Montrö ve Kanal İstanbul
Taha Akyol 01 Ocak 1970
Kanal İstanbul’un iktisaden yanlış bir öncelik, çevre açısından yanlış bir proje olması yetmiyormuş gibi Montrö’yü zaafa uğratacak olması daha büyük bir vahamettir.
Kanal İstanbul, eğer gerçekleşirse, Türkiye’yi yeniden “uluslararası su yolları” kavgalarının içine atacaktır.
Önce Lozan, sonra onun eksiklerini gideren 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi Türkiye’yi “Boğazlar kavgası”ndan kurtarmıştı…
Şimdi, Kanal’dan harp gemisi geçirmek veya geçmesini önlemek isteyen her devlet Türkiye’ye baskı yapacak, kendimizi devlerin bilek güreşinin ortasında bulacağız.
MONTRÖ NEYE YARADI?
Büyük diplomatlarımızdan merhum Feridun Cemal Erkin, “Türk-Sovyet İlişkileri ve Boğazlar Meselesi” adlı mükemmel kitabında, “Boğazlar çelişen menfaatlerin karşı karşıya geldiği bir su yoludur” diye yazar. Aşağıdaki bilgileri Erkin’in kitabından aktarıyorum.
25 Eylül 1939; Dışişleri Bakanı Şükrü Saracoğlu ve diplomat olarak Cevat Açıkalın’la Feridun Cemal Erkin Sovyet hükümetinin davetiyle Moskova’dadır. Moskova’da bir hafta boşu boşuna bekletildiler. Bu arada Stalin ve Hitler anlaşmışlar, Polonya’yı ve çevre ülkeleri paylaşmışlardır!
Eli çok güçlenen Rus Dışişleri Bakanı Molotof 1 Ekim’de Türk heyetine taleplerini açıkladı, özetle:
“Boğazları beraber savunalım… Boğazlar’dan bizim Akdeniz’e geçmemiz serbest olsun, ama Boğazlara yabancı harp gemisi girmesin!”
Bizzat Stalin de bu talepleri tekrarladı.
Merhum Saraçoğlu, Rusya’nın verdiği notayı eline almadı, masada bıraktı. Şöyle diyerek kalktı:
“Başka devletlerin de imzasını taşıyan Montrö Sözleşmesi’nin sadece Sovyetler Birliği ile değiştirilmesine Türk hükümeti asla razı olamaz!”
Saracoğlu, Montrö’de imzası bulunan Batılı devletleri hatırlatıyordu.
1944’ten itibaren aynı olaylar yeniden yaşanacaktır.
Bugün, Kanal konusunda ABD ve Rusya kendi gemileri için baskı yaptığında hangi uluslararası sözleşmeye, antlaşmaya dayanacağız?!.
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA
Saraçoğlu, “Türkiye, Hünkar İskelesi misalini hiçbir zaman tekrarlamayacaktır” demişti.
Malum, 1833 yılında 5 bin Rus askeri Beykoz’a çıkmış, Osmanlı’ya “Hünkar İskelesi Anlaşmasını“nı imzalatmıştı.
Saraoğlu 17 Ekim’de Türkiye’ye dönmüş, Türkiye 19 Ekim’de İngiltere ve Fransa ile savunma anlaşması imzalamıştır.
İsmet Paşa o satrancı fevkalade başarılı oynamış, Montrö’yü de çok iyi kullanmıştır.
İkinci Dünya Savaşı sırasında, Balkanları işgal eden Naziler “ticaret gemisi” görüntüsü altında savaş gemilerini Karadeniz’den Akdeniz’e geçiriyor, İngiliz gemilerine saldırıyorlardı.
Türkiye iki ateş arasında kalabilirdi.
İnönü, Montrö’nün 24. maddesine göre Alman gemilerinde silah araması yapma kararı almış, bunun üzerine Almanlar sivil görünüşlü harp gemisi geçirmeye son vermişlerdi.
Ankara’daki Alman Elçisi Von Papen, Montrö hükümleri karşısında en ufak bir tepki bile göstermemişti.
Hitler istese Türkiye’ye saldırabilirdi ama öyle bir stratejik kararı olmadığı için, Montrö karşısında geri adım atmıştı.
Kanal’da böyle çatışmalı durumlar ortaya çıkarsa hangi uluslararası anlaşmayı, sözleşmeyi kendimize dayanak yapacağız?
LOZAN VE BOĞAZLAR
Lozan’da İsmet Paşa, Rusların “Boğazlarda Türkler mutlak yetkili olsun” tezini değil, İngilizlerin “Boğazlar’da serbest geçiş olsun” tezini kabul etmiştir!
5 Mart 1923; Meclis’te gizli oturumda Lozan müzakereleri görüşülüyor; Boğazlar konusunda sert tartışmalar oluyor.
“Hamidiye Kahramanı” ve eski Bahriye Nazırı muhafazakar Başbakan Rauf Orbay kürsüdedir. Boğazların emniyeti için açık olması gerektiğini anlatan denizcilik uzmanı Rauf Bey şöyle konuşur:
“Biz Boğazlar’da kavga ettiğimiz zamanlar ya İngilizlerin Karadeniz’e girmesine mani olmak veyahut Karadeniz’deki bir devletin Akdeniz’e çıkmasına mani olmak için kavga etmişizdir. Kendimizden başkası için harp etmişizdir ve hakikaten çeşmeden kan akar gibi Türk kanı akıtmışızdır!” (Zabıt Ceridesi s. 119)
Lozan’ın ‘serbest geçiş’ düzenindeki eksiklerini Montrö tamamlamıştır ve işte Boğazlarla ilgili bir sorun çıktığında “işte Montrö kuralları” diyoruz...
Şimdi, Rusya Akdeniz’e, Amerika Karadeniz’e çıkmak için Montrö’yü aşan gemilerini Kanal’dan geçirmeye kalktığında, hangisini önleyip öbürünün çıkarı uğruna kavga edeceğiz?!.
Bütün dünya üniversitelerinde uluslararası ilişkiler derslerinde niye siyasi tarih okutulur?
Diplomasi ve siyasi tarih bize lazım değil mi?
Niye Kanal diye ayağımıza kurşun sıkacağız?