KATİB ÇELEBİ
01 Ocak 1970
(ö. 1067/1657) XVII. Yüzyıl Türk İlim dünyasının müsbet düşünceyi temsil eden büyük siması ve çeşitli konulara dair pek çok eserin müellifi.
1017 Zilkadesinde (Şubat 1609) İstanbul'da doğdu. Hayatına ait orijinal bilgiler bizzat kaleme aldığı otobiyografilerine [251] ve yeri geldikçe öteki eserlerine serpiştirdiği kısa notlara dayanmaktadır. Asıl adı Mustafa, babasının adı Abdullah'tır. Ulemâ arasında Kâtib Çelebi, Dîvân-ı Hümâyun mensupları arasında Hacı Halîfe diye tanınır. Babası Enderun'dan yetişerek silâhdarlıkla alâkalı bir görevle çırağ edilmiş, devrin âlim ve şeyhlerinin meclislerine katılarak ilme karşı büyük ilgi içinde olmuştur. Kâtib Çelebi beş yaşında iken babasının özel olarak tuttuğu îsâ Halîfe el-Kırımî'den ilk dinî bilgileri aldı ve Kur'an'ı kısmen ezberledi. Daha sonra İlyas Hoca'dan dil bilgisi, Böğrü Ahmed Çelebi adlı hattattan yazı dersleri aldı.[252]
Kâtib Çelebi on dört yaşına geldiğinde babası ona maaşından 14 dirhem harçlık bağladı ve yanına aldı. Böylece Dîvân-ı Hümâyun kalemlerinden Anadolu Muhasebeciliği Kalemi'ne girerek burada hesap kaidelerini, erkam ve siyâkat yazısını öğrendi. Ertesi yıl Abaza Paşa isyanını bastırmak için Erzurum'a giden orduyla birlikte babasının yanında Tercan [253] 1035'te (1626) Bağdat seferlerine katıldı. Her İki seferde de savaşın bütün safhalarına ve sıkıntılarına şahit oldu. Bağdat'ı alamayıp muhasarayı kaldırmak zorunda kalan ordunun geri dönüşü sırasında çekilen kıtlık ve karışıklıklardan oldukça etkilendi. Musul'a geldiklerinde 1035 Zilkadesinde (Ağustos 1626) babasını, bir ay sonra da Nusaybin'de amcasını kaybetti. Bir süre Diyarbekir'de kaldı. Babasının arkadaşlarından Mehmed Halîfe tarafından Süvari Mukabelesi Kalemi'ne tayin edildi. 1037 (1628) yılında Erzurum muhasarasında bulundu ve birçok sıkıntıyla karşılaştı. İstanbul'a dönünce Kadızâde Mehmed Efendi'nin derslerine devam etti. Düzgün bir ifadeye, tesirli bir hitabet gücüne sahip olan bu zatın etkisinde kaldı.[254] 1039'da (1630)HüsrevPaşa'nın maiyetinde Hemedan ve Bağdat seferlerine katıldı. Bu seferler sırasında uğradıkları veya zaptettikleri Gülânber Kalesi, Hasanâbâd, Hemedan, Bîsütûn gibi şehir ve menziller hakkındaki gözlemlerini Cihannümâ [255] ve Fezleke [256] adlı eserlerinde anlattı. Ayrıca bizzat bulunduğu Bağdat'ın muhasarasını ve savaşın safhalarını oldukça canlı bir şekilde tasvir etti.[257] Daha sonra İstanbul'a dönen Kâtib Çelebi yine Kadızâde'-nin derslerine devam ederek tefsir, İh-yâ'ü 'ulûmi'd-dîn, Şerh-i Mevâkıi, Dü-rer ve Tarîkat-i Muhammediyye okudu, "tebanıyassı Mehmed Paşa'nın kumandasındaki ordu İle tekrar Şark seferine gitti ordunun Halep'e çekilmesinden istifade ederek hac farîzasını yerine getirdi. Ardından Diyarbekir'de kışlamakta olan orduya katıldı. Burada bazı âlimlerle sohbet etti ve İlmî tartışmalar yaptı. 1635'te. Murad'ın Revan Seferi'n-de bulundu. Bu sefere ait gözlemlerini oldukça geniş biçimde anlatan Kâtib Çelebi [258] daha sonraki hayatını hemen tamamen ilmî çalışmalara verdi. Kendi ifadesiyle "cihâd-ı asgardan cihâd-ı ekber"e döndü. Kendisine kalan küçük bir mirası kitaplara yatırdı. Halep'te iken sahaf dükkânlarında gördüğü kitapların isimlerini yazmaya başlamıştı. Daha ziyade tarih, tabakat ve vefeyât türü eserleri okumayı seven Kâtib Çelebi, 1636 yılına gelinceye kadar bu tür kitaplardan birçoğunu okumuş bulunuyordu. Ertesi yıl zengin bir akrabasının