Biden dönemi Amerikan dış politikası üzerine bir öngörü: Hayır mı şer mi?
Tarık Oğuzlu 01 Ocak 1970
Trump dönemindeki dış politikayı Biden ne kadar ve ne zaman değiştirebilir? Dünyayı etkileyecek hangi küresel politikaları izleyebilir? Çin, Rusya, AB, NATO tutumu nasıl olur? Biden’ın önündeki engeller neler olabilir? Prof. Dr. Tarık Oğuzlu yazdı.
Biden dönemi Amerikan dış politikası üzerine bir öngörü: Hayır mı şer mi?
Katılım oranının hayli yüksek olduğu ABD’deki son başkanlık seçiminde Demokratların adayı Joe Biden ipi göğüsleyerek ABD’nin kırk altıncı başkanı oldu. Yıkıcı etkiler üreten devrimsel nitelikteki Trump döneminin ardından Biden yönetiminin Amerika’daki toplumsal kutuplaşma problemini çözüp çözemeyeceği ve liberal uluslararası düzeni tekrardan diriltip diriltemeyeceği çoğu kişinin cevap arayacağı sorular olacak.
Her ne kadar Biden farklı politikalar izleyecekse de bazı gerçekler göz ardı edilmemeli. Sonuçta, Biden açık ara bir seçim zaferi kazanmış değil. Yetmiş milyon civarında Amerikalı seçmen de Trump’ın politikalarını ve siyasi duruşunu onayladı. Trump’ın popülist söylemleri, demokratik kurumları aşındıran pratikleri, Amerikan demokrasinin temelinde yatan anayasanın üstünlüğü ve güçler dengesi prensiplerini altüst etmesi, bilimsel ve rasyonel yöntemleri küçümseyip COVID-19’la mücadelede gerekli tedbirleri almaktan kaçınması, izolasyoncu bir dış politika çizgisi benimsemesi, yabancı düşmanlığı temelinde göçmen karşıtı tavır takınması, Çin’e karşı ticaret savaşı başlatması, ABD’nin geleneksel müttefiklerini karşısına almaktan çekinmeyip çok-taraflı kurumsal işbirliklerinden uzak durması, ‘Önce Amerika’ sloganı temelinde küresel sorunlarla mücadelede geri planda durması ciddi sayıda Amerikalı seçmen tarafından kabul görmüş durumda.
Şu anda Amerikan halkının çoğunluğu liberal hegemonya stratejisi gereği ABD’nin dünyanın farklı köşelerinde at koşturmasını istemiyor. Amerikan askerlerinin bir an önce eve dönmesi ve sonu gelmeyen savaşların ivedilikle sonlandırılması birçok Amerikalının desteklediği bir tutum. Küreselleşme sürecinin ortaya çıkardığı işsizlik, ahlaki çürüme ve gelir dağılımındaki adaletsizlikler her iki partiye oy veren seçmenlerin çözülmesini bekledikleri sorunlar arasında en başta geliyor.
Trump’ın küresel mirası
Trump’ın dış politika çizgisi, dünyamızın daha karmaşık, daha kaotik, daha çatışmacı ve daha yönetilemez bir hale gelmesine katkıda bulundu. ABD’nin oynamaktan imtina ettiği küresel liderlik rolü birçok küresel ve bölgesel aktöre zemin açtı. Trump’ın milliyetçilik ve içe-kapanmacılık zemininde gelişen dış politika pratikleri, uluslararası sistemin çok-kutupluluk ve büyük güçler arası güçler-dengesi temelinde yeniden tanımlanmasını arzu eden Çin ve Rusya gibi küresel aktörlere manevra alanı açtı; aynı zamanda liberal uluslararası düzenin devamından fayda uman birçok devlet için adeta kabus oldu.
