Lozan jurnali, “Ekümeniklik” ve “Altın goller”
Sadi SOMUNCUOĞLU 01 Ocak 1970
Papa 16. Benediktus, Bartholomeos’a “ekümenik” diye hitap edip, bu unvanla ortak deklarasyon yayınlanırken, Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Namık Tan, Türkiye’nin ekümenikliği kabul etmediğini söylüyordu. Oysa Başbakan Erdoğan bir gün önce, ekümenik hitabının sıkıntı yaratıp yaratmayacağı sorusu üzerine, “işimize bakalım” demişti. İşte bu hengamede, AB’nin müzakereleri askıya alma tehdidiyle beklediği “altın gollerden” birisi atılmış, Lozan’da ise bir gedik daha açılmış oldu.
İçerde 1500 Rum’a, dışarıda Hıristiyan dünyasına dayanan Patriğe şimdiden güç yetmediği ortada. Papa’nın ziyaretini izleyecek basın mensuplarının akreditasyonu işinde bile “ekümenik” olduğu iddiasıyla T.C. Devleti’ne kafa tutan Patrikhane’nin, Papa’dan aldığı destekten sonra neler yapacağını hep birlikte yaşayıp, göreceğiz. Nitekim daha Papa Türkiye’den ayrılmadan, üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi’nin “ekümenik Bartholomeos” a konferans daveti çıkarması başlı başına bir mesajdır.
Kim jurnalledi?
Papa ziyaretinin gerçek amacı hepimizi rahatsız etti. Ancak onlara çuvaldızı batırmadan önce iğneyi kendimize batıralım. Haçlılar bu cesareti nereden alıyorlar, ona bakalım.
Erdoğan-Gül ikilisi, AB-ABD’nin Patrikhane ve ekümenlikle ilgili taleplerine hep sessiz kalırken, kapalı kapılar ardında sözler verdiler. Patrikhane’nin kutsal meclisi Sen Sinod’a, Lozan’a aykırı şekilde, Türk vatandaşı olmayan papazların seçilmesine göz yumduklarını, bizzat Başbakan Erdoğan açıkladı. Yine 2 ay önce, “Fatih İstanbul’a geldiğinde ekümenikliği serbest bıraktı. Çünkü, kendine güveni vardı, bizim de kendimize güvenimiz var” diyerek, zımnen “ekümenliği” tanıdığını ilan etti. Erdoğan’ın bu iddiasının aslı yok. Zira Fatih Sultan Mehmet Han, Patriğe “ekümenik” demediği gibi, onu sadece Osmanlı sınırları içindeki Ortodoksların başı yaptı ve kendi otoritesine bağladı.
Ama dahası var. ABD Dışişleri Bakanlığı’nca hazırlanan 2005 ve 2006 yılı Dinî Özgürlükler Raporu’nda, “Türk Devletinin ekümeniklik sıfatını tanımadığı, bunun da Lozan’a dayandırıldığı” hatırlatılırken, ancak “Hükümet görevlilerinin özel görüşmelerde Lozan’da buna ilişkin bir kayıt olmadığını söylediği” iddia edildi. Oysa ABD’nin 2002-2003-2004 raporlarında, kesinlikle böyle bir iddia yoktu. Öyleyse son iki yıldır bu yalanı söyleyen “görevliler” kimlerdir? Yalan, zira Lozan tutanaklarında ve ekinde, Türkiye’deki kiliselerle dahi ilişki kurmaması, sadece İstanbul’daki Rum Ortodokslarının dinî hizmetlerini yapması şartıyla, Patrikhane’nin İstanbul’da kalmasına izin verildiği detaylı bir şekilde anlatılıyor.
Nu oldu?
Erdoğan’ın “göz yumduklarını” itiraf ettiği, 2004’te yaşanan Sen Sinod’a Türk vatandaşı olmayan 6 metropolitin atanmasını ABD nasıl değerlendirdi biliyor musunuz; “Ülkenin 80 yıllık tarihinde ilk” dedi.
İşte Papa’nın ziyaretiyle, Patrikhanenin “ekümenikliğinin güçlendirilmesi”, Başbakan Erdoğan’ın da, “işimize bakalım” demesiyle, ABD için ülkenin 82 yıllık tarihinde ikinci ilk yaşandı.
Lozan’a “Altın gol”
İktidar, için bütün bunlarla Lozan’ın tanınmadığı da ilan edilmiş olsun, ne gam!..
Papa operasyonu ilk semeresini verdi ki, 24 saat geçmeden AB Dönem Başkanı Finlandiya, müzakereleri askıya alma kararının değişebileceğini açıkladı. Zaten Bartholomeos, “Papa ziyareti kötü kullanılırsa, Türkiye’nin imajı açısından zararlı olur. AB’ye üye olmak isterken, böyle bir imajdan kaçınmalıyız. Psikolojik olarak tatsız şeyler olursa, tabii ki Brüksel’de, Aralık’ta konuşulur” demişti. Bir anlamda Olli Rehn’in beklediği “altın gol” atıldı.
Böylece Brüksel kıblesi kurtarıldı, Cumhurbaşkanlığı yolu döşendi mi? Daha değil, 15 Aralık’a kadar “PKK’ya operasyonların durdurulması ve 301” de “altın goller” bekleniyor.
Sonrası mı?.. AB ve ABD “kerim”!..