ölümü üzerine kendisine düşen oldukça büyük bir mirasın üç yük kadarını (300.000 akçe) yine kitaplara verdi; geri kalanla da Fâtih Ca-mii'nin kuzey tarafında bu cami ile Yavuz Sultan Selim Camii arasında bulunan evini tamir ettirdi ve aynı tarihte evlendi. Tamamen ilim ve telifle uğraştığından IV. Murad'ın Bağdat Seferi'ne katılmadı. Devrinin fazileti ve geniş bilgisiyle meşhur âlimlerinden A'rec Mustafa Efendi'nin derslerine devam ederek onu kendisine üstat kabul etti. Hocası da Kâtib Çe-lebi'ye diğer talebelerinden ayrı bir teveccüh gösterdi. Ondan el-Endelüsiyye, Hidâyeti}'1-hikme (dördüncü babın sonuna kadar), Mülahhoş i'1-hey'e şerhini ve Eşkâlii't-te'sîs'l okudu.[259] Bu arada Ayasofya Camii dersiamı Abdullah ve Süleymaniye Camii dersiamı Keçi Mehmed efendilerin derslerine devam etti.[260] 1642 yılında Vaiz Veli Efendi'den İbn Ha-cer el-Askalânî'nin Nuhbetü'l-fiker adlı eserini okudu ve yine ondan Eîüyye derslerine başladı. İki yılda usûl-i hadîs ilmini tamamladı.[261] Ermenek müftüsü Molla Veliyyüddin'den Telhîşü'l-miftâh'u Ali b. Ömer el-Kâtibî'nin mantıka dair eş-Şemsiyye'sini okudu. On yıl kadar geceli gündüzlü ilimle uğraşan Kâtib Çelebi bazan kendini tamamen bir kitaba verir, her şeyi unutur, odasında güneşin doğmasına kadar mum yanar ve bundan hiç yorgunluk duymazdı. Ayrıca bazı talebelere ders veren Kâtib Çelebi [262] 1645 Girit seferi münasebetiyle harita yapımıyla da ilgilendi. Bu sıralarda mukabele başhalife-siyle kadro meselesi yüzünden tartışınca memuriyetten ayrıldı. Diğer öğrenciler yanında kendi oğluna da çeşitli konularda ders veren Kâtib Çelebi, hastalığı sırasında tedavi yollarını Öğrenmek amacıyla bir yandan tıp kitaplarını okurken bir yandan da manevî çareler aramak için esma ve havas kitaplarını inceledi; zira temiz bir gönülle edilen duaların şifalı tesirlerinden emindi.[263] Müslüman olan Fransız asıllı Mehmed İhlâsî'nin yardımıyla bazı eserleri Latince'den Türkçe'ye çevirdi. 27 Zilhicce 1067 (6 Ekim 1657) sabahı vefat ederek Zeyrek Camii civarındaki kabristana gömüldü.
Ölümünden iki yıl sonra müsveddelerinin ve teliflerinin çoğunu satın alan İzzeti Mehmed Efendi'nin belirttiğine göre Kâtib Çelebi himmet sahibi, iyi huylu, az konuşan, hakîm meşrepli bir zattı. Uşşâki-zâde onu "rindle rind, zâhidle zâhid, küçükle küçük, büyükle büyük bir zat" olarak nitelemektedir. Vakur bir kişiliği olan Kâtib Çelebi hicivden pek hoşlanmazdı. Çiçek yetiştirmek gibi ince bir zevk ve merakının bulunduğu, hatta katmer, salkımlı mavi sümbüller yetiştirdiği bilinmektedir. Hanefî mezhebinde ve İşrâki meşrebinde olduğunu söyleyen müellif [264]İşrâkîliğin İslâmî ilimler içinde tasavvuf menzilesinde felsefe ilimlerinden biri sayıldığına İşaret ettikten sonra nefs-i natıka için en yüksek mertebenin Allah'ı tanımak olduğunu, bunun için de biri ehl-i nazar ve istidlal. diğeri riyazet, mücâhede ve tarikat sâliklerinden olmak üzere iki yol bulunduğunu belirtmektedir. Fakat zamanında tekkelerin meczupların ve değersiz kişilerin ziyaretgâhı haline geldiğini söyleyen Kâtib Çelebi ölülerden yardım dilemenin anlamsızlığını, mezarlara konan mumların ve yakılan kandil yağlarının mumculara ve mezar bekçilerine yarayacağını belirterek bu tür boş inançları eleştirmekten çekinmemiştir. Taassubun her çeşidine karşı çıkmış, bunun bir iç savaşa yol açacak kadar şiddetlendiği bir devirde gereksiz taassubu hem şeriata hem akla dayanarak önlemeye çalışmıştır.
