« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

17 Haz

2019

Etyemez Türkçü: Hasan Ferit Cansever (Beşir Ayvazoğlu)

01 Ocak 1970

Üç yüz elli yıl kadar önce Türkistan taraflarından gelerek Keşan’a yerleşen bir aile, muhtemelen XIX. yüzyıl başlarında İstanbul’a göçer ve Kasımpaşa’da bir Kadiri tekkesi kurar: Türabi Baba Tekkesi.[1] Tekkelerin kapatıldığı tarihe kadar faal olan bu tekkenin son şeyhi, aynı zamanda Babıâli’de önemli bir görevi bulunan Şeyh Mehmed Ali Efendi’dir ve Lütfiye adında bir hanımla evlidir. Nüfus cüzdanına göre tam adı Hasan Ferideddin olan Hasan Ferit Cansever, bu evlilikten, Kasımpaşa’da 1891 yılında dünyaya gelir.

Kasımpaşa Hadika-i Marifet Mektebi ve Mercan İdadisi’nden sonra, kendisi gibi bir devlet memuru olmasını isteyen babasının ciddi muhalefetine rağmen girdiği Mekteb-i Tıbbiye’de beş yıl boyunca sıralarda ve laborant olarak çalıştığı teşrihhanede yatarak okuyan Hasan Ferit, milliyetçi fikirlerle Tıbbiye talebeliği sırasında tanışmıştır.[2] Bir gün laboratuvarda bir arkadaşıyla kendinden geçmiş bir hâlde çalışırken isminin Çininli Haşim olduğunu sonradan öğrendiği bir son sınıf talebesi yanlarına gelerek kendileriyle “mühim ve mahrem” bazı meseleleri konuşmak istediğini söyler. İki saat sonra tamamen boşalan yemekhanede buluşurlar. Çininli Haşim, Osmanlı Devleti’nin Türk olmayan tebaasının son zamanlardaki taşkınlıklarından, İmparatorluğun dört bir yanında çıkarılan isyanlardan ve koparılan vatan parçalarından, Türklüğe pervasızca tecavüzlerde bulunulduğundan vb. uzun uzun söz ettikten sonra, bu kötü durumdan kurtulmak için Türklerin de teşkilatlanarak çalışmaları gerektiğini anlatır ve yardım ister. Böylece arkadaşı Pertev’le birlikte, Askerî Tıbbiye’de başlayan teşkilatlanmanın sivil Tıbbiye’deki temsilciliğini üstlenen ve Karacaahmet Mezarlığı’nda geceleri gizlice yapılan toplantılara katılarak Türk Ocağı’nın kuruluşunda önemli bir rol üstlenen Hasan Ferit, Ocak kurulduktan sonra da faal üyelerden biri olarak ön saflarda görünür. Resmen 25 Mart 1912 tarihinde kurulan Türk Ocağı’nın aynı yılın sonbaharında, başkan Ahmed Ferid (Tek) Bey’in istifası üzerine yaşadığı sarsıntı sırasında, bazı üyelerin edebiyatçı olduğu için karşı çıktıkları Hamdullah Suphi’nin başkanlığını destekleyenlerden biri de Hasan Ferit’tir ve 1913 yılında yapılan ilk kurultayda idare heyetine girer.