ABD ve Çin arasında ivme kazanan İkinci Soğuk Savaş birçok orta büyüklükteki ülke için önemli stratejik açmazlar yarattı. İki dev arasında tercih yapmak istemeyen ve her ikisiyle de sürdürülebilir ve faydacı ilişkiler kurmayı arzu eden birçok ülke stratejik düzlemde kendisini sıkışmış hissetmeye başladı. İlliberal popülist politikaları Trump’ı ABD’nin geleneksel Avrupalı müttefiklerinin gözünde bir öcüye dönüştürdü. Kendini Trump Amerikasını idare etmekle mevcut liberal uluslararası düzeni yaşanır kılmaya çalışmak arasında sıkışmış hisseden birçok devlet son dört seneyi oldukça stresli geçirdi.
Amerika artık inandırıcı değil
Müttefiklerinin gözünde Amerika artık çok inandırıcı bir ülke değil. Güvenliklerini ve ekonomik refahlarını ABD’nin iyi niyetli hegemonyasına endekslemeyen birçok ülke var şu anda.
Sırtını Amerika’ya yaslayarak mevcut düzenin devamından nemalanmaya alışmış birçok ülke Trump ile birlikte konforlu koltuklarından zıplayarak kalkmak zorunda kaldı.
Trump birçok devleti yumurtalarını farklı sepetlere dağıtmaya zorladı adeta. Askerî ve ekonomik güçlerini arttırıp Batı dışı küresel aktörlerle faydacı ilişkiler kurmak günümüzde birçok devlet için olmazsa olmaz bir durum.
Biden ile ABD’nin yumuşak gücü tekrar devreye girer mi?
Oğul Bush’un başkanlığından sonra Beyaz Saray’a yerleşen Barack Obama dünyanın genelinde olumlu bir hava yaratmıştı. Benzer şekilde Biden yönetimi de ABD’ye yönelik algıları olumlu yönde etkileyebilir. Trump döneminde ABD’nin erozyona uğrayan yumuşak gücü Biden ile birlikte tekrar bir çıkış yakalayabilir.
Trump’ın aksine Biden liberal uluslararası düzene inanıyor, transatlantik ilişkileri önemsiyor, ABD’nin İran’la yapılan nükleer anlaşmaya yeniden taraf olmasını ve Paris İklim Sözleşmesi’ne geri dönmesini destekliyor, küresel sorunların çok-taraflı mekanizmalar içinde çözülmesini doğru buluyor ve dış politikada diplomasinin canlandırılmasını savunuyor.
Biden ayrıca ABD’nin liderliğinde liberal demokrasilerden oluşan bir lig/örgüt kurulmasını arzu ediyor. Sadece kendi ülkesinde değil dünyanın genelinde erozyona uğrayan liberal demokrasinin yeniden dirilmesi Biden’ın hararetle savunduğu bir fikir.
Biden, Çin ve Rusya’dan kaynaklanan karşı koymalara transatlantik ortaklar arasındaki iş birliğinin kuvvetlendirilmesiyle cevap verilebileceğini düşünüyor. ABD’nin kendi gücünün sınırlarını bilmesi gerektiğine inanan Biden müttefiklerle iş birliğini önemli bir güç çarpanı olarak görüyor. Demokrat Başkan NATO’nun yeni küresel dinamikler ışığında güncellenip güçlendirilmesini ve Avrupa Birliği (AB) bütünleşme sürecinin hızlandırılması savunuyor. ABD’nin Çin ve Rusya’ya karşı yürüttüğü küresel mücadeleyi Avrupalı ve Asyalı müttefiklerinin desteği olmadan kazanamayacağına inanan Biden, tam da bu yüzden her iki kıtada birden büyük bir heyecan uyandırmış durumda.
Yine de, Trump ile olan farklılıklarına ve dünyanın genelinde uyandırdığı iyimserliğe rağmen, Biden yönetiminin ABD’nin inandırıcılığına dair son yıllarda güçlenen şüpheleri azaltması çok kolay olmayacak. ABD’nin liberal uluslararasıcılık temelinde bir strateji benimsemesi pek mümkün olmayabilir.
