Seçimi kazanmanın yolu iyi bir TV şovuyla aynı formüle sahip
Amrou Al-Kadhi 01 Ocak 1970
Ana karakterlerin bir "isteğinin" ve bir "ihtiyacının" olması zorunluluğu siyasette de geçerli. İnsanların içgüdüsel arzularına hitap etmek İşçi Partisi'nin hala öğrenemediği bir ders
"İhtiyacım olan şeyi istemiyorum. Arzuladığım şeyi istiyorum." Başlıca Noel filmlerinden Aşk Her Yerde'nin (Love Actually – 2003) cilveli ofis çalışanı Mia böyle diyordu. Saçma tatil filmleri bir yana, Mia'nın repliği derin bir fikir içeriyor; öyle bir fikir ki solun (Birleşik Krallık) genel seçimlerindeki ezici başarısızlıklarını anlamamıza yardımcı olabilir.
İşimin bir parçası olarak sık sık "istekler" ve "ihtiyaçlar" arasındaki farkları düşünüyorum. Hollyoaks ve Apple'ın yaklaşan dizisi Little America için çalışmış bir senaristim. Ana karakterinizin bir "isteğinin" ve bir "ihtiyacının" olması senaryo yazmak hakkında bilinmesi gereken temel bilgilerdendir. “İstek" hikayenin ana motorudur. Temelde, sizi izlemeye devam ettiren şeydir.
Küçük Gün Işığım (Little Miss Sunshine – 2006) filmini ele alalım: Olive isimli genç kız umutsuzca güzellik yarışmasını kazanmak istiyor ve tüm film, ailesinin onu yarışmaya ulaştırmaya çalıştığı sonu gelmeyen yolculukla ilgili. Buna karşılık "ihtiyaçsa" karakterin öğrenmesi gereken bir şeydir, bazen kendisine karşı bile olsa. Genelde soyut ve manevi, hikayenin etkili "ahlaki" kısmıdır. Küçük Gün Işığım'da Olive bir çocuk güzellik yarışmasının onayına ihtiyacı olmadığını görmek zorundadır, aileyse birlikte yaptıkları bu yolculuğun esas kazanım olduğunu anlar.
Peki bunun siyasetle ilgisi ne?
Sağcı siyasetçiler halkın içgüdüsel isteklerine hitap etmeyi on yıllardır başarıyor. Özellikle, 20. yüzyılın sonlarından itibaren devletin müdahale etmediği bir serbest piyasa ekonomisinin bireysel başarı için herkese eşit fırsat sağlayacağı vaadi hala epey ikna edici. O kadar baştan çıkarıcı ki ABD'li milyonlarca mavi yakalı, işçi sınıfının çıkarlarına karşı yasa çıkaran siyasetçilere oy veriyor, birçok kişi hala Amerikan rüyasının ufukta olduğuna inanıyor (boş vaatlerin yarattığı bir serap olsa bile).
Özel mülkiyet, sınırsız zenginlik ve devletin müdahale etmediği bireysel bir imparatorluk ihtimali o kadar iştah açıcı ki çoğu kişi bu sisteme zarar vermektense devletin temel yükümlülüklerini kurban etmeye hazır. Düşük gelirlilerin paralarının büyük oranını piyango biletlerine harcaması da aynı zihniyete işaret ediyor: ne kadar küçük de olsa bir gün büyük kazanma şansı mevcut.
Sağa kıyasla sol onurlu bir biçimde halkların ihtiyaçlarını ele almaya çalıştı. Haklı bir şekilde evrensel sağlık hizmetlerini, devlete özgü yükümlülükleri, hakları, güvenceleri ve nispeten eşitlenmiş bir ekonomik oyun alanını meselesi haline getirdi. Bana kalırsa kağıt üstünde tam bir aptallık gibi görünüyor. Herkesin eşit olduğu bir toplum için hepimizin çabalaması gerçekten de gerekiyor mu? Boris Johnson ve benzerleri eşitsizliğin savunulması gereken bir şey olduğuna inanadursun (evet bunu söyledi), ben çoğu kişinin Birleşik Krallık’ta 4 milyonunu çocukların oluşturduğu 14 milyon yoksul insan yaşamasının iyi bir şey olmadığını düşündüğünü umuyorum.