Hasan Ferit, Tıbbiye’den 1914 yılında mezun olur olmaz Sina Cephesi Hilâl-i Ahmer Hastahanesine başhekim olarak tayin edilir, bu görevi sırasında Kanal ve Çöl Harekâtlarına katılır. Daha sonra gönderildiği Kudüs’te de başarılı çalışmalar yaptığı biliniyor. Mesela Vâdî-i Sahra’da Gazze Cephesi sağlık hizmetlerini görecek yedi yüz elli yataklı sahra hastanesi onun tarafından kurulmuştur. Kudüs’ün kaybedilmesi üzerine İstanbul’a döner ve Haydarpaşa’da Dârüleytam Merkez Hastahanesini kurarak başhekimliğini üstlenir. Bu arada hayatını Hatice Saime Hanım’la birleştirmiştir.[3] Kudüs’te Halide Edip (Adıvar) tarafından tanıştırıldığı Saime Hanım, Darülmuallimat’ın ilk mezunlarından biridir; mezun olduktan sonra Kudüs’te bir kız okuluna öğretmen olarak tayin, oradan da bir süre sonra Beyrut’a nakledilmiştir. Hasan Ferit Bey’in Saime Hanım’la evliliğinden Turgut, Nilüfer, Sevim, Gökçe ve Aydın isimlerini verdikleri, üçü kız beş çocuğu dünyaya gelecektir.[4]
Hasan Ferit, 1918 kurultayında da idare heyetine seçildiği Türk Ocağı’nda, kalkınmanın köyden başlatılması gerektiğine inanan gruba mensuptur ve başta doktorlar olmak üzere milliyetçi aydınların Anadolu’ya giderek bilfiil hizmet etmeleri gerektiğine inanmaktadır. Bu amaçla Köycülük Cemiyeti adıyla kurulan dernekte görev alır ve 1919 yılında Darüleytam Hastahanesi baştabipliğinden istifa ederek Dr. Reşid Galib, Dr. Fâzıl (Doğan) ve Giritli Dr. Mustafa’yla birlikte köycülük hareketini fiilen başlatmak üzere Tavşanlı’ya gider. Niyetleri Tavşanlı’yı “numune köy” hâline getirmektir. Ancak Yunan işgali, projenin hayata geçirilmesine engel olur. Millî Mücadele sırasında Antalya’da bir buçuk yıl Sıhhiye Müdürü olarak görev yaptıktan sonra, Kayseri Zencidere’de kurulan Darü1eytam’ın müdürlüğüne getirilir.

Hasan Ferit Bey’in Zencidere’de yaşadıklarını oğlu Turgut Cansever’in anlattıklarından biliyoruz: “Amerikan Şark-ı Karib Muavenet Cemiyeti, yüz elli çocuk için çocuk başına on lira yardım sözü vermiş, ancak elli çocuk için beşer lira göndermiş. Hükümet beş yüz çocuk gönderince çok zor durumda kalan babam, atölyeler kurarak çocukların üretime katkıda bulunmasını sağlamış. Yıl 1923-1924... 1924’te yapılan bir teftişte çocukların niçin çalıştırıldığı sorulunca istifa etmiş babam. Bunun üzerine Adana Hükümet Tabipliği ve Hükümet Hastahanesi başhekimliğine tayin edilmiş ve burada sıtma mücadelesini başlatmış. Sıtma Mücadelesi Teşkilâtı bu çalışmalar sonunda doğmuştur.”[5]

Adana’da yöreyi kırıp geçiren sıtmaya karşı büyük bir mücadele başlatan Hasan Ferit, çeşitli vasıtaları kullanarak ülkedeki sıtma tehlikesine dikkati çeker ve bu hastalık konusunda Sarı Tehlike (1924) adlı bir de kitap yazar. Adana’da görev yaptığı sırada, ayrıca merkeze yirmi beş kilometre uzaklıktaki Kürkçüler’de cami teneşirhanesinde başladığı köy sağlık hizmetlerini daha sonra Türk Ocağı’nın imkânlarıyla yaptığı dispanserde sürdürür. 1926 Kurultayı’nda Türk Ocakları Merkez İdare Heyeti’ne seçilince Adana’dan ayrılmak zorunda kalır, fakat sıtmayla mücadeleye Ankara’da, Sıhhiye Vekâleti bünyesinde Sıtma Mücadele Teşkilâtı’nı kurarak devam eder.



