« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

06 Şub

2007

Demirel ve derin devlet

Ahmet SELİM 01 Ocak 1970

Genellikle "derin devlet" sözüyle kastolunan farklı manaları herkes biliyor. Sıkıntı bu, manaların çeşitli farklarıyla, irtibatlarıyla, tedahülleriyle (iç içe geçişleriyle), benzerlikleriyle ve benzemezlikleriyle bir bütün olarak ifade ve izah edilmesi meselesinde yaşanıyor.
Bu bahiste en ciddi eleştiri 12 Eylül'de düşürülen Başbakan Demirel tarafından yapılmıştır: "11 Eylül'de akan kan, 13 Eylül'de nasıl durdu? 24 saatte ne değişti?"

İlk nazarda, bu soru etkili ve cazip bir tahlil aletiymiş gibi görünüyor. Peki ama "serin ve geniş" düşünüldüğünde gerçekten öyle midir?

Hatırlamaya çalışalım: 1980'in Ocak ayında siyasete bir muhtıra verildi. Deniliyordu ki; siyasi partiler memleketin yüksek menfaatleri için bir araya gelsinler, aralarındaki çekişmeleri kavgaları bıraksınlar. Bu muhtırayı kimse üzerine almadı, uyarı ortada kaldı. AP, azınlık hükümeti kurmuştu, ekonomiyi işler hale getirmenin tedbirlerini uygulamaya çalışıyordu.

Demirel'in kurduğu hükümet azınlık hükümetiydi. 24 Ocak kararlarıyla ve o istikametteki tedbir uygulamalarıyla ekonominin çarklarının işler hale getirilebildiği de doğruydu. Peki ama, terör ve anarşiyi halletme umudu ve şartları var mıydı? Tam tersine, "siyasi kavga" daha da büyümüştü; 24 Ocak etrafında büyük bir "dış müdahale" tartışması Ecevit tarafından başlatılmıştı. 24 Ocak kararları adeta "teknik" bir operasyondu. Ardında Özal ve ekibinin teknik çalışmaları vardı. İsmet Sezgin'in o zamanki ifadesiyle "alınması zor, anlatılması zor, anlaşılması zor, uygulanması zor" kararlardı. Kavganın yatıştırılması şöyle dursun, kavga daha da hızlanıp kızışmıştı. Bugün de biliyoruz ki, 12 Eylül olmasaydı, 24 Ocak kararları uygulanamazdı.

Mesaj şuydu: "Alınacak istikrar kararları zaruri kararlardır. Halkın hoşuna gitmeyecektir. Bu konu, kavgada istismar malzemesi olarak kullanılmasın. Particilik hesaplarını bırakın, önce ekonomi nefes alabilir hale gelsin. Sonra anarşi ve teröre karşı bir siyasi uzlaşma oluşsun, bir AP-CHP koalisyonu ile ortalık sakinleşsin, sonra da seçime gidin" (vs.) Dahası var.Doğu'da bir askeri tatbikat yapılıyordu. Kenan Evren, açıkça, alenen, "Bundan sonra ordu mektup yazmaz, konuşursa başka türlü konuşur." dedi! Muhatabı olan gazeteci, yanlış hatırlamıyorsam, Can Pulak'tı. Bütün basında yer aldı bu beyan. Bir gizli hesabı olsaydı böyle konuşur muydu?

Evet eğri oturup, doğru konuşalım! Bir lider diğerine "faşistlerle berabersin", diğeri ötekine "Marksistlerle berabersin" suçlamalarını yöneltiyor ise, o ülkede kavga biter mi, terör önlenebilir mi? Yürütmesiyle, yasamasıyla, yargısıyla "devlet" işlemez hale gelmişken; her gün kan akıyorken, can güvenliği bile kalmamışken, liderlerden biri "gittiği yere kadar gider, yapacak bir şey yok", diğeri "Allah'ın dediği olur, ne yapalım!" diyecek noktaya gelmişse, siz genelkurmay başkanı olsaydınız, (bir dakikalık bir empati ile düşünün) ne yapardınız?

11 Eylül'de akan kan 13 Eylül'de durdu. Çünkü kavga bitti ve terörün yapıcıları kaçacak yer aramaya başladı. Gayet basittir bunu anlamak. 12 Eylül'de bütün terör odakları panik içinde kaçışmaya, büzülmeye, dağılmaya başladı.Hemen tersinden bir tesbit yapalım: Demirel ile Ecevit bir araya gelip bir uzlaşma deklarasyonu yayınlasaydılar da aynı sonuç elde edilirdi. Yapmadılar, yapamadılar.

"11 Eylül'de öyleyken, 13 Eylül'de böyle oldu. 12 Eylül'de ne değişti de bu farklılık gerçekleşti?" sorusu, Demirel'in tecâhül-ü ârifânesinden ibarettir.Türkiye'nin 12 Eylül noktasına gelmesinde "tedbir" açısından, "pozitif sorumluluk" açısından, "en büyük hata payı", Ecevit ile Demirel'e aittir. Dolaylı olarak, onların uzlaşmaz tutumunu destekleyen siyasilere ve aydınlara (medya yorumcularına) aittir.

Önce millet, sonra devlet, sonra demokrasi... Milleti ve devleti perişan eden bir yozlaşma uygulamasının demokratik "kuram-kurum-kural"larla hiçbir ilgisi kalmamış demektir. 11 Eylül'de durum buydu. Demirel'in şimdiki "derin devlet" yorumunda, dünkü "tecahül-ü arifane" pragmatizmini tashih eden bir özellik var gibidir.

Ziyaret -> Toplam : 125,34 M - Bugn : 102118

ulkucudunya@ulkucudunya.com