Yoldan çıkmış beş ton kokain
İbrahim KİRAS 01 Ocak 1970
Son senelerde neredeyse her gün yeni bir skandala uyanmaya alıştığımızdan kamuoyu ilk önce tam olarak ne olduğunu idrak edemedi belki ama bir “suç örgütü lideri” tarafından peş peşe dile getirilen birtakım korkunç suçlamalar ve vahim iddialar dünyada eşi az görülebilecek boyutta bir siyasi skandalın kapısını aralamış görünüyor.
Son beş yıl içinde tamamlanan yönetim sistemi dönüşümünün ülkemize bir armağanı da siyaset-mafya ilişkilerinin yeniden tartışılır hale gelmesi oldu. Ülkedeki mafya gruplarından birinin lehine gözden çıkarılmış olan bir diğerinin intikam gayesiyle birtakım kirli çamaşırları ortalığa dökme girişimi korkunç bir tabloyla yüz yüze bıraktı bütün ülkeyi.
İddiaların hepsini bir kenara atalım. Hepsini yalan ve iftira kabul edelim… Peki, “varış yeri” Türkiye olan kokain sevkiyatı konusu ne olacak?
Bundan bir yıl önce Kolombiya’da yakalanan ve resmi makamlar tarafından “varış yerinin İzmir olduğu” açıklanan 265 milyon dolar değerindeki 5 ton kokain ile geçtiğimiz haftalarda Panama’da yakalanan ve son durağı Mersin limanı olan 616 paket kokain sevkiyatlarının alıcı tarafları hakkındaki belirsizlik ve bununla ilgili suçlama ve iddialar boş verilecek bir konu değil. Bu hususta herhangi bir soruşturma açılıp açılmadığına, konuya yargının el koyup koymadığına dair bir açıklama yapılmamış olması da durumun vahametini arttırıyor. Dile getirilen iddiaların yalan ve iftiradan ibaret olduğuna inanmamız isteniyorsa kulaklarımızın kurusıkı hamasetten daha fazlasını işitmesi gerekir.
Bir iç hesaplaşmanın veya intikam arayışının sonucu olarak ortaya dökülmüş bulunan diğer iddialar da çok vahim ve ne yazık ki bunların da ciddiye alınmasını gerektiren bir bağlam ve bir arka plan var.
***
Bir ülkede mafyatik ilişkilerin ortalığı kaplamış olması tek bir şeyi gösterir: O ülkede hukukun üstünlüğünün olmadığını. Yasaların ve kuralların herkes için geçerli olmadığını. Keza yolsuzlukların vaka-i adiye niteliği kazanarak alıp başını gitmesi de bu fasiledendir. Hukukun herkes için geçerli olmaması bu demektir zaten. Birilerinin kendileri için özel olarak açılmış olan alternatif geçitleri kullanması… Bu ülkelerin ortak özelliği yönetim zafiyetiyle malul olmalarıdır. Bu ülkelerde siyaset güçlü değildir, devlet çok başlıdır, kurumlar denetimsizdir. Oysa Türkiye’deki AK Parti hükümeti bugüne kadar görülmüş en güçlü iktidar. Yargı elinde, asker elinde, polis elinde. Medya elinde, sermaye elinde. Cemaatler, tarikatlar, dernekler, vakıflar da elinde. Buna rağmen mafyanın ve mafyatik ilişkilerin bu kadar gemi azıya alması mevcut iktidar mekanizmasındaki ciddi bir arızanın işareti olsa gerek.
Demek ki bir siyasi partinin devletin bütün organlarını denetleyebilen bir güç olması yanında sivil toplum, sermaye ve medya üzerinde daha önce örneği görülmemiş bir hegemonya kurabilmesi “iyi yönetim”in garantisi değilmiş. Ne yazık ki bunu bizzat yaşayarak tecrübe ettik. Mesele zihniyet meselesiymiş. Partiyi, ülkeyi ve devleti “şahsen” yönetmek gibi bir hayali gerçekleştirme tutkunuz varsa hadisenin merkezinde, buradan iyi yönetim pratiği doğmasını beklemek ayrı bir hayalcilik olur zaten.
***
Mafyatik yapıların serbestçe at koşturdukları ülkelerdeki yönetim zafiyetini açıklamak için “siyaset güçlü değildir, devlet çok başlıdır, kurumlar denetimsizdir” dedim ya, aslında bütün gücün tek elde toplandığı, kurumların etkisizleştirildiği, toplum üzerinde baskı düzeninin inşa edildiği bir ülke için de aynı şey geçerli paradoksal olarak. Yani burada da siyaset aslında güçlü değildir ve aslında devlet mekanizması çok başlıdır. Çünkü otokratik bir rejim kalıcı değil geçici şartların rejimidir. Bir anomalidir. Bu anomaliyi kalıcı hale getirme hayali kurmak devlet idaresinin ne olduğundan tamamen habersiz olmakla mümkündür. Böylesi bir anlayışın eseri de bugünkü Türkiye tablosu olur ancak.
(128 milyar dolar tutarındaki Merkez Bankası döviz rezervini veya 46 milyar TL ihtiyat akçesini bir yerel seçim uğruna harcayıp bitiren bir kadrodan nasıl iyi yönetim örneği bekleyebiliriz ki zaten? Vatan sevgisiyle ilgili nutuklarını nasıl ciddiye alabiliriz?)
Görünen o ki devlet kurumlarının işlevlerinin olmadığı, yasaların ve kuralların geçerliğinin kalmadığı bir konjonktürde “yasadışılık” kavramının anlamı da kalmamış oluyor. Norm belli değilse normali ve anormali nasıl belirleyebiliriz? Hukukun adının olduğu, kendisinin olmadığı bir yerde “yasadışı”nın ne olduğunun belirlenmesi de keyfe kalmış bir iştir.
Şunu da unutmayalım ki kirli ekonomi kirli siyasetin üzerinde yükselir.