Hasan Ferit, 1926-1929 yılları arasında dört yıl, Türk Ocakları Umumi Kâtipliği görevini yürütmüştür. Bu görevi sırasında Ankara’da tarihî Türk Ocağı binasının yaptırılmasında önemli rol oynar. Ayrıca büyük bir matbaa kurulmasını sağlamış, şubeleri Anadolu’nun üç yüze yakın şehir ve kasabasına yayılan Türk Ocaklarının kuruluş işlemlerini bir sisteme kavuşturmuştur. Umumi Kâtipliği sırasında, 1927 Kurultayı’na sunduğu ve daha sonra Tekliflerim[6]adıyla kitaplaştırdığı teklifleri önemlidir. 1927 Kurultayı’nda da Merkez İdare Heyeti’ne seçildiği Türk Ocaklarında bir süre sonra bazı konularda fikir ayrılığına düştüğü için Umumi Kâtiplikten istifa etmek zorunda kalır ve Türk Ocaklarının batı bölgesi müfettişliği göreviyle gönderildiği Bursa’da, Nalbantoğlu Mahallesi’ne yerleşir.



Hasan Ferit Bey’in Merkez’le hangi konularda fikir ayrılığına düştüğünü bilmiyoruz; ancak Tekliflerim’de komünizm yanında Faşizm’e de şiddetle karşı çıkması, ferdi öne çıkarması, Batı medeniyetini ve Amerikan sistemini “ferdin serbest mesaisinin bir neticesi” olarak görmesi, daha da önemlisi Anglo-Sakson sistemini örnek almayı teklif etmesi, o yıllarda İtalyan Faşizmi’ne göz kırpan Halk Fırkası’nı (CHP) ve Türk Ocaklarındaki uzantılarını rahatsız etmiş olabilir.[7] “Ocaklı Faşizm taraftarı olamaz. Bu cereyana karşı da cephesini almalıdır.” şeklindeki kararlı ifadesi, Türk Ocaklarında belki de bu yönde beliren eğilimlerin önünü kesmek içindir.



Türk Ocaklarının partiyle bütünleşmesinin de Hasan Ferit Bey’de rahatsızlık yarattığı, Turgut Cansever’in anlattıklarından anlaşılıyor. Büyük amcasının oğlu ve Eyüp’teki Ümmi Sinan Tekkesi’nin sondan bir evvelki şeyhi olan Yahya Galib (Kargı) Bey’le tekkelerin kapatılması için önerge verdiği için sonuna kadar dargın kalan Hasan Ferit Bey, yine Turgut Cansever’in anlattığına göre, İstiklâl Mahkemeleri’nin uygulamalarından, özellikle bu mahkemelerde Tıbbiye’den arkadaşı olan, Türk Ocaklarında beraber çalıştığı eniştesi Reşid Galib’in görev almış olmasından rahatsızdır:


“Çok küçüktüm, evdeki bir kanepeyi ve babamın bu kanepede oturan bazı misafirlerini hatırlıyorum. Bazan şiddetli münakaşalar olurdu. Ben ve kardeşlerim korkuyla bu kanepenin arkasına sinerdik. Babamın eniştesi Reşit Galip ve daha birçokları... Babam “Alçaklar, katiller!” diye bağırırdı. Meğerse İstiklâl Mahkemeleri’nde kimleri asacaklarını kararlaştırırlarmış. Ankara’da iki yıl kalmıştık. Babamın bu arada Tekliflerim adlı kitabı çıkmıştı. John Dawey’in etkisi altında, dernekleşmeyi ve hareketliliği savunuyordu. Merkezîleşmeye yönelik politikaya muarız olduğu için aralarında anlaşmazlık çıktığını sanıyorum. Bu yüzden 1928 yılında Kâtib-i Umumilikten istifa etti. Türk Ocakları Batı Bölgesi Umumi Müfettişi olarak Bursa’ya yerleşti.”[8]



