönemlerinde Muhammed el-Bâkır’ın imâmeti kendisine bıraktığını ileri sürerek imamlığını ilân etmişti. Ancak kaynaklar Bâkır’ın Ebû Mansûr’u kesinlikle reddettiğini, Ca‘fer es-Sâdık’la da ihtilâfa düştüğünü ve Ca‘fer’in kendisini üç defa lânetlediğini bildirmektedir. Bu durum onu başka yollarla imâmetini açıklamaya sevketmiştir.
Onun Şiî düşünceye getirdiği en aşırı iddia, kendisinin Allah’ın huzuruna yükseldiği şeklindeki beyanıdır. Buna göre Allah onu semaya çıkarmış, eliyle başını okşamış ve sonra kendisine Süryânîce (Ebû Amr el-Keşşî’ye göre Farsça, bk. Ricâlü’l-Keşşî, s. 256) hitap ederek yeryüzüne dönmesini ve tebliğde bulunmasını emretmiştir. Nitekim Ebû Mansûr buna dayanarak, “Onlar gökten bir parçanın (kisf) düştüğünü görseler, birbiri üstüne yığılmış bulutlardır derler” meâlindeki âyetin (et-Tûr 52/44) kendisinin yeryüzüne geri gelişine işaret ettiğini ileri sürmüştür. Onun bu iddiası muhtemelen, bir adım daha ileri giderek ortaya atacağı peygamberlik iddiasını desteklemek gayesini güdüyordu. Nitekim imâmet terimini nübüvvete çevirerek Hz. Ali, Hasan, Hüseyin, Zeynelâbidîn, Muhammed el-Bâkır ve kendisinin peygamberliğini ilân ettikten sonra oğullarından altısının kendisinden sonra nübüvvetle görevlendirileceğini ve onların sonuncusunun aynı zamanda mehdî olacağını bildirmiştir. Peygamberliğin kesintisiz devam ettiğini, vahyin sürekli olarak yenilendiğini iddia eden Ebû Mansûr Hz. Muhammed’e sadece vahiy indirildiğini, te’vil ve açıklanmasının ise kendisine bırakıldığını ileri sürmüştür.
Ebû Mansûr’a göre Allah’ın yarattığı ilk insan “kelime” yani Hz. Îsâ, ikincisi de Ali b. Ebû Tâlib’dir. Kaynaklar, onun mensuplarının herhangi bir hususu teyit etmek için “kelime”ye yemin ettiklerini kaydetmektedir. Ona göre cennet ve cehennem birer insandır. Cennet zamanın imamı, cehennem de düşmanıdır. Bir rivayete göre ise cennet dünya nimetleri ve zevki, cehennem de dünyanın sıkıntılarıdır. Haramları ve yasakları, Allah’ın sevilmesini istemediği kişilerin adları olarak te’vil eden Ebû Mansûr’a göre zina, içki, kumar, domuz eti, ölü hayvan ve kan gibi haram kılınmış şeyler de mubahtır; bunların her biri bazı düşmanlara delâlet etmektedir. Bu düşüncesini, inanan ve iyi davranışlarda bulunanların yiyip içtikleri şeylerden ötürü vebale girmeyeceklerini ifade eden âyetlere (el-Mâide 5/5, 93) dayandıran Ebû Mansûr cennet, cehennem ve haramları tamamen sembolik kavramlar olarak görmüştür.
Kaynakların hemen hemen ittifakla belirttiğine göre Ebû Mansûr, taraftarlarına mezheplerine katılmayanları boğarak öldürmelerini emretmiş ve mallarını gasbetmelerine izin vermiştir. Hatta İbn Ebû Ya‘lâ’ya göre düşmanlarından kırk kişiyi öldürenin mutlaka cennete gideceğini söylemiştir (Tabakatü’l-Hanâbile, I, 33). Muhaliflerini boğarak öldürme emrinden dolayı da kendisine “Hannâk” lakabı verilmiştir. Ebû Mansûr’un terör niteliği taşıyan çeşitli eylemlerde bulunması ve bunları âdeta müesseseleştirmesi İslâm tarihinde dikkat çekici bir olaydır.
Ebû Mansûr, Şîa bünyesindeki aşırı düşünceleriyle kendisinden sonra gelen grup ve fırkalar üzerinde etkili olmuştur. Semaya yükseltilmesi ve Allah’la görüşmesi düşüncesi aşırı Sûfiyye’ye mi‘râc-ı rûhî şeklinde aksetmiş, te’ville ilgili görüşleri İsmâiliyye ve Karmatîler üzerinde müessir olmuştur. Vahyin sürekliliği ve peygamberliğin devamı konusundaki fikirleri ise Bahâîler tarafından benimsenmiştir.