Biden’ın önceliği ne olacak?
Evvela Biden mesaisinin büyük bir kısmını ülke içi sorunların çözümüne ayırmak zorunda kalacak. Uzun yıllara dayanan dış politika tecrübesine rağmen, Biden bir ‘dış politika başkanı’ olmayacak. ABD’de kutuplaşma had safhada. Kurumlara yönelik güven duygusu çok aşınmış durumda. Partizanlık ve nepotizm üzerinden siyasette sonuç devşirme kültürü Trump ile birlikte iyice güçlendi. Ülke adeta bıçakla ikiye bölünmüş durumda.
Amerikan istisnacılığının üzerine oturduğu temel norm ve değerler son dört yılda ciddi oranda aşındı. Ülke içinde başarılı bir restorasyon gerçekleşmeden ABD’nin dünyada liderlik rolü oynayabilmesi çok kolay olmayacak.
Amerikan halkının çoğunluğu küreselleşmeyi destekliyor olsa da askerî güç enstrümanları üzerinden ülkelerinin küresel hegemonya peşinde koşmasını doğru bulmuyor. Dış politikada daha gerçekçi bir çizgi takip edilmesi ve diğer ülkelerle çıkar odaklı iş birlikleri kurulması Amerikalıların çoğunluğunun üzerinde hemfikir oldukları konular arasında ilk sıralarda geliyor.
Biden’ın önündeki engeller
Başkanlığı kazanmış olsalar da Demokratların Senato’da çoğunluğu elde edememeleri, Temsilciler Meclisi’ndeki Cumhuriyetçi sandalyelerin sayısının artması ve Amerikan Yüksek Mahkemesi’nin kompozisyonunun muhafazakâr Cumhuriyetçi hâkimler lehine değişmesi Biden’ın istediği yasal düzenlemeleri Kongre’den kolaylıkla geçirmesini engelleyecek.
Biden istediği atamaları kolayca yapamayacak. Sosyal devlet anlayışına uygun politikaları uygulamak için gereken bütçeyi bulmakta zorlanacak. Ülkeyi başkanlık kararnameleriyle yönetmesi durumundaysa takip ettiği politikaların inandırıcılığı ve sürdürülebilirliği tartışmalı hale gelecek. Dört sene sonra yapılacak seçimlerde Cumhuriyetçi bir başkanın seçilmesi durumunda her şeyin geriye dönme ihtimali hep güçlü kalacak.
Ayrıca, Biden’ın yaşından kaynaklanan dezavantajlı durumu onun güçlü lider karakterini zedeleyebilir. Biden’ın uzlaşı kültürüne inanması, çoğu zaman arka planda kalmayı tercih etmesi ve takım oyuncusu olmayı önemsemesi, olumlu hasletler olsa da, bu durum karar alma süreçlerini gereğinden fazla yavaşlatabilir.
Biden neleri değiştirmeyi başaramayabilir?
Biden, Çin ve Rusya’ya karşı takip edilen politikaları büyük ihtimalle sürdürecek çünkü hem halk nezdinde hem yerleşmiş güvenlik elitinde hem de Kongre üyeleri arasında bu konuda partiler üstü bir duruş var. Seçim kampanyası sırasında Biden’ın Çin’e karşı şahinlik noktasında Trump ile yarıştığı unutulmamalı.
ABD’nin Çin’e karşı izlediği politika son on yıldır ‘liberal-dönüştürücü’ olmaktan çıkıp ‘realist-dışlayıcı’ olmaya başlamıştı. Obama’yla başlayıp Trump ile devam eden bu süreci Biden’ın geri çevirmesi pek olası gözükmüyor.