Gerek hayat hikâyesinden gerekse devrinin kaynaklarından aşırı derecede kitaba düşkün olduğu anlaşılan Kâtib Çelebi en çok tarihî ve biyografik eserlerle meşgul olmuş, tarihî bir olayı aydınlatmak için birçok kitap karıştırmıştır. Arapça Fezlekesini yazarken elinden 1300 eserin geçtiğini belirtmekte, bunu Takvîmü't-tevârîh" için de tekrarlamaktadır. Şeh-rîzâde Mehmed Said, onun tarih bilgisi ve sahip olduğu tarih kitapları bakımından kendinden önce ve sonra gelen tarihçileri geçtiğini söylediğini nakletmektedir.[265] Nitekim Kâtib Çelebi Fezleke'sinm İkinci faslını tarihin lügat ve ıstılah olarak tarifine, konusuna ve faydasına ayırmıştır. Savaşlarda serdarların işledikleri hataları onların tarih bilmemesine bağlayan müellif, devlet adamlarının ve iktidarda bulunanların tarih ve coğrafya okumalarının lüzumunda ısrar etmektedir.[266] Ayrıca tarih yazarken duyguları bir yana bırakıp tarafsızlığa bağlı kalmayı da savunur. Kâtib Çelebi tarihten başka ilimlerle, bu arada coğrafya ile de ilgilenmiş, Batılılar'ın ve Yunanlılar'ın bu alanda İslâm coğrafyacılarından ileride olduğunu belirterek bu eksikliği gidermek için Cihannümâ'y yazmaya karar vermiştir.
Müellif, kâinattaki hakikatleri anlamak hususunda hey'et (astronomi) ilminin önemi üzerinde durmuş, hey'et ve teşrih (anatomi) bilmeyenin Allah'ı tanımaktan âciz kalacağını bir hadise dayanarak belirtmiştir.[267] Kâtib Çelebi, ilgilendiği değişik ilimler hakkındaki düşünceleri yanında toplumun düzeni ve devamı için ilmi vasıta kabul etmekte, âlimleri toplumun kalbi sayarak bilgiye dair hiçbir şeyin küçük görülmemesi gerektiğini belirtmektedir. Osmanlı Devleti'nde Batı kaynaklarına başvuranlarm belKi de ilki olan Kâtİb Çelebi, aşağıda adları verilen tercümelerinden başka Aristo'nun felsefesinin şerhinden Meteora kitabının sekizinci meselesini[268] Jovans'ın Theatrum orbis terrarum adlı eserini [269] ve Philippus Cluverius'un eski ve yeni coğrafya kitaplarına giriş olmak üzere yazdığı esefini de Türkçe'ye kazandırmıştır.[270] Bu arada faydalandığı eserleri eleştirmekten çekinmemiştir. Zekeriyyâ el-Kazvînî'nin Âşârü'l-bilöd'ı, Âlî Mustafa Efendi'nin Künhü'l-ahbâr'ı ve Mir'â-tü'l-avâlim'i ile Hadîdfnin manzum Osmanlı tarihi onun tenkit ettiği kitapların başlıcalandır. Özellikle biobibliyografik eserlerini kaleme alırken fişler ve bazı kısaltmalar kullandığı anlaşılan Kâtib Çelebi edebiyat ve üslûptan çok mânayı ön planda tutmuş, sözü uzatmaktan kaçınmıştır. Secie eserlerinde pek az yer vermiş, fakat bazan cinas ve teşbihler kullanmıştır.
XVII. yüzyıl Osmanlı ilim ve kültür hayatına âdeta damgasını vuran Kâtib Çelebi, Türkiye'de olduğu kadar Batı dünyasında da büyük bir takdir ve şöhret kazanmış, eserlerinden hayranlık derecesine varan ifadelerle bahsedilmiş ve Franz Babinger onu Osmanlılar'ın Süyûtî'si olarak nitelemiştir. Kâtib Çelebi'nin çeşitli eserleri ve özellikle Keşfü'z-zunûn, Batı'da İslâm araştırmaları yapan hemen herkesin müracaat ettiği temel başvuru eseri olduğu gibi en azından Bibliotheque orientale üzerinden genel olarak bir ansiklopedi, özel olarak da bir İslâm ansiklopedisi düşüncesinin doğmasında önemli etkide bulunmuştur.[271] Onun eserlerinin bir kısmının çeşitli Batı dillerine tercümesi bunun sonuçlarından biridir.
