Papa Pandora'nın kutusunu açtı (Aksiyon)
01 Ocak 1970
20. yüzyılın büyük dilbilimcisi, Rus filozof Mikhael Bakhtin hiçbir sözün boşlukta söylenmediğini, her sözün kendisinden önce söylenmiş bazı sözlere cevap veya onları te'yid anlamı taşıdığını ve tabii kendisinden sonra söylenecek bazı sözlere de davetiye çıkardığını söyler. Bu bakışa göre Papa boş konuşmuş olabilir, ama boşlukta konuşmamıştır.
Geçmişin Kardinal Ratzinger'i şimdinin Papa 16. Benedict'i din adamlığı kariyerine liberal görüşleri olan bir ilahiyatçı olarak başladı. Alman ekolünün gerektirdiği üzere felsefe ile dinî bilimler arasında esaslı bir örtüşme öngörüyordu. 1960'lı yıllarda II. Vatikan Konseyi toplandığında Ratzinger Münster Üniversitesi'nde akademik araştırmalarda bulunuyordu ve Konsey'in önemli danışmanlarından biriydi. O dönemdeki liberal görüşleri Konsey'in Hıristiyanlığın diğer dinlere olan bakışını yeniden şekillendiren meşhur Nostra Aetate bildirgesini benimsemesinde etkili oldu.
Konsey çalışmaları sırasında yakından tanıdığı Prof. Hans Küng ile Tübingen Üniversitesi'nde birlikte çalıştı. Küng gibi modernist, reformist ve papalığın merkezî rolünü inkar eden bir çizgi benimsemişti bu yıllarda. 1968'de yazdığı Hıristiyanlığa Giriş adlı kitabında Katolik Kilisesi'nin fazlaca Roma merkezli olduğunu ve Papa'nın Kilise'nin içindeki farklı sesleri de dinlemesi gerektiğini yazıyordu.
Ratzinger'in liberal görüşlerini ve hayatının yönünü değiştiren olay 1968 yılında patlak veren öğrenci ayaklanmaları oldu. Temelde hükümetin otoriter politikalarını hedef alan '68 Kuşağı' ayaklanmaları Ratzinger'in Tübingen'den ve Küng'den ayrılarak 12 Eylül 2006 günü İslam dünyasını ayağa kaldıran konuşmasını yaptığı Regensburg Üniversitesi'ne geçmesine yol açtı. Regensburg'un tutucu ve baskın bir şekilde felsefi atmosferi Ratzinger'i kısa zamanda başkalaştırdı. Geleceğin papası burada Communio adlı bir dergi çıkarmaya başladı. Bugün Hıristiyan teolojisinin en etkin yayın organlarından biri olarak kabul edilen Communio kısa zamanda muhafazakar Katolik düşüncesinin 'okulu' haline geldi.
Ratzinger Katolik inancının dogmalarından taviz vermeyen ve bunları 'sivri kalemiyle' savunmayı başaran bir kalemdi. Bu kabiliyeti Papa John Paul II tarafından da fark edilmiş olmalı ki 1981 yılında İnanç Doktrini Cemaati adlı Papalık kurumunun başına getirildi. Bu kurumun tarihî adı Engizisyon'du ve Katolik Kilisesi'nin 'itikad tashih ofisi' gibi çalışıyordu. Bu ofiste görev yapan din adamları sürekli olarak Katolik doktrinini korumak ve saldırılara cevap vermek durumunda kaldıklarından zamanla daha da muhafazakarlaşırdı. Ratzinger bir istisna olmadı. Zamanla kalemi daha sert bir çizgiye kaydı. Kürtaj, doğum kontrolü, homoseksüellik gibi konularda Batı Avrupa'nın liberal kamuoyunun kaldıramayacağı kararlılıkla yazılar kaleme aldı.
