Ümmü'l-Haseneyn Fâtıma bint Muhammed ez-Zehrâ (ö. 11/632) Hz. Peygamberin, soyunu devam ettiren kızı.
Bi'setten yaklaşık bir yıl Önce (m, 609), İbn Sa'd ile[706] bir kısım tarihçilere göre ise Kureyş'in Kabe'yi yeniden inşası sırasında (m. 605) Mekke'de doğdu. Bazı kaynaklarda Hz. Âişe'-den beş yaş kadar büyük olduğu kaydedildiğine göre[707] birinci görüş ağırlık kazanmaktadır. Öz kardeşleri Zeyneb ile Rukıyye'den küçük, Ümmü Külsûm'dan büyük olduğu söylenmekteyse de Hz. Peygamber'in en küçük kızı olduğu görüşü daha doğru kabul edilmektedir[708]. Zehebî'nin belirttiğine göre künyesi "babasının annesi, anam" mânasına gelen "Ümmü ebîhâ" İdi. Bu künyeyi almasının sebebi, Fâtıma'yı anne sevgisiyle seven Resûlullah'm kendisine bu şekilde hitap etmesi olmalıdır. Lakabı "beyaz, parlak ve aydınlık yüzlü kadın" anlamında Zehra olmakla beraber "iffetli ve namuslu kadın" anlamındaki Betûl lakabıyla anıldığı da görülmektedir.[709]
Kaynaklarda Hz. Fâtıma'nın çocukluk ve gençlik yıllarına dair pek az bilgi bulunmaktadır. Bunlardan biri. Kabe'de namaz kılmakta olan Resül-i Ekrem'in secdeye vardığı sırada omuzlarına müşrikler tarafından bir devenin döl yatağının atılması üzerine genç Fatma'nın koşarak babasının üzerindeki pislikleri temizlemesi ve bunu yapanlara kızıp söy-lenmesidir[710]. Hicretten bir müddet sonra Hz. Fâtıma'nın. yanlarında Hz. Ali ile annesi Fâtıma bint Esed olduğu halde Şevde, kız kardeşi Ümmü Külsüm ve Ebû Bekir'in ailesiyle birlikte Medine'ye hicret ettikleri bilinmektedir.
Fâtıma on beş yaşını tamamladıktan sonra onunla önce Hz. Ebû Bekir, ardından da Hz. Ömer evlenmek istemiş. Re-sûl-i Ekrem her iki teklife de olumlu cevap vermemiş, bunun ardından Hz. Ali Fâtıma'ya talip olmuş ve bu talebi Re-sûlullah tarafından kabul edilmiştir[711]. O sıralarda fakir bir delikanlı olan Hz. Ali mehir verecek kadar malı bulunmadığından Bedir Gazvesi'n-de ganimetten payına düşen zırhı, bazı rivayetlere göre ise devesini ve bir kısım eşyasını satarak 450 dirhem gümüş civarında bir mehir vermiştir. Hz. Fâtıma'nın çeyizi de kadife bir örtü. içine hurma lifi doldurulmuş deri bir yastık, iki el değirmeni ve deriden yapılma iki su kabından ibaretti. Düğünleri Resûlullah'ın Hz. Âişe İle evlenmesinden dört buçuk ay sonra 2. yılın Zilkade[712] veya Zilhicce[713] ayında gerçekleşti. Hz. Fâtıma 3. yılın Ramazan ayında[714] ilk çocuğu olan Hasan'ı, bir yıl sonra Şaban (Ocak) ayında Hüseyin'i dünyaya getirdi. Daha sonraki yıllarda küçük yaşta ölen Muhassin ile[715] Ümmü Külsûm ve Zeyneb doğdu. Evliliklerinin ilk yıllarında Hz. Ali ile Fâtıma arasında küçük çapta bazı anlaşmazlıklar olmuş[716], ancak Resûl-i Ekrem'in.aralarını bulması ve Hz. Fâtıma'ya kocasına itaati tavsiye etmesi üzerine kırgınlıklar son bulmuş, Hz. Ali de artık eşini hiçbir şekilde üzmeyeceğini söylemiştir.[717]
