ABD stratejik ortağını neden darağacına gönderdi?
Ord. Prof. Dr. Richard Falk 01 Ocak 1970
Saddam Hüseyin'in siyasi kariyerinin katı acımasızlığı açısından baktığımda hayatının sonuna gelmiş olan bir adam için asla en ufak bir sempati bile duymuyorum. Sadece Saddam Hüseyin'in hac ibadetinin yapıldığı bir esnada infaz edilmesi değil aynı zamanda Müslüman bir liderin Kurban Bayramı arifesinde asılmasına karşı gösterilen katı duyarsızlık da uygunsuzdur.
Iraklı bir siyasi analistin de dediği gibi: "İnfazın Kurban Bayramı sonuna kadar ertelenmemesi için hiçbir makul neden yoktu. Bu durum Iraklı Sünniler tarafından Şia hükümetinin kendilerini küçük düşürmek için yapılanların bir başka örneği olarak görülecektir." Fakat Şii liderler bu intikam anını niçin kendileri de İslam inancının yoğun bir şekilde yaşandığı bu dönemin sonuna kadar ertelemeyi istemesinler ki? Saddam, yıllarca süren Şiilere yönelik acımasız katliamların sorumlusu olduğu doğrudur. Bu durum, Necef'teki bazı liderlerin infazı bu kutlu dönemde "Allah'ın bir hediyesi" olarak izah etmelerini muhtemelen izah etmektedir.
Bir başka yaklaşım Amerikan zaviyesinden durumun değerlendirilmesidir. İngilizlerin uluslararası ilişkiler konusunda uzman kuruluşu olan Chatham House'da Irak konusuyla ilgili uzman olan Reme Allaf, Irak hükümetinin bağımsızlıktan yoksun olduğunu not etmekte ve hukukî yaklaşımdaki garipliği yönetimin "Amerikan gündemini takip etme" ihtiyacının bir sonucu olarak izah etmektedir. "Bu daha hassas bir zamanlama düşüncesine yol açmaktadır. Her şeyin ötesinde, Bush'un başkanlığında sürdürülen Amerika'nın Irak politikası Amerikan halkı arasında artan bir şekilde popülaritesini kaybetmiştir ve yalnızca halkın %20'sinin desteğini alabilmektedir. Bu yalın siyasi gerçeğe rağmen Irak'ta artan şiddet ve kayıplardaki yükseliş karşısında bile Bush yönetimindeki Beyaz Saray Irak'ta, tarafsız Baker-Hamilton Irak Çalışma Grubu'nun geçenlerde tavsiye ettiği gibi ve Amerikan ara seçimlerinin sonucunun da bir gereği olarak sınırlı düzeyde de olsa herhangi bir tavır değişikliği işareti vermemektedir.
Bu açıdan bakıldığında infazın zamanlaması daha iyi anlaşılabilir. Bush her ne pahasına olursa olsun savaşı sürdürmeye kararlı gözüküyor, hatta şimdi Irak'ta cephede bulunan Amerikan birliklerinin sayılarını daha da arttırmaya karar vermiş gibi görünüyor. Aynı zamanda da kendisine düşman bir Amerikan kamuoyu ve artık Irak konusunda başkana muhalefet etmekle kazanç sağlayacak olan Demokratların kontrol ettiği Kongre ile karşı karşıya bulunmaktadır. Bu muhtemel muhalefet ateşiyle başedebilmek için Saddam Hüseyin'in daha sonra değil de 2006 yılının sonunda infazı iki önemli amacı gerçekleştirmiştir: Bush'un eski Irak liderini ölüme göndermenin Irak'taki demokrasi yolunda bir başka kilometre taşı olduğunu ve başarısızmış gibi görünse de Irak politikasının aslında başarılı olduğunu iddia etmesine imkan tanımıştır. "Zafer" için bütün ihtiyaç duyulan şey daha fazla ABD birliği ile Amerikalıların daha sabırlı olmasıdır. Bunun da ötesinde infazın bu sıralarda gerçekleştirilmesi mahcubiyete yol açacak istatistikleri dikkatlerden kaçırmaktadır. Irak'ta öldürülen Amerikan askerlerinin sayısı 3.000 sınırını aşmıştır ki, bu sayı gerçekten de Bush'un görmezden gelmeyi tercih ettiği ve doğrudan "mağlubiyete" işaret eden bir kilometre taşıdır.
ABD'nin kirli çamaşırları ve idam
Sanırım Saddam Hüseyin'in yargılanması, mahkumiyeti ve infazı ile ilgili hikâyenin tamamı anlatıldığında bunun sadece Amerikan malı bir hikâye olduğu görülecektir. Her aşaması hatalı olan bu adli süreçte Saddam Hüseyin'in sanık olarak bulunuşunu Irak politikasına Amerikan desteğini revize etmek için kullanma çabası, adaleti tesis etmek adına hukukun korkunç bir şekilde çarpıtılmasını da izah etmektedir. Yılbaşı tatilini geçirdiği Crawford, Texas'taki çiftliğinden aktarıldığına göre Başkan Bush'un infaza tepkisi Orwell'in retoriğini abartılı bir şekilde gerçekleştiren son derece ironik bir tepkiydi. Bush, Saddam'ın infazını "Onun zalim rejiminin mazlumlardan esirgediği türden bir adalet" olarak övdü. "Adil bir yargılanma Saddam Hüseyin'in baskıcı yönetiminde hayal bile edilemezdi. Bu Irak halkının onlarca yıl süren baskılardan sonra ileri gitme kararlılığının bir ifadesidir, Saddam Hüseyin adil bir mahkemede yargılandı. Bu, Irak halkının hukukun hakim olduğu bir toplum oluşturma konusundaki kararlılığı olmaksızın mümkün olamazdı." Saddam Hüseyin'in yargılanması hem Irak hem de dünya için olumlu bir deneyim olabilirdi ve olmalıydı da; fakat böyle bir sonuca ulaşmak için başından sonuna kadar bağımsız ve uluslararası desteğe muhtaçtı. Uluslararası Adalet Mahkemesi'nin statüsü altında mümkün olmayan ve demokratik ülkeler tarafından artan bir şekilde terk edilmekte olan ölüm cezasının uygulanmasından sakınılması gerekirdi.
