« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

11 Nis

2007

ATATÜRK’ÜN TÜRK KİMLİĞİNE VE TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNE BAKIŞI

Pınar BULUT 11 Nisan 2007

Millet, her şeyden önce ortak bağları olan insan topluluğudur. Millet kelimesi, modern çağda Fransızca "nation" kelimesi karşılığı olarak kullanılmıştır. Bu kelime İngilizce ve Almanca’da da aynıdır. Kelimenin menşeî Lâtince "natio" dan gelmektedir. Anlamı, aynı kökten, aynı soydan gelme, demektir. Günümüzde bu kelimenin değişik anlamlar kazanması milleti aynı soydan gelen insan topluluğu demek olan ırk birliği fikrinden ayırmıştır.

Türkçe’de milletin karşılığı olan "budun" kelimesi bugünkü "millet" anlayışını karşıla-yan gelişmiş bir kavramdır. Millet, belli bir bölgede yaşayan, müşterek bir kültür ve tarih bağı ile birlikte uzun süren yaşantılara sahip olan insan topluluğudur. İşte bu itibarla eski Türklerin kullandıkları "budun" sözünün milleti tam olarak karşıladığını açıkça görebiliriz. Budun kelimesinin "bod" sözünden "-un" isim ekinden türetilmiş olması muhtemeldir.

Dilimize millet kelimesi ise Arapça "milla" kelimesinden gelmektedir. Topluluk anla-mında kullanılır. Kuran’da Müslümanlara verilen ad olarak kullanılmıştır. Osmanlı Devleti'n de millet kavramı ile anlatılmak istenen din birliği olan topluluktur. Dine dayalı olan millet sisteminden etnik köken ifade eden millet sistemine ise Meşrutiyet döneminde geçilmiştir.

Ulus kelimesini ele aldığımızda da halk kelimesi ile eş anlamda kullanılmış olduğunu görü-rüz. Ulus kelimesinin aslının Moğolca olduğu, aşiret ve kabile anlamında olmak üzere daha dar bir çerçeveyi ifade ettiğini belirtenlerin yanı sıra çok daha geniş anlamıyla Almanca "volk" karşılığını ifade ettiğini düşünenler tarafından geniş mânâ verenler de vardır.

19. yüzyılda ideolojisini, prensibini ve enerjisini liberalizmden alan toplumları etkile-yen ve dünyanın haritasını değiştiren önemli bir akım milliyetçiliktir. Çünkü milliyet fikri hem duyguya ve akla hem de menfaate hitap etmektedir.

Milliyet, objektif bir ifade ile "herhangi bir esas etrafında toplanan insan topluluğu" olarak ifade edilebilir. Etrafında toplanan bu esas insan topluluklarının özelliklerine göre değişiklik arz edebilir. Bu esas Fransa'da kültür, Almanya'da ırk, Araplar'da dil, ABD'de tabiîyet mefhumlarından ibaret olabilir. İnsan topluluklarını millet olabilmesi için bu esas-lardan en az birinin etrafında toplanılması gerekir.

Buna karşılık bu bağlardan birden fazlası veya hepsiyle birden bağlı topluluklara milliyet ismi verilir.

Türkiye Türkleri için bu bağların birden fazla olduğu konusunda ilim adamlarımız arasında görüş birliği vardır. Ancak tespitler farklıdır. Yusuf Akçura bu esasları "dil" ve "soy" olarak ifade eder. Ziya Gökalp ve İ. Hami Danişmend bu esaslara kültür ve din mefhumlarını da ilâve eder.

Millet kavramı üzerinde bu kısa açıklamadan sonra milliyetçiliğin tanımı ve anlamına baktığımızda genel olarak milleti yüceltmeye yönelik bir ilke olduğunu görürüz. Milliyetçilik millet gerçeğinden hareket eden bir fikir akımı ve çağımızın en geçerli toplumsal politika ilkesidir. Milliyetçilik millî çıkarları temin amacı ile bir ülkü etrafında toplanmayı ifade eder. Çağımızda da milliyetçilik insanları bir gruba veya bir topluma bağlayan en kuvvetli bağ olarak ortaya çıkmaktadır.

Milliyet, bir millete mensup olma veya bir millete bağlı olmaktır. Milliyetçilik ise bir millete mensup kişilerin ait oldukları millete karşı duymuş oldukları bağlılık duygusu ya da millet duygusunun esasını ve kökünü teşkil etmektir. Dolayısıyla milliyetçilik, milleti oluşturan unsurlara veya değerlere olan bağlılığı da ifade eder.

Milliyet, milletin ortak amaçlarına hitap eden bir anlayışı temsil eder. Millî devletin kurulup gelişmesini sağlar. Ayrıca milliyetçilik akımı milletlerin bağımsızlığı yanında iç ve dış politikalarına yön vererek , millî politika, millî çıkarlar, eşitlik ve millî ekonomi gibi kavramları da geliştirir.

Milliyetçiliğin Avrupa'da bugünkü siyasî anlamdaki niteliği ile ortaya çıkışı 1789 Fransız İhtilâli'nden hemen sonra olmuştur. İdeolojisini prensibini ve enerjisini liberalizmden almıştır. Liberalizmin fertler için önerdiği hürriyet ve eşitlik, zamanla milletlerin hürriyeti ve milletlerin eşitliği şeklinde yorumlanmaya başlamıştır. Bu hareketin özünde millet gerçeğini kabul etme ve fertte bir millete mensubiyet şuurunu uyandırma fikri de vardı.