Uhud Gazvesinde on hanımla birlikte gazilere yiyecek ve su taşıyan Hz. Fâtıma aynı zamanda yaralıları tedavi etti. Bu savaşta Hz. Peygamber'in dişinin kırılması üzerine yüzündeki kanları temizlemeye çalıştı. Kanın dinmediğini görünce bir hasır parçasını yakıp küllerini Resûlullah'ın yüzüne bastırmak suretiyle akan kanı durdurmayı başardı.[718]
Resûl-i Ekrem Hz. Fâtıma'ya son hastalığı sırasında Kur'ân-ı Kerim'i Cebrail ile her yıl bir defa birbirlerine okuduklarını[719], bu sene Cebrail'in aynı maksatla iki defa geldiğini, bunun ise vefatının yaklaştığına işaret olduğunu söylemesi üzerine Fâtıma ağlamaya başlamış: Hz. Peygamber'in, ailesinden ilk Önce kendisine onun kavuşacağını, ayrıca onun mümin kadınların hanımefendisi olduğunu söylemesi üzerine de gülüp sevinmiştir.[720]
Hz. Peygamber'e çok düşkün olan Fâtıma babasının vefatından dolayı çok sarsıldı. Resûl-i Ekrem defnedildikten sonra gördüğü Enes b. Mâlik'e. "Resûlullah'ın üzerine çarçabuk toprak atmaya eliniz nasıl vardı, gönlünüz nasıl razı oldu?" diyerek ağladı ve daha sonra da günlerce gözyaşı döktü.
Hz. Peygamberin vefatının ardından Fâtıma ile Abbas b. Abdülmuttalib Halife Ebû Bekir'e gelerek Resûlullah'ın mirasından hisselerini istediler. Bu miras Fedek ve Hayber'deki hurmalıklarla Medine'deki bir bahçeden ibaret olup Hz. Peygamber bu arazilerin gelirini amme işlerine, yolcularla misafirlere ve kendi ailesine harcamaktaydı. Halife onlara, Resûlullah'ın peygamberlerin miras bırakmayacağına dair hadisini hatırlatarak onun mirasının söz konusu olamayacağını, fakat ailesinin geçiminin eskiden olduğu gibi yine buraların gelirinden sağlanacağını, kendisinin bu araziyi Hz. Peygamber'in yaptığı şekilde bir mütevelli gibi kullanacağını söyledi. Hz. Âişe ile diğer bazı sahâbtlerin bu hadisi tasdik etmeleri üzerine miras iddiasından vazgeçildi.[721] Ancak Hz. Fâtıma halifenin bu tavrına gücenerek vefat edinceye kadar onunla bir daha bu konu üzerinde konuşmadı[722]. Bir rivayete göre ise Ebû Bekir, Hz. Fâtıma'yı vefatından bir müddet önce ziyaret ederek gönlünü almıştır.[723]
Hz. Fâtıma, Resûlullah'ın ölümünden beş buçuk ay sonra 3 Ramazan 11[724] tarihinde vefat etti. Muhammed el-Bâkır'ın belirttiğine göre Fâtıma'yı Hz. Ali yıkadı[725]. Ölümünden sonra vücudunu kimsenin görmemesi için vasiyeti üzerine onu Hz. Ali ile Hz. Ebû Bekirin hanımı Esma bint Umeys'in yıkadığı da zikredilmektedir[726], Hz. Fâtıma, kadın cenazelerinin erkek-lerinki gibi üzerine örtülen bir kefenle sarılmış olarak herkesin gözü önünde bulunmasından rahatsız olduğunu Esma bint Umeys'e söylediğinde Esma ona Habeşistan'da cenazelerin tabut içinde taşındığını anlatmış, bunun üzerine Fâtıma kendi cenazesinin de böyle taşınmasını vasiyet etmişti. Nitekim onun cenazesi Esma bint Umeys'in tarifi üzerine yapılan tabutla taşındı. Cenaze namazını Hz. Abbas veya Hz. Ali kıldırdı. Vasiyeti üzerine geceleyin Hz. Ali, Hz. Abbas ile oğlu Fazl tarafından Cennetü'l-bakî'a defnedildi.
