MHP’nin Zor Sınavı
Adnan Faruk 01 Ocak 1970
Referandum sonrasında en çok tartışılan konulardan birisi de, MHP’ydi. MHP’nin, referandumun ‘kaybedeni’ olduğu birçok kişi tarafından ifade edildi. Kuşkusuz, bunun doğruluğunu ölçmek mümkün değil. Çünkü referandum ile insanların siyasi düşünceleri veya tercihleri değil, yapılan anayasa değişiklikler konusundaki tutumları ölçülmeye çalışıldı. Bu nedenle, siyasi partilerin referandum konusunda yürüttükleri kampanyalardan hareketle oy dağılımında bulunmak doğru değildir.
Bu gerçeğe rağmen, MHP’nin geleneksel tabanı olan ülkücü camiada, dikkate alınması gereken bir değişimin ve düşünsel ayrışmanın gün yüzüne çıktığı da açık. Bu değişimin, organik bir ayrışmaya dönüşüp dönüşmeyeceği tartışma konusu olsa da, ortaya çıkan durumun, süreç içinde farklılaşmaya neden olmayacağını söylemek de zor.
“Hak etmeyenler 8 yıldır iktidarda, biz neden üç dönem iktidarda olmayalım” diye soran Devlet Bahçeli, MHP’nin temel hedefini iktidar şeklinde ortaya koymaya çalışsa da, gerçeğin bu olmadığı biliniyor. ‘İktidar hedefiyle’, 31 Ekim’de Ankara’da düzenlenen toplantıyla var olan ayrışmaların giderilmesi ve yeni ayrışmaların önüne geçilmesinin hedeflendiği açık. Daha açık bir ifadeyle, bu sürecin temel motivasyonu ‘baraj’ riskidir. Parti yönetimi tarafından yürütülen ‘birlik’ eksenli çalışmaların, istenilen sonucu verip vermeyeceğini süreç içinde göreceğiz…
Son zamanlarda yaşanan bu tür değerlendirme, tartışma ve çalışmaları, sıkıntılı alandan çıkış çalışmaları olarak değerlendirebiliriz. Ve bu, önemli bir değişimdir. Yani MHP yönetimi, referandum ile birlikte yaşadığı sıkıntılı süreci aşmak için strateji geliştirmeye çalışıyor. MHP gibi ideolojik partilerde, yeni strateji arayışları gündeme geldiğinde yapılan ilk iş, partinin doğal tabanına ‘dönüp’ bakmaktır.
MHP ve ülkücü taban analiz edildiğinde, üç farklı eğilimin olduğu görülecektir.
Bu üç eğilim ve dolayısıyla da ortaya çıkan üç farklı MHP beklentisini; “ülkücülerin partisi”, “yeni Türkçü ve ulusalcı parti” ve “merkez sağ parti” şeklinde somutlaştırmak mümkündür. Bu üç eğilimin yanı sıra, ‘hepsinden biraz’ anlamına gelebilecek, dördüncü bir eğilimden bahsedenler olsa da, bu düşünceyi savunanların sahip oldukları ‘değişkenlik’ ve ‘çıkarcı yaklaşım’ nedeniyle önemsenmediği ve kayda değer bulunmadığı da açıktır.
Öne çıkan üç eğilimin birincisi; ‘ideolojik öz dönüş’ olarak adlandırılabilecek olan ve ağırlıklı olarak, 80 öncesi ülkücü kadrolara yaslanmayı öngören eğilimdir. Bu eğilimin temel önceliği, partinin büyümesinin yolunu; ‘ülkücü anlayışı’, ‘ülkücü duruşu’ ve dolayısıyla da özü korumak şeklinde formülüze edilmektedir. Öze dönüş ile vurgulanan temel konu ise 80 öncesi ülkücülerinin baskın karakteri olan ‘Türk-İslam sentezini’ öncelemek ve sahip çıkmaktır. Her ne kadar, 80 öncesi ve İslami vurguyu önceleyen gençlik kadrolarından bir kısmı MHP’den uzaklaşmış olsa da, MHP ve ülkücü tabanın büyük bir kısmının, din ile var olan ilişkisi nedeniyle, ‘öze dönüş’ talebinin karşılık bulabileceği açıktır. Çünkü parti yönetiminde olmasa da, bu eğilimin tabanda güçlü olduğu bilinmektedir. Bunun yanı sıra, geleneksel toplumsal yapı dikkate alındığında, bu eğilimin toplumsal karşılık bulabileceğini söylemek de mümkündür.