Bununla birlikte Avrupa'da, 1789 ihtilâli sonrası doğan millet ve milliyetçilik gerçe-ğinin Türkler içinde aynı seyri takip ettiği veya aynı neticeleri ortaya koyduğu söylenemez. Türk milliyetçiliği Fransız İhtilâli'ne ve onun sonuçlarına dayanmamıştır. Türk Milliyetçiliği yanlış bir tespitle 1789 Fransız İhtilâli temeline oturtulduğunda Türk tarihi ve Türk kültürü gibi tarihî gerçekler inkâr edilmiş, Bilge Kağan'ın Orhun Abideleri'nde ortaya koyduğu 730'lu yılların Türk milliyetçiliği fikri görmezlikten gelinmiş olur.

Osmanlı aydınlarının Fransız İhtilâli'yle ortaya çıkan bu fikirlerden hemen etkilendi-ğini söylememiz doğru olmaz. Evvelâ eşitlik, hürriyet ve millet gibi fikirler Osmanlıda bir hukuk teriminden ibarettir. Hürriyet esaretin zıttı olan bir kavramdı, fakat Osmanlı toprakla-rında esaret içinde yaşayan bir zümre yoktu. Ayrıca Avrupa'daki gibi sınıf ayrılıkları (soylu, rahip, burjuva, köylü) da mevcut olmadığı için eşitlik kavramı da pek bir önem arz etmiyordu. Millet kavramına gelince Osmanlı Devleti'nde halk Müslim, gayrimüslim ve ehl-i kitap olarak üç kısma ayrılmış; inanç birliği (ümmet) esasına göre bir arada yaşayan insanlar için milliyet

sınırları belirsiz bir mefhum olarak kalmıştı.

Osmanlı Devleti, çöküşten kurtulmak maksadıyla Tanzimat Fermanı'ndan, I. Meşruti-yet Dönemine kadar topraklarında yaşayan bütün insanları bir arada tutmayı amaçlayan Osmanlılık ideolojisine sarılmıştır. Fakat çok geçmeden Osmanlı Devleti'ne bağlı gayrimüs-lim tebaa milliyetçilik cereyanına kapılacak ve Osmanlılık ideolojisi terk edilecektir. Bu ideoloji yerini önderliğini II. Abdülhamid ve Cemaleddin Afgani'nin yaptığı Ümmetçilik ve İslâmcılık ideolojisine terk edecektir. Bu dönem de II. Meşrutiyet'e kadar devam edecek ve II. Meşrutiyetle birlikte devletin yönetimine hakim olan görüş Türkçülük olacaktır. Türkçülük ilhamını kendinden önceki ideolojilerin aksine ilmî çalışmalardan ve Türk tarihinin derin-liklerinden almıştır. Türkçülüğü bir fikir hareketi olarak ortaya çıkaran neden ise hiç şüphesiz devrin sosyal ve siyasal şartlarıdır.

Osmanlı Devleti'nin an'anevî yapısı Türk unsurun ön plâna çıkmasını önlüyordu. Türk unsuruna Osmanlıda verilen yer ulema sınıfındaki dinî hiyerarşi ve 1826'da yeniçeriliğin lağvedilmesi ile askerlik hizmetleri alanında olmuştur.

18. yüzyılda Avrupa'da müstakil bir disiplin olarak ortaya çıkan Türkoloji ilmi, Osmanlı aydınlarını etkilemiş bunun yanı sıra batılıların uygulamaya çalıştığı "Şark Politikası" vasıtasıyla bölücülüğü ve ayrılıkçılığı desteklemesi Türkçülük fikrinin öncelikle

entelektüel seviyede doğmasına yol açmıştır.

Türkçülüğün başlangıçta devletin çok unsurlu yapısı içinde bir aksiyon hâline gelmesi elbette düşünülemezdi. Ama ilk kıpırtılar da fikrî alanda meydana geldi. Osmanlı Devleti'nin Dili olan Türkçe’nin Arapça ve Farsça kurallarla genişlemesi konuşma ve yazı dili arasında çelişki meydana getiriyordu. Bu dönemde Türk aydını pozitif ilimlerden aldığı güç ile dilde sadeleşmeyi savundu ve bu sebeple de Türkçülük hareketi ilk olarak dilde Türkçülük biçiminde ortaya çıktı. Namık Kemal, Ahmet Vefik Paşa, Şinasi, Şemseddin Sami, Necip Asım gibi isimler dilde Türkçülüğün önderi oldular. Milliyet fikrinin canlanması Türkçülük fikrinin de doğup gelişmesinde etkili olmuştur. Sonraki yıllarda Türkistan'dan ve Karadeniz'in kuzeyinden gelen Türkler, Osmanlı aydınları ile münasebete geçince Rusya'daki gelişmelerin de etkisi ile Türkçülük siyasî bir boyut kazanmıştır. Ahmet Ağaoğlu, Hüseyinzade Ali, Gaspıralı İsmail ve Yusuf Akçura Türkiye'nin dışından gelip bu akımın önde gelen isimlerinden olmuşlardır.