Resûlullah'ın terbiyesiyle yetişen Hz. Fatma onun hem haya ve edep gibi Özelliklerine, hem de konuşma tarzından[727] yürüyüşüne kadar[728] birçok vasfına sahip oldu. Babasının uygun gördüğü hayat tarzını benimseyerek onun gibi sade yaşadı. El değirmeninde un Öğütmekten usanan Fâtıma ile kuyudan su çekip taşımaktan yorulduğunu söyleyen Ali bu hususta Hz. Peygamber'den yardım istemeye karar verdiler. Hz. Fâtıma Medine'ye bir savaş esirinin geldiğini duyunca babasına giderek ondan kendisine ev işlerinde yardım edecek bir hizmetçi talep etti. Resûlullah da esiri, mescidde yatıp kalkan fakir müslüman-ların (ehl-i Suffe) ihtiyaçlarını karşılamak üzere satacağını, bu sebeple kendisine bir hizmetçi veremeyeceğini, buna karşılık yatağa girdiği vakit otuz üçer defa sübhânallah, elhamdülillah, Allâhüekber demesinin istediği hizmetçiden kendisi için daha hayırlı olacağını söyledi[729]. Bu güzel vasıfları sebebiyle Resûl-i Ekrem Fatma'yı görünce sevinir, kendisini ayakta karşılar, elini tutarak yanaklarından öper, ona iltifat edip yanına veya kendi yerine oturturdu. Babası kendi evine gelince Fatma da onu aynı şekilde karşılayıp ağırlardı[730]. Hz. Peygamber sefere giderken aile fertlerinden en son Fâtıma ile vedalaşır, seferden dönünce de ilk olarak onunla görüşürdü[731]. Kadınlardan en çok Fatma'yı, erkeklerden de Ali'yi sevdiğini söyleyen[732] Resûl-i Ekrem, "Fâtıma benim bir parçamdır, onu sevindiren beni sevindirmiş, onu üzen de beni üzmüş olur"[733] ve, "Bana melek gelerek Fatma'nın cennetliklerin hanımefendisi olduğunu müjdeledi" demiş[734], cennetlik kadınların en faziletlilerini saydığı bir başka hadisinde de önce Hz. Hatice ile Fatma'nın, sonra da Âsiye ile Meryem'in adlarını söylemiştir.[735]
Hz. Peygamber'in Fâtıma'ya olan sevgisini gösteren önemli bir olay, Mekke'nin fethinden sonra Hz. Ali'nin Ebû Ce-hil'in kızı Cüveyriyye ile[736] evlenmek istemesi veya Ebû Cehİl'İn yakınlarının kızlarını Hz. Ali ile evlendirmek için Resûl-i Ekrem'in iznini talep etmeleri üzerine onun gösterdiği tepkidir. Bu vesile ile yaptığı konuşmalarda Fatma'nın kendisinin bir parçası olduğunu, onun üzülmesini istemediğini, Resûlullah'ın kızı ile Allah düşmanının kızının bir araya gelemeyeceğini, Cenâb-ı Hakk'ın helâl kıldığı bir şeyi haram kılmamakla beraber bu evliliğe izin vermeyeceğini, ancak Ali'nin Fatma'yı boşadıktan sonra bir başka kadınla evlenebileceğini söyledi[737]. Resül-i Ekrem'in bu konudaki hassasiyeti, Hz. Fatma'nın itidalini koruyamayacağı düşüncesinden kaynaklanıyordu[738]. Diğer taraftan Hz. Peygamber'in konuşmasına başlarken öbür damadı Ebü'l-Âs'ın kendisine verdiği sözde durduğunu belirtmesi, Ebü'l-Âs'a Zeyneb'in üzerine bir başka kadınla evlenmemeyi şart koştuğunu hatıra getirmekte, aynı şekilde Hz. Ali'den de böyle bir söz aldığını, fakat Ali'nin bunu unutmuş olabileceğini düşündürmektedir. Bu olaydan sonra Hz. Ali Fatma'nın vefatına kadar bir başka kadınla evlenmediği gibi câriye de edinmemiştir. Resûl-i Ekrem'in her fırsatta onların evine gelerek ikisinin arasına oturması, hem kızına hem de damadına beslediği derin sevgiyi ifade etmesi onları birbirine bağlamış, hatta zaman zaman her biri Resûlullah'ın kendisini daha çok sevdiğini ileri sürerek onun gönlündeki müstesna yerlerinden emin olduklarını göstermişlerdir. Fâtıma da fırsat buldukça babasının yanına gider, ona hizmet etmekten zevk duyardı. Mekke'nin fethedildiği yıl Resûlullah evinde yıkanırken Fatma'nın onu bir perde ile setretmeye çalışması[739] onların bu yakınlığının derecesini göstermektedir. Resûl-i Fâtıma ve Ali isimlerinin birlikte yazıldığı Muhittin Serin hattıyla Celî-ta'lik levha (Muhittin Serin koleksiyonu}.