Kâtib Çelebi, yeni fikirler veya yenilikler peşinde olan bir düşünür olmaktan çok yaşadığı dönemde veya daha önce ortaya çıkarak Osmanlı devlet ve toplum düzenini sıkıntıya sokan meselelerle uğraşmış, bu meselelere çözümler getirmeye çalışmıştır. Onun düşüncesinin en önemli özelliği, yaşadığı hayatın ve devletin önemini kavrayarak kendi toplumunu ciddiye almasıdır. Bundan dolayı hakkında yazı yazdığı hemen her konu o gün yaşanılan bir sıkıntıya cevap olmak üzere kaleme alınmıştır. Bu yönden Kâtib Çelebi aynı zamanda yaşadığı döneme şahitlikyapmış bir düşünürdür. Coğrafyaya yönelmesi ve bu alanda özellikle Avrupa'da coğrafî keşifler neticesinde ortaya konulan yeni malûmattan istifade etmesi onun bu problem şuuru ile alâkalı olduğu gibi, muhtelif alanlarda dine rağmen toplumda yaygınlaşmış olan bazı Örf ve âdetlerle din adına mücadele edilmesine karşı çıkışı da bu tavrı toplumsal birliği bozacak gayretler olarak görmesinden kaynaklanmaktadır. Kâtib Çelebi'nin, esasını ilk tahsili sırasında elde ettiği astronomi ve hikemî ilimlere hayatının olgunluk döneminde yönelmesi de yine bu çerçevede anlam taşıdığı gibi bu alanlarda Osmanlı cemiyetinde bilgi eksikliği olduğunu göstermeye çalışırken bunları fıkhî birer meselenin içinde ve fıkhî meseleler haline getirerek dile getirmesi onun bu hassasiyetiyle alâkalı olarak görülebilir.
Kâtib Çelebi çeşitli yönlerden İbn Haldun'un önemli bir takipçisidir. Bir taraftan Taşköprizâde'nin Miftâhtı's-scfâde'-sinden epeyce istifade ederek hazırladığı anlaşılan Keşfü'z-zunûn'un mukaddimesinde, diğer taraftan Osmanlı içtimaî ve siyasî düzeninde ortaya çıkan bazı aksaklıkları tahlil ettiği Düstûru '1-ameî gibi eserlerinde İbn Haldun'un görüşlerinden faydalanmıştır. Kâtib Çelebi'nin Keşfü'z-zunûn 'a yazdığı mukaddime, bir yönüyle Osmanlı medresesindeki ilim anlayışının esaslarını verirken diğer yönden Osmanlı ulemâsının, hakkında risaleler ve kitaplar yazdıkları, mevcut olanları şerh ve haşiye ile geliştirdikleri konuları "muhtasar ve müfid" bir şekilde dile getirmektedir. Ayrıca Kâtib Çelebi'nin ifade ettiği cemiyetin varlığının ilme bağlı olduğu düşüncesi de esas itibariyle klasik toplum tasavvurunun ve klasik Osmanlı toplumunun kendi kendini kavrayış şeklini anlatması açısından önem arzetmektedir. Bu düşünce her ne kadar sadece veya ilk defa Kâtib Çelebi tarafından dile getirilmiş olmasa da dinle hayat arasında nasıl bir irtibat kurulacağı, dinin içtimaî hayattaki yeriyle dinin ilmî olarak öğrenilip öğretilmesinin toplumun varlığını sürdürmesi arasındaki alâkayı göstermesi bakımından ayrı bir değere sahiptir.
İlmin toplumsal hayatın devamı açısından ne kadar önemli olduğunu vurgulayan Kâtib Çelebi, dinle hayat arasında sağlıklı bir ilişki kurmanın ancak ilim yoluyla olabileceğini belirtir. İçtimaî hayatın vahdetini sağlamada ve sürdürmede toplumsal vahdetin dayanağı olarak ilimde vahdet fikrine sadıktır. Bu yönden ilim meselesini, mevzular ve meseleler arasındaki farklılıkları muhafaza etmekle birlikte bunları daha esaslı bir noktada birleştiren bir vahdet cihetinden ele almanın gerekliliğini vurgular.[272]
Bugün Osmanlı dönemi ilim anlayışının dile getirildiği sistematik yazılar söz konusu olduğunda. Mjftâhu's-scfâde-nin yanında Keşfü'z-zunûn'un mukaddimesi orada özellikle isimleri zikredilen diğer eserlerle birlikte vazgeçilemez kaynaklar olduğu gibi kendileri de bir ilim anlayışının veciz ifadeleri olarak önemlerini muhafaza etmektedir. Kâtib Çelebi'nin eserleri ve düşüncesinin kıymeti genel olarak takdir edildiği için çeşitli dönemlerde onun kitapları ve risaleleri neşredilmiştir.
Eserleri.