I. Dünya Savaşı'nda Türkçülük fikri, Almanların Orta Doğu politikalarına uygun düştüğü için büyük destek gördü. Alman desteğinin bu denli güçlü olmasının sebebi, İslâmcılık fikri kadar Türkçülük fikrinin de Çarlık Rusyası ve İngiltere'ye karşı bir tehdit


unsuru olarak fonksiyon icra etme düşüncesinden dolayı olsa gerektir.

II. Meşrutiyet ile birlikte İttihat ve Terakki Fırkası'nın Türkçülüğe destek vermesi, I. Dünya Savaşı döneminde Türkçülük akımına tamamen siyasî bir mahiyet kazandırmıştır. Ziya Gökalp o günlerde etkin fikirler olan Batıcılık ve İslâmcılığı,Türkçülük fikriyle birleştirerek harekete yeni bir üslûp kazandırdı. Türkçülük fikri Turancılık fikrinin gelişmesinde etkili olmuş ancak bu fikrin gerçekleşmesinde muvaffak olunamamıştır. Türkçülük fikri daha çok ülke içinde millî şuurun gelişmesinde, Türk dilinin sadeleşmesinde ve Türk tarihinin derinlik kazanmasında etkili olmuştur.

Milliyetçilik, 20. yüzyıl ile birlikte çağdaş nitelik kazanmış ve günümüzdeki anlamda en geçerli toplumsal ilke hâline gelmiştir. Modern ve çağdaş anlamdaki milliyetçilik, sosyo-lojik ve psikolojik esaslara dayanır. Bilimsel yaklaşımla milletler, mevcut duruma göre geçerli tasnifler yapar. Gerçekçi, ideal yol ve yöntemler seçer.

Milliyetçilik, bütüncü bir düşünce olmakla beraber dayandığı iki temel kaynak yüzün-den iki ayrı düşünce tarzı şeklinde tezahür etmiştir. Bunlardan birisi kaynağını tarihten alan "Tarihi Milliyetçilik", diğeri ise merkezinde ferdin bulunduğu "Liberal Milliyetçilik" anlayışı-dır. Tarihî milliyetçiliğin kaynağı tarihtir. Kuvvetini tarihten alır. Millî vasıflar üzerinde ısrarla durur, milletlerin çeşitliliğini, farklılığını ve çokluğunu kabul eder. Bunun için kendini mazinin keşfinde arar. Bunu yaparken de romantizmin etkisinde kalır. Din, dil, gelenekler, tarih, kültür gibi unsurlar önem kazanır. Liberal Milliyetçilik ise maziye, ön yargılarla, geleneklere, dine, ferdi sınırladığı gerekçesi ile karşıdır. Bu nedenle yüzü maziye değil geleceğe dönüktür. Kendini istikbalde ispatlamaya gayret eder. Bu tür milliyetçilik yakın çağda geçerli olmuş, özellikle millet niteliği taşımayan toplumlar nazarında, bu tür liberal milliyetçilik makul sayılmıştır. Milliyetçilik konusunda yapılmış tasniflerden birisi de İbrahim Kafesoğlu ve Mehmet Saray'a aittir.

Tabiî Milliyetçilik (Ham duygu olarak),Tabiî duygu olarak milliyetçilik aile ocağında çocuğun ana babasını ve etrafındakileri araması, sevmesi şeklinde başlar, zamanla akrabala-rına sonra yakın ilişki kurulan civar köy ve kasaba halkına sempati beslemek ve nihayet aynı dil ve dinden olan aynı ülke sakinleri ile gönül birliği etmek suretiyle umumileşir. Ancak bu tarz millî beraberlik ham bir duygudan ibaret olduğundan sosyal ve siyasal hayatta fazla etkili değildir.

Sömürgeci Milliyetçilik(Nasyonalizm);Türklerdeki milliyetçilik anlayışı ile Avrupalı-nın nasyonalizmi arasında gerek doğuş, gerek gelişme biçimi itibariyle fark büyüktür. Birinin antik çağdan devraldığı miras gereği, hesap, menfaat ve ölçüye dayanan istismarcı, bencil, sömürgeciliğe yönelik, kibirli bir davranış olmasına karşılık diğeri daha ziyade milletçe korunma zaruretinden doğan, himayeci, adil, töreye dayalı bir insan ve cemiyet sevgisi halesi ile çevrilmiştir. Nasyonalizm haşin, kırıcı, öldürücü bir anlayışın sembolü hâlinde sosyal hayata yansımış iken bizim milliyetçiliğimiz tarihte faydalı, yaşatıcı, insancıl bir düşünce örgüsü olarak görülmüştür.

Şuurlu Milliyetçilik (Devlet Politikası Olarak); Millî kültürü oluşturan en mühim unsurlardan birisi de hiç şüphesiz dildir. Tarih şuuru yaşattığı millî birlik ile dil şuurunu nesilden nesile aktararak hayatiyetini sürdürmüştür. Bunun için Türk milliyetçilik anlayışı daha çok dil unsuru üzerinde yoğunlaşmıştır. Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde Ziya Gökalp, milliyetçilik fikrini, edebî, ilmî, felsefî sahalarda aralıksız işleyen müstesna bir düşünür olarak yerini almıştır. Aydın Taneri'nin yapmış olduğu tasnif ise günümüzde yapılmış isabetli tespitler arasında gösterilmektedir.