Ekrem, Hz. Fâtıma İle Hz. Ali'yi ve çocukları Hasan İle Hüseyin'i abasının altına alarak, "Allahım! Bunlar benim Ehl-i beytimdir; onları kötülüklerden koru ve kendilerini tertemiz kıl" diye dua etmiştir. Hz. Fâtıma ile ilgili önemli hususlardan biri de Resûlullah'ın neslinin onun çocukları vasıtasıyla devam etmiş olmasıdır.
Hz. Fatma'dan on sekiz hadis rivayet edilmiş olup tamamı Kütüb-i Sitte'de yer almakta, bunlardan ikisi hem Şahîh-i Buhârî hem de Şahîh-i Müslim'de bulunmaktadır. Kendisinden Hz. Ali, Hz. Hasan ile Hüseyin, Hz. Âişe. Ümmü Seleme, Hz. Peygamber'in hizmetkârı Ümmü Râfi'in karısı Selmâ, Enes b. Mâlik ve başkaları rivayette bulunmuşlardır. Ayrıca Hz. Hüseyin'in kızı Fatma'nın ve daha başka râvilerin ondan mürsel rivayetleri vardır.
Kaynaklarda Hz. Fatma'ya nisbet edilen bazı şiirler ve beyitler bulunmakta[740], bunları Hz. Peygamber'in vefatından sonra söylediği belirtilmektedir. Zehebî, Fatma'nın Resû-lullah'ın vefatı dolayısıyla söylediği ileri sürülen, "Başıma gündüzü geceye çevirecek büyük musibetler geldi" şeklindeki beytin ona ait olmadığını kaydetmektedir.[741] Fâtımîler, Hz. Fatma'nın soyundan geldiklerini iddia ederek kurdukları hanedana ona izafeten bu adı vermişlerdir.
Şiî Kaynaklarına Göre Fâtıma. Şiî kaynaklan. Hz. Fâtıma'nın bi'setin 2 veya 5. yılında doğduğunu iddia ederler. Hatta Hz. Hatice'nin Fatma'ya isrâ ve miraç hadisesinden sonra hamile kaldığını ileri süren kaynaklar da vardır. Bu tür rivayetlerde, Hz. Peygamber'in mi'racda bulunduğu sırada kendisine ikram edilen cennet meyvesinden yediği, Fatma'nın bu meyveden hâsıl olduğu, Resûl-i Ekrem'in o meyvenin kokusunu özledikçe Fâtıma'yı öptüğü kaydedilir. Hz. Fâtı-ma'nın miraç olayından çok önce doğmuş olması bu tür rivayetlerin tutarsızlığını ortaya koymaktadır[742]. Yine aynı nitelikteki rivayetlerde Fâtıma1-ya hamile olduğu sırada annesinin onunla konuştuğu, doğacağı esnada Sâre, Âsiye, Meryem ve Şuayb peygamberin kızı Safûrâ'nın yardıma geldiği, doğar doğmaz kelime-i şehâdet getirerek babasının kim olduğunu, kocasının kim olacağını söylediği ve oradakilere adlarıyla hitap ettiği, doğumuyla birlikte olağan üstü hadiselerin meydana geldiği anlatılmakta, daha sonra da Cebrail'in Resûl-i Ekrem'e gelerek Fâtıma'nın Hz. Ali ile evlenmesini Allah'ın münasip gördüğünü, eğer Ali olmasaydı yeryüzünde ona bir denk bulunamayacağını haber verdiği iddia edilmekte ve bu düğünün gök ehli tarafından da kutlandığı abartılı ifadelerle anlatılmaktadır[743]. L. Veccia Vaglieri. Hz. Fâtıma'nın dünya ve âhiret hayatına dair Şiîler tarafından nakledilen menkıbevî haberlerin geniş bir özetini vermektedir (El? |Fr.|, II, 865-868).
