Çin Küresel Üretimde Bir Süper Güç mü?
Murat Öztuna 01 Ocak 1970
Çin’de jeopolitik seçimlere ve büyük güç mücadelesine yoğunlaşmış bir kesimin dışında, içerdeki sorunları içerinin dinamikleri ile çözmeyi düşünen bir kesim de mevcut. Her ne kadar Çinli siyasiler, Trump’ın “Made in China 2025”i ABD’nin Çin karşıtı stratejilerinde diline dolaması nedeni ile nadir olarak bahseder olsalar ve daha fazla dış politikayı öncelemiş gibi görünseler de “Made in China 2025” planı bugün hâlâ Çin sanayisinin gelişimi ve dönüşümü için bir kılavuz niteliğini korumaktadır.
Çin, 1990’ların başında, bol ve çok ucuz işgücü ile düşük kaliteli üretim arayan batılı firmalar için yeni bir alternatif olarak ortaya çıktığında küresel ticarette küçük bir faktördü. 2001 yılında Dünya Ticaret Örgütü’ne katıldığından itibaren ise dünyanın fabrikasına dönüştü.
Çin İstatistik Kurumu’nun yayınladığı yıllık verilere göre 2001’den 2020’ye Çin’in dış ticaret hacmi %766’lık bir artışla 600 milyar dolardan 4,6 trilyon dolara yükseldi. Aktif yabancı sermaye kullanımı %582’lik bir artışla 395 milyar dolardan 2,3 trilyon dolara çıktı. Gayrisafi milli hasılası ise %975’lik bir artışla 1,34 trilyon dolardan 14,4 trilyon dolara yükseldi[1]. Çin’in üretirken dünya ekonomisi ile bütünleşmesi Çin’de yoksulluğun azaltılmasında önemli bir rol oynadı. Ancak bununla birlikte hızla yükselen ücretler, yıllarca Çin’in bir zamanlar çok büyük olan maliyet avantajını aşındırdı ve özellikle ucuz iş gücüne dayalı üretim, emeğin daha ucuz olduğu veya gelişmiş ekonomilerdeki müşterilere daha yakın coğrafyalara kaymaya başladı.
Çin’in Ekonomik Dönüşüm Çabası
Bu bağlamda Çinli politika yapıcılar, Çin’in ekonomik büyüme modelini, ihracat üretimi ile iç tüketim ve hizmet sektörleri arasında denge kurabilmek adına birtakım yapılandırmalara gitmeye başladılar. Sırası ile Çin’den duyduğumuz Kuşak Yol Girişimi, “Made in China 2025” ve Çifte Dolaşım kavramları gerek direk gerekse dolaylı olarak bu büyüme modelinin değişimi ile ilgili planlamaları içermektedir.
İşte “Made in China 2025” bu planlamalar içerisinde Çin’in endüstriyel kalkınması ve sanayisinin dönüşümü açısından merkezi bir öneme sahiptir. Tanımlamak gerekirse “Made in China 2025”, Çinli üreticileri değer zincirinde keskin bir şekilde daha yüksek teknolojili, daha yüksek değerli ürünlere doğru hareket etmeye teşvik eden ve ülkenin sanayi üretim anlayışını değiştirmeye yönelik bir hamle olarak görülmektedir. Çin başbakanı Li Keqiang tarafından 2015 yılının mayıs ayında açıklanan bu stratejik plan, yeni nesil Endüstri 4.0 üretim teknolojilerine yatırım yaparak ve endüstriyel değer zincirlerinde dünya standartlarında uygulamaları benimseyerek verimlilik ve kalite artışını hızlandırmak ve bu şekilde Çin’in dünyanın fabrikası olmaktan çıkıp, dünyanın inovasyon tabanlı sanayi devleri kulübüne katılmasını amaçlamaktadır.