Sosyolojik Milliyetçilik; Milliyetçiliğin ilk merhalesidir. Duyguya, aşka dayanır. Ernest Renan'ın 1890'larda yaptığı tarife göre millet, "ortak geçmişi olan ve birlikte yaşama arzusu gösteren insanlar topluluğudur". Bu tariften hareketle sosyolojik milliyetçilik bir millete mensup fertlerin mensup oldukları millete besledikleri bağlılık duygusu ve şuurudur.

Kültür Milliyetçiliği; Bir milletin siyasî, askerî ve medeniyet tarihinin yani hukukun-dan devlet anlayışına, sanatından ekonomisine kadar bütün dalların ilmî ölçülere göre incelenmesi ve bu gerçeklerin o millete mensup fertlerin zihinlerinde işlenmesidir.Şüphesiz bir insanın kültür milliyetçisi olması için önce sosyolojik milliyetçilik sınavını başarması gerekmektedir. Hissen aşk ile milletini sevmeyen bir insanın zihninde ilmî gerçekleri şuurlu bir şekilde telâkki etmesi boşunadır. "İlmî gerçekleri "öğrenebilir, fakat bu bilgiler onda ansiklopedik bilgi olarak kalır. Zihnine ve ruhuna kendi medeniyetinin seviyesi yerleşmiş bir insan kültür milliyetçisidir.

Doktriner Milliyetçilik; Milletlerin meşru hükümet şeklinin kendilerini yönetmek ol-duğu esasına dayanır. Doktriner milliyetçilik temelini Fransız İhtilâli'nden alır.

İdeolojik Milliyetçilik; Siyasî ve içtimaî doktrini olan bir hükümetin, bir partinin, bir dernek veya sendikanın hareketlerine yön veren düşünce ve görüş sistemidir. Anlaşıldığı gibi "siyasî damga ", siyasî vasıf taşır. Bir bakıma politikanın kendisidir. Bu da sosyolojik, kültü-rel ve çok defa da doktriner milliyetçiliği esas alır.

Osmanlının çöküşüyle devletin aslî unsuru olan Türklerde kimlik bunalımının ortaya çıkması arasında paralellik bulunmaktadır. Türk kimliği meselesinin yavaş yavaş aydınları meşgul etmeye başlaması daha ziyade Tanzimat Fermanı'nın ilânıyla başlar. Türk aydını Tanzimat'tan bu tarafa aşağı yukarı yüz yıl boyunca kimlik bunalımı meselesine yeni çözüm-ler aramıştır. Ortaya konan alternatif kimlikler ise; Osmanlılık, Türkçülük, Anadoluculuk, İnkılâpçılık, Çağdaşlık, Cumhuriyetçilik, Turancılık, Demokratlık, Batıcılık, İslâmcılık, Lâiklik ve buna benzer başlıklar altında aranmıştır. Osmanlı varlığının yok olmasından sonra Türk insanının kimlik kargaşasına son veren şahsiyet ise, Meşrutiyet ve Mütareke dönemi aydınlarının da tesiriyle Mustafa Kemal Paşa olmuştur. Millî Mücadele hareketi emperya-lizme karşı bir direniş hareketi olmakla birlikte, manevî cephelerinin ağır bastığı bir kültürel kimlik savaşıdır.Türk insanı, ülkesinin bağımsızlığı için mücadele ederken yok edilmeye çalışılan Türk kimliğini iki temel esas üzerine bina ederek korumuştur. Bu esaslar, "millî" ve "mistik" özellikleri ihtiva eden bir anlayışın ifadesinden başka bir şey olmadığı gibi, Millî Mücadele'de "Kuva-yı Millliye" adıyla sloganlaşan ruh hâlidir.Meşrutiyet döneminde Osmanlının aslî unsuru olan Türkler vardı ve yaşıyordu, ancak Türklerde millet bilinci yani "Türküz, Türk milletiyiz" inancı arzu edilen seviyeye ulaşmamıştı. Bu dönemde Türklük bilincinin olgunlaşmasının önündeki engellerden en önemlisi "dil" meselesinde yaşanan kargaşadır. Osmanlıdaki ümmet anlayışının sembolü Arapça, batı medeniyeti anlayışının sembolü Almanca, İngilizce, Fransızca vs. ile Sarayın Osmanlıca’sı arasında Türk halkının dili olan Türkçe geri plânda kalmış ve ihmal edilmiş bir hâlde idi. "Türk milleti" kavramının gelişmesini dilde birliğin sağlanmasında gören Meşrutiyet dönemi aydınlarının ilk çalışmaları bu sebeple de "dilde Türkçülük" alanında kendini göstermiştir. Kurtuluş çaresi olarak Osmanlı milleti yaratmak veya Müslüman toplulukları bir İslâm devleti altında toplamak gibi iki önemli tez karşısında, Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Hüseyinzade Ali, İsmail Gaspıralı, Ahmet Ağaoğlu gibi aydınların tesiriyle "Türkçülük siyaseti"nin tatbiki meselesi Mustafa Kemal Paşa üzerinde etkili olmuş, bu siyaset Millî Mücadele'yi ve Türk İnkılâbını yönlendirmiştir.

Mustafa Kemal Paşa'ya göre milliyet kavramının temelinde milleti meydana getiren fertlerin bağımsızlıkları yer almaktadır. Bu bağımsızlık insanların karşılıklı ihtiyaçlarından doğan bağlar ile sınırlandırılmıştır. Onun düşüncesinde "milliyet meseleleri" kişisel ve müşterek özgürlük meselesidir.