Şiî kaynaklarında Hz. Fâtıma hakkındaki abartılı bilgilerden biri de onun isimleriyle ilgilidir. Sünnî kaynaklarında Fâtıma'nın sadece Zehra, bazan da Betül lakabından söz edildiği halde Şiî kaynaklarında çeşitli âyetlerle zoraki bir ilgi kurularak onun ayrıca Sıddîka, Mübâreke. Tâhire. Zekiyye, kendisine ilham gelen ve meleklerle konuşan anlamında Mu-haddese, hayız ve nifas sıkıntısı çekmeyen anlamında Betûl. bakire anlamında Azrâ gibi isimleri olduğu iddia edilmekte, hatta, "Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O'ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak rabbine dön"[744] mealindeki âyette "râziye" ve "mar-ziyye" kelimeleriyle onun kastedildiği ileri sürülmektedir.[745]
Hilâfetin Hz. Ali ile onun soyuna ait olduğu iddiasının önemli dayanaklarından biri, kocası Ali ile soylarından gelen on bir imam gibi Hz. Fâtıma'nın da günahlardan korunmuş olduğu görüşüdür.[746] Ehl-i sünnet âlimleri, Resûl-i Ekrem'in Hz. Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin'i abasının altına alarak. "Ey Ehl-i beyt! Allah sizden sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor"[747] mealindeki âyeti okuduğunu kabul etmekle beraber[748] bundan onların masumiyetinin anlaşıla-mayacağını, böyle yapmakla Hz. Peygam-ber'in onları Allah'ın emirlerine uymaya çağırdığını, ayrıca ismet sıfatının sadece peygamberlere mahsus olması sebebiyle onların masum sayılamayacağını belirtirler.[749]
Şiî kaynaklarında, Hz. Fatma'nın mevcut Kur'an'dan tamamen farklı ve onun üç misli büyüklüğünde bir mushafa sahip olduğu belirtilmektedir. İddiaya göre bu mushaf, Resûl-i Ekrem'in vefatından sonra Hz. Fâtıma'nın yaşadığı zaman zarfında Cebrail'in onu teselli maksadıyla söylediği sözlerin Hz. Ali tarafından kaydedil m esiyle meydana gelmiştir. Bu mushafın içinde şer'î hükümlerin -özellikle cezaların- ayrıntılı bir şekilde bulunduğu, kıyamete kadar gelecek bütün idarecilerin adlarının ve meydana gelecek olayların kaydedildiği söylenmektedir. Mutedil Şiî âlimleri ise Fâtıma mus-hafını kabul etmekle beraber bu mushafın bir Kur'an olmadığını ve eldeki Kur'-an'da noksanlık bulunmadığını belirtirler. Bundan başka Hz. Fatma'nın elinde bulunan, kendisiyle Hz. Ali'nin ve daha sonra gelecek vasîlerin adlarının yer aldığı bir sayfadan da söz edilmektedir.[750]
Fedek arazisinin Resût-i Ekrem'in şahsî mülkü olduğunu, Ebû Bekir'in bu araziyi Fatma'ya vermemekle ona haksızlık ettiğini ileri süren Şiîler, peygamberlerin miras bırakmayacağına dair rivayetin Süleyman'ın Davud'a mirasçı olduğunu belirten Kur'an âyetine[751] ters düştüğünü iddia ederler. Halbuki bu âyette sözü edilen mirasın mal mülk değil peygamberlik olduğu, bazı âyetlerde miras kelimesinin ilim ve hikmet için kullanıldığı bilinmektedir. Öte yandan geride birçok çocuk bırakmış olan Davud'a sadece Süleyman'ın mirasçı olduğu düşüncesinin ilâhî hikmete uygun düşmeyeceği açıktır. Ayrıca Hz. Ali'nin de halife olduktan sonra Fedek arazisini Hz. Ebû Bekir gibi kullanması, Resûlullah'ın ilk halifesinin isabetli hüküm verdiğini göstermeye yeterlidir.[752]