Hasan Ferit Bey, Bursa’ya giderken Halk Fırkası tarafından Türk Ocaklarının başına çorap örüldüğünün hiç şüphesiz farkındadır. Türk Ocakları merkez binasının bitmek üzere olduğu günlerde, bu binanın mimarı ve Hasan Ferit Bey’in yakın arkadaşı olan Arif Hikmet Koyunoğlu’nun kulak misafiri olduğu bir konuşma, bu konuda bazı ipuçları taşımaktadır. Misafir odasının tezyinatını yapmak için kurduğu ve yan taraflarını yerlere boya dökülmesin diye tahtalarla kapattığı bölümde çalışırken içeri giren Recep Peker, Saffet Arıkan ve Halk Fırkalı bazı arkadaşları, yukarıda çalışan mimarı göremedikleri için rahatça konuşup binayı aralarında paylaşmaya başlar, sağdaki odayı riyasete, yanındakini umumi kâtibe, aynı sıradaki büyükçe odayı da müfettişlere uygun görürler. Onlar çıkıp gittikten sonra büyük bir üzüntüyle işine devam eden Arif Hikmet Bey, hatıralarında şöyle devam ediyor:


“Binayı tamamen bitirmiştik. Severek yaptığım el işlerimin bir katalogu gibi her an gözlerimin önünde beliren bu salonu güzelce döşedik. Binanın açılış merasimi yapıldı. Bu salonda iskele üzerinden konuşmalarını dinlediğim zevat kahvelerini içtiler, işin iç yüzünü bilmeyen arkadaşlar da çok sevinçli idiler, beni tebrik ediyorlardı. Bense başımıza gelecekleri düşünerek çok üzülüyordum. Bu halimi gören arkadaşlardan Hasan Ferit Bey yanıma gelmiş ve ‘Hikmet, hasta mısın? Çok durgun bir halin var!’ demişti.”[9]


Recep Peker, Saffet Arıkan ve arkadaşlarının o gün neler konuştuklarını arkadaşı Arif Hikmet Bey’den öğrendiği ve Türk Ocaklarının hazin akıbetini tahmin ettiği muhakkak olan Hasan Ferit Bey’in Bursa yılları hakkında oğlu Turgut Cansever’in anlattıkları kadarını biliyoruz:

“Kardeşlerimle birlikte Hisar’da ilkokula yazdırıldım. Okulun uzun cephesi Muradiye’ye doğru giden yola bakardı. Tipik bir Bursa evinde oturuyorduk. Dört beş odanın yan yana dizildiği uzun bir hayat, bir bahçe... Bursa o zaman şiir gibi bir şehirdi. Buna rağmen babam ‘Bursa’yı ne hâle getirmişler!’ diye isyan etmişti. Çünkü onun eski Bursa’sı bizim eski Bursa’mızdan daha güzeldi. Sokaklarında su kanalları vardı, bu kanallarda şelâleler oluşur, etraf su sesleriyle dolardı. Yeşilin her tonunun köpürdüğü bir şehirdi Bursa, bir şehircilik harikasıydı (…) Babam bir gün bir ay sürecek bir teftişe çıkmıştı, fakat on gün sonra bir gece saat ikide dönüp bütün ev halkını uyandırdı. Dehşet içindeydi. Meğerse Bursa’da bir ihtilâl yapılacağı yolunda ihbarda bulunulmuş. Bursa Hapishanesi’nde adî bir suçtan yatan Püsküllü Cemal adında biri bir rüya görmüş ve bu rüyayı tabir ettirmiş. ‘Başına devlet kuşu konacak!’ demiş rüyayı tabir eden. Bu nasıl olur? Hapishaneyi organize edip isyan çıkaracak, oradan çıkıp Vilâyet’i, daha sonra da Fırka’yı, daha sonra Eskişehir’de orduyu ele geçirecek ve Ankara’ya yürüyüp devlete el koyacak... Bunun için yüz elli kişinin idamı isteniyor. Babam Vilâyet’te yapılan toplantıya katılmış ve bu olay vesilesiyle Bursa’ya gelen Nevzat Tandoğan’la konuşmuş. Tandoğan’ın söyledikleri dehşet verici: ‘Doktor, sen ne diyorsun? Bu memleket adam sallandırmadan idare edilebilir mi?’ Galiba birkaç kişiyi astılardı.”[10]