Millî Mücadele'nin arifesinde Türk milletinin, devletini ve bağımsızlığını koruyabil-mesi onu devam ettirebilmesi ancak kendi varlığının bilincine ermesi ile yani Türk milliyetçi-liğine sarılmakla mümkün olduğunu çok acı tecrübelerle anlaşılmıştı. “Benim hayatta tek öğünç kaynağım, servetim, Türklükten başka bir şey değildir” diyen Mustafa Kemal, Osmanlı Devleti'nin çöküş nedenlerinden birinin de kendi öz benliğini terk etmiş olmasından kaynaklandığını ileri sürmektedir.

Mustafa Kemal bu görüşünü şöyle dile getirir: "Biz milliyet fikirlerini tatbike çok çeşitli topluluklar hep millî inançlarına sarılarak, milliyetçilik idealinin gücü ile kendilerini kurtar-dılar. Kuvvetimizin zayıfladığı anda bizi hor ve hakir gördüler. Anladık ki kabahatimiz kendi-mizi unutmuş olduğumuzmuş. Dünyanın bize saygı göstermesini istiyorsak ilk önce biz kendi benliğimizi ve milliyetimize bu saygıyı, hissî, fikri ve fiili olarak , bütün davranış hareketleri-mizle gösterelim.” Gerçekten de milletin kendi benliğini hissetme şuuru , o milleti tarihin derinliklerinden bugüne, bugünden de yarına intikalini sağlayan manevî bir güçtür.

Millî Mücadele hareketine bir ihtilal ne de bir sınıf hareketidir. Bunun yanı sıra etnik unsurların izni ile başarılmış bir zafer de değildir. Millî Mücadele, Türk milleti adına gerçek-leştirilmiş, bağımsız yaşama azminin bir ifadesi olan Türk milliyetçiliğine dayanılarak kaza-nılmıştır. Mustafa Kemal Paşa yeni Türk devletini kurarken, bir kısım yarı Osmanlı aydınının aşağılık duygusunu yok edip, bütün millete Türk olmanın mutluluk ve gururunu hissettirmiş, Türk milliyetçiliğini şahlandırmış ve doğru çizgiye oturtmuş bir liderdir.

Mustafa Kemal, Cumhuriyet döneminde milliyetçilik şuurunun halk arasında yerleş-mesini sağlamak maksadıyla tarih ve dil çalışmalarına ağırlık vermiştir. Atatürk'ün tarihe vermiş olduğu önem tarih şuurundan ve Osmanlı Devleti'nde millî tarihçilik anlayışının yoksunluğundan ileri gelmekteydi. Dil ise bir milletin duygu ve düşünce tarzı, tarihi ve toplum hayatı ile birlikte yürüdüğünden millet varlığının bir damgası ve o milletin ayrılmaz bir parçasıdır. Millî birlik ve beraberlik ve bunun yanı sıra milî bütünlüğün geleceği de dille sağlanmaktaydı. Bu nedenle Türk Dil Kurumu(1932) ve Türk Tarih Kurumu(1931) kuruldu. Bu kurumların çalışmaları Atatürk'ün milliyetçilik anlayışını birleştirici ve bütünleştirici bir çizgiye oturtmuştur.Mustafa Kemal'in de desteklediği Cumhuriyet dönemi milliyetçilik anlayışına damgasını vuran çağdaş milliyetçilik akılcı ve gerçekçidir. Prof. Dr. S. Maksudi Arsal'ın deyimiyle "Bugünkü milliyetçilik, sosyolojik ve psikolojik esaslara dayanır; kan tahlili ile uğraşmaz, kafa taslarının şekliyle de ilgilenmez. Belli bir millete bağlılık hissi bugünkü milliyetçililiğin esasıdır.

Atatürk'ün yaptığı bir tanıma göre "Millet dil, kültür ve ideal birliği ile birbirine bağlı vatandaşların oluşturduğu bir siyasî ve içtimaî heyettir".Yine Atatürk'e göre milletin en kısa tanımı şudur : "Aynı harstan olan insanlardan oluşan topluma millet denir" A. Afet İnan, Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk'ün El Yazıları, Ankara, 1969,s.24>.

Atatürk, milleti oluşturan şartları incelerken toplumun millet olabilmesi için hiç değilse bir kısmının bir araya gelmesini öne sürmüş fakat millet olma şartlarının hepsinin bir arada bulunmasını da çok gerekli olmadığını da vurgulamıştır. A. Afet İnan, Medeni

Bilgiler ve M. Kemal Atatürk'ün El Yazıları, Ankara, 1969,s.372-373>.

Atatürk, ancak hür bir toplumun millet sıfatına lâyık olacağını belirterek millet ve hürriyet arasındaki münasebete de dikkati çekmiştir.