MHP ve ülkücü tabandaki ikinci eğilim ise son yıllarda gelişen ulusalcı eğilimdir. Toplumun geniş bir kesiminde karşılık bulan bu eğilimi besleyen birçok faktör sayılabilir. (Türkiye’nin AB’ye üyeliği, ‘Ergenekon’ davası, PKK terörü, ABD ile yürütülen ilişkiler ve kimi emekli askerlerin yürüttüğü çalışmalar vb) Ancak bu noktada önemli olan, bu eğilimin temel özelliğidir. Bahsettiğimiz eğilimin temel karakteristiğini; dini dışlayan veya yok sayan Türkçülük olarak ifade etmek mümkündür. Cumhuriyetin ilk yıllarında da karşılık bulan bu anlayış, son yılların baskın milliyetçi anlayışını da oluşturmaktadır. Türk neoconluğu olarak adlandırılabilecek bu eğilim, parti yönetimi ve ülkücü taban dışında, medyada kayda değer bir karşılığa sahiptir. Medyadaki destek nedeniyle bu eğilimin diğerlerine kıyasla, daha organize olduğu da, gözlenmektedir.
Son eğilim ise “iktidar mı, ideoloji mi” sorusuna, iktidar cevabı veren kesimdir. Bu kesimi; partiye alınan bürokratik kadrolar ve iktidarın olanaklarına yatırım yapan kesimlerden oluşmaktadır. Bu eğilim, iktidara gelmenin temel koşulunu; hem ideoloji, hem de kadro düzeyinde ‘dışa açılma’ olarak formülüze etmektedir. Bunun daha anlaşılabilir adı; merkez sağa yerleşerek, merkez partisi olmaktır. Çünkü merkez partisi olmanın, hızlı bir büyümeye olanak sağlayabileceği öngörülmektedir. Bu kesim, ülkücü geçmişi ve birikimi görmezden gelen, hatta iktidar olmanın önündeki engellerden birisi olarak değerlendirmekte ve bu nedenle de geçmiş vurgusundan rahatsızlık duymaktadır.
İşte MHP’nin zor sınavı, bu üç yoldan hangisini tercih edeceğiyle ilgilidir…
Bu üç eğilimin toplumsal karşılığının ne olduğunu ölçmek zor. Ancak, ikinci eğilim olarak saydığımız grubun, MHP’yi ele geçirmek için geçmişte yaptığı girişimin karşılıksız kaldığı dikkate alındığında, işinin zor olduğu söylenebilir. Yine de, var olan eğilimler arasında hangisinin partiye egemen olacağını; MHP yönetimi, derin unsurların Kürt meselesinde alacağı pozisyon ve bu pozisyonda MHP’ye düşen ihtiyacın belirleyeceğini söylemek yanlış olmaz.
MHP’de etkinlik kurmak isteyen eğilimlerin gözden kaçırdığı temel sorun ise MHP’nin Türkiye’nin genel problemleri konusundaki tutumu, çözüm önerileri ve buradan geliştirdiği politik dildir. Daha doğru ifadeyle, politikasızlıktır. MHP, var olan sorunlar konusunda ne düşünüyor ve ne tür öneriler sunuyor? Bu konuda bir netlik yok. Zaman zaman seçim bildirilerine yansıyan ifadelerin dışında, bilinen bir öneri yok. Seçim bildirilerindeki ifadelerin ise soyut söylemden öteye geçmediğini herkes biliyor. Bu politikasızlıkla birlikte, parti sözcüleri tarafından gündeme getirilen kimi görüşlerin, derin devlet unsurlar ile özdeşleşen ifadeler olması ise politikasızlık sorununu daha da karmaşık hale getirmektedir.
Merak edenler, Devlet Bahçeli’nin son kongrede ve 31 Ekim’de yaptığı konuşmayı okuyabilirler…
Peki; derin unsurların partiye müdahalesini ve partiyi ‘kullanma’ kapasitesini sınırlandırmadan, var olan eğilimler arasından tercih yapmadan, yapılan tercihe göre partiyi dizayn etmeden ve bu tercihe uygun bir söylem geliştirmeden ülkücü tabandan, toplumdan ve seçmenden destek beklemek mümkün mü?
İşte MHP’nin zor sınavı…