“Adalet, ehliyet ve liyakat dönemi”
Sadi Somuncuoğlu 01 Ocak 1970
Ankara Belediye Başkanı seçilen Mansur Yavaş ilkelerini göreve başladığı ilk gün açıkladı. Buna göre: “Bugünden itibaren Ankara’da belediyecilikte adaletin baş üstünde taşınacağı ehliyet ve liyakat dönemi başlamıştır. Bunun için kimse kaybetmemiş, huzur kazanmıştır… Liyakat sahibi hiç kimsenin ekmeğiyle aşıyla oynamayacağız. Hakkımızla kazandık, hakkıyla işini yapanlar korkmasınlar… Ankara Büyükşehir Belediyesi mazlumun mağdurun, itilmişin herkesin belediyesi olacak.” Demiştir. (1 Nisan 2019 Yeniçağ)
Aslında Mansur Yavaş, bütün sorunlarımızın temelinde yatan, muhtaç olduğumuz temel değerleri dile getirmiştir. Biz toplum olarak bu sözlerin yabancısı değiliz. Nitekim devlet ve siyaset adamlarımız böyle konuşmakta hiçbir tereddüt göstermezler. Ama uygulamaya gelince, üzülerek ifade edelim ki, sözlerinin gereğini yapan pek azdır. Bahsi geçen değerler evrenseldir, bütün kültürlerde ve dinlerde var. Bunun için de ülkelerin gelişmişliğini belirleyen kriterler gibidir. Millî ve dinî tarihimizde örnekleri çoktur. Meselâ; bedevi soruyor; “Kıyamet ne zaman kopacak?” Peygamberimiz; “Emanet zayi edildiği zaman kıyameti bekle!” buyuruyor. Bedevî “Emanet nasıl zayi olacak?” deyince, “Emanet ehil olmayan kimseye verildiği zaman kıyameti bekle!” cevabını alıyor.
“Temizlik Ankara’dan başlasın”
Daha önce de ABB seçimlerine katılan Mansur Yavaş’ın adaylığı için bu köşede, “Türkiye çok kirlendi, temizlik Ankara’dan başlasın” demiştim. Lakin olmadı, Yavaş “malum sebeplerle” kaybetti. Bu seçimde yine “Millî Bütünlüğümüz ve Seçimler başlığı altında şöyle yazdım:
“Seçimlerde denenmişlerin, ülkemizi ve şehirlerimizi yaşanmaz hale getirenlerin, servetinin ve şirketinin hesabını veremeyenlerin desteklenmesi, çıkmaza davetiyedir. Buna kimsenin hakkı yoktur. Demokrasi tercih rejimidir. Yöneticileri değiştirmek, bir haktır, hakkımızı doğru kullanıp, mahallî iktidarı kurtaralım.” (23 Mart 2019, Yeniçağ)
Bu defa Yavaş seçimi kazandı, bir yıldır icraat yapıyor. Sadece Ankaralıların değil, bütün Türkiye de Yavaş’tan memnun. O, dürüstlüğün, adil olmanın, ehliyet ve liyakatin örneği oldu, ülkemiz kazandı. Bu tespitlerimde haklı çıktım. Çok şükür.
Ölçüler- vaatler- yapılanlar
Mansur Yavaş dedi ki: “Zihniyet değişikliği yapacağız. Hizmeti ihtiyaç ve aciliyet sırasına göre dağıtacağız. Kendimi ılımlılardan sayıyorum. Huzur ve mutluluk vadediyorum. Yardımları yaparken kameralarla gitmeyeceğiz, hiçbir ihtiyaç sahibini rencide ettirmeyeceğiz. İsrafı önleyeceğiz. Araç saltanatına son vereceğiz. Ağaçları, bitkileri, ürünleri Avrupalılardan değil Ankaralılardan alarak, kendi köylümüzü zengin edeceğiz. Şehirlerin havası, suyu, yeşili, taşı, toprağı, tarihi, dokusu ile canlıları bilimle, akılla ve çağdaş bir belediyecilikle yönetmeye talibiz.”
ABB: Virüs Türkiye’ye gelmeden, 26 Şubat 2020’de dezenfeksiyon çalışmalarını başlatan ilk kurum olmuş. İl Sağlık Müdürlüğü, Bakanlıklar, Komutanlıklar ve yüksek yargı binaları dahil 780 kamu kurumu binasında dezenfeksiyon ve hijyen çalışmasını gerçekleştirmiş. Aynı hizmeti umreden gelen 3 bin 500 kişi için de yapmış. Belediye’ye ait işyerlerinin kira bedellerini 2 ay süreyle ertelemiş. Borçlu vatandaşların sularını kesmemiş. Kâğıt toplayıcılara ve muhtaç kişilere gıda ve nakit desteğini başlatmış. Başkanı Mansur Yavaş’ın hayırseverlere çağrısı üzerine kazanlar kaynamış, açlar ve kimsesizleri doyurmuş, vatandaşın bakkal, manav ve kasaplardaki veresiye defterlerindeki borçları ödenmiş, ihtiyaç sahibi 500 000 aileye Ramazan ayı boyu sürecek olan iftar ve sahur için gıda yardımı devam etmektedir. Virüse karşı ücretsiz maske dağıtımını sürdürmektedir. Sokağa çıkma yasağından yararlanarak Ankara’nın önemli caddelerinde asfaltlanması çalışmaları yapılmaktadır.