Türk tarihini incelediğimizde de görüleceği gibi Atatürk, Türk milletinin sinesinden çıkmış bir liderdir. Türk tarihini çok iyi bilmesi sayesinde Türk milletinin temel değerlerini idrak eden Mustafa Kemal, son yüzyılımızın yetiştirdiği en büyük şahsiyetlerdendir. Mensubu bulunduğu milletinin meziyetlerini, Balkan Savaşı'nda, Çanakkale'de, Kafkaslar'da ve Filistin-Suriye Cepheleri'nde görmüş ve Anadolu Türk insanın katlanabileceği fedakârlıkları en son sınırına kadar anlamıştır. Milletimizin tarihten gelen büyüklüğünün idrakinde olduğu için Erzurum ve özellikle de Sivas'ta İngiliz ve Amerikan Mandası görüşlerine şiddetle karşı

çıkmıştır. Mustafa Kemal'in bu ısrarı Millî Mücadele'nin daha sonraki seyri içerisinde "Ya istiklâl ya ölüm "parolası ile hayat bulacaktır. Atatürk ilkeleri olarak bilinen altı temel siyasî doktrinlerden ilk önce zuhur eden hiç şüphesiz milliyetçilik ilkesidir. Atatürk, Milliyetçili-ğinin Cumhuriyetin selâmeti için büyük ehemmiyet arz ettiğini söyleyerek şunları diyor ; "Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayandığı Türk topluluğudur. Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa o topluluğu dayanan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur".

Atatürk, ister Millî Mücadele yıllarında ister Cumhuriyetin ilânından sonra her fırsatta vatan ve millet sevgisinden bahsetmiş ve bu değerlerimizden ilhamını aldığı için büyük işler başarmıştır. Şahsiyetini ise bu sevgisinin büyüklüğünde bulmuştur. Atatürk, milliyetçilik anlayışının temel felsefesini 1933 yılında Onuncu Yıl Nutku'nda tam olarak ifade etmektedir ; "Daha az zamanda daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphe yoktur. Çünkü, Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meş'ale , müspet ilimdir.Bugün, aynı inanç ve katiyetle söylüyorum ki, millî ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük bir millet olduğunu bütün medeni âlem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır.

Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile, âtinin yüksek medeniyet ufkunda bir güneş gibi doğacaktır".

Atatürk'ün her vesile ile dile getirdiği bu ve benzeri sözleri O'nun Türk milletine inancını ve güvenini göstermektedir. Türk milliyetçiliğinde esas olan "millî karakter"in teşekkülü meselesidir. Ne üstün ırk nazariyesi ne de azınlık ırkçılığı önemli değildir. Türk milliyetçiliği millî birlik ve beraberliğin sembolüdür. Türk milliyetçiliği, insan hak ve hürri-yetini yok eden mutlak eşitlik adına her türlü baskı ve terörü mubah gören özel mülkiyet ve şahsî emeğe karşı düşman olan sosyalizme tamamen zıt bir düşünce şeklidir. Milliyetçilik prensibi sosyal adalete devletin kutsallığına kanunlar çerçevesinde ülke ekonomisini daima hak ve adalet içinde ileri götürmeye yer veren vatandaşın kendi emeğinin mahsulü olan mül-kiyete sahip olma yolunu güden bir görüştür. Atatürk'ün dediği gibi Türk milliyetçiliği komü-nizme ve kollektivizme kapalı olduğu gibi Türk milletinin menfaatleri birbirinden ayrı ayrı zümrelerden meydana gelmediğini bilâkis zümrelerin birbirlerinin ihtiyaçlarını tamamla-dığını kabul eder ve savunur.

Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı ülke ve millet bütünlüğüne önem verir, çağdaşlaşmayı amaçlar ve medeniyetçidir. Her türlü mezhep ayrımcılığı, ırkçılığı ve sınıf kavgasını redde-der; Millî dayanışma ve sosyal adaletten yanadır. M. Kemal'in Milliyetçiliği vatan kavramı ile bağlantılıdır ve gerçekçidir. Türkçülüğün ileri bir tefekkürü olan Turancılık anlayışını benim-sememekle birlikte bu fikri reddetmemiştir.

Milliyetçiliği demokrasiye yöneliktir. Millet egemenliği ilkesi ile bağlantılıdır. Saldır-gan ve yayılmacı emel gütmez; barışçı ve insancıldır.

Türk kültürü, kültür münasebetlerinde ve kültürler alış verişinde dikkate değer bir nüfûz ve tesir kabiliyeti ve değeri göstermiştir. Türk kültürü diğer kültürlere saygılı, onlara baskı yapmaya lüzum görmeyen müsamahalı ve kendisinden emin bir kültürdür. Bundan dolayı Türk kültürünün müthiş bir kendisini koruma, dayanma, yaşama, ve yaşatma gücü vardır. Kapalı bir kültür olmadığı hâlde Türk kültürü başka kültürler karşısında daima şahsi-yetini bilmiştir. Bu sebeple de Türk devlet geleneği daima insanları birleştirmiş ve kaynaştır-mıştır. Türkler, kültürel ve biyolojik farklılıkları olan insanları kendi birlik ve bütünlüğü dairesinde değerlendirmiştir. Bu bakımdan insan hakları ve hoşgörü Türk kimliğinin ayrılmaz birer vasfı hâline gelmiştir.

Mustafa Kemal'e göre kendisini Türk hisseden herkes Türk'tür. Ancak sosyolojik ma-nada hissiyata dayalı bu kabul, batıdan farklı olarak kültür birliğine dayalı olan anlayışı ifade eder. Bu tarz bir hissiyatta, her türlü boy, aşiret, kabile ve kavim asabiyetinin üstünde bir manevî ve kültürel mutabakat olan Türk milletine mensubiyet şuuru ön plânda yer almaktadır.