1. Fezleketii't-tevârih. Târîh-i Kebîr olarak da nitelenen eserin tam adı Fezleketü akvâîi'J-ahyâr îî Hl-nü't-târih ve'1-ahbâr'dtr. Kâinatın yaratılışından 1051 (1641) yılına kadar gelen umumi bir tarih olup müellif hattıyla yazılmış tek nüshası Beyazıt Devlet Kütüp-hanesi'ndedir [273] eserin 3-25 arasındaki yaprakları eksiktir.
2. Fezleke. 1000 -1065 (1592-1655) yılları arasındaki olayların anlatıldığı bir vekâyi'nâmedir. [274]
3. Tuhletü'l-kibâr fi esfâri'l-bihâr. 1645'te başlayan ve yıllarca süren Girit seferi münasebetiyle kaleme alınan bu eserde 1656 yılına kadar gelen Osmanlı deniz savaşları anlatılmıştır. Osmanlı denizcilik tarihi için önemli bir ' kaynak olan kitap çok ilgi çekmiş ve 1141 de (1729) Müteferrika Matbaası'nda basılmıştır. İkinci defa İstanbul'da neşredilen (1 329) Tuhfetü'l-kibâr, Orhan Saik Gökyay tarafından sadeleştirilip notlar ilâve edilerek yayımlanmıştır (İstanbul 1973, 1980).
4. Takvimi!'l-tevârîh. Hz. Âdem'den başlayıp 1648'e kadar gelen vak'ala-rın, bu arada müellifin Arapça Fezleke' sinin bir nevi kronoloji cetvelidir. Kâtib Çelebi'nin iki ayda yazdığını belirttiği esere sonradan bazı zeyiller yapıldığı gibi yabancı dillere de çevrilmiştir. Eser Müteferrika Matbaası'nda basılmış (1146), ayrıca Ali Suâvi bu çalışmayı notlar ve zeyil-leriyleneşretmiştir.
5. Kanunname. Bazı teşrifat kaidelerinin toplandığı bir eserdir.[275] Günümüze intikal etmeyen bu çalışma hakkında Şehrizâde Mehmed Said, "Mufassal ve mutavassıt kanunları cemetmiştir" demektedir.[276] Bu bilgi önce Bursalı Mehmed Tâhir tarafından tekrarlan m ışsa da [277] Mehmed Tâhir, daha sonra Kâtib Çelebi üzerinde yaptığı çalışmada [278] eseri ona ait eserler listesinden çıkarmıştır.
6. Târih-i Frengi Tercümesi. Johann Carion'un 1548'de Paris'te yayımlanan Chronicle adlı eserinin tercümesidir. Kâtib Çelebi bunu Fransız mühtedisi Mehmed İhlâsî'nin yardımıyla çevirmiştir. Şinâsi tarafından Tas-vîr-i Efkâr"m bazı sayılarında kısmen neşredilen eserin Laonicos Chalcondyle tarihinin tercümesi olduğu iddiası doğru değildir. Asıl tarihine kaynak olmak üzere çevirdiği bu kitaba mütercim başka eserlerden bazı ilâveler yapmış, Kanunî Sultan Süleyman'dan, müslümanların İspanya'dan çıkarılışından da bahsetmiştir. Eserin tek yazma nüshası Konya İzzet Ko-yunoğlu Kütüphanesi'ndedir.
7. Târih-i Kostantîniyyeve Kayâsire (Reunaku's-sâltana). Johannes Zouaras Nicestas Acominate, Nicephorus Gregoras ve Atinalı Laonicos Chalcondyle tarafından yazılmış Historia rerum in Oriente ge-starum (Frankfurt 1587) adlı büyük eserin İstanbul'la ilgili kısımlarının çevirisidir.[279] Eserde İslâmiyet'in yayılışından, Bulgar Devleti'nin çöküşünden, Bizanslılardan, Setçuklular'-dan, Haçlı seferlerinden, İstanbul'un su yollarından, yangınlarından, zelzelelerinden vb. söz edilmektedir. Bunun da bir nüshası Konya İzzet Koyunoğlu Kütüphanesi'nde bulunmaktadır.