Öyleyse solun basit mesajı genelde neden anlamlı bir ilgi çekemiyor?
Bence bu Aşk Her Yerde'deki Mia'nın isteğinden çok da farklı değil: insanlar ihtiyaçları olan şeylerden çok arzuladıkları şeyleri istiyor. İhtiyaçlar çok önemlidir ve hepimiz bu ihtiyaçların karşılanmasını hak ediyoruz. Ancak ihtiyaçlar, seçmenleri "arzular" gibi harekete geçiremiyor. Örneğin benim bir an önce dişçiye gitmem gerekiyor ama bundan yıl boyunca kaçındım. Bu dişçi ziyaretinin her halükarda benim çıkarıma olmasına rağmen bunun yerine yapmak istediğim çok fazla şey vardı.
Tüm senaryo yazarları şu dersi öğrenmek zorundadır: eğer bir karakterin sadece ihtiyaçlarına odaklanan bir hikaye yazarsanız, bu hikaye etkili bir şekilde itici ve ahlakçı hissettirir. Merak uyandıran bir hikaye sunmadan bir noktaya değinmeye çalışan filmleri izlemek imkansızdır.
Şimdi, geçen perşembe İşçi Partisi'nin aldığı feci yenilgiye katkıda bulunan birçok faktör var (Jeremy Corbyn'in liderliği, Brexit, medyanın ilgisi) ama yenilginin bir sebebi de fikirlerin sunum ve iletilme şekliydi. İşçi Partisi, politikaları aşırı sola doğru kaydığı için kaybetmedi; araştırmalar toplumsal hizmetleri kamulaştırma, geçim sıkıntısını sonlandırma ve yeşil bir gelecek inşa etme niyetlerinin anketlerde iyi sonuç aldığını gösteriyor. Ancak bunların söyleniş tarzı bu seçimde başarısızlığa uğradı, bunun bir sebebi de toplumun "ihtiyacına" vurgu yapılmasıydı.
İşçi Partisi'nin sol görüşlü gündemini korumanın ve aynı zamanda seçim başarısı elde etmenin bir yolu olmalı, ancak küçümseyici ve ahlakçı görünemez. İşçi Partisi'nin kampanyasını "çevreyi kirleten büyük firmalara, milyarderlere ve vergi kaçakçılarına" karşı başlatarak kendisini köşeye sıkıştırması bir hataydı. Buradaki düşünceye katılıyor olsam da, seçmenlere solun inşa etmek istediği toplum hakkında olumlu bir tahayyül sunmuyor.
Benzer şekilde İşçi Partisi'nin neredeyse rastgele şekilde ortaya birçok politika atması kafa karıştırıcıydı ve de ikna edici bir anlatı sunamadı. Her şeyden çok küçümseyiciydi çünkü yine bize neye ihtiyacımız olduğunu söylüyordu. Eskiden sigara içiyordum ve biri bana bırakmamı söylediğinde inadına devam ediyordum. Ancak bir doktor benle konuşup sigarayı bıraktığımda hayatımın nasıl olabileceğini söylediğinde bırakmaya karar verdim.
Giderek yaklaşan İşçi Partisi iç savaşında sosyalist yenilenme gündemini korumak adına mücadele etmeliyiz. Bizi yeniden iktidara getirmesini istiyorsak da kendimizi anlatış tarzımızı yeniden çerçevelendirmeli ve sağın didaktik stratejisini ödünç almalıyız. Kapitalizm her açmaza girdiğinde insanları ancak sosyalizmin yaratacağı fırsat eşitliğiyle herkesin bireysel başarıda gerçek bir şansı olduğuna ikna etmeliyiz. Şimdi insanlara hem arzuladıklarını hem de ihtiyaç duyduklarını verelim.