Atatürk’ün Milliyetçilik anlayışı, “Akılcı, çağdaş, medeni, ileriye dönük, demokratik, toplayıcı, birleştirici, yüceltici, insani ve barışçıdır.” Bu anlayış komünizmle, ırkçılıkla, faşizmle, şovenizmle, teokrasiyle bağdaşmaz.

Atatürk’e göre millet :

a- Zengin bir hatıra mirasına sahip bulunan,

b- Beraber yaşamak hususunda müşterek arzu ve muvafakatte samimi olan,

c- Sahip olunan mirasın muhafazasına beraber devam hususunda iradeleri müşterek olan insanların birleşmesinden oluşur.

Türk Milletinin oluşmasında etkili olduğu görülen doğal ve tarihsel olgular şunlardır :

Siyasal varlıkta birlik – dil birliği-yurt birliği-ırk ve köken birliği-tarih akrabalığı-ahlak akrabalığı.



ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCEDE MİLLİYETÇİLİK ÖZELLİKLERİ :



1- Atatürkçü Milliyetçilik anlayışı ülke ve millet bütünlüğüne önem verir.

“ Türk milleti kendinin ve memleketin yüksek menfaatlerinin aleyhine çalışmak isteyen bozguncu,vatansız ve milliyetsiz beyinsizlerin saçmalamalarındaki gizli ve kirli emelleri anlamayacak bir topluluk değildir”

2- Atatürkçü Türk milliyetçiliği anlayışı ırkçılığı reddeder.

" Aynı ortak geçmişe tarihe, ahlaka ve haklara"

3- Atatürkçü Türk milliyetçiliği çağdaşlaşmayı amaçlar, medeniyetçidir.

"Büyük davamız en medeni ve en müreffeh, millet olarak varlığımızı yükseltmektir yalnız kurumlarında değil düşüncelerinde temelli bir İnkılap yapmış olan büyük Türk milletinin dinamik idealidir"

4- Atatürkçü milliyetçilik anlayışı laiklik ile bağlantılıdır. Her türlü mezhep ayrımcılığını reddeder.

“Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale müspet ilimdir”

5- Atatürkçü milliyetçilik anlayışı sınıf kavgasını reddeder. Milli dayanışma ve sosyal adaletten yanadır.

"Bence bizim milletimiz birbirinden çok farklı menfaatler takip edecek ve bu itibarıyla birbiriyle mücadele halinde buluna gelen çeşitli sınıflara sahip değildir,"

6- Atatürkçü Türk milliyetçiliği vatan kavramı ile bağlantılıdır ve gerçekçidir.

"Türk milleti Asya’nın batısında ve Avrupa’nın doğusunda olmak üzere kara ve deniz sınırları ile ayırt edilmiş dünyaca tanınmış büyük bir yurtta yaşar."

7- Atatürkçü Türk milliyetçiliği Demokrasiye yöneliktir. Millet Egemenliği ilkesiyle bağlantılıdır.

"Millet egemenliği öyle bir nurdur ki onun karşısında zincirler erir taç ve tahtlar yanar mahvolur.”

8- Atatürkçü milliyetçilik saldırgan değil, barışçı ve insancıldır.

"Biz öyle milliyetçileriz ki bizimle iş biriliği yapan bütün milletlere saygı duyar ve riayet ederiz.”

"Harp zaruri ve hayati olmalı öldüreceğiz diyenlere karşı ölmeyeceğiz diye harbe girebiliriz lakin millet hayatı tehlikeye uğramadıkça harp bir cinayettir.”



Atatürk her şart altında güç kaynağı olarak milleri görmüştür. Kurtuluş savaşında buna sıkı sıkıya bağlı kalmıştır.Gücünü milletten alarak engelleri birer birer aşmıştır. O, vatanı ve milleti ilgilendiren her konuda millete ve onun temsilcilerinin düşüncelerine başvurmuştur.



Milliyetçilik ilkesi toparlayıcı ve birleştiricidir. Çünkü ırkçılık esasına dayanmaz.

Mezhebi dili ne olursa olsun kendini Türk bilen ve Türk hisseden her insan Türk'tür. Atatürk bu inancını 10 yıl nutkunda "Ne Mutlu Türküm Diyene!" diyerek belirtmiştir.

Atatürk'ün milliyetçilik anlayışı başka milletlerin varlığına saygı gösteren barışçı,

akılcı ve çağdaş bir anlayıştır. Atatürk bu anlayışı şu sözlerle dile getirmiştir : "Türk milliyet-çiliği ilerleme ve gelişme yolunda ve uluslar arası ilişkilerde bütün çağdaş milletlere paralel ve onlarla bir uyum içinde yürümekle beraber Türk toplumunun özel karakterini ve başlı başına bağımsız kimliğini korumaktır.”

Atatürk maliyetçiliğinin temel amaçlarından biri milli birlik ve beraberliktir. Atatürk

milli birlik ve beraberliğin önemini şu sözlerle vurgulamıştır. “Bir yurdun en değerli varlığı vatandaşlar arasında milli birlik, iyi geçinme ve çalışkanlık, duygu ve yeteneklerinin olgunlu-ğudur.”

Milli birlik her şeyden önce toplumsal dayanışmayı güçlendirir. Milli birlik ordumu-

zun manevi gücünü oluşturur. Nitekim kurtuluş savaşımız bu güçle kazanılmıştır.