Hasan Ferit Bey, Türk Ocaklarının kapatılması (10 Nisan 1931) üzerine Bursa’da bir süre serbest doktor olarak çalıştıktan sonra İstanbul’a yerleşecek ve hayatını serbest doktor olarak sürdürecektir (1936). Beyazıt Camcı Ali Mahallesi’nde kiraladığı ve muayenehane olarak da kullandığı konak, o tarihte Askerî Tıbbiye olarak kullanılan Fuat Paşa Konağı’nın tam karşısındadır. Turgut Cansever, bu konağın Bayezid Medresesi’nin kuzeyinde eski bir konak olduğunu, çatı katındaki odasından Marmara’nın bütünüyle seyredilebildiğini, ancak kuzeyindeki Askerî Tıbbiye binası yüzünden Süleymaniye’yi göremediklerini söylüyor.[11] O yıllarda Askerî Tıbbiye’de okuyan Fethi Tevetoğlu, her sabah erkenden kalkarak okulun tramvay caddesine bakan sınıflarından birinde anatomi çalıştığını ve her seferinde Zeynelabidin Cünbüş’ün musiki aletleri ve notalar sattığı dükkânıyla Nişanyan adlı bir Ermeni’nin işlettiği kitabevi arasındaki binanın birinci katına çıkan merdivende, saat 05.00-06.00 arasında birikip kuyruk olan hastaların dikkatini çektiğini söyler. Bir süre sonra bu binada dâhiliye mütehassısı Dr. Hasan Ferit Cansever’in muayenehanesinin bulunduğunu, çevrede “Fukara Babası” olarak tanınan bu doktorun Türk Ocaklı olduğunu öğrenecek, Zeynep Kâmil Konağı’na yakın sokakta oturan “mefkûre yoldaşı” Nihal Atsız’dan da onun hakkında çok şey öğrenecektir.

Fethi Tevetoğlu, kuyruktaki hastaların bittiğini gördüğü bir gün Hasan Ferit Bey’in kapısını çaldığını söyledikten sonra şöyle devam eder:


“Saat 10’u geçiyordu. Beni karşılayan beyaz gömlekli genç hemşire, randevu numarası almak isteyen bir hasta değil de, üniformalı bir Askerî Tıbbiye öğrencisi olduğumu görünce: ‘Doktor Bey’i mi görmek istiyorsunuz? Şimdi çıkıyordu; bir dakika müsaade ediniz, haber vereyim’ diyerek muayene odasına girmişti. Az sonra kapı açıldı: Uzun boylu, sağlık fışkıran pembe yanaklı, nur yüzlü, açık mavi gözlü güleç doktor, ‘Buyurunuz genç meslektaş! Bir isteğiniz mi var?’ diye samimiyetle bana elini uzatmıştı. Kendimi tanıtmış ve ona duyduğum takdir ve hayranlığımı belirtmiştim. İstanbul Elektrik ve Tramvay İşletmeleri İETT’nin doktorluğunu yapan bu değerli iç-hastalıkları uzmanı, her sabah 06.00’dan 10.00’a kadar dört saatte yirmi fakir hastayı yirmi beşer kuruş gibi sembolik bir ücretle muayene ediyordu. Bu parayı, hastalara numara vererek onları sıraya koymak ve daha çok fakirlerin onurunu korumak düşüncesiyle aldığını; yoksa çoğuna üstelik eşantiyon ilâçlar da dağıttığını öğrenmiştim. Yüksek fazileti ile bize örnek olan bu mefkûreci doktor, kendisini ilk tanıdığım 11 Mayıs 1937 Salı günü bana, geleceğim için samimî dileklerini belirttiği tatlı bir ithafla, vaktiyle, Türk Ocakları Genel Kongresi’ne sunulmuş Tekliflerim adlı değerli eserini armağan etmişti. Kim derdi ki, tam yedi yıl sonra, Türk milliyetçiliğine darbe vurmak için ‘Irkçılık-Turancılık’ adıyla düzenlenen davada o ‘Yedek Subay Yüzbaşı’ rütbesiyle, Türkçü, Türk Milliyetçisi olmaktan sanık sandalyesine oturtulacak; ben de yüzbaşılığa hapishanede terfi etmiş ‘Muvazzaf Tabip Yüzbaşı’ olarak onun yanında yer alacaktım.”[12]