11 EYLÜL'ÜN PAPASI
Kardinal Ratzinger daha 2000'li yılların başında Papa II. Jean Paul'un ölmesi veya görevini yerine getiremeyecek kadar hastalanması durumunda bir sonraki papa olarak görülmeye başlanmıştı. Ancak 2005 Nisan'ında yapılan oylamada papa seçilmesi beklenmiyordu. Kendisinden önceki her iki papalık seçiminde de 'favori adaylar' seçilememişti. Dahası Ratzinger'in hem yaşlı hem de iki defa kalp krizi geçirmiş bir aday olması ibreyi papalığın güçlü ve liberal adayı Kardinal Martini'den yana kaydırmıştı. 19 Nisan günü Kardinal Ratzinger'in papalığa seçilmesi bu sebeple 'beklenen bir sürpriz' oldu. Sonradan çıkan spekülasyonlarda Martini'nin daha ilk oylamada papa seçildiği ancak sağlık sebeplerini öne sürerek affını istediği iddia edilse de herkes biliyordu ki 80'li yıllardan bu yana sürekli sertleşen bir dil kullanmaya başlayan Ratzinger'in papalık makamına gelmesi 11 Eylül çevresinde yaşanan teolojik tartışmaların bir sonucuydu.
Kardinal Ratzinger savaşçı bir söylem benimsemiş değildi; ama Avrupa'nın Hıristiyan köklerine yaptığı vurgu, AB Anayasası'nın Hıristiyanlığa atıfta bulunması yönündeki kararlı söylemi ve nihayet Türkiye'nin AB üyeliğine net bir şekilde karşı çıkması ile Samuel Huntington'un 'Medeniyetler Çatışması' tezini benimsemiş görünümü veriyordu. Katolik dünyasının dinlerarası diyalog faaliyetlerinde inisiyatifi kaybettiği gerekçesiyle bu faaliyetlerin yeniden tanımının yapılması gerektiğini söylüyor; Müslümanlarla evlenen Hıristiyanların din değiştirdikleri gerekçesiyle bu tür karma evliliklere karşı çıkıyordu. Kardinalliği döneminde sözleri 'kendi fikirlerinden' ibaret olan Ratzinger'in Papa 16. Benedict olduktan sonra söylemini yumuşatacağı ve en azından kendisinden önceki papanın benimsemiş olduğu Nostra Aetate'yi ilga edecek bir açıklama yapmayacağı bekleniyordu. 12 Eylül 2006 günü dünya farkına vardı ki 16. Benedict farklı bir papa olacaktı; tıpkı George W. Bush'un farklı bir ABD Başkanı olduğu gibi…
ORTODOKSLARIN PAPASI
Papa II. Jean Paul, Katolik Kilisesi ile Protestan kiliseler arasında başlattığı diyalog ve tıpkı Protestanlar gibi yaptığı Eski Ahit ve Hıristiyanlığın Yahudi kökleri vurgusundan dolayı 'Protestanların Papası' olarak bilinirdi. 16. Benedict'in Hıristiyanlığın akılcı bir din olduğunu ispat etmek için yaptığı Regensburg konuşmasında, Manuel II. Paleologus'tan yaptığı atıf onu bir taraftan İslam düşmanı bir papa durumuna sokarken aynı zamanda 'Ortodoksların Papası' da yapmış oldu. Zira Katolik Kilisesi'nin papası, Roma'nın asla haz almadığı Ortodoks dünyasının hem de 14. yüzyılda yaşamış bir liderinin sözünü aktarıyordu. Üstüne üstlük Ortodoks Bizans'ın imparatoru için 'allâme' ifadesini kullanarak!
16. Benedict'in Ortodoks Manuel II'den yaptığı seçici aktarmada Papa'nın kafa yapısını ele veren noktalar var. Öncelikle alıntının yapılma maksadına hizmet etmediği halde Papa Manuel II. Paleologus ile İran asıllı Müslüman arasında geçen konuşmanın tarih ve mekanından bahsediyor; 1391'de, Ankara yakınlarındaki bir kış karargahı… Sonra bu konuşmanın ne zaman kayıt altına alındığının bilgisini veriyor; '1394 ile 1402 yılları arasında kuşatma altında bulunan Constantinople…' 16. Benedict'in alıntının kullanılış amacıyla ilgisiz olan yorumları ve ek bilgileri bunlarla kalmıyor; 'Ayrıntılara girmeden, örneğin Ehl-i Kitap ile küffara yapılan muamele arasındaki farka değinmeden…' 'İmparator 'Dinde zorlama yoktur' diyen Bakara sûresinin 256. ayetini biliyor olsa gerektir. Bu sûre Muhammed'in (Aleyhisselam) halen güçsüz ve tehdit altında olduğu erken dönem sûrelerinden biridir.'
