TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ VE 1915 OLAYLARI
TÜRK OCAKLARI TRABZON ŞUBESİ YAYINLARI
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
1
İBRAHİM TELLİOĞLU
1972 yılında Samsun’da doğdu. İlk, Orta ve Lise tahsilini
Samsun’da tamamladıktan sonra, 1989’da Fırat Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi Tarihi bölümünü kazandı. Bu
bölümden 1993 yılında mezun oldu. Aynı yıl Fırat Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsünde başladığı yüksek lisansını
1996’da tamamladı. 2002 yılında İnönü Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Tarihi Anabilim Dalı Genel Türk Tarihi
Bilim dalında, Prof. Dr. Salim CÖHCE danışmanlığında
“Osmanlı Hâkimiyetine Kadar Doğu Karadeniz Bölgesinde
Türkler” konulu tezini tamamlayarak bilim doktoru unvanı
aldı. 06.04.2006 tarihinde Genel Türk Tarihi bilim alanında
doçent olan, 28.07.2011 tarihinde aynı anabilim dalında profesör
kadrosuna atanan İbrahim TELLİOĞLU, halen
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih
Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.
İbrahim TELLİOĞLU’nun, Osmanlı Hakimiyetine Kadar
Doğu Karadeniz’de Türkler, XI-XIII. Yüzyıllarda Türk-
Gürcü İlişkileri, Trabzon Rum Devleti (1204-1461), İlk Çağdan
Osmanlılara Samsun isimli kitaplarının yanı sıra çoğunluğu
Doğu Karadeniz Bölgesi ve Kafkasya tarihine ilişkin
çok sayıda yayımlanmış makale ve bildirisi bulunmaktadır.
İ Ç İ N D E K İ L E R
Sunuş ............................................................................................... 1
Önsöz ............................................................................................. 7
Türk Ermeni İlişkilerinin Başlaması .............................................. 9
Selçuklular Anadolu’ya Geldiğinde Ermenilerin Durumu .......... 10
Ermenilerin Anadolu’nun Fethine Bakışı .................................... 12
Ermenilerin Selçuklu Hâkimiyetine Bakışı ................................. 16
Osmanlı Devleti Döneminde Ermeniler ....................................... 19
Dini Durum ............................................................................... 19
Ekonomik Durum ...................................................................... 21
Osmanlı Toplum Hayatında Ermeniler ......................................... 25
Tanzimat ve Ermeniler ............................................................... 27
Ermenilerin Bağımsızlık Hedefleri ve Dış Destek Arayışları .......... 28
Ermeni Meselesinin Uluslararası Bir Mesele Haline
Dönüşmesi .................................................................................... 31
Ermeni Meselesi ve İngiltere ...................................................... 32
Ermeni Meselesi ve ABD ........................................................... 39
Ermeni Meselesi ve Rusya .......................................................... 42
Ermeni Meselesi ve Fransa ......................................................... 44
Ermeni Meselesi ve Almanya .................................................... 46
Ermeni Ayrılıkçı Hareketinin Ortaya Çıkışı ........................... 48
Zorunlu Sevk ve İskân Kanunu ................................................ 50
Zorunlu Sevk ve İskân Kararının Tatbiki ................................ 53
Zorunlu Sevk ve İskânın Günümüze Yansımaları ................ 56
Sonsöz Yerine .............................................................................. 59
Ek ................................................................................................. 66
Seçilmiş Kaynakça ....................................................................... 78
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
1
SUNUŞ
Bu nasıl kin..? Bu nasıl kampanya..? Bir asırdan beri devam
ediyor. Hem içeride, hem dışarıda... 1915 Ermeni olayları...
Türkiye özür dilesin, soykırım yaptım desin, tazminat
ödesin...
Peki, çıkartılan isyanlar..? Öldürülen, yakılan insanlar…
ASALA terör örgütünün öldürdüğü masum diplomatlar…
1992 Yukarı Karabağ, Hocalı-Azerbaycan katliamları..?
19. asırdan itibaren Batılılar tarafından kullanılan Ermeniler,
Rumlar ve Kürtler Anadolu Türklüğünün başına bela
edildiler. Oysa bunların Türklerden hiçbir alacağı yoktur.
Söz konusu Türkler olunca Batılı devletler için medeniyet,
insanlık, dürüstlük, adalet, bilim hiçbir anlam ifade etmiyor.
Kendi ülkelerindeki mahkemelerin aldığı kararlara dahi
uymuyorlar. Parlamentolarına sadece siyasi amaçlı “soykırım”
kararları aldırabiliyorlar. Gerçek tarihin böyle olmadığını
da çok iyi biliyorlar ama kendi tarihlerinin soykırımla
dolu olduğunu nedense hiç görmüyorlar. Mehmet Akif’in
tek dişi kalmış canavar dediği de bu “kendin yap, iftira et”
karakteridir.
Türkler bugüne kadar çok katliam gördüler, halen de görüyorlar,
ama hiç katliam yapmadılar. Türkler çok sömürüldüler,
halen de sömürülüyorlar, ama hiç sömürmediler.
İbrahim Tellioğlu
2
Biz, Ermenileri “sadık millet” olarak görürken, Ermeniler
özellikle Amerikan kolejlerinde ciddiyetle yetiştirildiler,
şartlandırıldılar, kışkırtıldılar, hem Fransızlar hem de Ruslar
tarafından sıkışık zamanlarımızda bize karşı maşa olarak
kullanıldılar. İsyanlar çıkarttılar, savunmasız köylerimize
saldırdılar, savaşta Osmanlı ordusuna arkadan saldırıp, ikmal
yollarını kestiler. Yalnız Anadolu’da değil, Kafkasya’da,
Azerbaycan’da da aynı şeyleri yaptılar. Bu durumda Osmanlı
Devleti kendi emniyeti için gerekeni yaptı, gerekli
ikazları yaptı, mecbur kalınca da zorunlu tehcir kanunu çıkarttı.
Bu olaylar sırasında insanların çektiği sıkıntılar Devlet
Arşivlerine ve dış kaynaklara dayanılarak tarihçilerimiz
tarafından yeterince ve net bir şekilde ortaya çıkartılmış, yayınlanmıştır.
Sonucu kısaca belirtmek gerekirse, bir asır önceki
Ermeni olaylarında öldürülen Türklerin sayısı ölen Ermeni
sayısından çok daha fazla olduğudur. Ermeni göçleri
sırasında onları korumak için Devlet çok ciddi tedbirler almış,
fakat halkın karşı saldırılarını önlemek de mümkün
olamamıştır.
Ermeniler M.S. 451 yılında kiliselerini ayırdıkları için Bizans
tarafından Anadolu’nun çeşitli yerlerine sürülmüşler,
ezilip yok edilmekten Selçuklular tarafından kurtarılmışlardır.
Esasen, Ermenilerin devlet kavramına uygun siyasi yapıları
hiç olmamasının yanında sahip oldukları tek bir
prensliği de Selçukluların Doğu Anadolu’ya gelişlerinden 19
yıl önce 1045’te Bizans ortadan kaldırmıştı. Bu tarihten sonra
Ermeniler din ve kiliselerini Türkler sayesinde koruyup devam
ettirebilmişlerdir. Ermeni tarihçi Urfa’lı Mateos Selçuklu
Sultanı Kılıç Aslan’ın ölümünde şunları yazar: “Kılıç Aslan’ın
ölümü Hıristiyanları yasa boğmuştur. Zira bu Sultan
yüksek karakterli ve hayırsever bir insandır.” Bundan sonra
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
3
da Ermeni toplumu ve kilisesinin gelişiminin Osmanlı Devleti’nin
gelişimine paralel olduğunu görüyoruz. Türklerin
himayesinde Batı Anadolu’da ilk Ermeni dini merkezi Kütahya’da
kurulduğu gibi, Bursa başkent yapılınca bu merkez
Bursa’ya taşınmış, İstanbul fethedilince buraya getirilmiş,
Fatih’in özel fermanı ile İstanbul’da bir Ermeni Patrikhanesi
kurulmuştur. Osmanlı Devletinde Ermenilerden 29 paşa, 22
bakan, 33 milletvekili, 7 büyükelçi, 11 başkonsolos ve 41
yüksek rütbeli memur görevlendirilmiştir. Burada özellikle,
tehcir sırasındaki Nüfus İdaresi Genel Müdürünün de Ermeni
bir vatandaş olduğunu vurgulamak gerekecektir.
Ermeni komitacıları, propagandistleri yanında onları
destekleyen Rus ve Batılı diplomatlar da isyanların sebebi
olarak hiçbir şekilde Ermenilerin açlığından, sefaletinden,
gördükleri baskıdan, can ve mal tehlikesinden bahsetmemişlerdir.
İsyanı çıkartırken, Osmanlı Devletine müdahale edileceği
propagandasını yapmışlar, onları kışkırtmışlardır. Bu
noktada isyanların gerçek sebebinin Batılılar ve Rusya’nın
Osmanlı Devleti’ni parçalamak için Ermeni komitacıları ve
kilisesi ile işbirliği yapmak olduğu anlaşılmaktadır. Kiliselerde
ve yabancı kolejlerde yaptırılan hazırlık eğitiminden
sonra isyanlar başlatılmıştır.
Altı Doğu vilayetimizde (Erzurum, Van, Bitlis, Elazığ, Sivas,
Diyarbakır) bağımsız bir Ermenistan kurmak hedefindedirler.
Daha sonra Adana, Halep ve Trabzon’u da buna
katmışlardır. Vilayat-ı sitte denilen bu 6 vilayette en iyimser
istatistiklere göre Ermeni nüfusu % 10’un altında idi.
Trabzon Vilayeti Trabzon, Rize, Gümüşhane ve Samsun
sancaklarını içine alıyordu. 1895-96 Trabzon Vilayeti Salnamesinde
toplam nüfus 1.071.477 kişi olarak gösterilmiş, bunun
da 42.349’u (% 4) Ermeni idi. Buna rağmen, bütün Vila
İbrahim Tellioğlu
4
yette toplam 1089 polis ve jandarma bulunmasından faydalanarak,
26 Eylül 1895 tarihinde bölge dışından getirilen mili-
tanların da yardımıyla Trabzon şehir merkezinde isyan
çıkart-tıklarını, ölen ve yaralananların olduğunu birkaç gün
süren sıkıyönetim ilan edilmesi gerektiğini örnek olarak belirtmek
isteriz. Bunun yanında Trabzon limanı, Doğunun
giriş kapısı olduğu için silah kaçakçılığı için kullanılmıştır.
Bu mesele bütün olarak ele alındığı zaman Ermeni meselesinin
büyük devletlerin Balkanlarda Hıristiyan milletlere
uygulattırdığı metotun hemen hemen aynısı olduğu, bunun
da şu safhaları taşıdığı anlaşılmaktadır.
1- Hazırlık Safhası: Ermenilerle Türkler arasında dini,
kül-türel, psikolojik, siyasi gerginlik yaratmak, Ermenilere
milli şuur kazandırmak ve Ermenileri teşkilatlandırarak, ihtilalci
cemiyetler kurdurtmak,
2- Reform Safhası: Ermenileri isyan ettirmek, Ermeniler
lehine olaylara müdahale etmek ve reformlar (genel af, vs)
yaptırtmak,
3- Muhtariyet Safhası: Tekrar isyan ve müdahale ettirmek
ve sonuçta Ermenilere muhtariyet kazandırmak,
4- Bağımsızlık Safhası: Yine isyan ve müdahale ile Ermenilere
bağımsızlık kazandırmak. (Doç. Dr. Ahmet
Halaçoğlu. 1895 Trabzon Ermeni Olayları. Bilge Kültür Sanat
Yayınları, İstanbul 2005, s. 109).
3 Mart 1878’de imzalanan Ayastefanos barış antlaşmasının
16 maddesine göre Doğu Anadolu vilayetlerinde Ermeni
Patriği Nerses’in istediği yönde ıslahatlar yapılması ve buradaki
Hıristiyanların özelikle Kürtlere karşı korunması gibi
hususlar kabul edilmiş, fakat hiçbir şey onları durduramamıştır.
Bu hususlar Berlin Antlaşmasının 61. maddesinde de
yer almıştır.
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
5
Alınan tedbirlerle, uyguladıkları yukarıda belirtilen metot
Balkan ülkelerinden farklı olarak ikinci safhada durdurulmuştur.
İngiliz ve Fransız donanmalarının Çanakkale önlerinde
bulunduğu, Osmanlı’nın çeşitli cephelerde savaştığı bu dönemde,
24 Nisan 1915’te Ermeni komiteleri kapatılmış, yöneticileri
tutuklanmıştır. Tehcir Kanunu’nun çıkış tarihi ise 27
Mayıs 1915’tir. Bu Kanunun bütün amacı sivil ve askeri güvenliği
sağlamaktır.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında 1919-1921 yılları arasında
Osmanlı Devleti mensubu 145 kişi Malta adasına götürülmüş,
İngiliz Kraliyet Başsavcılığı tarafından iki yılı aşkın
bir süre yargılanmışlardır. Bunun için önce uluslar arası bir
mahkemenin kuruluş hazırlıkları Milletler Cemiyetinde ele
alınmış, bir Danışma Kurulu dahi oluşturulmuştur. Sonuçta,
Başsavcılık 21 Temmuz 1921’de ellerinde bulunan belgelerle
Ermeni katliamı suçunun gerçekleşmediğine hükmederek,
Türklerin yargılanamayacağı kararını vermiştir. Buna rağmen,
Batılı devletler hâlâ hukuki değeri olmayan, sadece siyasi
amaçlarla meclislerinde soykırım kararı almaya devam
etmektedirler.
Bu kitapta, milletimize devamlı hakaret olarak devam ettirilen
soykırım suçlamaları karşısında bu konu bir defa daha
kamuoyunun bilgisine sunulmuştur. Emek sarfederek, bu
kitabı hazırlayan değerli bilim adamı tarihçi Prof. Dr. İbrahim
Tellioğlu’na teşekkür eder, sağlık ve başarılar dilerim.
Saygılarımla
Prof. Dr. Mithat Kerim Arslan
Türk Ocakları Trabzon Şubesi Başkanı
Şubat 2015
(FreeText)
(FreeText)
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
7
ÖNSÖZ
Türkler ve Ermeniler tarihin belirli dönemlerinde bir
arada yaşamış iki topluluktur. Türklerin Kafkasya ve Anadolu’ya
göç etmesinden sonra en fazla temasta bulunduğu
Hıristiyan toplulukların başında Ermeniler gelir. Tarihin
akışı içerisinde inişli-çıkışlı bir seyir izleyen Türk-Ermeni
ilişkileri genel itibariyle olumlu çizgide gelişmiştir. Türk-
Ermeni ilişkileri dendiğinde Türkiye’de ve dünyada ilk akla
gelen, 1915 olaylarıdır. Esas itibariyle iki taraf arasındaki
münasebetleri Osmanlı Devleti’nin son dönemine düğümlemek
ve burada yaşanan olumsuz hadiseler üzerinden
önermeler üretmek tarihi gerçeklerle çok bağdaşmaz. Osmanlı
Devleti’nin dağılma süreci ve I. Dünya Savaşı pek çok
acıya sebep olmuştur. Bu dramı yaşayanların başında Osmanlı
vatandaşları gelir. Özellikle I. Dünya Savaşı sırasında
milyonlarca insan hayatını ya da yerini yurdunu kaybederken
çekilen ortak acılar bugün bile canlılığını korumaktadır.
Bu acıya maruz kalan Osmanlı vatandaşları arasında yer
alanlardan birisi de Ermenilerdir.
1915 olayları, sebebi unutulan, sonuçları üzerinden değerlendirme
yapılan bir meseledir. Dünyada oluşan algı
1915’te Türklerin Ermenilere “soykırım” uyguladığı yönündedir.
Ancak bu iddiayı dillendiren ya da sahiplenenlerin
İbrahim Tellioğlu
8
pek çoğu o dönemde yaşananlar hakkında genel hatlarıyla
da olsa bilgi sahibi değildir. Türklerin ya da Ermenilerin kim
olduğunu bile bilmeyen milyonlarca insan, Ermeni propagandasının
tesiriyle Türklerin “soykırım” yaptığına inanmaktadır.
Ancak daha acı olanı Türkiye kamuoyunun meseleyle
ilgili bilgi birikimi çok azdır. Halkımızın büyük kısmı
bu meseleyle ilgili olarak bilgiye dayanmayan fikir sahibidir.
Elinizdeki bu çalışma ile tarih boyunca Türk-Ermeni ilişkileri
ve 1915 olayları genel hatlarıyla anlatılarak bilgi vermek,
ilgi duyanları daha ayrıntılı bilgi bulabilecekleri eserlere
yönlendirmek amaçlanmıştır. Başlığından ve içeriğinden anlaşılacağı
üzere akademik bir amacı yoktur. Bu eser ile kamuoyundaki
bilgi eksikliği ve kirliliğinin önüne geçmek,
meselenin hassasiyetine uygun biçimde halkın duyarlılığını
artırmak hedeflenmiştir.
Prof. Dr. İbrahim TELLİOĞLU
Samsun-Ocak 2015
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
9
TÜRK ERMENİ İLİŞKİLERİNİN BAŞLANGICI
Türk-Ermeni ilişkilerinin tarihi seyrini 5. yüzyılın ortalarından
itibaren takip etmek mümkündür. Esasında Ermeni
kaynaklarında Türklerle ilgili bilgiler çok daha eskiye gider.
Ermeniler M.Ö. 2. yüzyılda Doğu Anadolu bölgesinde hâkimiyet
kurmaya çalıştıklarında, Kars civarında Türklerle karşılaşmıştı.
Ermeni tarihçisi Khorenli Moses’in kayıtlarına bakılırsa,
M.Ö. 149-127 arasında, Bulgarların Vanand boyu Kars
ile Pasin arasında bulunmaktaydı. Bu dönemde Bulgarların
bölgeye nasıl yerleştiği karanlık kalsa da Ermeni kaynakları
vasıtası ile Malazgirt Savaşından çok uzun süre önce Türklerin
Doğu Anadolu’da bulunduğu öğrenilir. Ancak aynı kaynakta
bu Türk topluluğu ile Ermenilerin münasebetlerine dair
bir bilgi bulunmadığı için herhangi bir değerlendirme yapmak
mümkün olmaz. O sebeple açık bilgilerin yer aldığı 5.
yüzyıldan itibaren Türk-Ermeni ilişkilerini başlatmak daha
makuldür.
İbrahim Tellioğlu
10
5. yüzyılın ortalarında Romalılarla Sasaniler arasında
Doğu Anadolu’yu ele geçirme mücadelesi vardı. Ermeniler de
bu çekişmede iki güçten birisinin yanında yer alarak bölgedeki
varlıklarını sürdürmeye çalışmaktaydı. Dönemin kaynaklarına
bakılırsa Roma tarafında kalan Ermeniler, İranlılara karşı
mücadelede Hunlardan destek istemiştir. II. Yazkert (438-457)
devrinde gerçekleşen Ermeni-Sasani çatışmalarında İranlılara
karşı tek başına direnemeyen Ermeniler, mücadele edebilmek
için Hunlarla işbirliği yapma kararı almışlardır. Hunlar da bu
talebe olumlu cevap verince iki taraf arasında ittifak yapılmıştır.
Bu dönemin Ermeni kaynaklarında Türklerle ilgili tasvirler
oldukça yalın bir dille kaleme alınmıştır. Selçuklular devrinin
başlangıcında ortaya çıkan nefret ve abartı dolu tasvirlere
bu dönemde rastlanmaz. Hunların güçlü bir orduya sahip
olduğu gibi Türklerin askerî özelliklerinden bahseden Ermeni
tarihçileri dini ya da mitolojik betimlemelerle onları tanımlamaya
çabalamazlar. Böylece Hunlardan itibaren batıya göç
eden Türkler, sınır komşusu, müttefik, güçlü gibi çeşitli sıfatlarla
Ermeni kaynaklarında yer bulur.
SELÇUKLULAR ANADOLU’YA GELDİĞİNDE
ERMENİLERİN DURUMU
Selçuklu öncüleri 1018’de Anadolu’ya ulaştığında Ermenilerin
Van, Ani, Kars, Erzurum’da prenslikleri vardı. Van dışındakiler
Bagratlı ailesi mensupları tarafından yönetilmesine
rağmen aralarında siyasi birlik yoktu. Zaman zaman birbiriyle
mücadele eden bu prenslikler bölgedeki güç dengeleri içinde
başka devletlerle işbirliği yapabilmekteydi. Haliyle Doğu
Anadolu’da Ermenilere ait güçlü bir siyasi birlikten söz etmek
mümkün değildir.
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
11
1018’de Çağrı Bey önderliğindeki Selçuklu akıncıları Van
Gölü havzasına girdiklerinde buradan Azerbaycan’a doğru
ilerlemişler ve karşılarına çıkan bütün kuvvetleri mağlup etmişlerdir.