8. İrşâdü'1-hı-yörd ilâ lârîhi'l-Yûnân ve'r-Rûm ve'n-nasârâ. Avrupa ülkeleri hakkında bilgisi olmayan müellif ve tarihçileri bilgilendirmek amacıyla yazılmış elli sekiz varaktan ibaret bir risale olup Atlas Minör vb. eserlerden faydalanıp kaleme alınmıştır. İki bölüme ayrılan eserin birinci bölümünde Avrupalılar'ın dinlerinden, ikinci bölümde Avrupa hükümdarlarının âdet ve kanunlarından söz edilmekte, çeşitli Avrupa ülkelerinin idare tarzları ele alınmakta, bu arada demokrasi, aristokrasi, cumhuriyetvb. kavramlar, seçim usulleri, Batılılar'ın ileri oldukları hususlar ve Osmanlılar'Ia münasebetleri hakkında bilgi verilmektedir.[280]
9. Sülle-mü'1-vüşûi ilâ tabakâti'l-fuhûl. Alfabetik sıraya göre hazırlanmış Arapça bir tabakat kitabı olup iki ana bölüme ayrılmıştır. İlk bölümde kendi adlarıyla meşhur olmuş kişiler, ikinci bölümde nesep, künye ve lakaplarıyla bilinen şahıslar yer alır. Daha çok Keşfü'z-zunûn'da geçen kitapların yazarlarına ait indeks özelliği taşıyan eserde Süyûtî'nin Tahrir ü'l-lübâb esas alınmış, buradaki hal tercümeleri eserin aslını oluşturmuş ve diğer kaynaklardan önemli ilâveler yapılmıştır. Yeri geldikçe zikredilen kaynakların sayısı 100'den fazladır. Müsvedde halinde kalan ve tamamlanmamış olduğu anlaşılan kitabın tek nüshası Süleymaniye Kütüp-hanesi'nde kayıtlıdır [281] M ustaki mzâde esere onun bıraktığı yerden kendi zamanına kadar gelen (1175/1761-62) bir zeyil yazmıştır.[282]
10. Cihannümâ. Kâtib Çelebi'nin coğrafyaya dair ünlü eseridir (istanbul 1145).
11. Levâmiu'n-nûrfîzu-lümât-i Atlas Minûr. G. Mercatorve L. Hondius'un 1621'de Arnheim'de bastırılan Atlas Minör Gerardi Mercantoris A. S. Hondio pîurimis aenis Atque II-lustralus adlı kitabının tercümesidir. Kâtib Çelebi bu Latince eseri yine Mehmed İhlâsî'nin yardımıyla çevirmiştir. Fakat kitap kuru bir çeviri olmayıp açıklamalı ve tenkitli bir tercümedir. Kâtib Çelebi'nin asıl amacı İse Cihannümâ'sınm Avrupa kısmı için kaynak elde etmektir. Eserde Kuzey kutbundan başlayarak nehirler, dağlar, şehirleriyle birlikte Avrupa ülkeleri birer birer ele alınmaktadır. Müellif nüshası Nuruosmaniye Kütüphanesi'nde bulunan eserin [283] başka yazmaları da vardır.
12. İlhâmü'l-mukaddes min feyzi'î-akdes. Müellifin astronomiyle meşgul olduğu sıralarda zihnini kurcalayan bazı meselelere cevap arayan ilmî bir risaledir. Kâtib Çelebi bunları fıkıh meselesi haline getirerek zamanının ulemâsından cevap istemiş, fakat tatmin edici bir karşılık alamayınca risaleyi kaleme almıştır. Bu meselelerden birincisi, arzın yuvarlaklığından dolayı gece ve gündüzün müddetleri arasında büyük fark olan yerlerde namaz ve oruç vakitlerinin belirlenmesi, ikincisi, güneşin aynı cihetten doğup batmasının dünyanın herhangi bir noktasında mümkün olup olmadığı, üçüncüsü de her ne yöne dönülse kıble olabilecek bir yerin bulunup bulunmadığıdır. İlhâmü'l-mukaddes'ln Süleymaniye Kütüphanesi [284] ve Nuruosmaniye Kütüphanesi'ndeki mecmua içinde [285] nüshaları vardır. Eseri Bediî N. Şeh-süvaroğlu neşretmiştir. [286]
13. Keşfü z-zunûn can esâ-mi'1-kütüb ve'1-fünûn. Kâtib Çelebi'nin yirmi yılda hazırladığı büyük bibliyografik eseridir. [287]
14. Tuhfetü'l-ahyâr fi'l-hi-kem ve'1-emsâl ve'1-eş'âr. Alfabetik olarak hazırlanan bir nevî ansiklopedik sözlüktür. Arapça, Farsça ve Türkçe yazılmış çeşitli eserlerden toplanan bilgilerin bir araya getirildiği Tuhfetü'l-ahyâr'-da felsefî ve edebî fıkralar; aile ve devlet idaresine dair menkıbeler; kuşlara, diğer hayvanlara, otlara ait ilginç bilgiler, hoş latifeler, hikâyeler: sarf ve nahve dair malûmat; şiirler, atasözleri vb. bulunmaktadır. Eser, sadece hoş vakit geçirmek için değil aynı zamanda türlü konularda faydalı bilgiler vermek amacıyla kaleme alınmıştır. 1061'de(l650) müellifi tarafından temize çekilmeye başlanan kitap 1063'-te (1653) e " harfine kadar hazırlanmış, fakat yazarının ifadesine göre üzücü bir sebepten dolayı burada bırakılmıştır. Daha sonra bazı kişilerin elinde dağınık halde kalan müsveddeleri Ağa Mehmed adlı bir kadı toplamış ve Yazıcızâde diye bilinen Mehmed Kâtibi b. Ahmed'e bunları temize çektirmiştir. Tııhfetü'l-ahyârm Süleymaniye [288] ve Kahire Hidîviyye [289] kütüphanelerinde birer nüshası vardır.