“Made in China 2025” planı, Çin sanayisinde üç büyük dönüşümü vurgulamaktaydı. Bunlar, Çin üretiminden Çin dizaynına, Çin’in üretim hızından Çin’in üretim kalitesine ve Çin malından Çin markalarına olarak belirtilmişti. Plana göre bu üç büyük dönüşümünü gerçekleştiren Çin imalat endüstrisi 10 yıllık bir kalkınma planına bağlı kalarak, 2025 yılına kadar temelde inovasyon merkezli sanayileşmeyi başaracak ve bir sanayi süper gücü durumuna gelecekti.
Peki, Çin sanayisi bugün hangi konumda? Çin küresel bir sanayi üretim üssü mü? Amerika, Almanya ve Japonya gibi sanayi devleri ile rekabet edebilecek konumda mı? “Made in China 2025” planı başarılı mı ilerliyor?
Çin Halk Siyasi Danışma Konferansı (CPPCC-ÇHSDK) Ulusal Ekonomi Komitesi’nin direktörü Miao Wei’in 7 Mart’ta Çin Ulusal Halk Kongresi (LiangHui) ile aynı zamanda düzenlenen ikili toplantılar süresince, 13. CPPCC Ulusal Komite toplantısındaki konuşması tüm bu sorulara cevap verir nitelikteydi. Miao Wei, küresel üretimin dört kademeli hiyerarşik modelinde Çin’in üçüncü kademede bulunduğunu ve bir üretim süper gücü hedefine ulaşmak için en az 30 yıla daha ihtiyaçları olduğunu söyledi[2]. Miao Wei ayrıca Çin’in kapasite olarak büyük ama güçlü olmayan endüstriyel üretiminin durumunun temelden değişmediğini ekledi sözlerine. Temel teknolojilerin hâlen başkaları tarafından kontrol ediliyor oluşunun ticaret zincirinde oluşturduğu risklere değindi. Böyle bir durumda, imalat sanayinin GSYİH içindeki payının erken ve hızlı düşüşünün, sadece mevcut ekonomik büyümeyi aşağı çekmek ve kentsel istihdamı etkilemekle kalmayacağı, aynı zamanda potansiyel endüstriyel güvenlik tehlikelerini de beraberinde getirerek Çin’in ekonomik riskten korunma yeteneklerini ve uluslararası rekabet gücünü zayıflatacağı konusunda uyarılarda bulundu[3].
Miao Wei’in bu açıklamaları iki açıdan önem teşkil etmekte. İlki, Miao Wei’in sıradan olmayan siyasi geçmişi. Miao Wei geçen yıl CPPCC direktörlüğüne atanmasından önceki 10 yıl süresince Çin Sanayi ve Bilgi Teknolojileri Bakanlığı görevini yürüttü. O nedenle mevcut durumu ve gelişmeleri en detaylı şekilde değerlendirebilecek bilgi ve tecrübe birikimine sahip. İkincisi ise, Miao Wei bu konuşmayı CPPCC’nin üst düzey liderlerinin ve 2000’in üzerindeki delegesinin bulunduğu bir toplantıda gerçekleştirdi.
Tarihi Çin Komünist Partisi (ÇKP)’nin Çin iktidarını tümüyle kontrol altına henüz almadığı ve iç savaşın devam ettiği yıllara dayanan CPPCC ilk olarak 1945’de ÇKP ve Çin Milliyetçi Partisi (GuoMinDang-KMT) arasında çok partili bir diyalog mekanizması olarak kurulmuş. ÇKP Çin Halk Cumhuriyeti’ni kurduktan sonra da bu yapıyı Çin’in ÇKP içinde olmayan elit kesiminin hükümete tavsiye ve öneriler sunması için gerekli mekanizmayı sağlamak amacı ile devam ettirmiş.
Her ne kadar CPPCC çalışmalarını ÇKP şemsiyesi altında yürüten ve siyasi gücü olmayan bir yapı olsa da CPPCC tarafından sunulan teklifler, politika değişikliklerinde veyahut uygulanan politikaların kamuoyu tarafından tartışılmasına ön ayak olması açısından önemlidir. Ayrıca ÇKP’nin farklı siyasal, sosyal ve profesyonel grupların anlamlı bir şekilde temsilini sağlaması ve toplumun nabzını tutabilmesi için önemli bir araçtır.