Bu sefer sonucunda Çağrı Bey, Doğu Anadolu’da
kendilerine karşı durabilecek ciddi bir güç olmadığını tespit
etmiştir. Onun gördüğü ikinci şey bölgede yoğun bir nüfus
olmadığıdır. Prensliklerin merkezlerinin bulunduğu güçlü
surlarla korunan şehirler ve etrafında bir yoğunlaşma varken
kırsal alan neredeyse tamamen ıssızdır. Bu insansız bölgenin
en önemli özelliği, iklim ve bitki örtüsü itibariyle Selçukluların
yerleşim tarzına uygun, aynı zamanda hayvancılık yapmaya
müsait yapısıyla Türkmenlerin geçimini sağlayabilecek
bir konumda olmasıdır. Buradaki Ermeni nüfusun az olması
Selçuklu göçünden sonra şöyle bir tablonun oluşmasına zemin
hazırlayacaktır: Türkmenler Anadolu’ya o kadar kalabalık
bir nüfusla göç edecektir ki Ermeniler, nüfusun geneline
oranla azınlık durumuna düşecektir. Çağrı Bey 1021’de tamamladığı
seferin dönüşünde, daha sonra Büyük Selçuklu
Devleti’nin kurucusu olacak kardeşi Tuğrul Bey’e, Doğu
Anadolu’da kendilerine yurt olabilecek çok güzel bir yer
keşfettiğini bildirecektir. Bu tespit Selçukluların zihninde o
kadar önemli bir yer tutmuştur ki, devlet kurulduktan kısa
süre sonra bölgeyi bütünüyle fethetmek için girişimlere başlamışlardır.
1021’de sona eren Selçuklu keşif seferinden sonra Doğu
Anadolu’da önemli siyasi değişiklikler olmuştur. İlk önce Van
Gölü havzasındaki Ermeni prensi Senekerim, Selçuklulara
karşı uğradığı mağlubiyetin etkisiyle Bizans imparatoruna bir
teklif götürerek daha güvenli bir yer tahsis etmesi karşılığında
hâkimiyet alanını onlara bırakmak istediğini bildirmiştir. Doğudaki
savunma hattını güçlendirme çabasında olan impara
İbrahim Tellioğlu
12
tor da bu teklifi kabul etmiş, Ermeni prensini Sivas ve çevresine
yerleştirirken kendisi de Van gölü çevresine hâkim olmuştur.
1021’deki bu değişiklik iki tarafın rızası ile gerçekleştiği
için bölgede fazla bir huzursuzluğa sebep olmamıştır. Ancak
bu dönemden sonra Bizans İmparatorluğu’nun Doğu Anadolu’ya
yayılma siyaseti Ermenileri derinden etkileyecektir. II.
Basileios ve Monomakhos zamanında yürütülen bu siyaset
neticesinde bölgedeki Ermeni prenslikleri ortadan kaldırılacaktır.
Dönemin Ermeni kaynaklarında bu gelişmenin büyük
acılara sebep olduğu uzun uzun anlatılmaktadır. 1045’e kadar
devam eden seferler sonucunda Doğu Anadolu’daki bütün
Ermeni prenslikleri tarih sahnesinden silinirken bölgenin
Türklere karşı savunmasını Bizans imparatorlarının atadığı
valiler ve komutanlar yerine getirecektir. Bazı çalışmalarda
yer aldığı üzere Türkler Anadolu’ya geldiğinde burada bulunan
Ermenilerin bağımsızlığına son verdi tarzındaki önermeler tarihi
gerçeklerle örtüşmemektedir. Zira Selçuklular Anadolu’ya
ulaştığında Ermenilerin bölgedeki prenslikleri Bizans
tarafından ortadan kaldırılmıştı ve ülkedeki siyasi hâkimiyeti
elde etme mücadelesi Türklerle Romalılar arasındaydı.
ERMENİLERİN ANADOLU’NUN FETHİNE BAKIŞI
Selçuklular Anadolu içlerinde Bizans ile mücadele edeceklerdi.
Bu şartlar altında Ermeniler bir tercih yapma durumunda
kalmışlardır: Ya Bizans tarafında yer alacaklardı ya da
Selçuklular. Ermeniler açısından Selçukluların çeşitli özellikleri
vardı. İlk olarak Selçuklular Müslüman’dı. Ermenilerin
algılamasına göre İslamiyet uydurulmuş bir dindi, Hz. Muhammed
de bir peygamber değil yeni bir din ortaya atmış bir
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
13
kişi idi. Haliyle Selçuklular, Ermenilerin bakış açısı ile kâfirdi.
Aradaki din farklılığından kaynaklanan bakış açısı sadece bütün
ortaçağa damga vurmakla kalmamış 20. yüzyılın ilk yarısına
kadar etkisini devam ettirmiştir. Hal böyle olunca Ermenilerin,
Selçukluların Anadolu’ya gelmesine bakışını şekillendiren
dini hassasiyet ortaya çıkmaya başlamıştı.
İkinci olarak Selçukluların öncüleri 1018 yılında Van gölü
çevresinde gözüktüğünde Ermeniler onları karşılamak
üzere bir orduyla beraber harekete geçmişlerdi. Ancak Selçuklu
süvarilerine karşı büyük kısmı piyadelerden oluşan
Ermeni kuvvetleri hiçbir varlık gösteremedi. Bu hezimetten
sonra uzun bir süre Ermeni tarihçileri Selçukluları kıyamet
alameti olarak göstermişti. Onların yaptığı bu tanımlama, Selçuklulara
karşı herhangi bir direniş gösterememenin toplumsal
hafızada oluşturduğu korku ve tedirginliğin yansımasıdır.
Selçuklular Anadolu’ya gelmeye başladığında o kadar
kalabalık bir nüfusa sahipti ki onlarla ilk karşılaşan Doğu
Anadolu’daki topluluklar büyük endişeye kapılmışlardı. Bu
göçün tanıklarından bir Süryani tarihçisinin tarifiyle dünyanın
Türkleri alamayacağını düşünmelerine sebep olacak sayıda
Selçuklu nüfusu Anadolu’ya gelmeye başlamıştı. Ermeniler
de bu gelişmelerden etkilenerek Türk göçünü durdurabilecek
bir gücün yanında yani Bizans’ın yanında yer almayı tercih
ettiler.
Bizans İmparatorluğu ile birlikte hareket etmelerine
rağmen Ermenilerin bu devlete bakışı çok da olumlu değildi.
Daha önce ifade edildiği üzere Bizans imparatorları Ermenilerin
prensliklerini ortadan kaldırarak onların bağımsızlığına
son vermişti. Yaklaşık çeyrek yüzyılda tamamlanan bu süreç
Ermenilerin Bizans’a büyük kin tutmasına sebep olmuştu. Siyasi
sebebin yanı sıra dini bakımdan da iki taraf arasında
İbrahim Tellioğlu
14
önemli problemler mevcuttu. Bizans İmparatorluğu, Gregoryen
kilisesini ortadan kaldırarak Ermenileri İstanbul kilisesine
bağlamaya çalışmaktaydı. 451’den beri Hıristiyanlar arasında
ortaya çıkan mezhep geriliminde Bizans İmparatorluğu’nun
himayesinde Rum Ortodoks kilisesi, Ermenilerin de dâhil olduğu
doğu Hıristiyanlarının mezheplerini sapkın olarak ilan
etmişti. Hal böyle olunca bu kiliseleri ortadan kaldırarak kendine
bağlamaya, mensuplarını da Rum Ortodoks kiliselerinin
üyesi haline getirmeye çalışmaktaydı. Hıristiyanlık literatüründe
bir mezhepten diğerine geçmek adeta din değiştirmek
gibi algılandığından bu faaliyetler büyük tepki çekmekteydi.
Gürcüler üzerinde nispeten başarılı olsalar da Ermeniler bu
politikaya karşı direndi. Sonuçta mezhep değiştirmeyi reddeden
binlerce Ermeni’nin katledildiği, binlercesinin de Doğu
Anadolu’daki yurtlarından koparılarak Balkanlara sürgün
edildiğine dair Ermeni kaynaklarında pek çok dramatik olay
yazılmıştır.
Aradaki bu dini ve siyasi anlaşmazlıklara rağmen Ermenilerin
Bizans’ın yanında yer almasının sebebi, onların Selçuklulara
göre ehven-i şer olmasıdır. Nihayetinde Bizans Hıristiyan
bir devlet olduğu gibi bölgedeki gücü de Selçuklular kadar
değildir. Yani bu ittifakın altında Türk düşmanlığı ya da
Rum sempatisi değil, dönemin konjonktürüne göre yapılan
bir tercih yatar. Bu şartlar altında oluşan ittifak 1045’ten itibaren
Selçuklularla mücadele etmeye başlayacaktır.
Ermeniler Selçuklulara karşı Bizans’la işbirliği yapmakla
birlikte Doğu Anadolu’daki savunmanın askeri omurgası ve
komutası Romalıların elindeydi. Zira bölgedeki Ermeni
prenslikleri ortadan kaldırılınca onların orduları da dağıtılmış,
haliyle bölgenin savunması Bizans’ın bölgeye gönderdiği
komutanlar, onların kumandasındaki ordular ve destekçileri
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
15
olan Ermenilerden oluşmaktaydı. 1045’te Gence’de başlayan
mücadelede büyük bir zafer kazanan Selçuklular 1048 Pasinler
Savaşında da aynı neticeyi elde edince Ermeniler kaygıya
kapıldılar. Bununla birlikte yaptıkları ittifaka sadık kaldılar.
Ancak mücadele devam ettikçe, gittikçe büyüyen bir sıkıntı
ortaya çıktı. Bizans’ın bölgedeki orduları Selçuklulara yeterince
direniş gösteremeyince Ermeni tarafında önemli serzenişler
başladı. 16 Ağustos 1064’te Ermenilerin önemli bir siyasi ve
dini merkezi olan Ani şehri Selçukluların eline geçtikten sonra
bu ayrışma zirveye çıktı. Ermeni tarihçileri, Bizans askerlerini
kurdu görünce sürüsünü bırakıp kaçan kötü çobanlara benzeterek
Türklere karşı tek başına bırakıldıklarını yazmaya başladılar.
Bu ruh halinin bir neticesi olarak 1064’ten sonra Selçuklulara
karşı ciddi bir direniş gösteremediler. Malazgirt Savaşında
Romalıların yanında yer almalarına rağmen Ermenilerin
gönülsüz savaştığı ve muharebenin başlarında savaş
meydanından çekildikleri Bizans kaynaklarında yazılıdır.
1047-1071 arasındaki savaşlar Bizans tarafından devletin
doğu sınırlarının güvenliği açısından bir değer ifade etmekteydi.
Romalılar için Anadolu’nun doğusunda yer alan gelişmeler
çok da hayati öneme sahip değildi. Daha ziyade İç
Anadolu’nun batısındaki gelişmeler İstanbul için tehdit oluşturduğundan
Bizans İmparatorluğu özellikle Batı Anadolu’daki
Türk yayılmasına anında müdahale etmeye çalışmaktaydı.
Ermeniler ise Selçuklu ilerleyişine daha farklı bir açıdan
bakmaktaydı. Bağımsızlıklarını kaybetmelerine rağmen yaşadıkları
yerler nihayetinde onların vatanları idi ve buraya Türk
yerleşmesini engellemek için bütün çabayı sarf ettiler. Ancak
sonuç, beklentilerinden çok uzaktı. Bununla birlikte bölge Selçuklu
hâkimiyetine girince korkularının yersiz olduğunu anladılar.
İbrahim Tellioğlu
16
ERMENİLERİN SELÇUKLU HÂKİMİYETİNE BAKIŞI
Ermeniler Malazgirt zaferinden sonra Selçuklu idaresinde
yaşamaya başlamışlardır. Bu hadise Büyük Selçuklu Devleti
hükümdarı Sultan Melikşah dönemine denk gelir. O zamana
kadar çeşitli gerekçelerle Selçuklulara karşı mücadele
eden Ermeniler onların nasıl bir yönetim tarzı sergileyeceğini
beklemeye başlamışlardır.
Ermenilerin ruhani liderlerinden katolikos Barseg’in Sultan
Melikşah ile yaptığı görüşme, Ermenilerin Selçuklulara
bakışının değişmesi anlamında çok önemlidir. Ermenilerin
dini kurumlarına karşı yapılan bazı olumsuz davranışlar
hakkında Selçuklu hükümdarına şikâyette bulunmak üzere
huzura çıkan katolikos, durumu Melikşah’a izah etmiştir. Selçuklu
sultanı bu şikâyetleri dinledikten sonra Barseg’e, Hıristiyanlara
ve onların kurumlarına karşı yapılacak herhangi bir
saygısızlığa kesinlikle müsamaha gösterilmeyeceğini ifade
etmiştir. Böylece büyük korku duydukları ve Hıristiyan düşmanı
olarak kabul ettikleri Selçukluların aslında hiç de sandıkları
gibi olmadığını anlamış, ayrıca katolikos Barseg de
amacına ulaşarak müesseselerini koruma altına almıştı. Ancak
görüşmenin özellikle bundan sonraki safhası Ermenilerin
Selçuklulara bakışını değiştirecek mahiyettedir.
Melikşah, muhatabından bir talep gelmemiş olmasına
rağmen, Ermeni ruhani liderine, onların dinlerinin olduğu gibi
mezheplerinin de Selçuklular açısından kıymetli olduğunu
beyan etmiştir. Bu beyan Ermeniler açısından oldukça önemlidir.
Zira daha önceki dönemlerde müttefikleri olan Bizans,
bağımsız Ermeni kilisesini ortadan kaldırarak onları Rum Ortodoks
kilisesine bağlanmaya, yani mezhep değiştirmeye zorlamaktaydı.
Hıristiyanlarda mezhep değiştirmenin din değiş
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
17
tirme gibi algılandığı göz önünde bulundurulursa, Ermenilerin
buna direnmesi kadar doğal bir şey yoktu. Nitekim de direndiler.
Ancak bu direnen grubun bir kısmı yok edildiği gibi
ısrarcı olanların bir kısmı da yurtlarından edilerek Balkanlara
sürülmüştü. Ermeni kaynakları bu insanların dramatik hikâyeleriyle
doludur.
Selçuklu hükümdarının Ermenilere vaatleri din ve mezhep
özgürlüğü ile sınırlı kalmamıştır. Melikşah görüşmenin
devamında, Ermenilerin kilise ve manastırlarını vergiden
muaf tutacaklarını da ifade ederek onlara büyük bir ekonomik
katkıda bulunmuştur. Böylece Ermenilerin dini müesseseleri,
başkasının desteğine ihtiyaç duymaksızın ekonomik
ihtiyaçlarını karşılayabilecek birikime sahip olabilecektir.
Melikşah ile yapılan bu görüşmeden sonra Ermeniler,
zannettiklerinin aksine Selçuklularının Hıristiyanlık düşmanı
olmadığını anlamışlardır. Bu anlayış değişikliği kısa sürede
kendisini göstermiştir. Ermenilerde Selçuklulara karşı oluşmuş
önyargılar ve korkular sona erdiği gibi Müslüman Türklere
yönelik tasvirler de değişmeye başlamıştır. Daha önceki
Selçuklu hükümdarlarını kan dökücü, Hıristiyan düşmanı gibi
ifadelerle anan Ermeni tarihçileri şimdi yeni bir anlayışla onları
tarif etmeye başlamıştır. Melikşah’ın ölümünü kaleme
alan Urfalı Mateos, Müverrih Vardan gibi tarihçilerin onun
hakkında hepimizin babası, cihan hükümdarı, Hıristiyanlara
karşı en şefkatli hükümdar gibi ifadeler kullanması, bu değişimin
bir göstergesidir.
Ermenilerin Selçuklu idaresine bu bakış tarzı devletin
güçlü zamanlarında varlığını korumuştur. Ancak Selçukluların
gerileme döneminde bazı Ermeni grupları bağımsızlık ilan
etme çabasına girmiştir. Bu grup Ermenilerin yoğun olarak
bulunduğu Çukurova’da bulunmaktaydı. Türkiye Selçuklula
İbrahim Tellioğlu
18
rının içine girdiği buhranlı dönemlerde pek çok kez isyan
eden bu grup bölgede bağımsız bir devlet kurma girişiminde
bulunmuştur. Devlet idarecileri imkân bulduklarında bu
ayaklanmaları bastırmış, ancak bölgedeki Ermenileri ortadan
kaldırma gibi bir çaba içerisine girmemişlerdir. İsyan etmekle
birlikte Selçuklulara karşı mücadele edebilecek asker gücüne
sahip olmayan Ermeniler yardım alabilecekleri bütün güçlerle
işbirliği yapmışlardır. Bu açıdan ilk ittifak yaptıkları güç Haçlılar
olmuştur. Birinci Haçlı orduları Anadolu’ya girdiğinde
onlara destek olan Ermeniler bu sayede Çukurova’da bağımsızlık
ilan edebileceklerini düşünmüşlerdir. Ancak bu beklentileri
karşılanmadığı gibi mezhepleri yüzünden daha öncesi
Bizans’ın yaptıklarına benzer bir tutumla Haçlılar tarafından
da aşağılanmışlardır. Bu tutum sebebiyle uğranılan hayal kırıklığı
dönemin Ermeni kaynaklarına açıkça yansımıştır. Daha
da önemlisi Maraş ve çevresindeki Ermeniler, Türkiye Selçuklu
hükümdarlarına elçiler göndererek Haçlılara karşı yardım
istemişlerdir. Bölgeye gönderilen yardımlar sayesinde yöre
tekrar Selçuklu hâkimiyetine alınmıştır.
Görüldüğü gibi 1018’de başlayan ancak 1045-1064 arasında
yoğunlaşan bu tasvirlerde ilk kez Müslüman bir unsurun
bölgede hakimiyet kurması tehdidiyle karşılaşan Ermeniler,
korku, bir o kadar da nefret dolu ifadelerle Selçukluları
tarif etmişlerdi. Bu tanımlamayı yapan tarihçiler aynı zamanda
din adamıdır ve sadece millî değil dinî tesirlerin de etkisi
altında kalarak 11. yüzyılın sonlarına kadar devam eden Türk
tasvirini çizmişlerdir. Emevi ve Abbasi halifelikleri ya da
Karahanlı, Gazneli gibi Türk-İslam devletlerine karşı yapmadıkları
tanımlamaları Selçuklular için kaleme almaları, yaşanmamış
şeyleri yaşanmış gibi ya da meseleleri olduğundan
farklı anlatmak gibi aşırılıklara kaçmalarına zemin hazırla
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
19
mıştır. Bunların temel sebebi, karşı durdukları ancak başarılı
olamadıkları Selçukluların Doğu Anadolu’ya hâkim olmasıdır.
Ancak ilk kez bir Türk devletinin idaresi altında yaşamaya
başlayan Ermenilerin eski kanaatleri kısa sürede değişmiş
gözükmektedir. Keskin bir dönüşle Türk sultanlarından büyük
övgüyle bahseden dönemin Ermeni tarihçilerinde Selçuklu
hâkimiyeti altında yaşamanın bir baskı oluşturduğu ve
kaynaklardaki bu tasvir değişikliğinde etkisi bulunduğu düşünülebilir.
Ancak başka kaynaklarda da benzer tanımlamalara
rastlanılması ve Selçuklu idaresi hakkındaki övgü dolu
beyanlarda, özellikle din özgürlüğüne vurgu yapılması, bu
değişimin siyasi iktidarın el değiştirmesiyle çok ilgili olmadığı
görüşünü güçlendirici niteliktedir.
OSMANLI DEVLETİ DÖNEMİNDE ERMENİLER
Dini Durum
Osmanlı Devleti içerisinde yaşamakta olan Müslümanlar
dışındaki diğer din mensupları devletin egemenliğini kabul
etmenin bir şartı olarak verdikleri vergi ile hayatını daha önce
olduğu gibi sürdürebiliyordu. Osmanlı sistemi din ve mezhep
temelli olarak gruplandırdığı unsurların her birini millet sisteminin
bir unsuru olarak ele alıyordu: Rum Milleti, Ortodoks
Milleti, Yahudi Milleti, Ermeni Milleti gibi. Ortaya çıkan bu
gruplaşma neticesinde her din ve mezhebe mensup topluluklar
kendi gelenek ve dini inançlarını yaşatabilmiştir. Bu toplulukların
dini liderleri cemaatlerinin Osmanlı Devleti ile olan
ilişkilerini düzenlemekteydi. Millet Başı olarak adlandırılan
cemaat liderlerinin görevleri sadece dinî değil aynı zamanda
idarî bir içeriğe de sahipti.
İbrahim Tellioğlu
20
Ermeniler, Türk hâkimiyetine girdikten sonra çeşitli imtiyazlar
elde etmişti. Onların Osmanlı’daki ilk ruhani merkezi
Kütahya’da idi. Bursa fethedilince buraya taşınan Ermeni Patrikhanesi
İstanbul’un fethi ile de 1461 yılında İstanbul’a nakledilmiştir.
Fatih Sultan Mehmed, Ermeni cemaatine Patrik
atayarak İstanbul Ermeni Patrikhanesi’nin temelini atmıştır.
Böylece Ermeniler tarihte ilk kez İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi
ile eşit seviyede temsil hakkına sahip olmuştur.
Samatya’da bulunan “Sulu Manastır” yani Rum Kilisesi ve
Kumkapı’daki Ermeni Patrikhane Kilisesi Osmanlı egemenliği
altındaki Ermenilere tahsis edilmişti. Böylece Ortodoks ve
Museviler dışındaki tüm gayrimüslim uyruklar da Ermeni
Patrikliği’ne bağlandı. Ermeni patriği cemaatin din ve eğitim
işleri, vergileri ve sorumlulukları bakımından resmi organlara
ve Padişaha karşı sorumluydu. Bu devir ile birlikte İstanbul
Ermeni patriği Osmanlı Devleti dâhilinde yaşamakta olan
tüm Ermenilerin patriği konumuna getirilmiş oldu. Kadıköy
Konsili’ni kabul etmeyen tüm Hıristiyanların Ermeni Patrikliği’ne
bağlanması ile Ermeni kilisesinin statüsü daha da arttırılmış
oldu. Süryani, Habeş, Kıpti Kiliseleri, Çingeneler ve
Bosnalı Bogomiller artık Ermeni patriğine bağlı olarak yaşayacaktı.