15. Dürer-i Münteşire ve Gurer-iMünteşire. Niyet, selâ-se, hülle, istikbâl-i kıble, yeme içme âdabı, anne karnındaki cenin, Kabe içinde namaz, havf ve recâ, kanaat vb. konuların ele alındığı eser merak ve tecessüs sonucu ortaya çıkmıştır. Başlıca kaynağı Gaz-zâlî ve diğer tanınmış İslâm âlimleridir. Biyografileri verilen kimselerle ilgili fıkralar, hikâyeler Kâtib Çelebi tarafından özenle seçilmiştir. Müellifin otobiyografisini verirken eserleri arasında zikrettiği "Mecmua" ve Şehrîzâde'de geçen Nigâ-ristan fi icmali't-tevârih [290] bu eser olmalıdır. Dürer-i M ün tesire' n in müellif hattıyla olan yegâne nüshası Nuruosmaniye Kütüphanesi'nde kayıtlıdır. [291]
16. Düstûrü'l-amel îi-ıslâhi'1-halel. Devlet bütçesindeki açığın sebeplerini araştırmak ve buna çare bulmak amacıyla 1063te (1653) yazılarak Dîvân-ı Hümâyun'a sunulmuş bir rapordur.
17. Recmü'r-racîm bi'ssîn ve'lcîm. Garip ve acayip fıkıh meselelerine dair fetvaların toplandığı eser 1064-1065 (1654-1655) yıllarında şeyhülislâmlar için derlenmiştir. Mîzânü'l-hak'ta [292] ve Vekâyiu'l-fuzala da adı geçen eserin herhangi bir nüshasına rastlanmamıştır.
18. Beyzâvî Tefsirinin Şerhi. Kâtib Çelebi, Beyzâvî Tefsiri'ni daha önce A'rec Mustafa Efendimden okuduğunu ve 1052'de(1642) Kara Kemal tarzında günde bir sayfa olmak üzere şerhini yapmaya başladığını belirtmekte, fakat daha fazla biigi vermemektedir. [293]
19. Hüsnü'1-hidâ-ye. Mahmud adlı bir talebesinin ricası üzerine Ali Kuşçu'nun er-Risâletü'i-Mu-hammeâiyye'sine yazdığı bir şerhtir. 1647 yılı civarında kaleme alınmaya başlanan şerh. cebir ve mukabele konularına geldiğinde talebesinin ölümü üzerine olduğu gibi bırakılmıştır. [294]
20. Câmfu'l-mütûn min celli'l-fünûn. Kâtib Çelebİ'-nin çeşitli konulara dair okuduğu ve okuttuğu yirmi yedi eserin özetlen ve şerhlerinden meydana gelmiş antoloji mahiyetinde bir mecmuadır.[295] Müellifin eserleri arasında sayılan Risâle-i Ebhâs muhtemelen bu kitaptır. Kâtib Çelebi bu eserine daha sonra "Mukaddime fiilmi't-tefsir min jt-mâmi't-dirâyât", "Ta'lîmü'l-mu'allim", "Bidâyetü'l-fıidâye fi't-tezkîr", "Makamâtü'l-Harîrî fi'I-edeb" ve "Cuhaynâtü'l-ahbâr fit-târîh" başlıkları altında ilâvelerde bulunmuştur. Kabiliyetli ve zeki bir kişinin çeşitli fenler hakkında bilgi sahibi olması gerektiğini, imkân bulduğu takdirde bu fenler üzerinde derinleşebileceğini belirten Kâtib Çelebi derlediği mecmuada her ilim için ana metinlerden birini alarak Özetlemiştir. Bunu iyice hazmeden kimsenin büyük bir âlim olacağını da söyleyen müellif, mecmuada yer alan ilimlerden faydalanılmasını kolaylaştırmak için baş tarafına ilimlerin bîr şeceresini koymuştur. Kâtib Çelebi, Câmi'u'l-mütûn'-dan başka hacim bakımından daha küçük olan. Ali Kuşçu'nun Mahbûbü'l-ha-maiV'mm benzeri on iki metinlikMu/zfa-sar Câmfu'l-mütûn adlı bir eser de hazırlamıştır.[296]