Yüksek Üretim, Düşük Katma Değer
Bununla birlikte Çin mühendislik Akademisi’nin geçtiğimiz yılın aralık ayında yayınladığı sanayi gelişimi endeksi raporu da Çin’in endüstriyel dönüşümü ile ilgili karşılaştırmalı olarak ayrıntılı bilgiler vermektedir[4]. Rapor, bir ülkenin sanayi üretiminin güçlü ve zayıf yanlarını ölçek geliştirme, katma değer, yapısal optimizasyon ve sürdürülebilir kalkınma olmak üzere dört kategoride kapsamlı bir şekilde incelemiş. Bu göstergelerden ölçek geliştirme dışında kalan üçü ülkenin üretim gücünü göstermektedir ve gelişmiş ekonomilerle gelişmekte olan ekonomiler arasındaki farkı ortaya koymaktadır. Genel sanayi gelişim endeksine göre Çin, Amerika, Almanya ve Japonya’nın ardından dördüncü sırada görülmekte.
Ancak rapor, Çin ile Çin’in rekabet etmesi gereken küresel sanayi güçleri arasındaki farkın oldukça belirgin olduğunu iddia etmekte. 2019 verilerine göre Çin, ölçek geliştirme konusunda listenin en üzerinde bulunsa da diğer üç kategori toplamı değerlendirildiğinde 6’ıncı sırada görülmektedir. Rapora göre Çin, üretim alanında en hızlı ilerlemeyi kaydeden ülke olurken, temel rekabetçilik gücü açısından Amerika listenin zirvesinde bulunmakta.
Sanayi gelişim endeksine göre ülkeler üretim güçlerine göre hiyerarşik olarak sınıflandırılmış. Buna göre Amerika birinci seviye üretim gücü olarak kabul edilirken, Almanya ve Japonya ikinci seviye gelişmiş üretim gücü olarak görülüyor. Çin, Güney Kore, Fransa ve İngiltere ile birlikte üçüncü seviye ülkelerin arasında.
Alt kategorilerin incelenmesinde dikkat çekici rakamlar göze çarpıyor. 2012-2019 yılları arasında yapısal optimizasyon açısından özellikle 2016 yılından itibaren teknoloji yatırımlarının etkisi ile sınırlı da olsa artış trendine girmiş olan Çin, diğer yandan rulman, CNC tezgâhları, endüstriyel yedek parça üretimi gibi temel sektörlerde küresel ekonomideki payını yeni üretim ekonomisine geçmiş olan ülkelere kaptırmış gibi görülüyor.
Temel endüstrilerde Çin 2012-2019 yılları arasında küresel ekonomiye katma değeri açısından toplamda %50 civarında düşüş göstermiş ki bu küresel sanayi devi ülkelerle karşılaştırıldığında oldukça yüksek. Aslında bu gösterge Çin’in özellikle “Made in China 2025” planı ile birlikte bütün ilgisini ve kapasitesini teknolojik yatırımlara çevirdiğini ancak bu dönüşüm sürecinin çok hızlı gerçekleştirilmek istenmesi ile birlikte oluşan dengesizliği yansıtmakta. Raporda da belirtildiği üzere düşük katma değerli üretimin oluşturduğu üretim fazlası ve bunun katma değeri yüksek üretim ile henüz dengelenmemiş oluşu ile birlikte özellikle ticaret savaşlarının getirdiği yüksek rekabet ve jeopolitik riskler Çin sanayisi üzerinde ikili sıkıştırma oluşturmuş durumda.