Biden’ın Rusya ve Çin’i insan hakları ihlalleri üzerinden daha fazla sıkıştıracağını öngörebiliriz. Trump’ın değer ve ideallerden uzak salt menfaat ilişkileri üzerinden kurguladığı dış politika çizgisine Biden’ın getireceği en önemli yenilik bu olacak. Çin yönetiminin Uygur Türklerine karşı uyguladığı baskıcı politikaları Biden daha fazla gündeme taşıyacak. Trump’ın aşırı milliyetçi ve izolasyoncu politikalarının Çin ve Rusya’ya açtığı hareket alanını Biden müttefikler arası ilişkileri güçlendirip insan haklarını daha fazla merkeze alan bir dış politika üzerinden daraltmaya çalışacak.
Eğer Biden ezici bir seçim zaferi kazanmış olsaydı Çin ve Rusya’ya karşı daha şahin bir politika izleyebilirdi. Ama içeride biriken devasa sorunların çözümü, ki en başta ekonomik durgunluk ve COVID-19 geliyor, Biden’ın enerjisini büyük oranda tüketecek gibi duruyor.
Biden neleri farklı yapacak?
Diğer taraftan Biden’ın transatlantik ilişkileri Trump’a nazaran daha fazla önemsemiyor olması onun Trump’ın Avrupalı müttefiklere karşı izlediği politikayı tamamen terk edeceği anlamına gelmiyor. Biden da Avrupalı müttefiklerden kendi güvenliklerine daha fazla kaynak ayırarak ABD’nin üzerindeki yükü azaltmasını isteyecek.
Trump’tan farklı olarak, Biden Avrupa Birliği’nin NATO’yla uyum içinde çalışan bir jeopolitik aktöre dönüşmesini istiyor. Güçlü ve bütünleşmesini ilerletmiş bir AB, ABD’nin Rusya ve Çin’e karşı yürüttüğü mücadelede sağlam bir ortak olacağı gibi, Avrupa kıtasının kendi içinde bir barış topluluğu olarak yaşamasını da mümkün kılacaktır.
Brexit’i savunan Trump AB bütünleşmesinden hazzetmez ve kıtadaki bütünleşme karşıtı illiberal popülist hareketleri desteklerken, Biden tam tersi şekilde davranacak. Trump dünyayı her bir devletin kendi ayakları üzerinde durduğu ve aralarında reelpolitik güç rekabetlerinin yaşandığı mekanik bir oyun sahası gibi görürken, Biden ortak çıkar ve değerler üzerinde küresel iş birliklerinin gerçekleştirilebileceğine inanıyor. Batı uluslararası topluluğunun Çin ve Rusya gibi Batılı çıkar ve değerleri benimsemeyen ülkeler karşısında ortak bir aidiyet kümesi olarak diriltilmesi, Biden’in dış politika öncelikleri arasında yer alıyor.
Bu açıdan bakıldığında Biden’ın yöneteceği ABD’nin birçok ülke üzerinde “tarafını seç” yönünde baskı oluşturması söz konusu olabilir. Trump’ın ulus inşasından kaçınan ve çoğunlukla askerî ve ekonomik güç enstrümanları üzerinden yürüttüğü dış politika yerini diplomatik araçların daha fazla kullanıldığı ama kimliksel vurguların daha görünür olduğu uygulamalara bırakabilir.
Trump’un küresel sistemde yarattığı stresi Biden’ın azaltma şansı var. Ancak bunun mümkün olabilmesi her şeyden önce ABD’nin iç huzurunu bulmasına bağlı. İçeride istikrarını bulamayan bir ABD uluslararası sistemin Trump’ın açtığı yoldan ilerleyip daha istikrasız ve çatışmacı yönde ilerlemesini engelleyemez. ABD’nin kafa karışıklığı ne kadar üzün sürerse ve bu durum ne kadar sancılı yaşanırsa, Batı dışı aktörlerin dünya siyasetinde daha görünür hale gelmeleri o kadar kolay olur. Belki de dünya için böylesi daha hayırlıdır.