Bir Neslin Ağabeyi; Fethi Gemuhluoğlu / Turan Karataş
01 Ocak 1970
Bir sohbet, üç beş bölük yazı, sahibini edebiyata dâhil edebilir mi? Bir hayat, ışıltılı parıltılı bir hayat, bu kadar aziz olabilir mi? Bir insan, yirminci asrın o çiğ ve alacalı değerler skalasında bu kadar sayılıp sevilebilir mi?
Bir sohbet, üç beş bölük yazı, sahibini edebiyata dâhil edebilir mi? Bir hayat, ışıltılı parıltılı bir hayat, bu kadar aziz olabilir mi? Bir insan, yirminci asrın o çiğ ve alacalı değerler skalasında bu kadar sayılıp sevilebilir mi?
Bazı hayatlar böyledir: Bir ışık huzmesi gibi temas ettiği gözleri kamaştırır, sirayet ettiği gönülleri yumuşatır, şavkıdığı zihinleri tenvir eder. Bu kabil üst düzey yaşantılar, Lale Müldür’ün deyişiyle “toprağa düşünce mısır, denize düşünce inci” olurlar.
Geçtiğimiz aylarda yayımlanan bir kitap vesilesiyle, hayatından imrenilecek öykücükler duyup ismini bir efsane kahramanı gibi zihnime yerleştirdiğim, yaşadığı devirde ve bulunduğu yerde adeta inciye dönüşen mümtaz bir şahsiyeti, Fethi Gemuhluoğlu’nu yakından tanıma fırsatı buldum. Sadık Yalsızuçanlar’ın yayına hazırladığı Dostluk Üzerine –Önce Selâm Sonra Kelâm- (İstanbul: Timaş Y., 2009) adlı eserde, Gemuhluoğlu’nun kitaba adını veren meşhur sohbetinin metnine, birkaç yazısına ve oğluna yazdığı üç mektupla beraber hakkındaki 41 yazıya yer verilmiş.
Yerli ve yeni olabilmek bir çelişki değildir. Aksine cins bir özelliktir ve bir kişilik değeridir. Bu coğrafyada boy boylayıp soy soylamalarına karşın onun “varedenleri”ne sırt çeviren nicelerin aksine Fethi Gemuhluoğlu, som çağdaşlığıyla birlik bir ayağıyla sımsıkı öz değerlere yani “hakikat”e bağlanmış. Yalsızuçanlar, ne güzel ifade ediyor: Büyük manevi şahsiyetlerin kılavuzluğundan geçen bu adam, imanda sabit, ahdinde kaim olmanın değerini kavramış; hasbî ve fahrî olarak halka hizmet ilkesini benimsemiş.
Cömert, vefakâr, mütevazı, dürüst; gönül adamı, güzel adam, İstanbul efendisi… gibi çok bilinen sıfatları saymıyorum. Ona yakıştırılan, kuşkusuz yakışan evsafı sıralasak sayfalar doldurur. Hakkında yazılanlardan çıkardığım/ seçtiğim birkaç sıfatı dikkatinize sunmak isterim: Anadolu tarlası, Osmanlı hasadı, Horasan ereni, Anadolu bilgesi, mana eri, dölleyen kelâm, tohum veren ve tohum verdiren çınar, fikir sakası, düşünce kurmayı, söz ile sema yapan, büyük rüya görücü, bir devrin kılavuzu, yüce gönüllü bilge, gerçek bir nazar gerçek bir selam, derin bakışlı ârif, âkıl bir âşık, insan sevgisiyle yunmuş yıkanmış bir fani, kalbi onaran usta, yetkin insan, coşkulu derviş, Allah diyene dost, yalana düşman, meclislerin görkemi, derin akan ırmak, yol açıcı, insan kâşifi, sohbet ve hitabet ustası, dost zengini…
İman, dostluk ve aşk onun üç köprüsü; üzerinden hakikate ulaştığı. İlme, irfana ve insana vardıran üç ışıklı yol. Gemuhluoğlu’nun hayat felsefesi bu üç kavram üzerine kurulmuştur. Ama evvelen bir aşk adamıydı o. Her şeyin başı aşktır, diyordu. Aşkın her şeye kâdir olduğuna iman etmişti. “Siz hiç âşık oldunuz mu?” Bugün bize sıradan gibi görünen bu soruyu, Fethi Gemuhluoğlu, burs almak için kendisine müracaat eden öğrencilere soruyordu. Derdi neydi, neye ulaşmak istiyordu, duymayı murat ettiği şey neydi? İlmin başı da aşktı, ârifler kavlince. Âşık olmayan imtihanı daha baştan kaybetmiş oluyordu.
