Türkiye nereye?
Erdal ŞAFAK 01 Ocak 1970
Toplum şirazesinden çıkıyor. Akıl, mantık, sağduyu iplerinin ucu kaçtı, kaçacak
Bunu görmek için küçükbüyük yetkililerin demeçlerine, yazılısözlü açıklamalarına göz atmak yeterli. İşte dün yapılan açıklamalardan birkaç cümle:
"Kamuda kendi kutsal değerlerini öne çıkararak hukukun üstünlüğünü hiçe saymak suretiyle bir tür örgütlenmeye, çeteleşmeye gitmek isteyenlere fırsat vermemenin gayreti içindeyiz." (Başbakan Erdoğan)
"Hrant Dink'in katil zanlısı Ogün Samast'ın fotoğrafları ve görüntülerinin çekilmesi ve yayınlanmasıyla ilgili olarak, görevliler hakkında suçu ve suçluyu övme, görevi suiistimal ve hazırlık soruşturmasının gizliliğini ihlal iddialarıyla soruşturma sürüyor." (Samsun Cumhuriyet Başsavcısı Ahmet Gökçınar)
"Emniyet teşkilatı personeli bütün olaylar karşısında profesyonel olmak zorundadır. Hiç kimse kendi duygu ve düşüncelerini yaptığı işe yansıtmaz." (Emniyet Genel Müdürlüğü Sözcüsü İsmail Çalışkan)
Başbakan devletin içinde gözünü kırpmadan ölüm emri verebilecek unsurların varlığından söz ediyor. Başsavcı tetikçilerin, katillerin sırtını sıvazlayan (belki de alnından öpen) görevliler olduğunu söylüyor. Emniyet sözcüsü ise polise "Kameralı ortamlarda rengini ve duygularını belli etme" öğüdü veriyor.
Ve ekranlardan dalga dalga Samsun Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi'nde Ogün Samast'la hatıra fotoğrafı çekimlerinin görüntüleri ve diyaloglar yayılıyor:
- Keşke sen de şapkayı çıkarmasaydın. Sen de çıkar, böyle daha iyi.
- Bir de şöyle alayım. Saçını düzelt.
- Seni de kameraya alalım.
Ve Türkiye tel tel dökülüyor, çürüyor...
Yakup Cemil, Topal Osman
Eskiden katiller ve arkasındakiler adres şaşırtır, cinayetleri yasadışı örgütlere, milli birlik ve beraberliğimizi ve toplumsal barışı dinamitlemek isteyen şer odaklarına, o da olmazsa yabancı istihbarat servislerine atarlardı. Şimdi gözümüzün içine baka baka "Derin devlet"ten, devletin bekasını kollayan güçlerden dem vuruluyor.
Eskiden kurşun adres sormazdı. Şimdi katiller cinayet yerinde kartvizit bırakıyor.
Eskiden katillerin teşvikçileri, işbirlikçileri sütre gerisine gizlenirdi. Şimdi katillerin teşvikçileri, azmettiricileri, işbirlikçileri CV'lerinde bunu belirtecek kadar pervasız.
Eskiden katiller habersizce vururdu. Şimdi katiller kurbanlarına önceden email gönderiyor.
Eskiden katiller gece karanlığını ve ıssızlığı tercih ederdi. Şimdi katiller gün ortasında, ülkenin en işlek caddesinde göstere göstere vuruyor.
Eskiden Türkiye maktule, yitirdiği evladına ağlardı. Şimdi katillere neredeyse methiye düzülüyor.
Özetle, Yakup Cemil'lerin, Topal Osman'ların günlerine dönmek üzereyiz. Ya da bir zamanlar Tansu Çiller'in "Bu memleket için kurşun atan da, kurşun yiyen de şereflidir" dediği ortama.
Ve Nobel Edebiyat Ödülü'nün bile can güvenliğini sağlamaya yetmeyeceğini gören yazarımız o "Şerefliler"in hedefine girmemek için sessiz sedasız ülkeyi terkediyor. Gitmeyenler, gidemeyenler devletten koruma istiyor, imkânı olanlar koruma tutuyor.
Bize de BM'nin geçen yıl düzenlediği "Kimlik ve hoşgörü" konulu konferansta Princeton Üniversitesi profesörlerinden, düşünür Anthony Appiah'ın konuşmasını aktarmak düşüyor: "Derin sosyal kriz dönemlerinde insanlar kendilerini ötekilerden ayıran kimliğe sığınırlar."
Bize de Fransa eski Cumhurbaşkanı François Mitterrand'ın 1995'te Avrupa Parlamentosu'nda yaptığı veda konuşmasındaki çığlığı hatırlatmak kalıyor: "Milliyetçilik savaştır!" Duyan çıkar mı?