ABB Meclisinde eskiyen 13 ilçeye ait asbest su borularının değiştirilmesi için borçlanma kararının nasıl engellendiğini TV’de üzülerek izledik. Son anda öğendik ki, Polatlı ilçemizin su borularının değişmesi mümkün olacakmış. Demek ki, söylenenler doğru, Başkan Yavaş bu şartlarda çalışıyor. Ama hizmet devam ediyor.
Temenni edelim ki bu örnekler çoğalsın, Mansur Yavaşların yolu açık olsun.
***
“İki Gözüm Türkçe”
Yağmur Tunalı’nın yedinci eseri: “İki Gözüm Türkçe.” Edebiyata ve yazarlığa gençlik yıllarında şiir ve tiyatro ile başlayan Tunalı’nın çeşitli edebiyat, kültür, sanat, fikir dergilerinde ve gazetelerde yazıları yayımlandı. Eğitimini Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Fransız Filolojisi’nde tamamladı.
Kitabın kapağında, Türkçe için; “büyük bir milletin… bir büyük dünya dili” diyor. Devamında az bilinen hayati bir gerçeği şöyle vurguluyor. “Unutulmamalıdır ki kimlik bir kültür işidir ve dil ekseninde oluşur. Sağlam bir dil edinmeyen nesillerde millî kimliğin edinilmesi ve savunulması mümkün değildir. Dile dikkatsizlik milletin varlığına kayıtsızlıktır… farkındalık” yaratmak mecburiyetinde bulunduğumuz en köklü meselemizin Türkçe olduğunu düşündürmektir. Bu kitabın anlatmak istediği budur.”
Evet, bu kısa ve öz cümleler, her alanda yaşadığımız sorunların kaynağını işaret ediyor. Türkçe’nin yapısının; felsefe, mantık, matematik, sosyoloji, bilim, edebiyat, sanat, estetik, terbiye, üslup, kültür, tarih ve inanç; kısa ifadesiyle milletin yapısı gibi dersek yanlış olmaz. Yani dil “millî kimlik” demektir. Bunun için dil; milletlerarası ilişkilerde, törelerimizde ve anayasalarımız (1876-1982) ile uluslararası hukukta (BM, AİHS, AİHM ve diğerleri) millete ait olan egemenliği ifade eden kurumdur.
Günümüzün ünlü bilim adamlarından Jean Paul Roux, “Türklerin Tarihi” eserinde Türkçe’nin gücünü şöyle açıklıyor. Türkler, yeterli nüfusları olmadığı halde uzak Asya’dan bütün kıtalara yayıldı, birden çok devlet kurdu. Ama varlıklarını korudular. Sebebinin Türkçe sayesinde olduğunu gördüm.
19.yy.da Türkoloji tarihinde ilk defa 8.yy. dikilen Orkun yazıtları ve Yenisey yazılı taşlarındaki yazıları çözen ve 1893’de Türklere ait olduğunu açıklayan Danimarkalı Thomsen oldu. Dil bilimi ve filoloji uzmanı 16 dil bilen Thomsen Türkçe’nin “matematik” ve “estetik” bir yapıda olduğunu söylüyor. Bu çok önemidir. Osmanlı Padişahı V. Mehmed Reşad’ın birinci rütbeden “Mecîdî nişanı” verdi. Tarihimize ve Türkçe’mize, en zor şartlarda bile sahip çıkmak bu değil mi?
Ziya Gökalp ve Ömer Seyfettin: “Tasfiye değil sadeleşme”
Cumhuriyet döneminde başlatılan çalışmalarla, önce dilimiz yabancı dil kurallarından arındırıldı. Bu zor olmadı, zira Türkçenin sahibi halk benimsememişti. Buna karşılık kökeni yabancı olup da Türkçenin kurallarına ve ses ahengine uyan, ayrıca dilimizi zenginleştiren kelimelere dokunulmadı. Ancak öztürkçecilerle (sözcüklerin kökeni Türk olmalı) diyenlerle, “dilde ırkçılığa hayır” diyen ve “Türkçeleşmiş Türkçe Türkçedir” kuralını savunanlar arasında başlayan tartışmalar uzun sürdü. A. Bican Ercilasun’un Türk Dil Kurumu Başkanı oluncaya kadar devam etti. Bican hoca tartışmaya girmedi, öztürkçe sözcük bulma gayretini de yararlı gördü. Devrin iklimi de böyleydi, tartışma önemini kaybetti
Bugün sözlüklerdeki kelime sayılarına bakarak bu gerçeği görebiliriz.
Türk Dil Kurumu’nun güncel Türkçe sözlüğünde 111 bin 27 kelime bulunuyor. Ali Püsküllüoğlu’nun öztürkçe sözlüğündeki kelime sayısı ise 32 bin 104’dür.
Yabancı dillerden Türkçeye geçen kelime sayısı 15.389, buna karşılık Türkçe’den diğer dillere geçen kelime sayısı 37.433’dür.
Yağmur Tunalı’nın İki Gözüm Türkçe” kitabı da böyle bir silkinişten başka ne olabilir?