Yavuz Sultan Selim’in halife olmasının ardından Ermeni
din adamlarının yetkileri daha da genişlemiş, dini konularda
suç işleyenleri cezalandırmak, evlilik ve boşanma davalarına
bakmak, din adamlarını cezalandırmak, mükâfatlandırmak,
kamu güvenliği ve kamu suçları dışındaki bütün davaları
görecek birer mahkeme ve suçluların cezalandırılacağı
hapishaneler kurma gibi çeşitli yetkiler elde etmişlerdir.
Ermeni Patrikhanesine verilen fermanlara göre tanınmış
olan imtiyazlar şöyle sıralanabilir:
- Kendi aralarında evlenmelerine müsaade edilecek,
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
21
- İstanbul ve taşrada Ermenilere verilmiş olan kilise, manastır
ve ziyaret yerlerinin onarımlarına ya da yeniden inşa
edilmesine izin alınmak şartıyla müsaade edilecek,
- Patrik günlük hayatında, bindiği taşıtlarda, yolculuk
ederken geçtiği yerlerde, yanındaki korumaları ve adamları
dâhil olmak üzere kıyafet değiştirebilecek ve özel kıyafet giyebilecek,
- Patriğin yanında taşıdığı asasına asla müdahale edilmeyecek,
- Diğer gayrimüslimler gibi cizye ödeyerek askerlik hizmetinden
muaf tutulacaklar,
- Patrik ve yardımcılarının yanında bulundurdukları eşyalardan
vergi alınmayacak. Patriğin yaşamını idame için
kurduğu bağların mahsulünden, Ermeni ahalinin verdiği şıra,
yağ, bal ve diğer eşyaların taşınmasında iskele ve kapılardaki
görevli memurlar yardımcı olacaktı.
Ekonomik Durum
Osmanlı Devleti’nde Türkler genel itibariyle çiftçilik ve
askerliği meslek edinmişti. Gayrimüslim nüfusun çoğunluğu
sarayda yönetim hizmetlerinde ve zanaat işlerinde çalışmıştır.
Tımar sisteminin bozulmasıyla asker ihtiyacı toprağı işleyen
köylülerden karşılanmaya başlayınca, gayrimüslimler askerlikten
muaf tutulduğu için Türkler üretime yeterince katılamamıştı.
Gayrimüslimlerin ödedikleri cizye vergisi Osmanlı Devleti
için ciddi bir gelir kaynağı vazifesi görmüştür. Bu vergi
Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan gayrimüslimlerden
askerlik görevi ile can ve mallarının güvenliği karşılığında alınan
bir vergidir. Kadın, çocuk ve ihtiyar erkekler, körler, sa
İbrahim Tellioğlu
22
katlar, fakir olanlar, din adamları bu vergiden muaftı. Akıl ve
bedeni sağlam, ödeme kudreti olan 14-75 yaş arası gayrimüslim
erkeklerden alınmaktaydı. Ekonomik düzenin bozulmaya
başlamasıyla cizyenin de alış usullerinde değişiklikler olmuştur.
Özellikle din adamlarının vergiye dâhil edilmesi huzursuzluğa
sebep olmuştur. Kapitülasyonlar sebebiyle 19. yüzyıla
gelindiğinde Avrupalılara tanınan ayrıcalıklardan yararlanmak
için gayrimüslim Osmanlı tüccarları Avrupa devletlerinin
etkisi altına girmişlerdir. Böylece sırtını Avrupa’ya dayamış
güçlü bir ticaret oligarşisi oluşmuştur. Batılıların Osmanlı
topraklarındaki ekonomik menfaatlerini devam ettirmek
için ilişki kurduğu toplulukların başında Ermeniler gelir.
Osmanlı ekonomisi içerisinde Ermenilerin pek çok iş kolunda
faaliyet gösterdiği görülmektedir. Köylerde oturan Ermeniler
çiftçilik ve hayvancılıkla geçinirlerdi. Kasaba ve şehirlerde
oturanlar ise esnaflık ve ticaretle uğraşırlardı. Bunların
başında sarraflık gelir. Özellikle 16. yüzyıldaki sarrafların büyük
kısmı Ermenilerden oluşuyordu. Sarraflık yanında bankerlik
ve inşaat alanında çok faaldiler. Bunun dışında bezirgân,
terzi, kalaycı, iplikçi, kürkçü, çilingir, dülger vb. sanatkârlık
alanları Ermenilerin elindeydi. Ticaretle uğraşan grup
ise uluslararası şirketlerle işbirliği geliştikçe güçlenmeye başladı.
Ermeni mimarlar özellikle İstanbul’da büyük öneme sahipti.
Madencilik, vapur işletmeciliği gibi alanlarda da dikkat
çekici yerlere ulaşmışlardı. Ermeniler bir yandan zanaat ve
ticarette gelişirken diğer yandan bilhassa maliye alanındaki
devlet görevlerinde öne çıkmaya başlamışlardı. Özellikle
Tanzimat’tan sonra maliyede ve bankalardaki önemli görevlere
büyük ölçüde Ermeniler atanmıştır. 1839’da Gülhane
Hattı Hümayunu ardından sarayda ve Hariciye Nezâreti’nde
memuriyetlere alınmışlar, 1856’da Islahat Fermanı'ndan sonra
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
23
da, birinci sınıf hizmetlere ve görevlere getirilmişlerdir. Osmanlı
Devleti Ermenilerin sadakatinin devam edeceğine güvenerek
onlara hükümet işlerinde ve serbest hayatlarında en
zengin ve rahat işleri veriyordu. Barutçubaşılık,
demircibaşılık, hazinedarlık, muhasiplik, darphane sarraflığı,
elçilik tercümanlığı, saray ressamlığı, gibi işlerin tamamı Ermenilerin
elindeydi. Dışişleri Bakanı Gabriel Noradungian
Paşa, PTT ve Bayındırlık Bakanı Artin Davut Paşa, Maliye ve
Hazine-i Hassa Bakanı Agop Kazazyan Paşa, Dışişleri Müsteşarı
Artin Dadyan Paşa, Hazine-i Hassa Bakanı Ohannes Sakız
Paşa, Ayan Azası Ohannes Kuyumcuyan Paşa gibi isimler
Osmanlı bürokrasisinde dikkat çeken isimlerden bazılarıydı.
Dr. Bogos Sasyan (1744-1814) ve Dr. Manuel Sasyan (1775-
1858) saraydaki hizmetleriyle dikkat çeken doktorlardır. Saray
mensubu bu grup dışında sanatkâr Ermeniler Osmanlı
sanat dünyası içinde oldukça önemli bir yer tutmuştu. Udî
Afet Mısırlıyan, tanburî Aleksan Ağa, udî Arşak
Çömlekciyan, udî Kirkor Efendi, udî Hırant Kenikoğlu müzik
dünyasında iz bırakan bazı isimlerdir.
Hamparsum nota sistemini 19. yüzyıl başında, III. Sultan
Selim'in isteği ve desteği ile Ermeni asıllı müzisyen
Hamparsum Limonciyan geliştirdi. Gerek Türk mûsikisinde,
gerek Gregoryan kilisesi dini musikisinde kullanılan
Hamparsum notası, iki yüzyıl boyunca binlerce eserin kaybolmasını
önleyerek musiki dünyasına paha biçilmez bir
hizmet verdi.
Nesiller boyunca Dolmabahçe Sarayı ve Camii, Çırağan
Sarayı, Aynalıkavak Kasrı, Darphane-i Âmire, Nusretiye Camii,
Bayezid Yangın Kulesi, Ayazağa Kasrı, Çağlayan Camii
ve Yıldız Sarayı, Maçka Silâhhanesi gibi büyük eserlerde mimar
olarak imzası bulunan Balyan ailesi Osmanlı Devleti’nin
İbrahim Tellioğlu
24
en dikkat çeken Ermeni ailelerindendir. Büyük ressamlar çıkaran
Manas ailesi, saray kuyumculuğu, darphane meskûkât
nazırı, Meclis-i Tanzimat üyesi, Meclis-i Maarif müsteşarı çıkaran
Düzyan ailesi, saray barutçubaşılığı, dış işleri bürokratlığı,
maliye bakanlığı müsteşarlığı gibi önemli görevleri kuşaklar
boyunca yürüten Dadyan ailesi gibi aileler Osmanlı tarihinde
iz bırakan bazı ailelerdir.
Ermeni olaylarının arttığı ve zorunlu yer değiştirmenin
yapıldığı dönemlerde dahi Ermenilerden Osmanlı merkezî
yönetiminde üst düzey görevlerde bulunan pek çok kişi bulunmaktadır.
Hariciye Nezareti istişare odası muavinliğinde
Nişan Civanyan Efendi, Dâhiliye Nezareti sicill-i ahval idare-i
umumiyesi müdürü Agop Hamamcıyan Efendi, İstanbul polis
müdüriyet-i umumiyesi heyet-i sıhhiye tabipliğinde
Dikran Efendi, Adliye Nezareti ihsaiyat ve müdevvenat-ı kanuniye
müdüriyetinde müdür olarak Serkis Karakoç Efendi,
hazine-i hassa-i şâhane müdürlüğüne bağlı emlâk-ı hakanî
muhasebe müdüriyetinde müdür olarak Agop Efendi, Maliye
Nezareti müsteşarı Mihran Efendi, Hariciye Nezareti müsteşarlığında
Ohannes Kuyumcuyan Efendi, kalem-i mahsus
mümeyyizliğinde Dikran Çayan Bey, Nafia Nazırı olarak
Sinabyan Efendi ayrılıkçı Ermeni olaylarının hızlı olduğu dönemde
görev yapan önemli bürokratlardandır. Tehcir sonrasında
ise Hazine-i hassa-i şahane müdüriyet-i umumiyesi emlâk-
ı hakanî muhasebe idaresi müdürü Agop Efendi, daire-i
sadaret müdevvenat-ı kanuniye müdürü Karakoç Serkis
Efendi, Adliye ve Mezahib Nezareti kanunname-i ticaret komisyonu
reisi Hallacyan Efendi, azası Sınabyan Efendi, rüsumat
müdüriyet-i umumiyesi kontrol kalemi müdürü
Mihran Efendi, Maliye Nezareti tercüme kalemi müdürü
Panosyan Efendi, Ticaret ve Ziraat Nezareti orman müdüri
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
25
yet-i umumiyesi ithalât şubesi müdürü Oseb Ekşiyan, Şura-yı
Devlet Tanzimat dairesi azası Hırant Asadoryan Efendi, Ziraat
Bankası teftiş kalemi mümeyyizi Hırant Efendi, Adliye ve
Mezahib Nezareti mahkeme-i istinaf cünha kısmı azası Artin
Musticiyan Efendi, Adliye ve Mezahib Nezareti Beyoğlu bidayet
mahkemesi birinci ceza dairesi azası Misak Mıgıryan
Efendi gibi isimler önemli görevlerde bulunan bazı Ermenilerdir.
Bu bilgilerden anlaşılacağı üzere devletin Ermeni bürokratlara
güveni son ana kadar devam etmiş, ayrılıkçı olaylara
ve zorunlu iskâna rağmen görevlerine devam etmelerinde
bir sakınca görülmemiştir.
Osmanlı Toplum Hayatında Ermeniler
Ermeniler Osmanlı Devleti bünyesinde Türklerle beraber
yaşamakta ve bütün gayrimüslimlerden alınan cizye vergisini
ödeme karşılığında can, mal, ırz güvencesi kazanmaktaydı.
Ermenilerden alınan cizyenin miktarı yıllık 360 akçe civarındaydı
ki o dönemlerde inşaatta çalışan bir işçinin yevmiyesi
50 akçe idi. Ermeniler, Osmanlı vatandaşı olmakla birlikte vatandaşlık
ilişkilerini bir düzen çerçevesinde yürütmeye başladı.
Ermeni cemaati kendi aralarından seçtikleri “kethüda” vasıtası
ile kadı, beylerbeyi, sancakbeyi, subaşı gibi görevlilerle
ilişki kurup işlerini yürütüyorlardı. Gerektiğinde kendi dini
kitaplarına dair yemin teklif verilir ve bu yemin hukuki delil
olarak kabul edilirdi. Ermeniler daha önceden olduğu gibi 17.
yüzyılda da rahatça kendi mabetlerinde ibadetlerini yerine
getirebiliyordu. Ayrıca dini kuruluşları ve can güvenlikleri
devlet güvencesi altında bulunuyordu. Osmanlı Ermenilerinin
dini lideri İstanbul Ermeni Patriği idi. Osmanlı Devleti,
Ermeni Patriğine, Rum Patriği kadar yetki vermişti. İstan
İbrahim Tellioğlu
26
bul’da ikamet eden Ermeni Patriği taşradaki Ermenilerin dini
işlerini buradan idare ederdi. Cemaat halinde yaşayan Ermenilerin
kendi aralarında uyuşmazlık çıkması halinde bunun
bir çözüme kavuşturulması için Osmanlı başkentine başvururlardı.
Böylece bu sorunlar İstanbul tarafından çözülürdü.
Yine Ermeniler arasında kendilerine zulüm edenler ya da
haksız yollarla çeşitli adlar altında vergiler almaya kalkanlar
olursa bu durum derhal İstanbul’a şikâyet olunurdu. Böylece
yapılan tahkikat sonucunda bu kişilere gerekli cezalar verilirdi.
Bu suretle Ermeni cemaatinin huzur içinde yaşaması sağlanırdı.
Ermeni piskoposları, rahipleri ve patrikleri hakkında
da şikâyetler devlet tarafından incelenir, şahitlerin ifadelerine
başvurulduktan sonra şikâyetlerin doğru olup olmadığı ortaya
çıkar ve durum bir sonuca bağlanırdı. Asayiş ile ilgili sorun
yaşandığında murahhaslara başvurulurdu. Özellikle papazların
herhangi bir şekilde fesat çıkardıklarına dair bir iddia
olursa bu durum murahhaslar tarafından araştırılırdı. Ayrıca
Ermeni patriği taşradaki kazalardaki Ermeni papazlarının
ve keşişlerinin ve din adamları dışındaki Ermenilerin devlete
olan vergilerinin toplanmasına nezaret ederdi. İstanbul Ermeni
patrikliğine, Tokat, Kayseri, Ankara, Sivas, Amasya,
Merzifon kazaları bağlıydı. Bu şehirlerdeki Ermeni vergilerinin
toplanmasına Sancak beyi, Voyvoda, Subaşı, Sipahi, Yeniçeri,
Zabiti, Tımar sahipleri ve diğer ehl-örf karışamazlardı.
İstanbul’un ticari hayatında da Ermeniler önemli bir yere
sahipti. İstanbul’da yaşayan Hıristiyanlardan sarraflık, esnaflık,
ticaret ile uğraşanlar arasında pek çoğu Ermeni’ydi. Ermeniler,
Akdeniz ve Doğu ticaretinde de oldukça etkindiler.
Onlar, Sivas’ta, Tokat’ta, Kayseri’de, Ankara’da, Bursa’da ve
Anadolu’nun içlerinde yerleşmiş olup, ticaretle uğraşıyorlardı.
Sivas ve Tokat’ta tarımla, Ankara’da koyun, keçi yünü,
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
27
Bursa’da ipek ve tütün, Kayseri’de pastırma ve tütün ticareti
ile meşguldüler.
Tanzimat ve Ermeniler
Tanzimat Fermanıyla gayrimüslimlere yönelik hakları
içeren bazı düzenlemeler yapmak maksadıyla Millet Sistemi
üzerinde birtakım değişikliklere gidilmişti. Fermandaki en
önemli değişiklik sistemin temelini oluşturan din ve mezhep
farkının gözetilmeden herkesin eşit sayılması idi. Getirilen
eşitlik ilkesi ile din esasına dayalı farklılık ve ayrıcalıklar üzerine
kurulu olan millet sisteminde sıkıntılar meydana geldi.
Gayrimüslimler için var olan kıyafet mecburiyeti, ev yüksekliği
sınırı ve çan çalınamaması gibi yasaklar da ferman ile
kaldırılmıştı. Bu düzenlemelerle birlikte bazı Ermeni aydınları
cemaat üzerinde Patriğin sahip olduğu otoriteyi azaltmak için
çaba göstermeye başlamıştır.
18 Mart 1863 yılında Padişahın onayladığı Ermeni Milleti
Nizamnamesi’ne göre Patrik, piskoposlar arasından seçilecekti.
Patrik adaylığı için 35 yaş sınırı ve Osmanlı uyruğunda olup,
sicilinin temiz olma şartı aranmaktaydı. Böylece seçilen Patriğin
vazifesi nizamname hükümlerini uygulamak ve yapılan
işleri denetlemekten ibaretti. Biri ruhani diğeri cismani olarak
düzenlenmiş olan meclisin yanında Meclis-i Umumi adını taşıyan
140 kişiden oluşan bir meclis daha vardı. Bu hak daha
önce hiçbir azınlığa verilmemişti. Rum Nizamnamesinde Kilisenin
cemaati üzerindeki denetimi çok güçlü iken Ermeni
Cemaatinde durum farklılaşmaktaydı. Ermeni Cemaatinin
sahip olduğu son meclis diğer cemaatlerde bulunmamaktaydı.
Nizamnameye göre ruhban sınıfının Ermenilerin idaresindeki
etkisi azaltılmıştı. Böylece kilisenin gücünü sınırlamak
İbrahim Tellioğlu
28
isteyen aydınlar galip çıkmıştı. Diğer yandan nizamname ile
birlikte Ermeniler kilise ve okullarını serbestçe yönetmiş,
kendi kendilerini yönetim hakkı, aile ve miras hukuku alanlarında
kendi din ve gelenek kurallarını uygulama hakkı, din
görevlileri ile meclislerini seçme ve seçilme hakkı sahibi olmuştur.
Ermeni Patrikhanesinin gücünün azaltılmasına bağlı olarak
kendilerini Ermeni toplumunun önderi olarak gösteren
bazı siviller öne çıkmıştır. Bunlar başka ülkelerle temas kurdukları
gibi cemaatleri adına Osmanlı Hükümeti ile muhatap
olmaya alışmışlardır. Özellikle 93 Harbi sonrası Ermeni meselesinin
uluslararası bir sorun haline gelmesinde bu grubun
etkisi büyüktür.
Ermenilerin Bağımsızlık Hedefleri ve Dış Destek
Arayışları
Ermeniler gerek Selçuklu gerekse Osmanlı hâkimiyetinin
kudretli devirlerinde devletle ya da diğer cemaatlerle herhangi
bir kitlesel problem yaşamamıştır. Bu devletler güçlü oldukları
devirlerde Ermenilerin ayaklanmalarına müsaade etmemişlerdir.
Özellikle Selçuklular devrinde Çukurova’da çıkan
isyanlar örneğinde olduğu gibi devlet ayaklanmaları bastırmış,
ancak bölgedeki Ermeni ahaliyi bu isyanlar sebebiyle
cezalandırmamıştır. Diğer taraftan bütün vatandaşlarına vaat
ettiği yükümlülüklerinden olmak üzere onların diğer topluluklar
tarafından hor görülmesine ya da ezilmesine müsaade
etmemişlerdir.
Türk devlet anlayışında vatandaşın devlete karşı yükümlülükleri
içerisindeki en temel unsurlarından birisi devlet
otoritesine karşı çıkılmamasıdır. Vergi vermek, askerlik yap
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
29
mak vs. görevler bu uygulamanın çeşitli parçaları olsa da en
önemli unsur devlet otoritesine zarar verici faaliyetlerden
uzak durulmasıdır. Esasında bu kural en ilkel kabile devletinden
günümüzdeki en modern devlete kadar büyük siyasi
güçlerin vatandaşından istediği temel görevler arasında yer
alır. Türk devletleri vatandaşlarına dini, mezhebi ve ekonomik
özgürlük verirken karşılığında da devlet aleyhine bir faaliyette
bulunulmamasını şart koşar. Aksi durum olduğunda
ise bunu yapanın kim olduğuna bakmaksızın gereken cezai
müeyyideleri işleme koyar. Devlet aleyhine faaliyete girişenin
devletin kurucu unsuru ya da bir başkası olması cezalandırmanın
şekli ve uygulanma biçimini farklılaştırmaz. Türk tarihi,
devletin birliğini zedeleme suçu ile hayatını kaybeden pek
çok hanedan mensubunun hikâyesi ile doludur. Fatih Kanunnamesinde
devletin selameti açısından kardeş katline cevaz
veren madde de bu tür girişimlerin önünü kapatmak maksadıyla
konmuştur. Hal böyleyken bir grubun sırf Ermeni olduğu
için cezalandırıldığını söylemek tarihi gerçeklerle bağdaşmaz.
Ermenilerin yoğun olduğu bölgede bağımsızlığını ilan
etme çabaları makuldür. Devletler zayıflamaya başladığında
onların bünyelerinden yeni devletler çıkması ile ilgili olarak
sayısız tarihi örnek göstermek mümkündür. Ancak daha önce
de çeşitli yerlerde vurgulandığı üzere Ermenilerin bu amaçlarını
gerçekleştirebilecekleri insan ve asker sayısına sahip olmamaları,
onları dış destek aramaya itmiştir. Haçlılar, Ruslar,
Fransızlar bunların en çarpıcı örnekleridir. Bu devletlerin Selçuklu
ya da Osmanlı ülkesine yönelik politikalarına dâhil
olan Ermeniler, aldıkları dış destek karşısında bağımsızlık
ilan etme hayalleri kurmuşlardır. Burada onların hedeflerine
ulaşmaları açısından anlaşılamaz bir yan yoktur. Selçuklu ya
İbrahim Tellioğlu
30
da Osmanlı taraflarından baktığınızda ise bu Ermeni grupları
ayrılıkçı unsurlardır ve fırsat bulunduğunda kontrol altına
alınmalıdır. Kaba olarak tarafların amaçlarını ve gelişmelerin
seyrini bu mantıkla izah etmek mümkündür.