Milliyetçilik ilkesine göre, Türk ulusu büyük insanlık ailesinin yüksek onurlu bir üye-sidir. Bu bakımdan bütün insanlığı sever; ulusal onur ve çıkarlarına dokunulmadıkça başka uluslara karşı düşmanlık beslemez ve aşılamaz. Milliyetçilik ilkesi, bütün çağdaş uluslarla uyum içinde yaşamakla birlikte, Türk toplumsal varlığının özel karakterini ve başlı başına bağımsız kimliğini saklı tutmayı esas sayar. Bu bakımdan kendi özüne aykırı akımların ülkeye girmesini ve yayılmasını istemez.

Atatürk milliyetçiliği, gerek bağımsız, gerekse başka devletlerin uyruğu olarak yaşa-yan bütün Türkleri derin bir kardeşlik duygusuyla candan sevmek ve onların refah ve gelişme-sini candan dilemekle birlikte, siyasal sınır olarak Türkiye Cumhuriyeti sınırlarını tanır. Milliyetçilik ilkesine göre, Türkiye Cumhuriyeti içinde, Türk dili ile konuşan, Türk kültürü ile yetişen, Türk ulusunun her yönden yükselmesi düşüncesini benimseyen her birey, hangi dinden olursa olsun Türk’tür. Milliyetçilik ilkesini, ulusal bilincimize Kurtuluş Savaşı ile perçinleyen güç, Türk toplumunu birbirine bağlayan en yüce bağın ulusçu bağ olduğu inancıdır. Bu ulusçu bağın en özlü deyişi “Ulusal Birlik Duygusu”dur.

Milliyetçilik ilkesi özet olarak: “Türk ulusunun yüksek karakterini, yorulmaz çalışkan-lığını, doğuştan gelen zekasını, bilime bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, ulusal birlik duy-gusunu aralıksız olarak ve her türlü araç ve önlemlerle besleyerek geliştirmek”tir. Milliyetçi-lik ilkesi, Türk ulusunun “bütün bireylerini, kaderde, kıvançta ve tasada ortak bir bütün halinde ulusal bilinç ve ülküler çevresinde toplamak” inancıdır.

Atatürk milliyetçiliği, Türk toplumunun en eski kaynaklarına dek, bütün tarihine uzan-makla birlikte asla bir ırk milliyetçiliği, bir şovenlik değildir. Akıp giden zaman içinde Türk ulusunun, çok eski bir ulus olduğu bilincini uyandırarak ulusal bağları besleyen, geliştiren bir kültür milliyetçiliğidir. Bu milliyetçilikte yurt, Atatürk’ün daha ulusal Kurtuluş Savaşı’na baş-larken ulusal antlaşma (Misak-ı Milli) ile sınırları çizilmiş bugünkü Türk yurdudur. O’nun ‘’Ne mutlu Türküm diyene’’ sözü de zaten böyle bir anlama gelir. Kendini Türk bilen, Türk duyan, Türk olmakta övünen ve tarihimize, yurdumuza, ulusumuzun yarınlarına inanan her yurttaşı, Türk kabul eden gerçekçi, insancı bir milliyetçiliktir bu. Amacı da, ulusal sınırları-mız içinde yaşayan Türk halkının kendi öz değerlerini, temel kültürünü, çağdaş uygarlık ilkelerine göre işleyip geliştirmek, onu iç-dış bütün bağlayıcı, engelleyeci öğelerden kurtararak ilerletmek, refaha, mutluluğa, kavuşturmaktır.

Mustafa Kemal Paşa, tarihî seyir içerisinde Türk kültürünü inceleyerek modern Türk insanını yetiştirecek olan Türk kültürünün çerçevesini çizmiştir. Onun Türk kimliği anlayışı, Türk'ün karakterine ve tarihine uygun bir kültür anlayışının yaşatılmasıdır. Bu tarz bir kimlik ve kültür anlayışı ise yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin temelini meydana getiren felsefeyle ifadesini bulmuştur.

Günümüzde, ülkemizin belirli yörelerinde etnik bölücülük körüklenmekte, birtakım Türk boylarına değişik kimlikler izafe edilerek ayrı bir soydan, bir başka kültürden oldukları yolunda telkinler yapılmaktadır. Ancak, mezhep, tarikat, cemaat kışkırtıcılığın yapıldığı yörelerin tamamında tarafların Türk olduklarından, ne kışkırtanların ne de kışkırtılanların hiçbir şüphesi yoktur. Bir başka ifadeyle, soy ve kültür bakımından çatısı altında toplanılacak bir kimlik olarak Türk kimliği ve bu kimliğin hür iradesiyle teşekkül ettirilmiş bir siyasî yapılanma yani Türkiye Cumhuriyeti devleti mevcuttur.

Türk kimliğini ve Türkiye Cumhuriyeti devletini müştereklerimizin esası kabul etmek kaydıyla Türk toplumunda etnik kimlik ve mezhep çatışmalarının tekrarlanmaması, kasıt ve kışkırtmalarının yeni kan davalarına yol açmaması için yukarıda ifade edilen müştereklerimi-zin sahiplenilmesi ve yaşatılması vazgeçilmez şarttır.

Ziyaret -> Toplam : 125,17 M - Bugn : 56019

ulkucudunya@ulkucudunya.com