Hasan Ferit Bey, 1940’ların başlarında, eşinin mücevherleri de dâhil olmak üzere satabileceği her şeyi satarak Çengelköyü’nde eski bir köşk satın alır ve buraya taşınır. Bu köşk, İbrahim Efendi Köşkü diye bilinen, Samiha Ayverdi’nin İbrahim Efendi Konağı adlı eserinde “Boğaz’ın kıyılarından baş kaldırmış bir tepede Anka kuşu gibi yuva tutmuş” diye başlayıp uzun uzun anlattığı köşktür.[13] Turgut Cansever, mimar olarak yaptığı ilk işin bu köşke eklediği mutfak ve banyo olduğunu söyler.[14]


Fethi Tevetoğlu gibi Türkçü gençlerin Hasan Ferit Cansever’i Beyazıt’taki muayenehanesinde, daha sonra da Çengelköyü’ndeki köşkünde sık sık ziyaret ettikleri ve onun Ocaklılık hassasiyetini harekete geçirdiklerini söylemek mümkündür. Türk Ocaklarıyla birlikte kapatılan Türk Yurdu dergisini, aşağı yukarı on yıl aradan sonra, 1942 yılında kendi maddi imkânlarıyla canlandırmak istemesi ve üçüncü serinin ilk sayısını 1 Eylül 1942 tarihinde çıkarmayı başarması başka türlü açıklanamaz.[15] Bu serinin dikkate değer özelliklerinden biri, Türk Yurdu isminin logoda aynı zamanda Göktürk harfleriyle yer alması ve Miladi Takvim’in yanı sıra 12 Hayvanlı Türk Takvimi’nin de kullanılmasıdır. Devrin iktidarı kâğıt tahsis etmediği için sekiz sayı çıkabilen üçüncü serinin son sayısı, 15 Ocak 1943 (Koyun Yılı) tarihini taşır.


İlk sayıda Türk Yurdu imzasını taşımakla beraber Hasan Ferit Cansever tarafından yazıldığı muhakkak olan önsözdeki şu cümleler, onun devrin havasından derin bir biçimde etkilendiğini göstermektedir:

“Biz milletimize garazsız ve nihai olarak iltihak eden herkesi bizden sayarız; fakat Türk, ne kadar su katılmadık temiz ise, onun icad kuvvetinin de o kadar verimli olduğunu bütün tarihimizden öğrendiğimiz için bunun bundan sonra da böyle olmasını isteriz. Türk milletini asırlardan beri ezen ‘statusquo’ların yıkılmakta olduğunu, cihan tarihindeki en büyük inkılab zamanlarından birisini yaşamakda olduğumuzun önemini müdrikiz. Böyle bir zamanda Türk’ün yükselişine nasıl hizmet edeceğimizi, buna hangi yollardan yürüyerek erişeceğimizi, genç olmakla beraber artık bir tarih yapmış ve an’aneler yaratmış olan Türkçülük hareketi kendisi gösterir. Tanrı yardımcımız olsun.”[16]