Türkiye’de belirli eserlerde dile getirilen iki husus Türk-
Ermeni ilişkilerini tarif ederken çeşitli yanlış anlamalara yol
açmaktadır. Bunlardan birincisi, bir başka devlet tarafından
verilmeyen dini, mezhebi ve ekonomik özgürlüklere rağmen Ermenilerin
dış güçlerin propagandasına kanarak ihanet içine
girdiği şeklindeki yaklaşımdır. Bu mantık çeşitli yönleri ile
yanlışlıklar içermektedir. İlk olarak Türk devletleri vatandaşlarına
bu hakları tanıyıp kudretli olduğu zamanlarda sistemi
işletebilirken gerileme ya da çöküş devirlerinde işleyiş farklılaşır.
Özellikle çok uluslu devletlerde vatandaşlarının devletle
ilişkileri iktidarın gücü ile alakalıdır. Devlet güçlü olduğu
zamanlarda vatandaşının hukukunu layığı ile koruyabildiği
gibi onlar da devlete bağlılık hususunda tereddüt yaşamazlar.
Ancak doğal bir süreç olarak devletler gerilemeye ya da çöküşe
geçtiğinde özellikle çok uluslu yapıdaki devletlerin farklı
din ve kültüre mensup unsurları, rakip devletlerin ilgi alanına
girmeye başlar. Bu açıdan bakıldığında Osmanlı Devleti’nin
kudretli zamanlarında Rusların ya da Fransızların Ermenilerle
temasa geçmesi bu devletler açısından ne kadar tehlikeli ise
19. yüzyılın sonlarından itibaren her ikisinin de Ermenileri
yanına çekme çalışmaları o derecede tabiidir. Nihayetinde
yukarıda ifade edildiği üzere bu tür ilişkiler güçle alakalıdır.
Siz güçlü bir devlet iseniz kimse vatandaşlarınız üzerinde nüfuz
alanı oluşturmaya çalışmaz. Siz gücünüzü kaybederseniz
karşınızdakiler daha da güçlenebilmek için vatandaşlarınız
arasında ayrılık çıkarmaya çalışır. Bu, dün de böyledir bugün
de. Ermenilerin gelişmelere bakışı ise bağımsızlık elde etme
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
31
ekseninde gelişir ve eğer ayrılmak istedikleri devlet parçalanmakta
olan Osmanlı Devleti ise bağımsızlıklarına destek
olabilecek Rusya, Fransa gibi devletlerle yakınlaşmakta bir
mahsur görmezler. Ayrılık fikri yaygınlık kazanınca, Osmanlı
vatandaşı olarak kalmak bir anlam ifade etmemeye başladığı
andan itibaren devlet-vatandaş ilişkileri de manasını yitirmeye
başlar.
Türk-Ermeni ilişkilerinde Ermenilere ithafen sadık tebaa
tanımının kullanılması tarihi açıdan çeşitli sakıncalar içermektedir.
Zira devlet aklı açısından baktığınızda vatandaşlarınızın
bir kısmını sadık diğerlerini aksi bir tanımlama ile kabul
etmek doğru değildir. Devlet, vatandaşlarının siyasi ve hukuki
bağlar itibariyle kendine bağlı olmasını sağlamak zorundadır.
Eğer aksi bir durum söz konusu olursa vatandaşlık bağları
kopar. Selçuklulardan bağımsızlığını kazanmaya çalışan iki
topluluktan Gürcüler bunu başarırken Ermeniler başarısız
olmuştur. Aynı şekilde Yunanlılar, Sırplar, Bulgarlar ya da
Araplar Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanarak bağımsızlıklarını
kazanmış ancak Ermeniler bunu gerçekleştirememiştir.
Bu açıdan meseleye bakıldığında Ermenilere sadık tebaa demenin
tarihi bir dayanağı yoktur. Aksi halde Selçuklulara ya
da Osmanlılara karşı bağımsızlık mücadelesine girişmeyen
toplulukların hangi statüde değerlendirilmesi gerektiği gibi
farklı sorunlar ortaya çıkar. Kamu hukuku bakımından bütün
vatandaşların devletin sadık vatandaşları olması gerekir.
ERMENİ MESELESİNİN ULUSLARARASI BİR MESELE
HALİNE DÖNÜŞMESİ
Fransa’nın baskısıyla 1830’da Katoliklerin, İngiltere’nin tesiri
ile de 1850’de Protestanların ayrı birer millet olarak ta
İbrahim Tellioğlu
32
nınması sonucu Gregoryenler, Ermeni cemaatinin tümü üzerindeki
kontrolü kaybetmişti. Gregoryen baskısından kurtulan
Katolik ve Protestan Ermeniler, dil ve tarih çalışmalarına
yönelerek Osmanlı İmparatorluğu’nu uzun süre meşgul edecek
yeni bir Ermeni milliyetçiliği yaratma yolunda önemli
adımlar attı. 1863’te Gregoryen Ermenilerin konumunu daha
da güçlendiren, kendilerini yönetmeleri konusunda adeta
muhtariyet sağlayan Ermeni Milleti Nizamnamesi yürürlüğe
girdi. Islahat Fermanı ile Müslümanlar ve gayrimüslimler hukuk
önünde eşit statüye getirilince ayrıcalıklarını kaybeden
Ermeniler, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) sonunda
Rusya'dan, işgal ettiği Doğu Anadolu topraklarından çekilmemesini,
bölgeye özerklik verilmesini veya Ermeniler lehine ıslahat
yapılmasını istemişlerdir. Ermenilerin bu talebi, Rusya tarafından
kısmen kabullenilmiş, Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından
imzalanan Ayastefanos Anlaşması ve daha sonraki
Berlin Anlaşması’yla Ermeni sorunu uluslararası bir boyuta
taşınmıştır. Böylece, Osmanlı Devleti’ni bölmek isteyen yabancı
güçler, Türk-Ermeni ilişkilerine müdahale etmeye başlamışlardır.
Ermeni Meselesi ve İngiltere
Osmanlı İmparatorluğu içerisinde bulunan Protestan
misyonerlerin, 1840'lardan sonra, imparatorluk bünyesindeki
yıkıcı ve bölücü faaliyetlerini genişletmesiyle İngiltere, 1842
yılında Kudüs'te bir Protestan mabedinin hizmete girmesini
sağlamıştır. Böylece daha önce Fransa, Avusturya ve Rusya'-
nın, imparatorluktaki Katolik ve Ortodoks azınlıklar üzerinde
elde ettikleri himaye hakkı gibi, İngilizler de Ermenilere dini
kanallardan ulaşmaya çalıştı. 1846 yılında İngiliz elçiliğinin
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
33
yardımları ve himayesi ile İstanbul’da bir Protestan Cemaati
İdare Heyeti teşekkül etmiş ve 1850 yılında da bir ferman ile
bunlar Ermeni Protestan Milleti olarak tanınmışlardı. İngiltere,
Protestan faaliyetlerini yönlendirmekle hem Çarlık Rusyası ve
Fransa'nın imparatorluk içerisindeki çalışmalarını dengelemiş,
hem de herhangi bir milletlerarası paylaşma durumunda
Ermenileri kullanmak istemişti.
Rusya'nın sıcak denizlere inebilmek için Kafkasya ve
Doğu Anadolu’daki Ermenilerle ilişkilerini geliştirmesinden
endişe eden İngiltere, zayıf Osmanlı Devleti'nden kopacak
gayrimüslim unsurları kullanmaya yönelmiştir. Böylece Hindistan
yolu üzerinde, Rus tehlikesine karşı yeni tampon devletler
kurulmasına yönelik politikalar geliştirdi. İngiltere güdümlü
bağımsız bir Ermeni devleti, Doğu Anadolu'da, Rusya'ya
karşı bir silah olarak kullanılabilirdi.
Rusya ile İngiltere'nin rekabeti devam ederken İstanbul'-
daki Ermeni Patrikhanesi de Avrupa devletlerinin ilgisini
Ermeniler üzerine çekmeye çalışmaktaydı. 1877-1878 savaşı
sonrasında Ayastefanos'ta barış görüşmeleri yapılırken bizzat
Ermeni Patriği Nerses ve bazı Ermeni ileri gelenleri, Rus murahhas
heyeti başkanı, Çar'ın kardeşi grandük Nikola ile görüşerek,
antlaşmaya Ermeniler ile ilgili bir madde koydurmayı
başarmışlardır. 3 Mart 1878 tarihinde Osmanlı Devleti ile
Rusya arasında imzalanan Ayastefanos Antlaşması'nın 16.
Maddesi Ermenilerle ilgili hükme ayrılmıştı. Yukarıda bahsedilen
maddede Osmanlı Devleti'nin Ermenilerle meskûn mahallerde
derhal ıslahat yapmayı ve onları, Kürtler ve Çerkeslere
karşı korumayı taahhüt ettiği belirtiliyordu. Bu antlaşma ile
Ermeni adı, ilk defa milletlerarası bir antlaşmaya geçirilmiş
oluyordu. Bu sebeple, Ayastefanos Antlaşması, Ermeniler için
bağımsızlık hayalleri açısından atılan önemli bir adımdır.
İbrahim Tellioğlu
34
Bu anlaşmadan sonra Kars, Ardahan, Batum ve
Bayezid'in terkedilmesi ile Rusya, Doğu'dan, Anadolu içinde
büyük tehlike arz eden bir kuvvet haline gelmiş bulunmakta
idi. Böylece, Rusya bir taraftan Doğu Anadolu'da, Orta Doğu'ya
hâkimiyet yolunda önemli bir köprübaşı ele geçirirken,
diğer taraftan da Ermeniler üzerinde nüfuzunu kuvvetlendirmiş
oluyordu. Ancak bu anlaşma yürürlüğe girmeyecekti.
Çünkü Rusya, Orta Doğu'daki devletlerarası dengeyi bozmuş
oluyordu. İngiltere'nin İstanbul'daki elçisi Layard,
Ayastefanos Antlaşması ile ortaya çıkan durumu ve endişelerini
hükümetine şöyle bildirmişti: Batum, Kars ve Ardahan
sancaklarının Rusya'ya verilmesi, yüzyıllardır Karadeniz'den
Kuzey İran'a gitmekte olan ticaret yolunun tehlikeli bir rakibin
eline geçmesini sağlamıştı. Böylece Rusya, Dicle ve Fırat
deltasına sarkma çabasında önemli bir aşama kat etmişti. Bunun
üzerine İngiltere, Avusturya ile birlikte Ayastefanos Antlaşmasına
karşı çıkmış ve meselenin milletlerarası bir konferansta
ele alınmasını ileri sürmüşlerdi.
Ayastefanos Antlaşması askıya alındığı dönemde İngiltere,
Osmanlı Devleti'ne başvurarak, Doğu Anadolu'dan gelecek
bir Rus tehlikesine karşı imparatorluğu korumak ve yardım
edebilmek için Kıbrıs adasının idaresinin kendisine bırakılmasını
istemişti. Ayrıca Rus tehlikesine karşı bir tedbir olmak
üzere Doğu Anadolu'daki Ermeniler için ıslahat yapılmasını
talep etmişti. Osmanlı Devleti için Kıbrıs'ı vermekten
başka çıkar yol görünmüyordu. Böylece, iki devlet arasında İstanbul'da
4 Haziran 1878 tarihinde gizli bir anlaşma yapıldı.
Buna göre; Rusya, Batum, Ardahan, Kars veya zikredilen yerlerden
birini elinde tutup da, ileride, Osmanlı Devleti'nin Asya
topraklarından bir kısmını daha istilaya girişecek olursa,
İngiltere Devleti, bu toprakları korumak üzere Osmanlı Dev
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
35
leti ile ittifak yapmayı taahhüt etmişti. Buna karşılık Osmanlı
Devleti de, Anadolu'da bulunan Hıristiyan vs. tebaanın iyi
idare ve korunmaları hakkında ileride devletler arasında sonradan
kararlaştırılacak olan gerekli düzenlemeleri yapacağını
vaat etmişti. Bu gizli anlaşma ile İngiltere bir taraftan Kıbrıs'a
fiilen yerleşiyor, diğer taraftan Doğu Anadolu'da koruyuculuk
ve müdahale hakkına sahip oluyordu. Dolayısıyla Ermeni
meselesine müdahil olmaya başlıyorlardı.
İngiltere ve Avusturya'nın öncülüğünde Ayastefanos
Antlaşması'nın Şark Meselesi ile ilgili kısımlarını yeniden
gözden geçirmek ve düzeltmeler yapmak için, Berlin'de yeni
bir kongrenin toplanmasına karar verildi. Rusya, yeni bir savaşı
göze alamadığı için bu toplantının yapılmasını şartsız
olarak kabul etmek zorunda kaldı. Böylece İngiltere, Berlin
Kongresi'ne, Osmanlı Devleti'nin Rusya karşısındaki yenilgisinden
doğan iki tehlikeyi de bertaraf etmiş olarak giriyordu.
Ayastefanos Antlaşması'nın imzalandığı 3 Mart 1878 tarihi
ile Berlin Muahedesinin toplandığı 13 Haziran 1878 tarihleri
arasında, yani 3 ay süre ile Ermeniler de boş durmamışlardı.
Ermeni Patriği Nerses ve önde gelen Ermeniler Balkanlar'daki
gayrimüslim tebaanın bağımsızlık yolundaki faaliyetlerinin
Doğu Anadolu'da da tekrarlanmasını istiyorlardı. 17
Mart 1878 tarihinde Patrik Nerses, İstanbul'da İngiliz Büyükelçisi
Layard'ı ziyaret ederek, “Bir yıl önce Osmanlı idaresinden
şikâyetimiz yoktu, ancak Rus zaferi şimdi durumu değiştirdi,
Doğu'da bağımsız bir Ermenistan istiyoruz. Eğer siz yardım
edemezseniz” bunu gerçekleştirmek için Rusya'ya müracaat
ederiz” demişti. Elçi Ermenistan'dan nereyi kastettiğini sorunca,
“Van, Sivas, Diyarbakır ve Kilikya” diye cevap vermişti.
Elçinin, “Evet ama bu yerlerin hiçbirinde çoğunlukta değilsiniz
demesi üzerine de, “Bunu biliyoruz, ama şimdi Rusya Doğu'-
İbrahim Tellioğlu
36
da topraklar kazanıyor, Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki
güç dengesi değişti. Biz de geleceğimizi düşünmeliyiz”
diye Ermenilerin amacını açıklamıştı.
Ayastefanos Antlaşması’nın Berlin'de yeniden gözden
geçirileceği haberini alan Patrik, kongreye katılacak bütün
devletler nezdinde yoğun faaliyette bulunmuştur. Avrupa
başkentlerini dolaşarak Ermeni davasında siyaset adamlarının
desteğini kazanmak için eski Patrik Hrimyan başkanlığındaki
propaganda gezisine çıkan heyetin elinde, Ermeni isteklerini
belirten ve Türkiye'de Ermenistan kurulması için hazırlanan
bir proje vardı. Patrik Nerses, ayrıca Manchester Ermeni
Komitesi Başkanı Karakin Papazyan'a gönderdiği bir
mektupta siyasetlerinin Rusya'ya minnettar kalarak, İngiltere'den
ümit ve onun sayesinde hedefleri olan maddi ve manevi
refaha ulaşmak olduğunu belirtiyordu. Diğer taraftan 30
Haziran'da İstanbul'da İngiliz Büyükelçisi Layard'ı tekrar ziyaret
ederek, projelerini Kongre'ye vermiş olduklarını ifadeyle
İngiltere'nin bu projeyi desteklemesini istiyordu.
Berlin Kongresi'nin ilk günlerinde Bismark Ermenileri iyi
karşılamış, Avrupa Devletleri de onlara sahip çıkmışlardı.
Ancak İngiltere'nin kongrede ağır basması yüzünden Ermenilerin
isteklerine sahip çıkan pek olmamıştı. Berlin Kongresi'nde
Ermenilerin müracaatı ilk defa kongrenin 4 Temmuz 1878
tarihli oturumunda, İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Salisbury
tarafından ortaya atılarak ele alınmıştı. Fakat müzakere, Ermeni
teklifi yerine, Ayastefanos Antlaşması'nın 16. Maddesinin
tadili ve Rusya'nın işgal altında tuttuğu yerleri tahliyesinin
ıslahata bağlanması şartının kaldırılması şeklindeki öneri
ile başladı. Ayastefanos Antlaşması'nın 16. maddesi fazla değişikliğe
uğramadan Berlin Muahedesinin 61. maddesi olarak
kabul edildi. II. Abdülhamid'in saltanatı sırasında bu mesele
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
37
Osmanlı Devleti'nin önemli bir sıkıntısı olacaktır.
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, Türk-İngiliz ilişkilerinde
bir dönüm noktasıdır. Bu savaş, Osmanlı Devleti'nin zayıflığını
ortaya çıkarmıştı. Berlin Muahedesi'nin imzalanmasından
sonra İngiltere, Osmanlı Devleti'nin kesin olarak yıkılacağını
varsayarak stratejik değeri olan Osmanlı topraklarını
ya kendisi ele geçirmeye çalışmış ya da buralarda kendisine
bağlı devletlerin kurulmasını istemiştir. 1880 yılında
Gladstone'un başbakan olmasından sonra İngiltere, haklarını
savunma adı altında Ermeni ayrılıkçılarının en önemli destekçisi
olacaktır.
Yeni görevine başladıktan sonra Gladstone’un ilk iş Ermeni
meselesini ele almak olmuştur. 11 Haziran 1880’de Bab-ı
Ali'ye altı devlet ile birlikte ortak bir nota vererek Doğu Anadolu'da
Ermeniler ile meskûn yerlerde ıslahat yapılmasını istemişti.
Osmanlı Devleti buna verdiği karşılıkta ıslahatın yapılmakta
olduğunu bildirmişti. Bu olaydan sonra oldukça
dikkat çekici bir gelişme oldu ve Ermenilerin ayrılıkçı faaliyetleri
daha da arttı. İlk olarak Doğu Anadolu illerinde Ermeni
cemiyetleri kurulmaya başlandı. Bunların amacı, bağımsız bir
Ermeni devleti kurmaktı. 1894 Ağustos'unda Bitlis civarında
Sasun'da çıkan Ermeni isyanı ve Müslümanlar ile yapılan çatışmalar,
Avrupa'da, Ermenilerin Türkler tarafından katledildikleri
şeklinde yansıtıldı. Avrupa'nın muhtelif şehirlerinde
Ermeniler lehine gösteriler yapıldı. Bu dönemde, Ermenilerin
yabancı ülkelerdeki yayın gücü, hiçbir azınlık grubunun sahip
olamadığı düzeyde bulunmakta idi. İngiliz gazetelerinin
Türkiye muhabirleri, gazetelerine sözde Ermeni davasını
öven makalelerini ve yazılarını göndermek için hiçbir fırsatı
kaçırmıyor, yazılarında, meydana gelmiş küçük bir olayı kasten
büyütüyorlardı.
İbrahim Tellioğlu
38
Osmanlı Devleti, 23 Ağustos’ta isyanı bastırmıştı. Bu isyanın
Avrupa'daki akisleri İngiltere'yi yine ön plana çıkardı.
İngiltere, Rusya ve Fransa ile birlikte ıslahat konusunu ortaya
attı. Bu üç devletin İstanbul’daki elçileri, büyük ölçüde Ermeni
Patrikhanesi'nin öngördüğü esaslar çerçevesinde, l1 Mayıs
1895 tarihinde Bab-ı Ali'ye bir memorandum vererek, altı vilayet
yani Erzurum, Bitlis, Van, Sivas, Diyarbakır ve Harput
için bir ıslahat projesi sundular. İngiltere bu projeye, bu vilayetlere
tayin edilecek valilerin yabancı devletler tarafından
tayin ve azli hakkında bir hüküm koydurmak istedi ise de diğer
iki devlet buna yanaşmadılar. Çünkü İngiltere'nin bu isteğinin
kabul edilmesi, ona Ermeni Meselesine istediği gibi
müdahale edebilmek hakkını vermek demek olacaktı.
Osmanlı Devleti projedeki istekleri hemen kabul etmeden
önce olayın araştırılması için Bitlis'e bir heyet yolladı. Ancak
İngiltere, Rusya'ya, Bab-ı Ali bu projeye en kısa zamanda
olumlu cevap vermezse kuvvet kullanacağını bildirdi. İngilizlerin
bu tehdidi Rusya'yı telaşlandırdı. İngiltere'nin Ermeni
politikasının gerçek amacının Osmanlı İmparatorluğu'nun
Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerini kendi üstünlüğü
altına almak olduğunu gören Rusya durumdan rahatsız oldu.
Çünkü İngiltere buradaki Ermeniler üzerinde egemenlik
kurarsa bunun kendi sınırları içindeki Ermenileri de etkileyeceğini
anladı. Rusya kuvvet kullanmak taraflısı olmadığını
açıklayınca, Osmanlı Devleti de, bundan cesaret alarak kendisine
sunulan ıslahat projesini reddetti.
İngilizlerin teklif ettiği projenin reddedildiğini gören
Ermeniler, büyük devletlerin dikkatlerini bu mesele üzerinde
tutmak için 1895 Eylül'ünde İstanbul'da yeni bir olay çıkardılar.
İstanbul olayları kısa zamanda Trabzon, Erzurum, Bitlis,
Harput, Diyarbakır, Sivas, Antep ve Maraş vilayetlerine de
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
39
sıçradı. Buralarda Müslümanlar ile Ermeniler arasında çatışmalar
oldu. Avrupa yeniden Ermeni Mezalimi sloganı ile çalkalandı.