21. Mî-zânül'hak üihtiyâri'l-ehak. Kâtib Çe-lebi'nin telif ettiği son eser olup devrinin tartışmalı konularının müsbet fikirlerle açıklanmasından ibarettir (İstanbul 1306). Bunların dışında müellif tütün hakkında bir risalesinin bulunduğunu da kaydet-meWedir. Ona izafe edilen Bahriyye adlı eser ise Cihannüma nm Rumeli kısmıyla ilgili bir parçadır. Yine kendisine isnad olunan Tekmile-i îbn Haldun adlı eserin bir yanlışlıktan kaynaklanmış olduğunu söylemek gerekir.[297]
Bibliyografya :
Kâtib Çelebi, Süllemü'l-uüşûl ilâ labakâü'l-fufyül, Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1877, vr. 42°, 54", 235°, 27]° vd., 567"; a.mlf., Câmi'u'l-mütûn, TSMK, Emanet Hazinesi, nr. 1763, vr, 5"; a.mlf.. Fezleke, 1, 94 vd., 104 vd.; 11,4, 54 vd., 100, 118, 128, 136, J64, 182,238, 239, 293, 384; a.mlf.. Takuîmü 't-tevârih, İstanbul 1146, s. 247;a.mlf.. Tuhfetü'l-ahyâr, Süleymaniye Ktp,, Esad Efendi, nr. 2539, vr. 12b; a.mlf.. Tuhfetü'l'kibâr, tür.yer; a.mlf.. Cihan-nümâ, s. 73, 257, 300-303; a.mlf., İlhâmü'l-mukaddes, Numosmaniye Ktp., nr. 4075, vr. lb; Keşfü'z-zunûn, I, 572, 725-726; II, 1010, 1137; aynca bk. M. Şerefettın Yaltkaya'nın Mu-kaddime'si, I, 7-28; G. Flügel'in Mukaddime'-si, I, 31-48; a.mlf., Mîzânü'l-hak, İstanbul 1306, tür.yer; a.e.: İslâm'da Tenkid ue Tartışma Usûlü (s.nşr. Süleyman Uludağ - Mustafa Kara). İstanbul 1990, s. 233; B. Herbelot. Biblİ-otheque orlentale ou dictlonnaire üniversel (ed. Fuat Sezgin). Frankfurt 1995, I-IV; Uşşâki-zâde İbrahim, Zeyl-i Şekâik(oşr. H J. Kissiing), Wiesbaden 1965, s. 235-238; Şeyhî, Vekâyİu't-fuzalâ. I, 262-264; Şehrîzâde Mehmed Saîd, 7a-r'th-iNeupeydâ.İÜ Ktp., TY, nr. 3291, vr. 12", ]7t-20b; Müstakimzâde, Tuhfe, s. 98; a.mif.. Mecelletü'n-nisâb, Süleymaniye Ktp., Halet Efendi, nr. 628, vr. 36P, 426b. 447"; Sİcllt-i Os-mânt, IV, 395; Bursalı Merımed Tâhir, Müverrihini ösmâniyye'den Âlî oe Kâtib Çelebİ'nin Tercüme-i Halleri, Selanik 1322, s. 18-43; a.mlf.. Kâtib Çelebi, İstanbul 1331; Osmanlı Müellifleri, III, 124-131; Brockelmann. GAL, II, 127 vd., 427-429; Suppl.,11, 343, 635-637; Ab-dülhaK Adnan Adıvar. Osmanlı Türklerinde İlim, İstanbul 1943, s. 105 vd., 119, 123, 128; TCYK, s. 36-48, 161 vd.; Bekir Kütükoğlu, Kâtib Çelebi "Fezleke"sinin Kaynakları, İstanbul 1974; Ba-binger (Üçok). s. 214-223; Ornan Saik Gökyay. Kâtib Çelebi: Yaşamı. Kişiliği ue Yapıtlarından Seçmeler, Ankara 1982; a.mlf.. "Kâtib Çelebi", M, VI, 432-438; a.mlf.. "Kâtib Celebi", f^flngj, IV, 760-762; Kâtib Çelebi: Hayatı oe Eserleri Hakkında İncelemeler, Ankara 1985; Ali Canip [Yöntem]. "Kâtib ÇelelM'de Liberallik", HM, 111/ 20 (1927), s. 462; Mesut Koman. "Kâtib Çelebi'-nin Şimdiye Kadar Üzerinde Durulmamış Çok Mühim Bir Eseri: İrşâdü'l-hıyârâ ilâ târîhi'l-Yunân ve'n-Nasârâ", Konya Halkevi Dergisi, sy. 79, Konya 1945, s. 20 vd.; Bilgi, XI/128. İstanbul 1957 (Kâtib Çelebi özel sayısı]; V. L. Menage. "Katip Çelebiana", BSO4S,XXV!/1 (1963), s. 173 vd. Orhan Saik Gökyay