'Ya ol, ya öl' mü, yoksa…
Fehmi KORU 01 Ocak 1970
Bugünkü noktaya nereden geldiğimizi hatırlatmamı ister misiniz? Avrupa Birliği'nde (AB) 'ya ol, ya öl' noktasına gelmekten söz ediyorum. Bu hafta içerisinde yapılacak AB Zirvesi'ne katılacak Avrupalı liderler, dışişleri bakanlarının kendilerine sunacağı karar tasarısını onaylayacaklar. Dışişleri bakanlarının değerlendirmelerine esas kabul ettikleri Avrupa Komisyonu'nun en az sekiz dosyanın ertelenmesini öngören raporu hiç de olumlu olmayan unsurlar içeriyor. AB çevreleri, neredeyse ağız birliğiyle, “Türkiye içimize kendi kurallarıyla girmeye çalışıyor; Kıbrıs Cumhuriyeti'ni tanımadığı gibi üye bir ülkeye müeyyide de uyguluyor” iddiasını tekrarlayıp duruyor.
Brüksel'den yükselen 'çözüm önerisi' hep bildik sözcükleri ihtiva ediyor: Müzakereleri erteleme, dondurma, askıya alma, ilişki kesme…
İçeride de durum farklı değil. Hepsi de görevde bulundukları zaman AB ile ilişkileri iyileştirme çabası göstermiş, bazıları bugün de Türkiye'nin AB üyesi olmasını destekleyen eski dışişleri bakanlarından altısı, karşı karşıya kalınan şartlarda en iyi formülün Brüksel'in kararını bile beklemeden kendiliğimizden mizakerelere ara vermek olduğunu bir televizyon programında açıkladı. AB uzmanı bilinen ve Türkiye'nin AB sürecini gönülden teşvik edenlerin de son zamanlarda çaresizlik ifade ettikleri herkes tarafından görülüyor…
Sözün kısası, Türkiye'deki tartışmalarda da o bildik sözcükler ön planda: Müzakerelere ara verme, ilişkiyi dondurma, askıya alma, karar erteleme… Hükümete, “Müzakereleri ertele, gümrük birliğini askıya al” aklını verenler de çıkmadı değil.
Bugünkü noktaya böyle geldik. Gazete okuyan, haberleri izleyenler için gerekmiyor, ama hükümetin son hamlesi ertesinde hangi noktaya geldiğimize de kısaca göz atmakta yarar var.
Türkiye'nin hiç de yeni olmayan, geniş çerçevesi aylar öncesinden kamuoyuyla da paylaşılmış olan 'öneriler paketi' AB'deki 'Türkiye taraftarı' bilinen ülkelerin sayısını müthiş artırmış bulunuyor. “İnceldiği yerden kopsun” tarzı yazı ve yorumlarla çıkan dünya basını, Ankara'nın son hamlesi üzerine, Türkiye'nin yapıcı davranışına övgüler yağdırıyor. Çıkan gürültüde pakete itiraz eden Rumların sesine kulak veren yok.
Bir basit hamleyle Türkiye dünya kamuoyunu arkasına almış oldu. Mızıkçılık yapan, sorunu çözmek istemeyen, sürekli hır çıkartan taraf olarak görülüyor Rumlar ve Yunanistan bile onları kolayca savunamıyor.
Bütün bunlar sadece sözle ifade edilen vaatlerle sağlanmış gelişmeler… Türk diplomasisi çok uzun yıllardır bugünkü kadar kendinden emin olmamıştı.
Şimdi ise bir sorun var: Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt'ın “Bizden görüş alınmadı” çıkışı sonrasında, AB çevreleri, “Sözlü taahhüt yetmez, önerilerinizi yazılı hale getirin” demeye başladılar. Önerilerin yazılı hale getirilmesi, geri dönüşü olmayan bir yola girmek, diplomatların elini-kolunu bağlamak gibi zararlı sonuçlar dışında bir başka fiilî durum daha doğurabilir: Rumların Kıbrıs Cumhuriyeti'nin tanınması…
Dün burada sorduğum “Şimdi ne olacak?” sorusu hâlâ geçerli. Aylar öncesinden hazırlanmış, ayrıntıları bir dizi Milli Güvenlik Kurulu toplantısında görüşülmüş, onlarca uzman ve diplomatın alınteriyle kotarılmış 'öneriler paketi' AB liderlerinin kararlarını olumlu yönde etkilemişken, bir çıkış, bütün bu çabaları berhava etmiş görünüyor.
Türkiye bu durumu hak etmiyor.