Osmanlı Devleti'nin Ermenileri yok etmekte olduğu söylendi.
İngiltere yine liderliği ele alarak derhal müdahale edilmesine
taraftar oldu. Fakat Rusya, İngiltere'nin bu teklifine karşı çıkarak,
güvenliğin kurulması için Osmanlı Devleti'ne fırsat verilmesini
istedi. Fransa da, Rusya'yı desteklediğinden yalnız
kalan İngiltere fazla ileri gidemedi. Bu sıralarda Osmanlı Devleti
de bu isyanları bastırmaya muvaffak olmuştu.
II. Abdülhamid, iş başında kaldığı sürece Doğu Anadolu'yu
savunarak, İngiltere’nin bu bölgeyi Türkiye'den koparıp
Ermenistan adı altında devlet kurma politikasını sonuçsuz bıraktı.
18 Nisan 1897 tarihinde Türk-Yunan Savaşı'nın başlaması,
Islahat meselesinin Balkan Savaşı'nın sonuna kadar İngiltere
tarafından rafa kaldırılmasına sebep olacaktır. İngiltere,
bundan sonra Ermenileri Doğu'daki politikasının vasıtası
olarak kullanmanın artık menfaatine olmadığını ve aksine
kendi imparatorluğundaki Müslüman tebaasını memnun etmekle
daha çok kazançlı çıkacağını görmeye başladı. 9-10 Haziran
1904 tarihinde, Almanya'ya karşı İngiliz-Rus birleşmesinin
temelini atmak amacıyla İngiltere Kralı VII. Edward ile
Rus Çarı II. Nikola'nın Reval'de buluşmaları sonucunda, artık
İngiltere'nin Rusya karşısında tampon bir devlete yani Ermenistan'a
ihtiyacı yoktu. Kıbrıs’ı elinde bulunduran, Mısır'ın
1882'de işgali ile Süveyş Kanalı'nı kontrol eden İngiltere, Hind
yolunun kapanmasından artık korkmuyordu.
Ermeni Meselesi ve ABD
Protestanların Osmanlı Devleti içerisinde misyonerlik
yapmaya başlamasıyla birlikte ABD’nin Ermenilere olan ilgisi
İbrahim Tellioğlu
40
artmaya başlamıştır. Osmanlı vatandaşı olan Müslüman ve
Yahudiler içerisinde Protestanlığı yaymak zor olduğu için
misyonerler kendilerine hedef kitle olarak Ermeni Cemaatini
seçmişti. Bu doğrultuda İngiltere ve Amerikalı misyonerler
Ermeniler arasında sağlık ve eğitim alanlarında çalışmalarına
başlamışlardır. Misyonerlerin faaliyet merkezi olarak kullandıkları
istasyonlar İzmir, Sivas, Trabzon, Van, Harput, Antakya,
İzmit, Mardin, Tarsus gibi yerlerde olmak üzere toplamda
88’e ulaşmıştı. Bu çalışmalarla eş zamanlı olarak Ermeni Kilisesinin
reforma ihtiyacı olduğu dillendirilmeye başlanmıştır.
Bir süre sonra reform ihtiyacının Protestan misyonerlerin işi
olduğu ortaya çıktıktan sonra Ermeni Kilisesi Protestanlığa
yatkın olan bu görüşlere sahip olanları aforoz etmiştir. Bu
grup Protestan Ermeni Kilisesini kurmuş ve Protestan Ermeni
Milletini vücuda getirmişlerdir. 1863 tarihli Ermeni Milleti Nizamnamesi
Protestanların misyonerlik faaliyetlerini kolaylaştırmıştır.
1830 yılında Osmanlı Devleti ile Amerika arasında yapılan
ilk ticaret antlaşması ile Amerika, Osmanlı topraklarında
herhangi bir millete mensup simsarları çalıştırabilme hakkını
elde etmiş ve bu hakkına dayanarak Ermeniler ile temasa
geçmişti. Limanlardan boşaltılan malları Anadolu’nun içlerine
kadar dağıtabilecek cemaat olarak Ermenilerden faydalanılmaya
başlanmıştır. Böylece Ermeniler Amerika’nın ticari
simsarlığını yapmaya başlamıştır. Bu arada bazı Ermeniler
Amerika’ya göç etmesi bazılarının da Amerikan vatandaşlığına
geçmesiyle aradaki ilişkiler daha da güçlenmiştir.
Bu süreç esnasında yurt dışında eğitim almış olan bazı
Ermenilerin Osmanlı ülkesine döndükten sonra Avrupa ve
Amerika’da görmüş oldukları reformları ve özgürlükçü düşünceleri
kendi cemaatlerine benimsetme çalışmalarıyla Er
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
41
menilerde milli uyanış başlamıştır. 1863 tarihli Ermeni Milleti
Nizamnamesi, patrik ile birlikte diğer dini üyelerin demokratik
yöntemlerle seçilebilmesi kararlaştırılmış ve böylece cemaatin
her üyesinin oyları ile seçilen kilise yönetimi oluşturulmuştu.
Bu nizamname ile yabancı devletlerin Ermeni cemaati
üzerindeki etkileri kolaylaşmış, farklı düşünceler kilisede dile
getirilebilir olmuştu. Protestan Ermenilerin hamisi olmak sıfatı
ile Amerika onların ayrı bir millet olarak tanınmaları için
teşebbüslerde bulunmuştur. Bu girişimler neticesinde 27 Kasım
1850’de Sultan Abdülmecid tarafından çıkarılan fermanla
Protestan Ermeni milleti resmen tanınmıştır.
Amerika’nın Protestan Milletini yaratmak üzere uyguladığı
aşamalı plan tamamlanıp Ermeni Protestan Kilisesi açıldığında
Anadolu’da çeşitli Amerikan Kolejleri de kurulmuştu.
Buradaki bazı Ermeniler eğitimlerine Amerika’da devam
etmek arzusu ile bu ülkeye göç etmişler ve bir kısmı geri
dönmemişti. Öğrencilerin ardından bir kısım Ermeni tüccar
da Amerika’nın yolunu tutmuştur. 1880’li yıllarda ise bu sefer
Ermeni köylüleri Amerika’ya göç etmeye başlamıştır. Göç
eden bu grup Ermenilerin % 40 kadarı Harput’tan göç edenlerden
oluşmaktaydı. 1900’de Amerika’da bulunan Ermenilerin
sayısı 15-20 bine ulaşmıştı. Aynı yüzyılın ilk çeyreğinde
göçmenlerin sayısı 51.950 idi.
ABD Ermenilerin ülkeye yasadışı göçünü teşvik etmiş,
göç etmiş olan Ermeniler bulundukları yerlerdeki kilise ve çeşitli
örgütlerin propagandaları ile Osmanlı düşmanı olmuşlardır.
Ermenilerin bağımsızlığı için düşünülen her türlü eylem
Amerika’da yapılıyordu. Eylemlerin şiddeti o kadar artmıştı
ki Türk yanlısı olanlara suikastlar düzenlendiği dahi
oluyordu. Kiliseler öncülüğünde Ermeniler kendilerine Osmanlı
Devleti’nin yaptığı zulümleri anlatmaya başladılar. Hınçak ör
İbrahim Tellioğlu
42
gütü ve düşünceleri ile tanışan Amerikalı Ermeniler faaliyetlerini
sürdürmeye devam ettikleri gibi silahlı grupları da desteklediler.
Değişik yerlerde Osmanlı karşıtı örgütler kurarak
sık sık Osmanlı aleyhtarı eylemler gerçekleştirip meseleyi
Amerikan kamuoyu nezdinde canlı tutmaya çalıştılar. Amerika’da
toplanan paralar bağımsız Ermenistan için faaliyet
gösteren örgütlere gönderildi.
Ermeni Meselesi ve Rusya
Ermeni Meselesinin uluslararası bir sorun haline gelmesindeki
en önemli devletlerden biri Rusya’dır. 18. yüzyıl başlarında
I. Petro döneminden itibaren Ruslar, Ermenilerle ilgilenmeye
başlar. I. Petro, İran ile yaptığı savaşlarda Ermenilerden
yararlandığı gibi onları Rus topraklarına yerleşmeye de
davet etmiş, bu daveti kabul eden Ermenilerin bir kısmı
İran’dan Rusya’ya göç etmiştir.
1816’da Moskova’da Ermeni Şark Dilleri Enstitüsü’nün
kurulmasından sonra Rusya, Ermeniler üzerine ilgisini yoğunlaştırmıştır.
1828 yılında imzalamış olduğu Türkmençay
Antlaşması ile elde ettiği Revan ve Nahçivan Hanlıklarını birleştiren
Rusya bu bölgede Ermeni vilayetini kurmuştur.
Eçmiazin Kilisesi kısa sürede Rus nüfuzuna girmiştir. Rusların
Osmanlı Ermenilerine sızmaya çalışması da Eçmiazin Kilisesi
aracılığıyla olmuş ve 1844’ten itibaren İstanbul Ermeni
Patrikhanesi’ndeki ayinlerde Eçmiazin Katolikosu’nun adı
anılmaya başlamıştır.
Rusların Osmanlı vatandaşı Ermeniler üzerindeki faaliyetleri
Doğu Anadolu’da kıpırdanmalara yol açmıştır. 11
Mart 1828 tarihli bir yazıyla Erzurum Valisi Galip Paşa’nın,
Rus sınırında bulunan Ermenilerin iç bölgelere gönderilmesi
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
43
ni Babıâli’ye teklif etmesi bunun bir göstergesidir. 1828-1829
Osmanlı-Rus Savaşı sırasında oldukça önemli sayıda Ermeni’nin
Rus ordusuna asker olarak kaydolması bu endişenin boş olmadığını
göstermiştir. Erzurum’un Ruslara teslim olmasında
etkili olan Ermeni kuvvetleri bu esnada şehirdeki Müslüman
halka eziyet etmekten de geri durmamıştır. Savaş sonunda
Ermenilerin bir kısmı Doğu Anadolu’dan Rusya hâkimiyetindeki
Ermenistan vilâyetine göç etmiştir. Böylece Rusya’nın
sıcak denizlere inme politikası icabı ihtiyaç duyduğu yollardan
birisi olan Doğu Anadolu’da müttefik bir unsur oluşturulmuştur.
Berlin Kongresi'nden sonra Balkanların hemen
hemen tamamının Osmanlı Devleti'nden ayrılması ile Rusya'-
nın sıcak denizlere inebileceği tek yol olarak Boğazlar ve Kafkaslar-
Doğu Anadolu kalmıştır. Bu da Doğu Anadolu'daki
Ermenilerin önemini daha da artırmıştır.
l774 Küçük Kaynarca Antlaşması ve l829 Edirne Antlaşması
ile Osmanlı ülkesindeki Ortodoks Hıristiyanlar üzerinde
söz sahibi olan Rusya hem bu yolla, hem de savaşlarda genellikle
Kafkasları ve Doğu Anadolu'nun bir kısmını sık sık işgal
etmeye başladığı için oralardaki Ermeniler üzerinde propaganda
yaparak bölgeyi Osmanlı Devleti’nden ayırma projesine
hız vermiştir. Bu faaliyetler 93 Harbi ile iyice artmıştır.
Ayastefanos Antlaşması'nın l6. Maddesine göre Rusya, Osmanlı
Devleti'ne, “Ermenilerin yerleşmiş oldukları eyaletlerde
bölge menfaatlerinin gerektirdiği ıslahat ve tensikatı vakit kaybetmeksizin
icra edeceğini ve Ermenilerin Kürtlere ve Çerkezlere
karşı emniyetlerini koruyacağını taahhüt eder” maddesini
kabul ettirdikten sonra ayrılıkçı faaliyetler iyice gün yüzüne
çıkmıştır. 93 Harbi ve sonrası gelişmelerden iyice cesaretlenen
Ermeniler, Rusya, İngiltere gibi Osmanlı Devleti üzerinde birtakım
emelleri olan devletlerin desteğini arkasına aldıktan
İbrahim Tellioğlu
44
sonra Anadolu'da bağımsız bir Ermeni devleti kurma emeliyle
silahlı faaliyetlerine başlamışlardır.
Ermeni Meselesi ve Fransa
Ermeni meselesinin doğuşunda 1789 Fransız ihtilalinin
ortaya çıkardığı bağımsızlık düşünceleri oldukça etkili olmuştur.
Fransa Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermenilerle ilk ilgilenen,
Anadolu’da kurmak istediği iktisadi nüfuz alanları için
Ermenilerden faydalanmayı ilk düşünen, Ortadoğu ve Akdeniz’de
denge sağlamak için Ermeni ayrılıkçı hareketlerine destek
veren bir ülkedir. Özellikle Suriye’yi işgal ettikten sonra
Ermenilerin koruyucusu olan Fransa daha sonra Büyük Ermenistan
vaat ederek Ermenileri etki alanına çekmeye çalışmıştır.
Amerikalıların yaptığı misyonerlik faaliyetleri gibi
Fransızlar da Ermeniler arasında Katoliklik propagandası
yapmıştır. Böylece Katolikliğin hamisi olarak Osmanlı Devleti’nin
gayrimüslim tebaası ile ilişkilerini artırmıştır.
1828’de Ermeni Katoliklerin sürgün edilmesinden sonra
Katolikler, Fransa ve diğer Katolik devletlerin vasıtasıyla Osmanlı
Devleti’nden ayrı bir cemaat olma taleplerini yenilediler.
Osmanlı, 1830 yılında Fransa’nın zorlamasıyla Katolik
Ermeni cemaatini millet olarak tanıdı. Böylece tüm Katolik
Ermenilerle beraber diğer azınlıklara mensup Katolikler de
dini konularda bu makama bağlandı.
1830’larda 70 kadar olan Katolik okullarının sayısı
1850’lerde 90’a çıktı. Daha sonra giderek eğitim-öğretim faaliyetleri
içine giren cemaat okulu niteliğindeki bu kurumlar,
azınlık grupları içinde teşkilatlandı. Yardım maksadıyla bu
cemaatlere yaklaşan yabancı devletlerin etkisiyle, bir kısım
Ermeniler kısa zamanda bu devletlerin etkisi altına girdiler.
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
45
İngiltere, Amerika, İtalya gibi Fransa da, bu okullarda Ermenilere
kendi dil, tarih ve kültürlerini öğretmekle kalmadı, onlara
aynı zamanda ihtilal ve bağımsızlık fikirleri de aşılayarak
kendi etkisi altına almaya çalıştı.
Osmanlı Devleti Ermenilerin Fransa’daki çalışmalarına
karşı çeşitli tedbirler almış, bazı girişimlerde bulunmuştur.
Özellikle Ermenilerin medya aracılığıyla yaptıkları propagandalara
karşı Osmanlı Devleti cevap hakkını kullanmıştır.
Osmanlı Devleti, Fransa’ya göç eden Ermenilerin kimler olduğunu,
hangi yollarla Fransa’ya gittiklerini öğrenmeye çalışmış,
aynı zamanda yabancı ülkelere girmek için bu Ermenilere
geliş gidişlerinde yardımcı olanların kimler olduğunu öğrenerek
gerekli tedbirleri almaya çalışmıştır. Fransa devamlı
Osmanlı Devleti’ne Ermeniler lehinde müdahalelerde bulunmuştur.
Meydana gelen olaylarla ilgili yalan yanlış bilgiler
yöredeki misyonerler veya Ermeniler tarafından Konsolos
Yardımcısına veya Konsolosa gönderilmiş, Konsoloslar bu
kaynaklardan aldıkları bilgileri İstanbul’daki büyükelçiliğe,
büyükelçilik de olayla ilgili bilgileri bağlı bulunduğu Dışişleri
Bakanına iletmiştir. Böylece haber, bütün Avrupa basınına ve
bu işle uğraşanlara ulaştırılmış oluyordu. Anadolu vilayetlerinde
bulunan Fransız Konsolosları büyükelçiliğe asılsız telgraflar
çekip, duydukları her şeyi gerçekmiş gibi anlatarak ortamın
gerginleşmesine yol açmışlardır. Fransa, Osmanlı mahkemelerinin
verdiği kararlara da saygı duymamış, adli müdahalelerde
bulunmuştur. Fransa’nın Anadolu’da görevli
Konsolosları Ermeniler lehine her türlü müdahalede bulunarak
Osmanlı Devleti’ni idari açıdan güç durumda bırakmışlar,
içişlerine müdahale etmişlerdir.
Fransa’nın Ermeniler lehinde Osmanlı Devleti üzerindeki
en büyük müdahalesi 1895-1897 yılları arasında Anado
İbrahim Tellioğlu
46
lu’da Ermeniler için ıslahat yapılması konusunda olmuştur.
Fransa’nın Osmanlı Devleti’ne yönelik ıslahat konusundaki
baskıları devam ederken, esas amaçları muhtar bir yönetime
kavuşmak olan Ermeniler 30 Eylül 1895’de İstanbul’da olaylar
çıkarmışlar, 1895 Aralık ayında da Zeytun’da isyan etmişlerdir.
Zeytun isyanının elebaşıları İngiliz Konsolosu himayesinde
13 Şubat’ta Zeytun’dan ayrılıp Mersin’e gelmiş, Mersin’deki
Fransa Konsolosu’nun garantisi altında Marsilya’ya,
oradan da Paris’e gitmişlerdir. Böylece Ermeniler Avrupa’nın
dikkatini tekrar Osmanlı Devleti üzerine çekmeyi başarmışlardır.
Nitekim bu olay üzerine Fransa Dışişleri Bakanı, Osmanlı
Devleti’nin Paris büyükelçisine verdiği notada, olayların
önlenmesi için derhal Ermeni işleri hakkında karar alınmasını
istemiştir. Hatta Fransa, meydana gelen olaylar üzerine
Akdeniz donanması tarafından her yıl gerçekleştirilen olağan
manevrayı bir ay öne almıştır.
Ermeni Meselesi ve Almanya
Ermeni meselesinin gelişiminde Almanya diğer Avrupa
devletlerinden farklı bir tavrı vardır. Diğer devletler gibi Almanya
da sevke uğrayan Ermenilerin Osmanlı Devleti tarafından
yok edildiğini ileri sürerken bu olayın kanunu çıktığında
Osmanlı Devleti’nin müttefikiydi. Bu açıdan öbür devletlerden
ayrılmaktaydı.
Alman kamuoyunun Ermeni meselesinde taraf olmasında
bu ülkede faaliyet gösteren Ermeni kuruluşlarının büyük
rolü vardır. Doğu’daki Hıristiyanlara Alman Yardım ve Dayanışma
Derneği, Alman Protestanları Yardım Delegasyonu,
Protestan Alman Komiteleri Doğu Delegasyonu ve Alman-
Ermeni Cemiyeti gibi kuruluşlar bunların en önemlileriydi.
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
47
Bu kuruluşlar Alman Hükümeti ve Alman Dışişleri Bakanlığı
nezdinde çeşitli girişimlerde bulunarak, Ermenilerin haklarını
savunmaktaydı.
Diğer yandan Ermeni Meselesi’nin Avrupa kamuoyunda
yer bulmasında büyük gayretler gösteren Protestan bir Alman
papazı olan Johannes Lepsius, Avrupa ülkelerinde Ermeni
propagandası yapmak için kilisedeki görevinden ayrılarak,
Berlin’de Ermenistan için Alman Yardım Derneğini kurdu.
Ermenistan için Alman Yardım Derneği, Ermeniler lehine
kamuoyu oluşturmak amacıyla, 1896 yılında Almanya’da
Türklerin aleyhine başlatmış olduğu kampanya ile özellikle
kilise çevrelerinde büyük destek gördü.
Birinci Dünya Savaşı başladığında, Lepsius’un, Alman
kilise çevrelerinin ve muhafazakâr Alman politikacılarının
çabaları sonucu, Almanya’da önemli bir Ermeni lobisi oluştu.
Bunun en önemli göstergesi savaş başladıktan kısa bir süre
sonra Almanya’nın Ermenileri desteklemesi halinde Kafkas
cephesinde Türklere destek verilebileceği, buradaki Osmanlı
birliklerinin de Suriye ve Mısır’a kaydırılarak buradaki Alman
ordularına destek olabileceği gibi bir takım garip öneriler
gündeme getirildi. Almanya arada kalmıştı. Bir yandan Osmanlı
Devleti’nin müttefikiyken, diğer yandan İtilaf Devletleri
tarafından Ermeni soykırımına destek verdiği yönündeki
propagandadan kurtulmaya çalışıyordu. Ancak, Birinci Dünya
Savaşı sırasında Alman Dışişleri Bakanlığı’nda Osmanlı
topraklarındaki propaganda işlerinden sorumlu olan Max
Freiherr von Oppenheim’in hazırladığı rapordan da anlaşılacağı
üzere Almanya, İtilaf Devletleri ile ABD’nin Türkiye’de
bir Ermeni soykırımı yaşandığına dair iddialarını gerçekçi
bulmuyordu.
İbrahim Tellioğlu
48
ERMENİ AYRILIKÇI HAREKETİNİN ORTAYA ÇIKIŞI
Berlin Antlaşması’ndan sonra Ermeni sorunu iki yönde
gelişmiştir. İlk olarak Batılı devletlerin Osmanlı Devleti üzerindeki
baskı ve müdahaleleri; ikincisi Anadolu, Suriye ve
Rumeli'de yaşayan Ermenilerin Anadolu'nun çeşitli yerlerinde,
özellikle Doğu Anadolu ve Kilikya'da yeraltında örgütlenmeleri
ve silahlanmalarıdır. Bu kışkırtmalar sonucunda
Doğu Anadolu'da 1880'den itibaren çeşitli Ermeni komiteleri
kurulmaya başlamıştır. Ancak, Osmanlı yönetiminden şikâyeti
olmayan Ermeni halkının ilgisini çekmediğinden başarılı
olamadı. Ayrılıkçı hareket taşradaki Ermenilerin alt gelir seviyesine
mensup olanları arasında yaygınlık kazanmıştır. İstanbul
Ermenileri ve Amira adı verilen idareciler saraya bağlıdır.