“Adalet, merhamet, dikkat ve teyakkuz”, onda “hayra teşvik ve zulme başkaldırı”yı gerekli kılıyor. Bu dört hasletin bileşkesiyle bir erdem abidesine evriliyor Gemuhluoğlu’nun hayatı. Bu sebeple insanları dostluğa, aşka, güzelliğe, doğruluğa, iyiliğe, hayra ve imana teşvik ediyor. “Paradan önce dost biriktirin” diyor.
Gemuhluoğlu’nun o tarihi sohbetinde, kendisini ebediyete ve edebiyata taşıyan 40 yıllık söz orucundan sonraki o konuşmasında, hiçbir şeye düşmanlık olmaz, her şeye dost olunmalı ana düşüncesine varıyoruz. Başta insana dost olmak. Sonra derece derece düşünceye, coğrafyaya, tarihe, vücudumuza, komşuya dost olmayı öğütlüyor. Vakte de dost olmak gerekiyor. Çünkü vakit de mahlûktur, buyruluyor. Kendi azalarımıza dost olmak bir bencilliğin süreği değil. Çünkü “kendine dost olamayanlar, gayrıya dost olamazlar; kendileri ile barışa varamayanlar, gayrı ile barışa varamazlar.” diyor. “Kendimize karşı halim, selim ve kerim olmadan gayrıya karşı çok halim, selim ve kerim olmak” mümkün görünmüyor. Evvel evvel kendimizden başlıyoruz tanışıklığa, barışıklığa ve dostluğa… Sonra halka halka genişliyor dostluk hâlesi.
Şu öğütler de, düşman olacaklarımıza değil, uzak duracaklarımıza dair: “Her şeye dost olalım, uykuya dost olmayalım. Her şeye dost olalım, politikaya dost olmayalım. Her şeye dost olalım, hırs-ı mal ve hırs-ı caha dost olmayalım. Her şeye dost olalım, paraya dost olmayalım.” Nefsini, bu sayılanların dostluğundan koruyan insanların sadece bu çağda değil, bütün insanlık tarihi boyunca azınlıkta olduğu bir gerçektir. Bu sayılanların uzağında yaşanan hayat, mucizemsi özelliklerle donanmış menkıbevî bir hayattır.
Dostluk Üzerine kitabındaki hakkında yazılanları okuyunca, Gemuhluoğlu’nun da bu erdemli azınlığa karışmış olduğunu anlıyoruz. Bilge kişi, bizi sakındırmaya devam ediyor: “Her mahalleye bir kasap lâzımdır, beyefendiler! O siz olmayın. Kan dökücü olmayın. Maktul olun, kâtil olmayın. Mazlum olun, zâlim olmayın. Size kassab olmak, sayyad olmak, dellâk ve dellâl olmak yakışmaz.”
Tekrar olacak ama söylemekte ne beis var; İrfan Fethi Gemuhluoğlu, kelimenin bütün ihtiramıyla bir devrin ağabeyi idi. Onu dünya ölçüleri içinde tanıyanlar, dinleyenler, dost yüzünü görenler kuşkusuz bahtiyarlar zümresindendir.
Karayılanın zehrini şifaya kalbeden ak süt gibi, göğüsten göğüse sır taşıyan, ilim, irfan taşıyan o devrin efendisine hezar gıpta…
Ömürlerini yüzlerce binlerce altın hatıra ile süsleyen ve bir insanlık anıtı hâline gelen böyle insanları “teklifsizce kalbimize buyur” edebiliriz. Onun için, hayatınızın bir yerinde yolunuzu Dostluk Üzerine düşürün.