Tekliflerim’de Faşizm’e karşı çıkarak Anglo-Sakson sistemini savunan ve bir hayli liberal görünen Hasan Ferit Cansever, 15 Eylül 1942 (Yılkı Yılı) tarihli 2. sayıda da yine Türk Yurdu imzasıyla yayımlanan “Dr. Rıza Nur” başlıklı yazısında Rıza Nur’u “Türkçülüğü bir kan ve ruh meselesi bilen, kan ve ruh itibariyle Türk olanların dil ve kültür bakımından yekpare bir millet teşkil ettiğine, bu bütünlük ve birliğin bir gün tam olarak tahakkuk edeceğine candan ve gönülden inanan büyük bir Türkçü” diye över. “Fikirlerinin en çok taraftar kazandığı bir sırada yine bu yolda çalışırken hayata gözlerini kapa”yan merhumun bu fikirleri “daha büyük bir hızla ve daha çok gelişerek yaşayacak (…) ruh ve kan milliyeti şiarı, beynelmilelci kozmopolit şiarlarını süpürüp atacağı gün, Rıza Nur daha çok anılacak ve anlaşılacaktır.”[17]


Ötüken dergisinin “Dr. Hasan Ferit Cansever Sayısı” olarak hazırlanan Haziran 1987 tarihli 6. sayısındaki[18] yazılarından, ilk Ocaklılardan biri olduğu için onun genç Türkçüler tarafından çok sevilen, sayılan ve fikrini almak için evinde sık sık ziyaret edilen bir “aksakal” olarak görüldüğü anlaşılmaktadır. Nihal Atsız’la Reha Oğuz Türkkan’ın broşürler neşrederek birbirlerini suçladıkları, gitgide çığırından çıkan anlaşmazlıkta da onun hakemliğine başvurulur. Bu anlaşmazlık, Zeki Velidi Togan’ın Beyazıt’taki evinde sıkıyönetim makamlarına haber verilmeden yapılan bir toplantıda Bozkurt mecmuasının imtiyazı Hasan Ferit Cansever’e devredilerek çözülmüş ve el yazısıyla dört maddelik bir metin hazırlanıp imzalanarak belgeye bağlanmıştır.[19] 1944 Irkçılık-Turancılık davasında tutuklanan Hasan Ferit’in suçlandığı konular arasında bu toplantı ve bu anlaşma metni de vardır.[20] Hasan Ferit, tutuklanmadan kısa bir süre önce, 3 Mart 1944’te yedek yüzbaşı olarak ikinci defa askere alınmış, 1 Eylül 1945’te terhis edilmiştir. Fotoğraflardan cezaevinde sakal bıraktığı ve duruşmalara yedek yüzbaşı üniformasıyla katıldığı anlaşılmaktadır.


Irkçılık-Turancılık davasında, Tophane Askerî Cezaevi’nde ileri yaşına rağmen bir yıl boyunca tutuklu kalan Hasan Ferit, dik duruşu, sempatik tavırları, idealistliği ve yardımseverliğiyle hapishane arkadaşlarının hayranlığını kazanmıştır. Nejdet Sançar’ın anlattığına göre, Hasan Ferit Bey, süngülü askerler arasında Askerî Cezaevi’nden duruşmalara götürülüp getirilirken daima kafilenin önündedir ve bütün kış boyunca bir kere bile palto giydiğini gören olmamıştır; “dimdik gövdesiyle, takım kumandanı gibi, en önde yürürken de hayvanî gıda ile beslenenlerin çürük oldukları için üşüdüklerini kendisi tabii insan gıdasıyla” beslendiği için üşümediğini anlatıp durmaktadır.[21]