Bazı Ermeni tarihçileri, ayrılıkçıların öldürdüğü Ermeni
sayısının öldürülen Türklerden fazla olduğuna dikkat çekerek
cemaat arasındaki bu kavgaya vurgu yapar. Osmanlı Ermenilerini,
harekete geçirmek mümkün olmayınca, bu kez Rus
Ermenilerine Osmanlı toprakları dışında komiteler kurdurulması
yoluna gidilmiştir.
1887'de Cenevre'de sosyalist eğilimli, ılımlı militan
Hınçak Komitesi, 1890'da ise Tiflis'te aşırı, terör, isyan, mücadele
ve bağımsızlık yanlısı Taşnak Komitesi ortaya çıkmıştır.
Bu komitelere, Anadolu topraklarının ve Osmanlı Ermenilerinin
kurtarılması hedef olarak gösterilmiştir. İlk isyan 1890 yılında
Erzurum’da başlatıldı. Bunu, yine aynı yıl meydana gelen
Kumkapı gösterisi, 1892-93'te Kayseri, Yozgat, Çorum ve
Merzifon olayları, 1894'te Sasun isyanı, Babıali gösterisi ve
Zeytun isyanı, 1896'da Van isyanı ve Osmanlı Bankası'nın işgali,
1903'te ikinci Sasun isyanı, 1905'te Sultan Abdülhamid'e
suikast girişimi ve nihayet 1909'da gerçekleşen Adana isyanı
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
49
izlemiştir. Osmanlı Bankası’nı basan Ermeniler İngiltere’nin
baskısı sebebiyle sürgün cezasıyla kurtulmuşlardır. Ancak
Doğu Anadolu’daki Ermeni isyanlarına bölgedeki Kürt aşiretleri
büyük tepki göstermiştir. 1906-1922 yılları arasında Anadolu’da
ve Kafkaslarda, 517.955 bin Türk, Ermeniler tarafından
katledilmiştir. Sayısı tespit edilemeyenlerle birlikte bu rakam
2 milyonu bulmaktadır. 1912-13 Balkan Savaşları sonucu
Rumeli’nin tamamen kaybedilmesiyle Türklere yönelik katliam
ve göçler artmış, I. Dünya Savaşı sürecinde de devam etmiştir.
1821-1922 yılları arasında beş milyondan fazla Müslüman’ın
göç etmek zorunda kaldığını, beş buçuk milyon kişinin
de katliam, açlık ve hastalıktan ölmüş olduğu uluslararası
kaynaklarca belirtilmektedir. Cumhuriyet’in ilk dönemlerine
kadar Türkiye’ye gelen göçmen sayısının yedi milyon civarında
olduğu tahmin edilmektedir. İşte, I. Dünya Savaşı’nın
bu acılı yılları arasında Osmanlı Hükümeti, Ermeni ayrılıkçılarına
karşı bir takım tedbirler alarak cephe gerisindeki sivil
halkı korumak üzere harekete geçmek zorunda kalmıştır.
İlk olarak 24 Nisan 1915’te cephe gerisinde faaliyette bulunan
Ermeni komitecilerine yönelik bir operasyon yapılmış
ve vatana ihanet eden 2345 komiteci tutuklanmıştır. 27 Mayıs
1915 tarihinde Meclis’te, Vakt-i Seferde İcraat-ı Hükümete Karşı
Gelenler İçin Cihet-i Askeriyyece İttihaz Olunacak Tedabir Hakkında
Kanun-ı Muvakkat kanunu çıkarılmış, 25 Kasım 1915’te
sevkiyatın durdurulması ile ilgili bir emirle zorunlu göç de
sona erdirilmişti.
1914 Osmanlı nüfus istatistiklerine göre ülkede yaşayan
Ermeni nüfusu 1.221.850'dir. Bunlardan 82.880'i İstanbul,
60.119'u Bursa, 4.548'i Kütahya Sancağı ve 20.237'si Aydın vilayetinde
olmak üzere toplam 167.778’si zorunlu iskâna dâhil
edilmedi.
İbrahim Tellioğlu
50
ZORUNLU SEVK VE İSKÂN KANUNU
I. Dünya Savaşının başlaması ile zorunlu sevk ve iskân
kanununun çıkarılması arasında Osmanlı idaresinin Ermenilere
yönelik politikası çeşitli aşamalar halinde ele alınabilir.
Osmanlı Devleti savaşa girdiği sırada Ermeni komitelerinin
faaliyetleri ve ayrılıkçı Ermenilerin çıkardığı isyanların zamanla
kesilebileceği yönündeki beklentiler sebebi ile Dâhiliye
Nazırı Talat Paşa’nın Erzurum Mebusu Vartkes Efendi'yi
uyarması örneğinde olduğu gibi bu faaliyetlerin durdurulması
yönünde uyarı yapma dışında bir tasarrufta bulunmamıştı.
Bununla birlikte Ermenilerin dış bağlantılarının koparılması
açısından bazı girişimler de yapılmaktaydı. Talat Paşa’nın
Aralık 1914'de doğu vilâyetlerine gönderdiği gizli bir talimattan
anlaşıldığı kadarıyla özellikle Ermenilerin eğitimiyle ilgilenen
yabancı kuruluş ve memurlarının harp sırasında başka
bölgelere gönderilmeleri düşünülmekteydi. Zeytun isyanına
kadar süreç bu şekilde devam etti.
Zeytun isyanı sadece bu bölgeyle sınırlı kalmayıp Antep
ve civarını da etkileyince Maraş ve civarındaki Ermenilerin
bir kısmı Halep’in güneydoğusu ile Urfa ve Zor civarına yerleştirilmişti.
Bu uygulama ile Ermenilerin ayrılıkçı faaliyetlerine
yönelik ilk yaptırım da ortaya çıktı. Ancak bu uygulama
soruna çare olmaya yetmedi. 25 Şubat 1915’te Başkumandanlık
tarafından bütün birliklere gönderilen tamimde, Ermenilerin
topyekûn bir isyan hazırlığı içerisinde olduğuna dikkat
çekilmekteydi. Bu cümleden olmak üzere komutanların olaylara
karşı dikkatli olması, gerektiğinde örfi idare ilan ederek
kalkışmalara müdahale etmeleri, ayrıca Ermeni erlerin seyyar
ordularda ve silahlı hizmetlerde kullanılmaması emrediliyordu.
1 Nisan’da ise Dâhiliye Nezareti olaylara karıştığı tespit
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
51
edilen Ermeni polis ve memurların görev yerlerinin değiştirilerek
uygun olan bölgelere gönderilmeleri emrini vermişti. 24
Nisan’da ise yani seferberlik ilanından 9 ay sonra Ermeni ayrılıkçı
faaliyetlerine yönelik ilk faaliyet yapıldı.
Ermeniler soykırım iddialarını bu tarihte andığı için 24
Nisan tarihi kamuoyunda yaygın olarak zorunlu göçün başlatıldığı
tarih olarak bilinir. Oysa bu tarihte Hükümet, Ermeni
komitelerinin kapatılması kararını almıştır. Bu tamimin yayınlanmasının
ardından Hınçak ve Taşnak partilerine mensup
2345 kişi tutuklanmış, Ankara ve Çankırı’ya nakledilmişlerdir.
Böylece ayrılıkçı Ermenilere yönelik ilk önemli tedbir
alınmış oldu.
24 Nisan’dan sonra ayrılıkçı Ermenilere yönelik ikinci
hamle 2 Mayıs 1915’te yapılmıştır. Van isyanı devam ederken
bazı Ermeni gruplarının eşkıyalık faaliyetlerini yoğunlaştırması
üzerine Başkumandan Vekili Enver Paşa, cephe gerisinde
asayişin sağlanması maksadıyla Van Gölü ve çevresindeki
isyancı Ermenilerin başka yerlere nakledilmesi konusunda
Dâhiliye Nazırı Talat Paşa’ya bir yazı yollamıştır. Enver Paşa
bu yazısında: “Bir mahzuru yoksa isyancıların ailelerini ve isyan
bölgesi halkını sınırlarımız dışına göndermeyi ve onların
yerine dışarıdan gelen Müslüman halkın yerleştirilmesini tercih
ederim” demektedir. Yazıda bahsedilen Müslüman halk, Ruslar
tarafından sürülerek bölgeye sığınmak zorunda kalan
göçmenlerdir. Bu haber üzerine Talat Paşa da Ermenilerin zorunlu
göçünü başlatmıştır.
Zorunlu göçün ilk aşaması Van, Bitlis ve Erzurum bölgelerinde
bulunan Ermenilerin savaş alanı dışına çıkarılmasına
yönelik faaliyetlerle başlar. Diğer yandan Rusya, İngiltere ve
Fransa'nın, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Ermenilerin öldürüldükleri
iddialarıyla yaptıkları baskılar sonucu Talat Pa
İbrahim Tellioğlu
52
şa’nın, Sadaret'e verdiği tezkire üzerine 27 Mayıs 1915 tarihinde
Vakt-i Seferde İcraat-ı Hükümete Karşı Gelenler İçin Cihet-
i Askeriyyece İttihaz Olunacak Tedabir Hakkında Kanun-ı
Muvakkat çıkarıldı ve yürürlüğe kondu. Böylece komutanlara,
asayişi bozan silâhlı saldırgan ve direnişçileri, tecavüz ve direnişleri
sırasında imha etme; casusluk ve vatana ihanet eden
köy ve kasaba halkını tek tek veya toplu halde başka yerlere
sevk ve iskân etme yetkileri verilmekle tehcir işi orduya devredilmiş
oldu. Başlangıçta zorunlu iskâna tabi tutulan Ermeniler
Kafkas, İran ve Sina cephesinin gerisinde kalan bölgelerdeki
ayrılıkçı unsurlardı. Kafkas ve İran cephesinin gerisinde
bulunan Erzurum, Bitlis ve Van bölgeleri ile Sina cephesi
gerisinde bulunan Mersin ve İskenderun bölgelerinde yaşayan
Ermeniler göçe tabi tutulmuştu. Sonradan bu uygulamaya
isyan çıkaran ve Ermeni komitecilerine yataklık eden
diğer bazı vilâyetlerdeki Ermeniler de dâhil edildi.
Zorunlu göç olayıyla ilgili yetki başlangıçta askeri makamlara
bırakılsa da kısa süre zarfında çeşitli düzenlemeler
yapılarak uygulamaların genel çerçevesi belirlendi. 10 Haziran
1915 tarihinde yayınlanan talimatname ile tehcire tabi tutulan
Ermenilerin malları koruma altına alındı. Terkedilmiş
Mallar Komisyonu kuruldu. Bu komisyonlar boşaltılan köy
ve kasabalardaki Ermenilere ait malları tespit ederek ayrıntılı
defterlerini tutacaktı. Defterin biri mahallî kiliselerde korunacak,
biri mahallî yönetime verilecek, biri de komisyonda kalacaktı.
Bozulabilir eşya ile hayvanlar açık artırma ile satılacak
ve parası korunacaktı. Komisyon bulunmayan yerlerde bu
görevi mahallî görevliler yerine getirecekti. Bu malların korunmasından
Ermeniler dönünceye kadar hem komisyon
hem de mahallî idareler sorumlu olacaktı.
Zorunlu iskân kararından sonra ayrılıkçı Ermeniler kafi
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
53
leler halinde çeşitli vasıtalarla iskân bölgelerine sevke başlanmıştır.
İlk olarak Zeytun, Maraş ve Haçin gibi problemli
yerlerden Konya'ya sevkiyat yapılmış ancak bu unsurların
bölgedeki varlığı tehlike oluşturmaya başladığı için 26 Nisan
1915’te buraya sevkiyat durdurularak aynı grup yeniden Urfa,
Zor ve Halep'in güneydoğusuna nakledilmiştir. Adana,
Ankara, Aydın, Bolu, Bitlis, Bursa, Canik, Çanakkale, Diyarbakır,
Edirne, Eskişehir, Erzurum, İzmit, Kastamonu, Kayseri,
Karahisar, Konya, Kütahya, Mamuretülaziz, Maraş, Niğde,
Samsun, Sivas, Trabzon ve Van şehirlerindeki ayrılıkçı Ermeni
gruplar Halep, Rakka, Zor, Kerek, Havran, Musul, Diyarbakır
ve Cizre'ye Ermeniler sevk edilmiştir.
Ermenilerin yer değiştirmesi sırasında devlet çeşitli tedbirler
almıştır. İlk olarak sevk edilen Ermenilerin gittikleri
yerlerdeki nüfusları devamlı kontrol edilmiş ve Müslüman
ahalinin % 10'unu geçmemesine özen gösterilmiştir. Ayrıca
Ermeni nüfusun belli bir yerde toplanmalarını sakıncalı görerek
ayrı kasaba ve şehirlere yerleştirmiştir. Ermeni kafilelerinin
iskân yerlerine sevk edilirlerken yakın ve ulaşımı kolay
yollar tercih edilmiş, ayrıca emniyet ve muhafazaları için özen
gösterilmiştir. 25 Kasım 1915’te sevkiyatın durdurulması ile
ilgili bir emirle zorunlu göç de sona erdirilmiştir.
ZORUNLU SEVK VE İSKÂN KARARININ TATBİKİ
Zorunlu sevk ve iskân kanunu çıktıktan sonra bunun nasıl
uygulanacağına dair çeşitli düzenlemeler yapılmıştır. Bu
düzenlemeler devletin bu yer değişikliğini yapma maksadı,
uygulamanın şekli konusundaki tasarrufları ve umduğu sonuçlar
hakkında genel çerçeveyi ortaya koyar.
Osmanlı arşivlerindeki kayıtlara bakılırsa yer değiştirme
İbrahim Tellioğlu
54
uygulamaları Ermenilerin sadece ayrılıkçı grubu ile ilgilidir.
Osmanlı Devleti aleyhine faaliyette bulunmayan Katolik ve
Protestan Ermenilerin uygulama dışı tutulması devletin topyekûn
bir harekete girişmediğinin açık bir göstergesidir. Aynı
şekilde asker ve asker aileleri, taşradaki Osmanlı Bankası çalışanları,
Reji idaresi, Düyun-ı Umûmiyye ve bazı konsolosluklarda
görevli Ermeni memurların kapsam dışı bırakılması,
devletin Ermenilere yönelik toplu bir eylem planı oluşturmadığının
delilidir. Sadece bu meslek gruplarından ayrılıkçı faaliyetlere
iştirak edenler görevden el çektirilmiştir. Ayrıca demiryollarında
çalışanlar örneğinde olduğu gibi bazı meslek
gruplarındaki amele ve ustalar ile ticaretle uğraşanlar da vazifelerine
devam ettirilmiştir.
Osmanlı belgelerinde göçle ilgili evrakların önemli bir
kısmında bazı Ermeni vatandaşlarının mağdur edilmemesi
için özel çaba gösterildiği dikkat çekmektedir. Bunlar, sağlık
durumu bozuk olanlar, yetim çocuklar, dul kadınlardır. Bilhassa
yetim çocuklara vurgu yapılan belgelerde onların yetimhanelere
yerleştirilerek güven altına alınmaları ve hayatlarını
sürdürebilmeleri için bütün imkânların seferber edilmesi
sık sık vurgulanmaktadır. Aynı şekilde sağlık durumları müsait
olmayanların ve dul kadınların göçten istisna tutularak
yaşadıkları yerlerde hayatını devam ettirmesi sağlanmıştır.
Hem bu şartlarda olanların hem de olaylara karışmayanların
sevk edilmeyecekleri yazışmalarda ısrarla pek çok kez tekrarlanmaktadır.
Göçün uygulanması sırasında karşılaşılan ekonomik zorluklar
belgelere yansıyan diğer bir gelişmedir. Sık sık yiyecek
sıkıntısına atıf yapılan bu belgelerde eksikliklerin tamamlanması
için ek görev çıkarılan kurumlar ve faaliyetlerine yer verilmektedir.
Bu ihtiyaçların karşılanması maksadıyla ilgili
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
55
eyalet ve sancaklara gönderilen 2.250.000 kuruşun yetmediği
ve bütçeye takviyeler yapıldığı bu durumun bir örneğidir.
Kaynaklara yansıyan diğer bir sıkıntı sevkiyat noktalarındaki
yığılmadan kaynaklanan problemlerdir. 1915 yılı bütçesine
söz konusu masraflar için yeni ödenekler tahsis edilmesi de
zorunlu göçün önceden planlanmadığının göstergesidir.
Göç sırasında ve geri dönülmelerine müsaade edildikten
sonra Ermenilerin durumu hakkında belgelere yansıyan tedbirlerin
çokluğu dikkat çeker. Bunların başında, sevk edilen
Ermenilerin geride bıraktıkları emtia ile ilgili olanlar içerisinde
sevk edilen Ermenilerin mallarının muhafaza edilmesi
vardır. Ermenilerin boşaltıldığı yerlerdeki mahsullerin kaldırılması,
metruk malların muhafaza ve deftere kaydedilmesi,
sürgün edilen Ermenilerin borçlarının alınmayacağı, memleketlerine
geri dönenlere mallarının teslimi, resmi dairelere geçici
olarak nakledilen eşyaların sahiplerine verilmesi gibi meseleler
yazışmalara konu olmuştur. İkinci olarak Ermeni çocuklarının
yetimhanelere yerleştirilmesi, İslam aileleri yanında
bulunan Ermeni çocuklarının Ermenilerden oluşan komisyona
teslimi, gayrimüslim çocukların akrabalarına veya cemaatlerine
teslimi sıkça üzerinde durulan konulardır. Göç
edenlerin güvenliği ve iaşesiyle ilgili konular ise dikkat çeken
diğer bir husustur. Sevk olunan Ermenilerin yollarda korunmaları,
bunlara saldıranların cezalandırılmaları, Erzurum'dan
sevk olunan Ermenilerin taarruza uğradığı, muhafazaları için
gerekli önlemlerin alınması da dikkat çekici başlıklardır. Ermenilerin
iaşe ve iskân masraflarının Muhacirîn Tahsisatından
tesviyesi, geri dönen Rum ve Ermenilerin iaşe, sevk ve
iskân durumlarını inceleyecek komisyonun masraflarının
karşılanması, tehcir sırasında Ermenilere fenalıkta bulunanlar
hakkında tahkikat, Keskin Kazası Kaymakamı Talat Bey'in
İbrahim Tellioğlu
56
Ermenileri öldürdüğü iddiasının araştırılması gibi pek çok
mesele yazışmalara konu edilmiştir. (Bkz. Ek)
Ermenilerin taşınmaz mallarının durumu ile ilgili yazışmalardan
anlaşıldığı kadarıyla sevk edilen Ermenilerin geride
kalan taşınmaz malları hükümetçe kendileri namına müzayede
usulüyle satılmış ve sonradan Emval-i Metruke Komisyonu
aracılığı ile bedelleri ödenmiştir. Terkedilmiş mal ve eşyanın
devlet memurlarınca suistimale meydan verebileceği düşüncesiyle
satın alınması önce yasaklanmış, sonradan gerçek
fiyatı ve peşin para ödemek şartıyla Ermenilerden ev satın
almaları serbest bırakılmıştır.
25 Kasım 1915 tarihinden itibaren kış gelmesi dolayısıyla
ilgili Anadolu vilâyetlerine gönderilen bir emirle sevkiyatın
geçici olarak durdurulduğu bildirilmiş, kısa süre sonra da
Ermeni sevkiyatına son verildiği, bundan böyle hiçbir sebep
ve vesile ile sevkiyat yapılmaması tebliğ edilmiştir. Osmanlı
Hükümeti tehcir kararı aldıktan sonra gerek sevkiyat esnasında
gerekse sevkiyata son verildikten sonra Ermenilerin
emniyetlerinin sağlanması ve geride bıraktıkları haklarının
korunması hususlarında hassas davranmıştır. Buna rağmen
sevkiyat esnasında mevcut kolluk kuvvetlerinin yetersizliği
sebebiyle eşkıyanın saldırılarına uğrayarak hayatını kaybeden
Ermeniler olduğu gibi humma ve tifo hastalıklarına yakalanarak
ölenler de olmuştur.
ZORUNLU SEVK VE İSKÂNIN GÜNÜMÜZE
YANSIMALARI
Ermenilerin zorunlu iskânı ile ilgili olarak çeşitli iddialar
vardır. Bunlardan birisi Ermenilerin zorla göç ettirildikleri
Doğu Anadolu ile Sivas ve Çukurova bölgesindeki yerlerde
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
57
nüfusun çoğunluğunu oluşturduğudur. Dönemin yabancı
kaynaklarında ve Osmanlı nüfus sayımı sonuçlarında Ermenilerin
en yoğun olarak bulundukları bölgelerde bile nüfuslarının
Türk nüfusun % 25’ini geçemediği anlaşılmaktadır. Bu
kaynaklardaki veriler farklı olsa da yaklaşık 1.3 ila 1.5 milyon
arasında Ermeni’nin yaşadığı görülmektedir. 1914 Osmanlı
nüfus istatistiklerine göre ülkede yaşayan Ermeni nüfusu
1.221.850'dir. Ancak tehciri ülkelerinde dile getiren çevreler
bu verileri göz ardı ederek Ermeni Patrikhanesinin rakamlarına
itibar etmektedir. Partikhanenin verilerine göre Osmanlı
Devleti’ndeki Ermenilerin nüfusu 3 milyondu. Yani öldürüldüğü
iddia edilen Ermenilerin sayısı Osmanlı Devleti’nde yaşayanlardan
fazlaydı.