Papa'nın yaptığı bütün bu gereksiz açıklamalar, her kelimesini dikkatle seçen bir hatip ve filozof için tek anlam taşıyor; maksadın akılcılık tartışması ötesinde bir şeyler içerdiği. Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkan bir Papa'nın 'din ve akılcılık' konusunda başka bir referans bulamamış gibi Osmanlı kuşatması döneminden, işin içine bir İranlıyı karıştırarak Ankara ve İstanbul şehirleriyle irtibatlandırılmış bir atfı kullanmış olması tabii ki manidardır. Papa'nın II. Paleologus'tan aktardığı, 'Muhammed'in getirdiği yenilikleri bana göster. Orada yalnızca şer dolu ve insanlık dışı şeyler bulacaksın, tıpkı peygamberliğini yaptığı dini kılıç gücüyle yayma emrini vermesi gibi.' ifadesi işte bu niyeti ele veren yorumlarla birlikte okunduğunda daha bir rahatsız edici oluyor. Papa'nın Hazreti Peygamber'in hayatını 'güçsüz olduğu dönemlerde bir barış adamı' ve 'güçlü olduğu dönemlerde kendi yaptığı anlaşmaları dahi ihlal eden bir savaşçı' olarak iki döneme ayıran Oryantalist ve anti-İslamcı söylemi benimsemiş olması da işin cabası…
İBN HAZM ÜZERİNDEN İSLAM KARŞITLIĞI
Papa'nın konuşmasındaki gerçek maksadını daha da açığa çıkaran ilave bir yorum İbn Hazm ile alakalı sözleri. Reformist Hıristiyanlığın akıldan uzaklaşması ve Yunan felsefesini dışlamasını eleştirirken 11. yüzyıl Endülüs ulemasından İbn Hazm'ın görüşlerini örnek olarak kullanıyor Papa. İslam tarihinde yazılmış ilk karşılaştırmalı din araştırması durumundaki Kitab el-Fasl fi'l-Milel ve'l-Nihâl ve'l-Ahvâ'nın yazarı olan İbn Hazm gerek farklı Müslüman mezheplerine, gerekse Yahudilik ve Hıristiyanlığa getirdiği eleştirilerle tanınıyor. İslam tarihinde 'kelimeleri kılıçtan keskin' bir yazar olarak tanınan İbn Hazm'ın hem de şiddet yerine kelimeleri ve mantıksal çıkarımları kullanmayı tavsiye eden Manuel II'nin sözlerinin aktarıldığı bir konuşmaya konuk edilmesi ilginç. İbn Hazm tam da Manuel II'nin karşısında görmeyi arzu edeceği bir 'demogog' aslına bakılırsa.
Papa'nın 'Tanrı'nın doğasının akılcılığa uygun olduğunu kabullenmemesi' sebebiyle eleştirdiği İbn Hazm, İslam tarihinde Kur'an'ın metninin aynıyla kabullenmesi ve te'vil ve tefsir ekollerini eleştirmesi ile meşhur Zâhirîlik akımının kurucusu. Bu akım İbn Teymiye gibi Kur'an'ı lafzının zâhiri anlamına göre tefsir etmekten yana olan müfessirleri, dolayısıyla da Selefîlik mezhebini ortaya çıkardığı biliniyor. Papa, Manuel II'den öğrendiği üzere kılıçsız bir 'haçlı seferi' gerçekleştiriyor Selefîliğe karşı aslında. Ucu El-Kaide'ye kadar varacak bir 'haçlı seferi'…
PROTESTANLAR NEDEN SUSUYOR?
