Muzaffer Şükriye Türkeş
08.09.1923 - 11.06.1974 01 Ocak 1970
Aramızdan Türkeş Ayrıldı / Prof. Dr. Hikmet TANYU
Otuz yıldır bizim de aramızdaydı. Yalnız beş evlât yetiştiren, evinin, eşinin türlü işleriyle uğraşan, her çeşit mihnet ve cefa içinde çocuklariyle beraber kaldığı zaman bile serinkanlılığını, cesaretini, yumuşak gülüşünü kaybetmiyen bir ifade gücüne sahipti.
O, yalnız bir aile dostu değildi. Bir dava kadınıydı. Bir mücadele öncüsüydü. Gönül incitmeden, yorgunluk bilmeden Türk milliyetçiliği ülküsü yolunda çırpman ve eşine güç ve güven kaynağı olan beş çocuk anasıydı.
Biz burada onun daha çok bir dâva sahibi olan ve bunu belirtmek istemeyen mütevazi yönü üzerinde duracağız. Bir millî dâva için gereken cesarete fazlasıyle sahipti. Buna birçok olaylar içinde yakından tanık olduk. En son, çok tehlikeli, dönüşü pek az ihtimal içinde olan açık kalb ameliyatına gülümseyerek giderken söylediği sözler bunu güçlendirir. 35 yıllık eşi, evdeşi Alparslan Türkeş’e son sözleri: «Allahaısmarladık. Ölürsem, sakın çocuklar helak olmasın. Sen de çok üzülme!»
Geride bıraktığı ve önemle sakladığı çantasında, kendisini çiçeklerle ziyarete gelen Türk kızlarının iliştirdikleri bir kart: Ülkücü Kızlar!..
Muzaffer Türkeş’i mutlu eden, ülkücü kızların akın akın, Türk milliyetçiliği yolunda pervasız yürüyüşleri. Kendi evlâtları da o yolun mücahidleriydi. Ülkücü Türk kızlarının annesi olmuştu, bundan çok sevinçli, mutlu ve gururluydu.
5 Ekim 1939’da Alparslan Türkeş’le nişanlanmıştı. Türkeş bir teğmendi. Muzaffer Şükriye Hanım da Ispartalı Emekli Subay Ahmet Tevfik Efendi ve Hatice Hanımın kızıydı. 12 Ocak 1940’da evlendiler. 1944 meşum yılına kadar Umay ve Çağrı adlarında iki kızları olmuştu. Üçüncü çocuklarını bekliyorlardı. Alparslan Türkeş, annesi, babası ve o zamanlar henüz evlenmemiş kızkardeşi ile yedi kişilik bir aileyi ufak maaşıyle geçindiriyordu.
Mutluydular. Türk milliyetçiliğine karşı yalan ve iftira ile açılan Türk düşmanlarının savaşı, Alparslan Türkeş’in evine de sıçramış, yakmıştı. Görevine derhal son verilen Türkeş’in tevkif edilerek, İstanbul’a Sıkıyönetim mahkemesine sevkiyle aile maddî bakımdan büyük güçlüğe uğramıştı.
Ayrıca (Irkçı – Turancı) damgası ve tevkifler yetmemiş gibi, tevkif edilmeyen aile ferdleri, çocuklar da «Merhametsiz ve düşmanca bir çember» içine alınmışlardı. Dört yaşına yaklaşan Umay’ı çocuklar aralarına almıyorlar ve onunla: —Bu Turancı’dır, onunla oynamıyalım, diye kaçışıyorlardı. Anne olarak bu mihnete katlanan Muzaffer Şükriye Türkeş, geçim sıkıntısı içinde, yarı aç bir durumda bırakılan aile fertlerinin, çok genç yaşında türlü cefalarına göğüs geriyordu.
Bu durumda çocuklarını alarak baba evine sığınabilirdi. Fakat o yuvasını terketmedi ve parasız kaldıklarını babasına, annesine bildirmedi. Ancak onların durumu sezerek koşup gelmeleri sonunda, Muzaffer Türkeş’in baba ve annesi, kızlarının bu fedakârlığı, mukavemeti ve cesareti karşısında hayret içinde kalarak onu ve bütün aileyi bağırlarına bastılar.
Türkeş’le mahkeme salonlarında tanıştık. Mert, cesur ve dürüst bir üsteğmendi. Onun da başına bu tevkif günlerinde türlü eza, cefa işkenceler geldi. Ağır hastalandı, hastahaneye güçlükle kaldırdılar. Bütün bu olayları dışardan takibeden Muzaffer Şükriye Türkeş, eşine çektikleri en küçük bir üzüntüyü bile göstermedi. Her şeyi, cesur bir gülümseyişle karşılıyordu.
O günleri mısralarla Atsız şöyle dile getirmişti: «Ey ekmeği alınanlar; Selâm sizlere Ey rütbesi çalınanlar! Selâm sizlere! Kardeş yahut arkadaştır diye evleri, Ocakları dağıtılan ülkü devleri Selâm size! Üstünüzde bütün bakışlar, Bir gün olur, tarih sizi elbet alkışlar!»
Hapishane ve işkence hayatını, tabutluklarda çekilenleri Muzaffer Türkeş uzakta olmasına rağmen içinde gibi yaşamıştı; çocuklar babasız kalmış, ana ve babalar boyunlarını bükmüş ve tevkifhanede gaddarlar kudurmuşlardı.
Şiirle durum şöyleydi:
«Burda güneş açmıyor, Ümit Kuşu uçmuyor:
Yol yok, kervan göçmüyor; Dakikalar geçmiyor.
Bir kadının melali, Bir yavrunun hayali
Bir evin öksüz hali Gözlerimden kaçmıyor.
• Şu yollar bilmem ki dağ mı, ova mı?
Gitsem bulur muyum kendi yuvamı?
Kuş! Yolun nereye Bizim eve mi?
Sen götür, ben haber salamıyorum.
Her gece orda bir yaslanan mı var?
Sessizce kirpiği ıslanan mı var?
Uzaktan bana bir seslenen mi var?
Ne diyor? Sesini alamıyorum.»
Ülküdaşım, kardeşim, yengem Muzaffer Türkeş her zaman her durumda aynı insandı. 1945’ten 1960’a kadar eşi terfi ettikçe o aynı insandı. 27 Mayıs 1960’ta Türkeş iktidarda iken o gene, mütevazi, gülümseyen, şefkatli ve anlayışlı aynı insandı. Çok zeki ve sezgileri güçlüydü. 13 Kasım’ı bekler bir hali vardı. 13 Kasım’da kocasının hayatı tekrar tehlikeye girdiğinde, yıllarca sonra tekrar yurda dönüşünde, eşinin milletvekili oluşunda, her yaşta, her zaman aynı insan, aynı şefkat ve tebessümü taşıyan bir mücahid Türkeş’ti.
Sakin, ölçülü, gülümser, şefkatli nazik bacı, şefkatli candan kızkardeş ve yılmayan, sabırlı ve her türlü cefaya ve mihnete hazır bir ülküdaş.
Bu vasıflarıyle, onun çok sevdiği ülkücü kızlara örnek olacağına şüphe etmiyorum.