Fakat daha da önemlisi, mahkeme ve cezalandırma sadece 1982'de Bağdat rejimine yönelik başarısız bir darbe girişiminin ardından toplu bir cezalandırma olarak 148 Iraklının öldürüldüğü Duceyl kasabasındaki tek bir hadiseye yoğunlaşmak yerine Saddam Hüseyin'in işlediği bütün suçları bir arada değerlendirmeliydi. Mahkemede dikkate alınmayan daha ciddi suçlar arasında 1980'lerin sonlarında Kuzey Irak'taki Anfal'a yapılan askerî müdahalede çoğunluğu kimyasal silahlarla olmak üzere 180.000 Kürt'ün öldürülmesi, 1991'deki Birinci Körfez Savaşı'ndan sonra güneydeki 'bataklık Arapları'na yönelik soykırım politikaları, 1980'lerdeki her iki taraftan bir milyonun üzerinde hayata mal olan İran'a yönelik saldırı savaşı ve bütün yönetimi boyunca siyasi muhaliflere yönelik yaygın işkence ve öldürme hadiseleri. Kürtlerle ilgili olduğu söylenen mahkemeler ayrıca sürdürülecek gibi görünüyor, fakat baş zanlı Saddam Hüseyin olmadan yapılacak muhakeme Danimarka prensi olmadan oynanan Hamlet'e benzeyecektir! Nuremberg Mahkemesi'nin de gösterdiği gibi bu tür yargılama süreçlerinin asıl yapması gereken şey, artık iktidardan uzaklaştırılmış olan liderlerin cezalandırılması değil, fakat suçlanan kişilerin yaptıkları korkunç hataları göstermek ve bunu zafer kazananların süreç boyunca ortaya koyduğu adalet ile mukayese etmek suretiyle siyasi eğitim yapmaktır.
Saddam'ı ABD büyüttü
Yeniden, rejiminin en kötü suçları dikkate alınmadan önce bu baş sanığın infazıyla sonuçlanan bu kestirme ve hiçbir işe yaramayan yaklaşımın niçin kullanıldığını sormamız gerekir. İnandırıcı tek izah bu tür bir yaklaşımın işgalci gücün ihtiyaçlarına uygun düşmesidir. Saddam Hüseyin'in suçlarının tam olarak ifşası Amerika'nın suç ortaklığını açık bir şekilde ortaya çıkaracaktı. Irak, dini liderlerin yargılanması ve idamı dahil Baasçıların en berbat aşırılıklarının gerçekleştiği 1980'lerde Amerika'nın stratejik bir ortağıydı. 1980'de Ayetullah Humeyni'nin İran'ına karşı saldırıyı teşvik eden Birleşik Devletler'di. Kürtlere karşı kullanılan kimyasal silahların çoğunu temin eden yine Birleşik Devletler'di ve daha sonra da bu sarsıcı hadiselerin akabinde Bağdat'ın kınanmasına mani olmak için diplomatik nüfuzunu kullanmıştı. Ve daha sonra 1991'de Kuzey'deki Kürtlerin ve bataklık Araplarının kanlı bir şekilde bastırılmasına izin veren de yine Birleşik Devletler'di. Geçmişe ait bu gerçekler bu dönemde bu gibi yardımlar almış olan Saddam Hüseyin'in uygun bir şekilde muhakeme edilmesinin siyasi açıdan mümkün olmadığını açık bir şekilde gösterdiği gibi Saddam Hüseyin'in işlediği suçların tamamından yargılanacağı bir ortamın oluşturulması da siyasi açıdan kabul edilebilir değildir. Dolayısıyla tamamen Irak'ın kendi dahili gerçeklerinin sonucunda ortaya çıkan bir hadise olan ve Saddam Hüseyin'in idamı için bahane teşkil edecek olan Duceyl üzerine yapılacak bir yargılama en makul çözümdü. Böylece bu diktatörün gerçek bir hukuk mahkemesinde usulüne uygun bir şekilde yargılanarak hikâyesinin uygunsuz kısımlarının ortaya çıkmasından ebedi olarak kurtulmak mümkün olabilecekti.
Hukukun üstünlüğü ve Irak demokrasisi için bir kilometre taşı olmaktan ziyade, Saddam'ın yargılanması ve idamı esas cezalandırılması gerekenleri perdeleyen kinci adaletin bayrağını daha da yükseğe taşımaktadır. Onun Iraklıları birbirlerine karşı hatta işgalcilere karşı olan nefretten vazgeçmeye çağıran veda sözleri, kendince birtakım nedenleri olsa bile, hayranlığa yol açan bir moral hissiyatı ifade etmektedir. Bütün bu hukukî dramanın dikkate değer bir yönü de en azından bu seferinde Saddam Hüseyin'in ahlakî sorumluluğunun olmayışıdır.