Hasan Ferit Bey hakkında hatıralarını anlatan herkes onun etyemezliğinden mutlaka uzun uzun söz etmişlerdir. Türk Ocakları dışında üye olduğu tek dernek vardır: Hijyenik Vejetaryenler Derneği. Yemek konusunda hiç sıkıntı çekmemiştir, çünkü büyük bir iştahla havuç kemirebilmekte, hatta çiğ pırasa yiyebilmektedir. Vejetaryenlik literatürüne hâkimiyeti, sağlam mantığı ve ikna gücü sayesinde Tophane Cezaevi’nde tutuklu olduğu sürece Türkçü dostlarından bazılarını et yemekten vazgeçirir, bazılarını da soğutmayı başarır. Hasan Ferit’e göre hayvani gıdalarla beslenen Orta Asya Türklüğü bu yüzden çöküntüye uğrarken Çinliler ve Hintliler pirinç gibi bitkilerle beslendikleri için çoğalarak Asya’ya hâkim olmuşlardır. Ön Asya Türklüğü ise varlığını ve devamlılığını büyük ölçüde tahılla beslenmesine borçludur. Her mahlûkun tabii gıdaları bulunduğuna, ancak o gıdalarla beslenirse sağlıklı ve uzun ömürlü olduğuna inanan Hasan Ferit, 1953 yılında Kandemir’e verdiği bir mülakatta yirmi senedir hiç et yemediğini, bu kararını yakalandığı kurdeşen hastalığıyla mücadele ederken yaptığı araştırmalar sonunda verdiğini söyler. Yoğurdunu bile zerre kadar hayvani gıda karıştırmaksızın “kazein maddesi bol bir nevi fasulyeden” elde ettiği nebati sütle imal etmektedir. Belediye Hıfzıssıhha Enstitüsü’ne yaptırdığı tahlil sonucunda, bu yoğurtta da “kesafet, albümin, yağ, kalsiyum, fosfor, magnezyum, demir gibi şeyler”in fazlasıyla bulunduğu ortaya çıkmıştır.[22] İnsanın tabii gıdası, Hasan Ferit Bey’e göre, asla et değildir. Kandemir’e, doktorların hastalarına, “Et ye, piliç ye, pirzola ye!” tavsiyelerde bulunduğu bir memleketin sokaklarında, çocukların “Ben yârimi fıstık üzümle, fındık bademle beslerim!” diye türküler söylediğini hatırlatan Hasan Ferit Cansever’in Tevrat’a Nazaran Yakın Şark’ta Yamyamlık[23] adlı bir de kitabı vardır.

Hasan Ferit Cansever, Türk Ocaklarının 1949 yılında Hamdullah Suphi Tanrıöver tarafından ikinci kuruluşunda kurucular arasında yer alır ve kurultayda Merkez Heyeti’ne seçilir. Ömrünü verdiği bu “ocak”la ilgili hatıra ve görüşlerini ise ilk defa Türk Yurdu’nun dördüncü serisinde yazmaya başlamış, beşinci serisinde devam etmiştir: “Türk Ocağı’nın Doğuşundaki Sebep ve Saikler”.[24] Türk Yurdu dışında, Tanrıdağ, Doğu, Komünizme Karşı Mücadele, Türk Dünyası gibi dergilerde de yazan ve temel görüşlerini Türkçülük Nedir (1959)[25] adlı küçük kitabında açıklayan Hasan Ferit Cansever’e göre, Türkçülük, “Türk olmayan milletlere düşmanlık, başka bir milletin aleyhine bir hareket değildir. Türk milletini sevmek, emperyalizme, zulme, istibdada, , cehalete, fukaralık ve sefalete karşı mücadele” etmektir.


İstanbul’da bir ara İETT ve Sular İdaresi’nde de hekim olarak görev yapan Hasan Ferit Cansever, hayatının son yıllarını serbest hekim olarak ve beslenme konusunda araştırmalar yaparak yaşadı ve 20 Haziran 1969 tarihinde vefat ederek Edirnekapı Mezarlığı’nda toprağa verildi. Mezar taşına Turgut Cansever tarafından dikkat çekici bir kaligrafiyle yazılan kitabe şöyledir: “Türabî Tekkesi şeyhi Mehmed Ali Efendi oğlu Dr. Hasan Ferid Cansever 1891-1969”. Türk Ocakları Genel Merkezi tarafından her yıl verilen Türk Ocakları Armağanları’ndan biri de “Dr. Hasan Ferit Cansever Hizmet Armağanı” adını taşır.





Ziyaret -> Toplam : 125,45 M - Bugn : 38966

ulkucudunya@ulkucudunya.com