İkinci olarak tehcir ile Ermenilerin sistemli bir şekilde
yok edildiği iddiaları gündeme getirilmektedir. Ancak yapılan
bu düzenlemeler incelendiğinde Ermenilerin bir soykırıma
değil, savaş bitene kadar güvenli bölgelere çekildiği açıktır.
Bir başka deyişle Osmanlı Devleti en temel görevlerinden
birisi olan cephe gerisindeki sivillerin güvenliğini sağlamak
için teröre alet olanları geçici bir süre başka bir yere nakletmek
zorunda kalmıştır.
Göç hadisesini “soykırım” olarak niteleyen çevrelerin
elindeki temel belgeler Talat Paşa’ya ait olduğu iddia edilen
telgraflardır. 1920’de Londra’da Naim Bey'in anıları / Ermenilerin
Tehcir ve Katliamına İlişkin Resmi Türk Belgeler ismiyle
yayınlanan bir eserde ilk defa gündeme getirilen bu telgrafların
uydurma olduğu 1983’te ortaya konuldu. Ancak, 1920’den
beri bu sahte telgrafla dünyada soykırım yapıldığına dair bir
algı oluştu.
AİHM'nin 17.12.2013 tarih ve 275101/08 numaralı kararında
olduğu üzere 1915 olayları soykırım olarak nitelendiri
İbrahim Tellioğlu
58
lemeyeceği hukukî olarak ortaya konmuştur. Sadece bu karar
üzerinden Avrupa’da açılacak davalarla soykırım iddialarının
okullarda ders kitaplarından çıkartılmasından ifade özgürlüğü
bağlamında soykırım iddialarının ilmî zeminde yeni tartışmaya
açılmasına kadar birçok yeni gelişme ortaya çıkabilir.
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
59
SONSÖZ YERİNE
Türkler ve Ermeniler, 5. yüzyıldan beri ilişkileri takip
edilebilen iki topluluktur. Ermenilerin Türklere bakışı şartlara
bağlı olarak değişkenlik göstermiştir. Esas itibariyle Ermenilerde
Türk düşmanlığı ya da sempatisi olduğu gibi genellemeler
yapmak doğru değildir. Aynı durum Türk tarafı için de
geçerlidir. Benzer şekilde 15 asırdan fazla bir süre devam
eden ilişkileri de 20. yüzyılın başlarındaki gelişmelere sıkıştırarak
Türk-Ermeni münasebetlerini izah etmeye çalışmak da
en azından iki topluluğun ortak geçmişinin derinliğine saygısızlık
etmek olur.
Ermeniler, kendilerine müttefik olan Hun, Hazar gibi
gruplarla iyi komşuluk ilişkisi kurdukları Akhunlar gibi Türk
toplulukları hakkında olumlu kanaatlere sahiptir. Bu topluluklardan
bir zarar görmedikleri gibi zaman zaman onların
desteğiyle düşmanlarıyla mücadele edebilmişlerdir. Aksi bir
durum olduğunda ise tabii olarak Türklere bakışları da değişir.
Yukarıda müttefiki olduğundan bahsedilen Hazarlar Doğu
Anadolu’ya girdiğinde Ermeni tarihçilerinin onlar hakkındaki
tanımlamaları farklılaşır. Bu tanımlamalardan herhangi
birinden hareket ederek Ermeniler Türklere dost ya da
düşmandır gibi bir değerlendirme yapmak sağlıklı olmaz.
Türk Ermeni ilişkilerinin sorunlu hale gelmesinde Selçukluların
Anadolu’ya yönelmesinin büyük yeri vardır. Bu
dönemde Ermeni kaynaklarındaki Türk tasvirlerinde abartı
ve öfke dili öne çıkar. Selçukluların Müslüman olması ve kalabalık
bir nüfusla Anadolu’yu fethetmek üzere bölgeye yönelmesi
bu tasvirlerin ortaya çıkmasında büyük rol oynar. İslamiyet’i
sahte bir din olarak kabul eden Ermeniler büyük bir
askeri güce sahip Selçukluların ülkelerini ele geçirebileceği
İbrahim Tellioğlu
60
endişesi ile korku duydukları bu topluluğu yukarıdaki gerekçelerle
tanımlamaya başlamışlardır. Anadolu’nun fethi sürecinde
Bizans İmparatorluğu ile işbirliği yapan Ermeniler, Malazgirt
Zaferinden sonra Selçuklu Devleti’nin vatandaşı olarak
yaşamaya mecbur kalmışlardır.
Selçuklu hâkimiyeti ile birlikte Ermenilerin korkularının
da boş olduğu ortaya çıkmıştır. Zira Selçuklular onlara dini,
mezhebi, ekonomik ve kültürel özgürlükler tanımışlardır. Bilim
ve insaf sahibi Ermeniler, bugün bağımsız Ermeni kilisesi
var ise bunu Türklere borçlu olduklarını söylerler. Çünkü Selçuklular
yerine Bizans bölgeye hâkim olsaydı Ermeni kilisesini
kapatarak onları Rum Ortodoks kilisesine bağlanmak zorunda
bırakacaktı. Hıristiyanlar için mezhep değiştirmenin
din değiştirme gibi algılandığı düşünülürse Selçukluların tanıdığı
özgürlüğün Ermeniler için ne kadar anlamlı olduğu ortaya
çıkar. Bu inanç ortamında daha önceki Selçuklu hükümdarları
hakkında olumsuz tasvirler kaleme alan Ermeni tarihçilerinin
vatandaşı oldukları Sultan Melikşah hakkında cihan
hükümdarı, en adil, Hıristiyanlara karşı en şefkatli hükümdar
gibi ifadeler kullanmasının sebebi de ortaya çıkar.
Selçukluların gerileme devrinde Çukurova bölgesinde
yoğunlaşmış olan Ermeniler bağımsızlık elde etme çabasına
girişmişlerdir. Bu maksatla Haçlılarla işbirliği yapmış ancak
beklentilerine karşılık bulamadıkları gibi Bizans’tan gördükleri
muamelenin benzerini onlardan görmüş ve inançları hakir
görülmüştür. Bölgede Haçlı prenslikleri kurulduktan sonra
Türkiye Selçuklularına müracaat eden bazı Ermeni önde
gelenleri, Maraş ve çevresinin yeniden Türk hâkimiyetine
geçmesi için davetçi olmuşlardır. Türkiye Selçukluları zamanında
her kargaşa döneminde bağımsızlık için sık sık isyan
eden Çukurova Ermenilerinin ayaklanmaları bastırılmıştır.
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
61
Selçuklu hâkimiyetinin sona ermesinden sonra Osmanlı vatandaşı
haline gelen Ermeniler, İstanbul'un fethinden sonra
burada kurulan patrikhane ile Hıristiyan dünyasında üst düzeyde
temsil edilmeye başlanmıştı. Ekonomik bakımdan Osmanlı
Devleti'nin en gelişen grupları içerisinde yer alan Ermeniler
devlet kademelerinde de üst düzey görevlere getirildiler.
Osmanlı Devleti'nin gerileme döneminde büyük güçlerin
hedeflerindeki topluluklardan birisi de Ermenilerdi. Ancak
Osmanlı Ermenilerinin büyük kısmı bu projelere itibar etmediler.
19. yüzyılın ortalarında ivme kazanmaya başlayan Ermeni
milliyetçiliği, 1887'de Cenevre'de Hınçak, 1890'da Tiflis'-
te Taşnak örgütlerinin kurulmasından sonra silahlı eyleme
yöneldi. 1890'dan itibaren ortaya çıkan isyanlar 20. yüzyılın
başlarında yoğunlaştı. 1906-1922 arasında Ermeni terörü sebebiyle
hayatını kaybeden Türklerin iki milyon civarında olduğu
tahmin edilmektedir. Osmanlı Devleti uzun süre bu eylemlere
karşı savunma durumunda kaldı. 24 Nisan 1915'te
Taşnak ve Hınçak partilerini kapatarak üyelerini tutuklatan
Hükümet, 27 Mayıs 1915'te de isyana kalkışan Ermenilerin
daha güvenli yerlere zorunlu olarak gönderilmesi emrini yayınladı.
29 Kasım 1915'e kadar büyük kısmı Ruslarla işbirliği
yapan Ermeniler yerlerini terk etmek zorunda kaldı. Zorunlu
göç devletin cephe gerisindeki sivilleri koruma adına aldığı
bir önlemdi. Savaş sırasında iki ateş arasında kalmamak adına
başvurduğu bir çareydi. Bugün uluslar arası hukuk çevrelerince
de kabul edildiği üzere Ermenileri yok etmek için hazırlanmış
bir düzenek değildi.
Osmanlı arşivlerindeki kayıtlara bakılırsa yer değiştirme
ile uygulamalar Ermenilerin sadece ayrılıkçı grubu ile ilgilidir.
Osmanlı Devleti aleyhine faaliyette bulunmayan Katolik
İbrahim Tellioğlu
62
ve Protestan Ermenilerin uygulama dışı tutulması devletin
topyekûn bir harekete girişmediğinin açık bir göstergesidir.
Aynı şekilde asker ve asker aileleri, taşradaki Osmanlı Bankası
çalışanları, Reji idaresi, Düyun-ı Umûmiyye ve bazı konsolosluklarda
görevli Ermeni memurların kapsam dışı bırakılması,
devletin tüm Ermenilere yönelik bir eylem planı oluşturmadığının
delilidir. Sadece, bu meslek gruplarından ayrılıkçı
faaliyetlere iştirak edenler görevden el çektirilmiştir. Ayrıca
demiryollarında çalışanlar örneğinde olduğu gibi bazı
meslek gruplarındaki amele ve ustalar ile ticaretle uğraşanlar
da vazifelerine devam ettirilmiştir. Osmanlı belgelerinde göçle
ilgili evrakların önemli bir kısmında bazı Ermeni vatandaşlarının
mağdur edilmemesi için özel çaba gösterildiği dikkat
çekmektedir. Bunlar, sağlık durumu bozuk olanlar, yetim çocuklar,
dul kadınlardır. Bilhassa yetim çocuklara vurgu yapılan
belgelerde onların yetimhanelere yerleştirilerek güven altına
alınmaları ve hayatlarını sürdürebilmeleri için bütün imkânların
seferber edilmesi sık sık vurgulanmaktadır. Aynı şekilde
sağlık durumları müsait olmayanların ve dul kadınların
göçten istisna tutularak yaşadıkları yerlerde hayatını devam
ettirmesi sağlanmıştır. Hem bu şartlarda olanların hem de
olaylara karışmayanların sevk edilmeyecekleri yazışmalarda
ısrarla pek çok kez tekrarlanmıştır.
Devlet arşivlerindeki belgelerden anlaşıldığı üzere zorunlu
göçün uygulanması sırasında Osmanlı Devleti ciddi önlemler
almıştı. Yaşlı, sakat ve çocuk olanların göç ettirilmemesinden
tutun da göç ettirilenlerin geride bıraktığı malların korunmasına
kadar pek çok önlem alındı. Günümüzde Ermeniler
bu göç sırasında bir buçuk milyon Ermeni’nin katledildiğini
iddia etmektedir. Oysa o dönemde Osmanlı Devleti’nde
bu kadar Ermeni’nin yaşamadığı hem Osmanlı kayıtlarında
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
63
hem de uluslararası kayıtlarda mevcuttur. Üstelik göç ettirilenlerin
kaç kişi olduğu bunlardan ne kadarının göç ettirileceği
yere ulaştığı kaçının hayatını kaybettiği bellidir ve bunlar
defalarca dünya kamuoyuna açıklanmıştır. Bununla birlikte
Ermeniler, gerçeklere yüz çevirerek devamlı yaptıkları lobi
faaliyetleri sonucunda bugün, dünya genelinde önemli mesafe
kat ederek, soykırıma uğradıkları tezini kabul ettirme noktasında
büyük ilerleme sağlamışlardır.
Genel olarak “4 T” planı olarak bilinen Ermeni propagandasına
göre “soykırım” tüm dünyada "tanıtılacak“, iddialar
dünya kamuoyunca kabul edilip Türkiye tarafından "tanınacak",
soykırımdan dolayı Türkiye'den "tazminat" alınacak,
"Büyük Ermenistan“ı gerçekleştirmek için gereken "toprak"
Türkiye'den koparılacaktır. Ermeniler bu tezlerini dünyaya
kabul ettirebilmek için oldukça önemli adımlar atmışlardır.
BM Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması
Alt Komisyonu, Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu,
Dünya Kiliseler Konseyi, İnsan Hakları Derneği, YMCA Avrupa
Birliği gibi uluslararası kuruluşlarda Ermenilerin soykırıma
uğradığı görüşü hâkim durumdadır. Ayrıca Ermeni lobilerinin
faaliyetleri sonucu Arjantin, Almanya, Belçika, Kanada,
Şili, Güney Kıbrıs, Fransa, Yunanistan, İtalya, Litvanya,
Lübnan, Hollanda, Polonya, Rusya, Slovakya, İsveç, İsviçre,
Uruguay, Vatikan, Venezuella gibi ülkelerle ABD’nin 41 eyaletinde
bir şekilde Ermeni tezini kabul eden kararlar alınmıştır.
En son 29 Ocak 2014’te Suriye Parlamentosu Ermeni soykırımını
tanıyan bir kanunu kabul etmiştir.
Türkiye’de Türk-Ermeni ilişkileri ve 1915 olayları ile ilgili
olarak o kadar çok çalışma yapılmıştır ki, bu konularla ilgili
bütün soruların cevap bulabileceği önemli bir külliyat ortaya
çıkmıştır. Ancak bu çalışmaların uluslar arası kamuoyuna ye
İbrahim Tellioğlu
64
terince tanıtıldığını söylemek mümkün değildir. Bu çalışmalardan
Batı dünyasındaki bilimsel çevrelerin haberi olsa da
1915’te Ermenilere soykırım yapıldığına inanan/inandırılan
insanların ilgisini çekmemektedir. 1920’de yayımlanmış bir
kitapta Talat Paşa’nın soykırım yapılması emri verdiği iddia
edilen telgrafın uydurma olduğu 1983’te ortaya çıkarılmıştı.
Ancak bu örnekte olduğu gibi 1915 olaylarıyla ilgili pek çok
çarpıtma günümüzde ortaya çıkarılsa da dünyadaki algı çok
değiştirilememiştir. Çeşitli ülkelere yayılmış, farklı ekonomik,
kültürel ve mezhepsel kimliklere sahip Ermenilerin en büyük
ortak noktası Türkler tarafından soykırıma uğratılmış oldukları
inancıdır. Ermeniler açısından bu mesele bir tarihî mesele
değil inanç meselesi haline gelmiştir. Dolayısıyla bu meseleyi
ne tartışmaya yanaşırlar ne de tarih ile yüzleşmek adına konuşmaya.
Yaptıkları propaganda etkisiyle dünyada ulaştıkları
taraftar kitlesi onları 1915 olaylarını tartışmaktan daha da
uzaklaştırmaktadır. Oysa Birinci Dünya Savaşı’nın dünyada
olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde de derin acılara sebep olduğu,
bu acılardan bütün Osmanlı vatandaşlarının etkilendiği
ana fikri üzerinden yapılacak çözümlemeler tarihi gerçeklerin
ortaya çıkması adına bir karşılık bulabilir.
Türkiye Ermenilere, arşivlerin karşılıklı olarak açılıp ortak
bir komisyon kurularak 1915 olaylarının bütün yönleriyle
aydınlatılması teklifinde bulunmuştur. Ancak yaptığı propaganda
ile uluslararası kamuoyunda önemli bir mesafe kat etmiş
olan Ermeniler bu teklife sıcak bakmamaktadır. Onlar
2015 yılında dünya çapında büyük bir çalışma yaparak “soykırım
tezini” dünyaya tanıtma amacındadırlar. Bunun ikinci
aşaması kurulacak uluslararası baskı ile Türkiye’nin soykırımı
tanımasıdır.
Ermenilerin 2015’e yönelik faaliyetleri tüm hızıyla de
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
65
vam ederken AİHM “soykırım” iddialarıyla ilgili olarak gidişatı
değiştirici mahiyette bir karara imza atmıştır. 17 Aralık 2013
tarih ve 275101/08 nolu kararında, 1915 olaylarına soykırım
denmesi zorunluluğunu kaldırmıştır. Mahkemeye göre soykırım
kavramı net ve hukuki bir kavramdır. Eylemin bir grubun
bir kısım üyelerini değil tamamını tahrip etmek kastıyla
yapılmış olması gerekir. Soykırım çok dar anlamlı hukuki bir
kavramdır, dahası ispatı zordur.
Geçmişte yaşananlar siyasetçilerin insafına bırakılamayacak
kadar kıymetlidir. Bu açıdan 1915 olaylarının tarihçiler
tarafından tartışılması Türk ve Ermenilerin geçmişiyle yüzleşmesi
açısından büyük önem taşımaktadır.
Taraflar arasında kurulacak komisyonların uluslararası
temsilcilerin de destekleri ile meselenin çözümüne ve ilişkilerin
normalleşmesine önemli katkı sağlayacağı açıktır.
AİHM’nin kararında açıkça vurgulandığı üzere 1915
olayları soykırım olarak nitelendirilemez. Bu durum altında
uluslararası camianın mahkeme kararlarına uyması gereklidir.
1915 olayları ilmin ışığında bir çözüme kavuşturulmadan
Türk Milletinin soykırım suçlaması ile karşı karşıya bırakılması
kabul edilemez bir durumdur.
İbrahim Tellioğlu
66
EK: OSMANLI ARŞİV BELGELERİNDE ZORUNLU
İSKÂN İLE İLGİLİ BELGELER 1
Meclis-i Vükela'nın Tehcir Kararı, Ayıntap muhacirlerinin
Zeytun'a sevkleri,
Konya'ya Ermeni sevkinin durdurulması, bundan sonra
gelecek grubun Halep, Zor ve Urfa bölgelerine sevk edilmeleri,
Haydarpaşa’dan trenle gönderilen Ermenilerin Ayas ve
Çankırı'ya sevkleri,
Konya'ya gönderilen Ermenilere sarf edilecek masrafın
tespiti için Ermenilerin sayısının belirlenmesi,
Komite mensubu ve sadakatsizlik gösteren Ermeni memurların
azilleri,
Zeytun Ermenilerinin ihracı,
Van ve Bitlis Vilâyetlerinde yoğun halde bulunan Ermenilerin
tard ve ihrâcı,
Haçin, Dörtyol v.s.'den çıkarılan Ermenilerin sayısı ve
gönderildikleri yerler,
Erzurum'dan çıkarılan Ermenilerin Urfa ve Musul'un güneyi
ve Zor Sancağı’na gönderilmeleri,
Van Vilâyeti'ndeki Ermenilerin Musul, Zor ve Urfa'ya yerleştirilmeleri,
Düşman taraftarı olan Hıristiyanlar ve onlarla işbirliği yapan
Müslümanlar hakkında yapılacak muamele,
Ermeni köyleri boşalttırıldıkça mevcut durum hakkında
bilgi verilmesi,
Rus hududuna yakın olması dolayısıyla Erzurum'da bulunan
Ermenilerin ihracı,
1 Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı
Belgelerinde Ermeniler, Ankara 1995.