Yani Çin’in 70’lerin sonundaki dışa açılım süreci ile birlikte gerçekleştirdiği teknik uzmanlık ve işgücüne dayalı seri üretim anlayışı ve bugün geçmeye çalıştığı yüksek teknolojiye dayalı katma değeri yüksek üretim anlayışı arasında boşluklar oluştu. Bunu ulusal sanayilerin küresel ekonomide ürettikleri katma değer göstergelerinde de görebiliyoruz. Bu bağlamda Çin’de işgücü verimliliği birinci seviye sanayi ülkesi olarak kabul edilen Amerika’dan 5 kat, ikinci seviye sanayi ekonomileri olan Japonya ve Almanya’dan 3 kat daha düşük durumda. Yine mühendislik akademisinin yayınladığı raporda, işletme gelirleri ve tanınılırlık durumlarına göre dünyada ilk 500 firma arasindan belirlenen temel sanayi, yüksek teknoloji ve yedek parça üretim firmalarının küresel sanayi üretimine katkı payları arasındaki fark da dikkat çekici seviyede görülmektedir. Almanya’nin 17 adet küresel sanayi firmasi küresel ekonomide toplamda %25’lik bir katma değer üretirken, Çin’in 18 adet küresel sanayi firmasının ürettiği katma değer sadece %6.
Bununla birlikte, sürdürülebilir kalkınma verilerinde de Çin gelişmiş ekonomilerin oldukça gerisinde kalmış görülüyor. 2018 yılında Çin’in imalat satış kârı %6,19, Ar-Ge yatırım yoğunluğu ise %2,32 olarak gerçekleşmiş. 2019 yılında ise imalat satış kârı %5.23’e gerilerken Ar-Ge yatırım yoğunluğu %1,45’e gerilemiştir. Burada ticaret savaşları ve artan jeopolitik risklerin ticari faaliyetlerde oluşturduğu zorlayıcı etkileri, sanayi Ar-Ge yatırımlarının ve üretim yoğunluğunun azalması ile birlikte daha net görebiliyoruz.
Tabi ki bu rakamlar Çin’in dünyanın fabrikası statüsünü halen devam ettirdiği gerçeğini değiştirmez. Çin, dünya bankasının 2019 yılı verilerine göre 3,8 trilyon dolar katma değerli üretim ile dünya lideri konumunda. Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi verimlilik ve inovasyon konularında henüz gelişmiş ülkelerin seviyesine ulaşmış değil.
Bu durumda, Miao Wei’in de belirttiği gibi henüz piyasa odaklı reformların gerçekleştirilmemiş olmasının, yani özel işletmeler için adil rekabet mekanizmasının tam anlamı ile işlememesinin, pazar erişim kısıtlamalarının hâlen devam ediyor oluşunun ve kurumlar vergisinin işletmeler üzerinde büyük bir yük oluşturmayı sürdürmesinin payları bulunmakta. Ek olarak sanayi dönüşümünün öneminin toplumda henüz tam olarak anlaşılamadığı ve hizmet endüstrisini üretim endüstrisinin yerine ikame ederek ekonominin dönüşümünü ve ekonomik büyümeyi sağlamayı düşünenlerin çokluğu da dönüşümün hızını yavaşlatan etmenlerden olarak görülüyor.
Eski bakanın Çin’in stratejik açıdan uyanık kalması gerektiği, endüstriyel tedarik zincirinin kontrol edilebilirliği konusunda gelişim göstermesi ve birkaç on yıldır biriktirdiği servetini koruması gerektiği yönündeki uyarıları ise özellikle son yıllarda sıklıkla dış politikayı öne çıkaran Çin için oldukça dikkate değer.
Görünen o ki, Çin’de jeopolitik seçimlere ve büyük güç mücadelesine yoğunlaşmış bir kesimin dışında, içerdeki sorunları içerinin dinamikleri ile çözmeyi düşünen bir kesim de mevcut. Her ne kadar Çinli siyasiler, Trump’ın “Made in China 2025”i ABD’nin Çin karşıtı stratejilerinde diline dolaması nedeni ile nadir olarak bahseder olsalar ve daha fazla dış politikayı öncelemiş gibi görünseler de “Made in China 2025” planı bugün hâlâ Çin sanayisinin gelişimi ve dönüşümü için bir kılavuz niteliğini korumaktadır. Amerika’nın yeni başkanı Biden’ın da Çin’i ve Asya Pasifiği merkeze alan bir dış politika izleyeceğini açıklamasının ardından Çin sanayisini gelişmiş ülkeler seviyesine çıkarabilmek ve teknolojik alanda dışa bağımlılığı azaltabilmek adına bundan sonra “Made in China 2025” planını daha fazla vurgulayacaktır.