Demokrasilerde yargının rolü / Rıza Türmen
01 Ocak 1970
Türkiye’de yargı ne zaman siyasal iktidarın beğenmediği bir karar verse, iktidarın şimşeklerini üstüne çekiyor. Eleştiriler çoğunlukla öfkeye dönüşüyor. “Ben halka hesap veriyorum. Sen kime hesap veriyorsun?” gibi yargıya olan güveni sarsıcı sözler söyleniyor. İktidarın yargıya karşı duyduğu kızgınlık anayasa değişikliklerine de yansıyor.
Demokrasilerde yargı ile siyasal iktidar arasında gerginlik yaşanması doğal. Yargı kararlarıyla iktidarın siyasal amaçlarını engelleyebilir. Bu halkın iradesinin engellenmesi midir?
Seçim kazanmak, demokrasi için gerekli ama yeterli değil. Demokrasi, aynı zamanda azınlığın çoğunlukla eşit haklara sahip olması, çoğunluğun tahakkümüne karşı korunması demek. Amerikalı hukukçu Dworkin, “Demokrasiler, anayasa ve yargısal denetim yoluyla kendilerini çoğunluğun tahakkümüne karşı korumalıdır” der. Alexis de Tocqueville “çoğunluğun tahakkümü”nden söz eder. “Sınırlanmayan bir iktidar kötü ve tehlikelidir” der. ABD’nin kurucularından, dördüncü Cumhurbaşkanı Madison’a göre, “... önemli olan sadece toplumu, yönetenlerin tahakkümünden korumak değil, aynı zamanda toplumun bir bölümünün adaletsizliklerine karşı, diğer bölümünü korumaktır.”
Yürütme ile yasamanın yargısal denetimi demokrasinin vazgeçilmez koşulu. Hukuk devletinin dayandığı temel düşünce, seçimle işbaşına gelen bir iktidarın, seçilmemişlerden oluşan bağımsız yargı tarafından denetlenmesi. Ama gerek yargı, gerek yürütme ve yasamanın meşruiyet kaynağı halk tarafından kabul edilmiş olan anayasa. Anayasa gereğince, halk kendini yönetme yetkisini seçtiği siyasal kuruluşa devrediyor. Aynı anayasa, yargıya siyasal iktidarı denetleme yetkisini veriyor.
Siyasal iktidarın meşruiyeti, iktidarın kaynağı kadar iktidarın kullanılması ile ilgili. Seçimle işbaşına geldiği için meşru olan iktidar, hukukun çizdiği sınırlar içinde kalmazsa sonradan meşruiyetini kaybedebilir.
Yargının meşruiyet kaynağı ise halkın iradesi değil; anayasa. O nedenle halka ya da yasama organına hesap vermesi söz konusu değil. Ancak halkın güvenine sahip olması önemli. Bunun için bağımsız ve tarafsızlığı konusunda kamuoyunda genel bir inanç olması gerekli.
Yargıyı kim denetleyecek? Yargının denetiminin yargı tarafından yapılması bağımsızlığın bir koşulu. Hukuksal denetim temyiz organı olan üst mahkemelerce yerine getirilir. İdari denetim ise müfettişlerce yürütülür. Müfettişlerin yürütmeden bağımsız olmaları, yargının bağımsızlığı açısından önemli. Yargının bağımsız olabilmesi için, yürütme ve yasamanın yargıya karışmaması gerekir.
Yargının siyasal iktidar üzerindeki hukuksal denetimini “yargının vesayeti” ya da “jüristokrasi” olarak görmek yanlış olur.
Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre vasi, bir yetimin veya akılca daha zayıf, hasta birinin malını yöneten kimse. Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi, vasiliğin ya da vesayetin iki ögesi var:
(a) Zayıf ile daha güçlü arasındaki ilişki,
(b) Zayıf olanın yerine güçlünün yönetmesi.
Siyasal iktidarın baskılarına direnmeye çalışan yargı ile baskıyı uygulayan iktidar arasındaki ilişkide güçlü olan iktidar mı, yargı mı? Yargının Türkiye’de yasama ve yürütmenin yerine geçerek ülkeyi yönettiğini söyleme olanağı var mı?
Jüristokrasi, Fransız devriminden önce, yargıçların yargı makamını satın alarak yargıç oldukları, sonra da bunu başkalarına kiraladıkları dönemden kalan bir deyim. Bu dönem, Fransızların toplumsal belleğinde derin bir iz bıraktığından jüristokrasiden korkarlar. Türkiye’de buna benzer bir durum yok.
Yargının eleştirilecek kararları olabilir; ama bunlar var diye vasilik ya da jüristokrasi bahaneleriyle yargının bağımsızlığına son vermeyi haklı göstermeye çalışmak, ne hukuk devleti ile ne de demokrasi ile bağdaşır.
Türkiye’de yargının gerçek sorunları var. Yargı’nın daha etkili çalışmasını, adaletin daha iyi dağıtılmasını sağlamayı amaçlayan yargı reformu gerekiyor. Ama reformların hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı ilkesi çerçevesinde kalması önemli. Reformun amacı yürütmenin yargıyı denetlemesini sağlamak olunca, bundan en büyük zararı Türk demokrasisi görüyor