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
67
Sevk muamelesinin Ermenilerin kalabalık olduğu yerlerde
tatbiki,
Ermeni komitecilerinden Azadamard Hacı Hayk Tiryak'ın
Ayas'a gönderilmesi,
Ezine'de bulunan 500 Ermeni’nin orada bulunmasının uygun
olmadığı ve başka yerlere sevkleri,
Develi'den Aksaray'a gönderilen Ermeniler,
Ermenilerin yerleştirilmeleriyle ilgili talimat ile iaşe ve iskân
masraflarına karşılık gönderilen havale,
Konya'ya Sevk Olunan Zeytun Ermenilerine yardım amacıyla
bir Amerikalı üye gönderilmek istendiği,
Küçük İncesu dışında liva ve bağlı yerlerden Ermenilerin
sevklerinin uygun olmadığı,
Suşehri Ermenilerinin sevki, Sivas'takilerin sevk olunmaması,
Sis Ermenilerinin sevki,
On bin muhacirin derhal sevkine imkân olmadığı, sevk
edilen Ermenilerin durumlarının tahkiki,
Ermeni murahhassının sürülmesi,
Ermenilerin Bağdat hattının batısına, doğu ve güneyine
yerleştirilmeleri,
Ermeni ahalinin sevk yerlerinin bildirilmesi, harp bölgelerindeki
ahalinin tevzii,
Sevk edilen Ermeniler hakkında yeterli malumat bulunmadığı,
Liva dâhilindeki Müslümanlarla Ermeniler arasındaki sürtüşmeler,
Ordu, Perşembe, Ulubey, Görele, Tirebolu, Sürmene ve
Trabzon'dan sevk edilen Ermeniler,
İhtida eden Ermenilerin sevki,
Esnaf ve tüccar Ermenilerin dışındaki komiteci Ermenile
İbrahim Tellioğlu
68
rin uzaklaştırılması,
Ermenilere seyahat yasağı ve Bulgar tebaasından bir Ermeni’nin
Bulgaristan'a gitme talebinin karara bağlanması,
Ermenilerin boşaltıldığı yerlerdeki mahsullerin kaldırılması,
Ermenilerin iskân edilecekleri bölgenin genişletilerek Müslüman
nüfusun % 10'u nispetinde iskânı,
Ermenilerin iskânına tahsis edilen yerlerin genişletilmesi,
Ermenilerin menkul mallarını Müslümanlara satabilecekleri,
Uzaklaştırılan Ermeniler arasında rejide görevli kimselerin
bildirilmesi,
Sevk olunan Ermenilerin borçlarının tespiti ve mallarının
muhafazası,
Ermenilere seyahat yasağının Osmanlı tebaası dışındakileri
ilgilendirmediği,
Sevk olunan Ermenilerin yerleri isimlerinin bildirilmesi,
Tehcir olunan Ermenilerin metrukâtı hakkında yapılacak
muameleler,
Zor Sancağında iskân edilen Ermenilerin nüfusun %
10'unu geçmeleri sebebiyle artık oraya sevk yapılmaması,
Katliam yapıldığı yolundaki iddiaların tahkik edilerek
Ermeniler için konulan tedbirlerin Hıristiyan ahaliye uygulanmaması,
İhtida eden Ermenilerin de uzaklaştırılmaları,
Ermeni askerlerinin amele taburlarına sevki,
Devlet siyasetini ilgilendiren hususlarda izinsiz yayın yapılmaması,
16-60 yaşları arasındaki Ermenilerin dışarı salınmaması,
Katolik Ermenilerin sevk edilmemesi,
Seferberlik müddetince ülkeye giriş ve çıkışların düzen
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
69
lenmesi,
Ermenilerle birlikte Rumların da sevki,
Erkekleri olmayan Ermeni aileleri ile küçük çocukların
tevzii,
Nakledilen Ermenilerin borç ve alacaklarının tesviyesi,
Nakledilen Ermenilerin menkul mallarının korunması,
İhtida eden, evlenen ve çocukların miras işlemleri,
Protestan Ermenilerin sevk edilmemeleri,
Ermeni mebus ve ailelerinin ihraç edilmemesi,
İstanbul'daki fotoğrafçı Papazyan'ın sevkinin ertelenmesi,
Ermenilerin sevkiyatındaki zorluk,
Antalya Ermenilerinin sevk olunmaması,
Bilecik-Muratça'daki Ermeni çocuklarının sevk edilmemesi,
Simendüferde çalışan memurlarla diğer amelelerin sevk
edilmemeleri,
Öğretmen ve çocukların sevk edilmemeleri,
Haruniye Yetimhanesindeki çocuklara ilişilmemesi,
Bitlis ve Muş Ermenilerinin sevki,
Asker ve Zabit ailelerinin sevk edilmemeleri,
İhtida eden Ermeni kızlarının evlendirilmeleri,
Kütahya'ya gelen Ermenilerin Haleb'e sevki,
Memurların Ermenilerden ev satın alabileceği,
Ermenilerin sevkiyatında gözetilmesi gereken gaye ve
esaslar,
Mamuretülaziz'de Ermeni çetelerinin jandarmalarla çatışmaları,
Ermeni çetelerinin İslâm köylerine tecavüzlerine engel
olunması için tedbir alınması,
Toplanan Ermenilerin korunması ve sevki,
Hasta Ermenilerin sevk edilmemesi,
İbrahim Tellioğlu
70
Halep'ten Sevk Olunan Ermeniler,
Yozgat, Kırşehir, Haymana, Nallıhan ve Sungurlu'da bulunan
Ermenilerle Ankara'dan sevk edilen Ermeniler,
İzmit'ten sevk edilen Ermeniler,
Eskişehir'den sevk edilen Ermeniler,
Kayseri'den sevk edilen Ermeniler,
Karahisar ve Çay'dan Ermenilerin sevki,
Eskişehir’e sevk edilen Ermeniler,
Diyarbakır'dan sevk edilen Ermeniler ve sevk edilecek
Ermeni kalmadığı,
Niğde’de sevk edilecek Ermeni olmadığı,
Mamûretülazîz'den sevk edilen Ermeniler ve Sivas'tan Urfa'ya
giden kafilelerin durumu, Urfa'dan dışarıya Ermeni
sevkiyatı yapılmaması,
Haleb'ten Şam'a gelip muhtelif yerlere sevk edilen Ermenilerle
Hama ve Humus'ta bulunan Ermeniler,
Ermenilerin Musul'a sevkleri,
Karahisâr'dan sevk edilecek Ermeniler,
Ankara, Kalecik ve Keskin'deki Ermenilerin sevki,
Sevkiyat hakkında tanzim ve tebliğ olunan talimatnameye
tam olarak uyulmadığı,
Osmaniye'ye gelen Ermenilerin sevklerinin olaysız tamamlandığı,
Sivas'tan sevk edilen Ermeniler,
Konya'dan yola çıkarılan yabancılar ve Ermeniler, Konya'dan
sevk edilen Ermeniler,
Cebel-i Bereket ve Dörtyol Ermenilerinin, tehcir ve uzaklaştırılması,
Dimetoka ve civarından göç eden ahalinin iskan ve iaşeleri,
Halep'te bulunan Aram Efendi'nin akrabasının rahatları
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
71
nın temini,
Humma ve tifo dolayısıyla ölmekte olan muhacirlerin
derhal hususi mahallerine sevkleri, yol masrafını karşılayan
Ermenilerin gidebilecekleri,
Kütahya'da, Konya'ya sevk edilmek üzere bulunan Ermeniler,
Halep sevkiyatı sırasında iyi hizmetleri görülen Ermenilerin
başka yerlerde iskânı,
Akşehir ve Konya'dan sevk edilen Ermeniler,
Diyarbakır'dan gönderilen Ermeniler,
Adana Osmanlı Bankasındaki Ermeni memurların çalışmaları
için müsaade talebi,
Usulsüz davranan Tenos Kaymakamının azli,
Ermeni kafilelerinin iaşelerinin temini,
Ermeni sevkiyatının durdurulması,
Sevkiyat sırasındaki tecavüzlerin önlenmesi,
Birecik'ten Ermenilerin sevki,
Katolik, Protestan ve asker ailelerinin uygun mevkilere
yerleştirilmesi,
Dördüncü ordu bölgesine sevk edilen Ermenilerin iaşesi,
Uygunsuz hareketlerde bulunan jandarmanın Divan-ı
Harb'e sevkleri,
Ermenilerin sevki sırasındaki suistimallerin önlenmesi,
Halep yoluyla Zor'a gelen Ermeniler,
Zor'a gelen Ayıntab ve İzmitli Ermeniler,
Zor'a ulaşan Ayıntap, Tekfurdağı, Karahisâr ve Akşehir
Ermenileri,
Zor'a gelen Maraş, Bursa ve Adapazarlı Ermeniler,
Zor'a gelen İzmit ve Samsunlu Ermeniler,
Sevkten istisna edilen şimendüferde müstahtem Ermenilerin
miktarı,
İbrahim Tellioğlu
72
Sevkten istisna edilen Düyûn-ı Umûmiye ve Reji İdaresi'ndeki
Ermeni Memurların Bildirilmesi,
Ermenilerin bulundukları vilâyet dışına çıkarılmamaları,
İzinsiz Ermenilerin bulundukları yerlerden çıkarılmamaları,
Ermenilerin İsviçre'ye büyük miktarda para kaçırmaları,
Hiyanet etmeyen ve komitelerle ilişkileri olmayan Ermenilerin
sevk edilmemeleri,
Ermeni sevkiyatının durdurulması,
Sevkiyat Müdürü Abdülahad Nuri Bey'in hazırlayacağı
rapor,
Vilâyet dâhilinde kalan Ermenilerin durumlarının bildirilmesi,
Ermeni ailelerinin iskân ve iaşeleri,
Ermeni amelenin Maraş'a dönmesi,
Sevk edilmeyen, başka mahallerden gelen ve yolda olan
Ermenilerin miktarı,
Mutasarrıfın Ermenileri Himayesi,
Balıkesir Ermenilerinin münasip köylere dağıtılması,
Kimsesiz Ermenilerin iskân ve iaşeleri,
Ermeni ailelerinin tertip edildiği mahallerin ve Ecnebi tâbiiyetinde
olanların bildirilmesi,
Sevk edilen Katoliklerin yerlerine iadeleri,
Tahliye edileceklerin yetimlerinin yetimhanelere yerleştirilmesi,
Halep'deki yabancı Ermenilerin sevki,
Halep'deki yabancı Ermenilerin sevki,
Emval-i Metruke Tasnif Komisyonlarının Maliye Nezâreti'ne
ilhak edildiği,
Halep'deki yabancı Ermenilerin Zor'a Sevki,
Ermenilere tebligata göre muamele edilmesi,
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
73
Rakka'da bulunan Ermeni kadın ile iki kızının Halep'e iadeleri,
Konya'daki zararlı ve çeteci Ermenilerin Zor'a sevkleri,
Ermeni yetimlerinin iaşesi,
Ermeni kızlarının ailelerinin yanına veya Darüleytam'a
yerleştirilmeleri,
Ermeni Simendüfer memur ve müstahdemlerinin izinsiz
olarak bulundukları yerleri terk etmemeleri,
Musul'a sevk edilmek için İzmir'den gönderilen Ermenilerin
nerede bulunduklarının tahkiki,
Zararlı olup ihracı gereken Ermenilerin miktar ve isimlerinin
bildirilmesi,
Beyan olunan Ermenilerin gitmelerine müsaade olunması,
Kimsesiz ve muhtaç Ermenilerin iaşesi,
İhraç edilen komiteci Ermenilerin faaliyetlerini gösteren
bir defter gönderilmesi,
Kale'den çıkan Ermenilerin değersiz mallarının dağıtılması,
İzmir'den gönderilen komitecilerin Maraş'a sevkleri,
Komiteci Ermenilerin İzmir'den Zor'a Sevkleri,
Sevk edilecek Ermenilerin nerelere gönderilecekleri,
Yozgat'taki çıplak sefil ve yakacaksız mültecilerin ihtiyaçlarının
temini,
Zor'a gönderilecek Ermenilere tahsisat sağlanması,
Ermenilerin tehcir nedenleri,
Terk edilmiş emlâk ve araziden Ziraat Bankası'na olan
borçların ödenmesi,
Geyve'de çeteci Ermenilere yataklık yapan Ermenilerin
Sevk Edilmeleri,
Ermenilerin geri dönmelerine müsaade edildiği,
Memleketlerine avdet edecek ahali için alınan tedbirler,
İbrahim Tellioğlu
74
Ermenilerin sevkinde alınan tedbirler,
Rum ve Ermenilerin cemaatlerine iadeleri,
Ermenilerin geri dönüşlerine kolaylık gösterilmesi ve ihtiyaçlarının
sağlanması,
Ermenilerin geri dönmeleri esnasında dikkat edilecek hususlar,
Ermenilerin memleketlerine iadeleri,
Tehcir sırasında suç işleyenlerin Divan-ı Harblerde yargılanması,
Ermenilerin sevk ve iadelerine nezaret eden heyetlerin
masraflarının seferberlik tahsisatından karşılanması,
Tarafsız hukukçulardan tehciri soruşturma komisyonu
oluşturulması,
Geri dönen Ermenilerin en muhtaçlarına yardım edilmesi,
Ermeni çocukları hakkında yapılan muamele,
Sevk olunacak Ermenilerden kadın, çocuk ve hastaların
araba ile sevki,
Köylerde bulunan güçsüz Ermenilere yapılacak yardımlar
ile ilgili talimatnamenin açıklanması,
Ermenilerin sevk ve iaşe masraflarının karşılanması,
Sevkiyata tabi Ermenilere verilecek harcırah,
Ermeni yetimlerinin güvenliğinin sağlanması,
Geri dönen Rum ve Ermenilerin mallarının iadesi,
Karma Heyet'in Ermeni ve Rumların durumlarını incelemesi,
Ermeni yetimleriyle ilgili şikâyetler hakkında tahkikat yapılması,
Müslüman muhacir ve mültecilerin mağdur edilmemesi,
yapılan masrafların Seferberlik Tahsisatı'ndan karşılanması,
Ermenilerin topluca yer değiştirmelerine meydan verilmemesi,
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
75
Tehiri uygun olmayan Ermenilerin sevkleri,
Geri dönen Rum ve Ermenilerin iaşe, sevk ve iskân durumlarını
inceleyecek komisyonun masraflarının karşılanması,
İslam aileleri yanında bulunan Ermeni çocuklarının Ermenilerden
oluşan komisyona teslimi,
Yalova ve Lâledere'ye geri dönen Ermenilerin emlâk ve
arazilerinin iadesi,
Yerleri değiştirilen Ermeni ve Rumlara ait malların iadesi,
Tehcir sırasında Ermenilere fenalıkta bulunanlar hakkında
tahkikat,
Keskin Kazası Kaymakamı Talat Bey'in Ermenileri Öldürdüğü
iddiasının araştırılması,
Resmi dairelere geçici olarak nakledilen eşyaların sahiplerine
verilmesi,
Gayr-i Müslim çocukların akrabalarına veya cemaatlerine
teslimi,
Geri Dönen Ermenilerin iaşesi Müslüman ettirilmiş iki
Ermeni Çocuğunun geri verilmesi,
Tehcir meselesinden dolayı Halep'e sevk edilen tutuklu
memurların Antep'e iadeleri talebi,
Ermeni ve Rum mültecilere yapılan yardımlar,
Ermeni ve Rumların bazı vergilerden muaf tutulması,
Ermenilerin iaşesinin temini,
Rum ve Ermenilerin dönüşlerini inceleyen kişilere kolaylık
sağlanması,
Memleketlerine geri dönenlerin mallarını teslimi,
Almanya'ya kaçanların iadesi,
Ermeni dul ve yetimlerin yerleştirilmesi,
Ermenilerin memleketlerine iadeleri için para gönderildiği,
İbrahim Tellioğlu
76
Mültecilerin parasız olarak sevk edilmeleri,
Tehcir sırasında suç işleyenlerin yargılanması,
Rum ve Ermeni ahaliye tecavüzatta bulunulduğu iddialarının
asılsız olduğu,
Hukuk Müşaviri Mehmet Münir Bey'in Ermeni faaliyetleri
ve tehcir sebepleri hakkındaki raporu,
Piskopos Kendifyan'ın Diyarbakır'dan Ermeni faaliyetleriyle
ilgili mektubu,
Tehcir olayına karışmış olup, halen tutuklu olanlar hakkında
uygulanacak muamele,
İngiliz Siyasi Mümessilinin Ahmed Refik için af talebi,
Ermenilerin vergiden muaf olması,
Çankırı'ya gönderilen bazı Ermenilerin tekrar İstanbul'a
dönebilmeleri,
Ermenilerin iaşe ve iskân masraflarının Muhacirîn Tahsisatından
tesviyesi,
Sürgün edilen Ermenilerin borçlarının alınmayacağı,
Ticaret ve benzeri suretlerle ikamet eden Ermenilerin yerlerinde
bırakılmaları,
Göç eden Ermenilerin geride bıraktıkları mal ve eşyalarla,
sevkleri tehir edilen Ermeniler,
Sevk olunan Ermenilerin yollarda korunmaları, bunlara
saldıranların cezalandırılmaları,
Erzurum'dan sevk olunan Ermenilerin taarruza uğradığı,
muhafazaları için gerekli önlemlerin alınması,
Ermeni Katolik misyonerlerin Erzurum'da kalmaları,
Ermeni çocuklarının yetimhanelere yerleştirilmesi,
Ermeni sevkiyatın emniyet içinde yapılması,
Sahipsiz Ermeni çocuklarının durumu,
Dersim eşkıyasının Ermeni kafilelerine saldırıları,
Sevk edilen Ermenilerin mallarının muhafaza edilmesi,
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
77
Mültecilerin Ermeni köylerinde iskânı,
Düyun-ı Umumiye’deki Ermeni memurların yerinde kalması,
Metrûk malların muhafaza ve deftere kaydedilmesi.
İbrahim Tellioğlu
78
SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA
Atatürk Araştırma Merkezi, Türk-Ermeni İlişkileri, Ankara
2000.
Atatürk Üniversitesi, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni
Toplumu İle İlişkileri Sempozyumu, Ankara 1985.
Bal, İdris-Mustafa Çufalı, Dünden Bugüne Türk Ermeni
İlişkileri,
Başak, Tolga, İngiltere'nin Ermeni Politikası, İstanbul
2008.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Arşiv
Belgelerine Göre Kafkaslarda ve Anadolu’da Ermeni Mezalimi, C. III,
Ankara 1995.
-----------------------, Azerbaycan Belgelerinde Ermeni Sorunu
(1918-1920), İstanbul 2001.
-----------------------, Ermeni Komiteleri (1891-1895), Ankara
2001.
-----------------------, Ermeni Meselesinin Siyasi Tarihçesi
(1877-1914), Ankara 2001.
-----------------------, Kaynakçalı Ermeni Meselesi Kronolojisi
(1878-1923), Ankara 2001.
----------------------, Osmanlı Belgelerinde Ermeniler, Ankara
1995.
----------------------, Osmanlı Belgelerinde Ermeni-Amerikan
İlişkileri 1896-1919, C. I-II, Ankara 2007.
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
79
----------------------, Osmanlı Belgelerinde Ermeni- Fransız
İlişkileri (1879-1918), C. I-V, Ankara 2002.
Binark, İsmet, Asılsız Ermeni İddiaları ve Ermenilerin
Türklere Yaptığı Mezalim, Ankara 2001.
Cöhçe, Salim, “Anahatlarıyla Osmanlı Ermenilerinin
Siyasallaşma Süreci”, Türk Yurdu, C. 25, S. 225, Ankara 2006, s.
34-41.
Dabağyan, Levon Panos, Türkiye Ermenileri Tarihi, İstanbul
2006.
Dilan, Hasan, Fransız Diplomatik Belgelerinde Ermeni
Olayları (1914-1918), C. I-V, Ankara 2005.
Dokuz Eylül Üniversitesi, Türk Tarihinde Ermeniler, İzmir
1983.
Erciyes Üniversitesi, Hoşgörü Toplumunda Ermeniler, C.
I-IV, Kayseri 2007.
---------------, Hoşgörüden Yol Ayrımına Ermeniler, C. I-IV,
Kayseri 2009.
Gust, Wolfgang, Alman Belgeleri Ermeni Soykırımı 1915-
16 & Alman Dışişleri Bakanlığı Siyasi Arşiv Belgeleri, İstanbul
2012.
Gürün, Kamuran, Ermeni Dosyası, İstanbul 2001.
Halaçoğlu, Yusuf, Ermeni Tehciri ve Gerçekler, Ankara
2001.
İlter, Erdal, “Ermeni Meselesinin Doğuşunda ve Gelişmesinde
İngiltere’nin Rolü”, OTAM, S. 6 (1995), s. 155-171.
Kantarcı, Şenol, Ermeni Dosyası & Tarih ve Uluslararası
İbrahim Tellioğlu
80
İlişkiler Boyutuyla, İstanbul 2011.
Karakaya, Recep, “Amerika Birleşik Devletleri ve Ermeni
Meselesi”, Tarih Dergisi, S. 46 (2007), İstanbul 2009, s. 85-
103.
Kılıç, Selami, Ermeni Sorunu ve Almanya, Türk-Alman
Arşiv Belgeleriyle, İstanbul 2003.
Ki Yung Lee, Ermeni Sorununun Doğuşu, Ankara 1998.
Konukçu, Enver, Ermenilerin Yeşilyayla’daki Türk Soykırımı,
Ankara 1990.
Küçük, Abdurrahman, Ermeni Kilisesi ve Türkler, Ankara
1997.
Onur, Hüdavendigar, Ermeni Olayları Kronolojisi, İstanbul
2008.
Öke, Mim Kemal, Ermeni Sorunu, İstanbul 2000.
Özdemir, Hikmet vd., Ermeniler: Sürgün ve Göç, Ankara
2010.
Öztürk, Mustafa, Belgelerle Ermeni Meselesi, İstanbul
2009.
Perinçek, Mehmet, Rus Devlet Arşivinden 100 Belgede
Ermeni Meselesi, İstanbul 2007.
Sarınay, Yusuf, 24 Nisan 1915'te Ne Oldu? Ermeni Sevk
ve İskânının Perde Arkası, İstanbul 2012.
Şahin, Enis, “Türkiye’nin Kafkas Cephesi’ndeki Ermeni
Mezalimini Engelleme Çabaları (1917-1918)”, Türk Tarihçiliği
ve Prof. Dr. Aydın Taneri Armağanı, Ankara, 1998, s. 409-437.
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
81
Şimşir, Bilal N., Ermeni Meselesi 1774-2005, İstanbul
2005.
-------------------, Osmanlı Ermenileri, Ankara 1986.
Tellioğlu, İbrahim, “Ermeni Kaynaklarında Türk Tasviri
(XI.-XIV. Yüzyıllar)”, International Rewiev of Turkish Studies,
C. 1, S. 3, Güz 2011, s. 46-61.
-------------------, “Ermeni Kaynaklarının Gözüyle Anadolu’nun
Fethi”, Tarihte Türkler ve Ermeniler, C. II, Ankara
2014, s. 107-136.
Türk Tarih Kurumu, Tarihte Türkler ve Ermeniler, C. I-X,
Ankara 2014.
Türkdoğan, Berna, 1915'ten Günümüze Tehcir/ Türk Ermeni
İlişkileri, İstanbul 2006.
Yerasimos, Stefanos, Birinci Dünya Savaşı ve Ermeni Sorunu,
Ankara 2005.
İbrahim Tellioğlu
82
Ermeni soykırım tarihi olarak ilan edilen ve propagandası yapılan,
gerçekte ise, 24 Nisan 1915 tarihinde Osmanlı Devleti'nin
Ermeni terör örgütlerini kapatmasına dair aldığı karar metni.
Türk Ermeni İlişkileri ve 1915 Olayları
83