Müslümanları ne kadar kızdırmış olursa olsun Papa 16. Benedict'in asıl saldırısı Hıristiyanlığın 'Yunan felsefi aklı' ile uyuşmayacağına inanan ve Yunan etkisine her zaman şüpheyle bakmış olan reformistleri ve Protestanları hedef alıyor. 13. yüzyılın mühim Francisken teologlarından John Duns Scotus'u İbn Hazm'la birlikte yerin dibine geçiren Papa, 16. yüzyılda yaşanan dehelenizasyon (Yunan etkilerinden arındırma) kampanyasını da kökünden reddediyor. Tanrı'nın insan aklıyla sınırlı olmasa da insan aklının kavrayamayacağı bir aşkınlığının olmadığını savunan Papa bu sözleriyle bir taraftan Protestan, diğer taraftan Francisken teolojisini yeriyor.
Papa'nın Francisken teolojisine karşı gerçekleştirmiş olduğu bir diğer saldırı daha papa seçildiği zaman benimsediği 'Benedict' isminde gizli. Papa bu ismi tarihte yaşamış iki önemli Benedict'e atfen seçtiğini söylemişti. 15. Benedict I. Dünya Savaşı'nın papasıydı ve Katolik Kilisesi'nin tarafsız kalmasını sağlamasıyla meşhur olmuştu. Ratzinger'in Benedict ismine olan hayranlığının arkasındaki ikinci ama belki de daha önemli isim altıncı yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan İtalyalı Aziz Benedict'ti. Batı Manastırcılığının babası ve Bendictine Mezhebi'nin kurucusu olan Aziz Benedict'in görüşleri gerek Yunan Felsefesi'nin 'tanrı-tanır' kesimini benimsemiş olması ve gerekse Hıristiyan itikadı konusundaki tavizsiz tavrıyla Ratzinger'i etkilemişti. Bu ismin seçimi ayrıca Katolik Kilisesi bünyesinde etkin olan Benedictine, Francisken, Dominiken ve Jesuite ekolleri içinde Ratzinger'in hangi ekole yakın olduğunu da ortaya koyuyordu. Franciskenlerin Hıristiyanlığın Yunan 'logos'una (felsefi akla) ihtiyaç duymadıkları yönündeki kesin konumları da Benedictçi bir çizgide reddedilmiş oluyordu böylece.
Bütün bunlara rağmen Franciskenler de Protestanlar da sessizliklerini koruyorlar şimdilik. Bu sessizlikte İslam dünyasının göstermiş olduğu tepkinin de etkisi var şüphesiz. Papa'nın geçtiğimiz Şubat ayından bu yana Katolik Kilisesi'nin üst kadrolarında yaptığı değişiklikler kendisine karşı iç eleştirilerin yükselmesine de engel oluyor. Son bir yıl içinde İslam ve Yahudilikle ilişkileri düzenleyen Dinlerarası Diyalog Komisyonu başkanının Kahire'ye sefir olarak atanarak Vatikan'dan 'uzaklaştırılması' ve komisyonun lağvedilerek 'kültür işlerinden sorumlu bakanlığın altında bir birime dönüştürülmesi' yeni Papa'nın düzenlemelerinden. Bu düzenleme ile Hıristiyanlık dışındaki dinlerin sadece birer 'kültür' olduğu imasında bulunan Papa, 12 Eylül konuşması ile Vatikan'ın önemli bir ilkesini de delmiş durumda. Papalar kararlarını alırken önceki papaların kararlarına ters düşmemeye, böylelikle herhangi bir papanın 'yanılmış olabileceği' imajını oluşturmamaya çalışırlar. Oysa 16. Benedict İslam'ı eleştiren konuşmasında Nostra Aetate'nin Müslümanlarla ilgili üçüncü kısmında geçen, 'Geçmişte Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında birçok çatışmanın yaşandığı, ancak II. Vatikan Konseyi'nin bütün bu maziyi unutarak samimi bir gayretle karşılıklı anlayışın sağlanıp barış, özgürlük, sosyal adalet ve ahlakî değerlerin teşviki için beraber çalışılmasını teşvik ettiği' yönündeki ifadelere ters düşmüş bulunuyor. Bu da papaların yanılmaz ve masum olduğu inancındaki Katolik Kilisesi'ni zor bir durumda bırakıyor; II. Vatikan Konseyi'nin papası da, Regensburg konuşmasının papası da yanılmıyorsa, acaba papaların yanılmazlığına inanan Katolik Kilisesi mi yanılıyor?