Berlin Konferansı’nın dört sonucu
Mehmet Ali Güller 01 Ocak 1970
Hazırlık toplantısı 8 Ekim 2019’da yapılan Berlin Konferansı, Libya’daki iç savaşa doğrudan ve dolaylı taraf olan ülkelerin katılımıyla 19 Ocak 2020’de toplandı. Konferans, 7 başlıkta 55 madde içeren sonuç bildirgesiyle, Libya’ya “şimdilik” bir “uzlaşı” getirdi.
Uzlaşı diyoruz, çünkü hemen hepsi “Biz” ya da “Biz katılımcılar” diye başlayan 55 madde, imzacılara önemli taahhütler yüklüyor ama bunun sahaya yansıyıp yansımayacağı hâlâ soru işaretli.
Konferanstan Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren şu dört sonuç çıktı:
1. Berlin’de Hafter güçlendi
Berlin Konferansı’nın 55 maddelik sonuç bildirgesinin öne çıkan maddelerinin başında 25. madde geliyor: “Libya Temsilciler Meclisi’nin onayladığı tek, birleşik, kapsayıcı ve etkin bir hükümetin kurulmasını destekliyoruz.”
Libya Temsilciler Meclisi ise bildiğiniz gibi Saraj hükümetini değil, Hafter’i destekliyor.
AKP hükümetinin Libya dış politikasına dayanak yaptığı “ama Saraj hükümeti BM’nin kabul ettiği meşru hükümettir” söylemi, Berlin Konferansı ile zayıflamış oldu; zira Hafter de meşruiyet kazandı ve Hafter’i destekleyen Temsilciler Meclisi esas yetkili kılındı.
Dolayısıyla 25. madde ile Berlin’de esas kazanan Hafter olmuş oldu.
2. AKP’nin anlaşmaları tartışmalı hale geldi
Sonuç bildirgesindeki bu 25. maddenin girişinde Berlin Konferansı’nın katılımcılarının “Libya Siyasi Anlaşması’nı Libya’daki siyasi çözüm için geçerli çatı kabul ettiği/desteklediği” belirtiliyor. 17 Aralık 2015’te Fas’ın Süheyrat şehrinde imzalanan Libya Siyasi Anlaşması’na göre Saraj hükümetinin yapacağı anlaşmaların işlerlik kazanabilmesi, Libya Temsilciler Meclisi’nin onayına bağlı.
Bu durumda AKP hükümetinin Saraj hükümetiyle yaptığı iki anlaşmanın, Süheyrat’ta olan ve Berlin’de bir kez daha teyit edilen Temsilciler Meclisi onayına ihtiyacı ortaya çıkıyor; yani fiilen Hafter’in onayına!
İşte bu gerçek nedeniyle ısrarla AKP hükümetinin Libya’da bütün yumurtaları aynı sepete doldurmasına itiraz etmiş; sonuçları itibarıyla iç savaşa taraf olan, bir tarafa askeri destek verirken diğer tarafı düşman kabul eden anlayışın yanlış olduğunu, Ankara’nın müzakere masasında diğer tarafın da olacağı gerçeğini görerek iki tarafla “esnek diplomasi” yürütmesi gerektiğini ısrarla savunmuştuk!
3. Asker gönderme askıda
Berlin Konferansı, AKP hükümetinin Saraj hükümetini desteklemek üzere Trablus’a asker gönderme ve silah yardımı yapma girişimini de şu maddeler nedeniyle “teorik olarak” kesti:
Sonuç bildirgesinin 6. maddesine göre “Tüm katılımcılar Libya’daki silahlı çatışmalara müdahale etmeme ve Libya’nın içişlerine karışmama taahhüdünde bulunmuştur” deniyor.
10. maddede “Çatışma içerisindeki taraflar ya da onlara destek verenler, Libya topraklarında ve hava sahasında tüm askeri hareketliliği sonlandıracak” deniliyor.
Nitekim bu taahhütler nedeniyle Cumhurbaşkanı Erdoğan da Berlin’den döndükten sonra şöyle dedi: “Biz buraya şu anda askeri güç göndermiyoruz. Biz sadece eğitmen olarak, eğitici olarak buraya bir kadro gönderdik, o kadar. Bunlar da orada eğitim yaptılar.” (20.01.2020)
4. Suriye’den savaşçı sevkine engel
Berlin Konferansı sonuç bildirgesi, Suriye’den Libya’ya savaşçı sevk edilebilmesini de önleyici nitelikte...
Sonuç bildirgesindeki 13. madde, “BM’nin terörist kabul ettiği gruplarla işbirliği yapılmasını” yasaklamış oluyor. Yine sonuç bildirgesindeki “Tüm aktörleri çatışmayı körükleyici eylemlerden kaçınmaya çağırıyoruz. Buna askeri kapasitenin güçlendirilmesi için sağlanan finansman ve paralı asker desteği de dahildir” şeklindeki 19. madde de Libya’ya savaşçı sevkini yasaklıyor.
20. maddede de terörist gruplara desteğe son verilmesi gerektiği bir kez daha vurgulanıyor ve destekçinin, terörist faaliyetin failinden sorumlu tutulacağı belirtiliyor.
Ne yapmalı?
Berlin Konferansı, aslında Türkiye’ye sorunlu yürüttüğü Libya dış politikasını düzeltme fırsatı getirdi.
Libya meselesi, Doğu Akdeniz’deki güç mücadelesinin bir parçasıdır. Güç mücadelesi ise bölge ülkelerinin enerji paylaşımı ve enerjinin Avrupa’ya naklinin hangi güzergâhtan olacağıyla ilgilidir.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki güç mücadelesinde sadece askeri güce dayanarak “iyi kazanç” elde edebilmesi olası değildir; “iyi kazanç” için cephe/ittifak kurabilmek gerekmektedir. O da Ankara’nın Şam ve Kahire’yle işbirliğinden geçmektedir.