Hz. Fâtıma'yı alet etmek suretiyle Hz. Ömer'i karalamak için uydurulan ve güvenilir hiçbir kaynakta görülmeyen bir iddiaya göre Fâtıma ve kocası Ebû Bekir'e biat etmeyip evlerine çekilince Ömer onları biat etmedikleri takdirde evlerini yakmakla tehdit etmiş, hatta evlerini basıp kapıyı kırmış, içeri girdiği sırada kapı ile duvar arasına sıkışan Fâtıma'nın kaburgaları kırılmış ve bu sırada çocuğu Muhassin'i düşürmüştür[753]. Seyyid Mukarrib Ali en-Nekavî el-Hüsey-nî tarafından en-Nârü'I-hâtıma li-kâ-şıdi ihrâkı beyti Fâtıma[754] adıyla bir kitap yazılmasına sebep olan bu iddia, muhtemelen Hz. Ömer'in hilâfet konusunda Hz. Fatma'yı ikaz etme hadisesinin tahrif edilmesinden kaynaklanmıştır. Rivayete göre, Ebû Bekir'in hilâfetine henüz gönülleri yatmamış olan Hz. Ali ve Zübeyr'in Fâtıma ile bu konuyu birkaç defa görüştüklerini haber alan Hz. Ömer, çıkabilecek bir fitneyi önlemek maksadıyla Hz. Fâtıma'yı ziyaret etmiş ve ona dünyada en çok Resûlullah'ı, sonra da onun kızını sevdiğini söylemiş, ancak bu sevginin "hilâfet konusunu karıştırıp duran" kimselerin onun evinde toplanması halinde bu evi onlar içeride iken yakmasına engel olmayacağını belirtmiş, Hz. Fâtıma da onlara Ömer'in bu sözünü naklederek artık bir daha hilâfet meselesini kendisine getirmemelerini istemiştir.[755]
Bazı Şiî kaynaklarında Hz. Fatma'nın faziletleri hakkında pek aşırı ifadelerin kullanıldığı görülmekte. Ehl-i beyte dahil diğer dört kişi gibi onun da nurdan yaratıldığı, kıyamete kadar olmuş ve olacak her şeyi bildiği, soyundan imamlar ve vasîler geleceğini Cenâb-ı Hakk'ın ona bildirdiği, hatta Hz. Ali ile evlenmesini mi'racda Allah Teâlâ'nın kararlaştırdığı ve onun tarafını tutanların cehennem azabından kurtulacağı ileri sürülmektedir.[756]
Şiîler'in. Hz. Fâtıma ile Ehl-i beytin mevkiini ve üstünlüğünü belirtirken üzerinde önemle durdukları hususlardan biri de mübâhele olayıdır. 10 (631-32) yılında Medine'ye gelen Necran hıristiyan-larının Hz. îsâ'nın ilâhlığı konusunda ısrar etmeleri üzerine nazil olan Âl-i İmrân süresindeki âyetlerden birinde ifade edilHz Fâtıma'nın da içinde bulunduğu Ehl-j beyt'e dahil olanların adlarını ihtiva eden Kazasker Mustafa izzet Efendi 'nin Celi-SUİÜS levhası (Muhitim Serin koleksiyonu)
diği gibi (âyet 61), her iki tarafın başta kendileri olmak üzere çocuklarını ve kadınlarını çağırarak Allah'tan yalancılara lanet etmesini istemelerinden ibaret olan bu olayda Şiîler, Hz. Peygamber'in arkasına Fâtıma'yı (bazı rivayetlere göre onun arkasına da Ali'yi), yanına Hasan ve Hüseyin'i alarak Necranlılar'ın karşısına çıktığını ve böylece Kur'an'daki "kadınlarımız" ifadesiyle sadece Hz. Fâtıma'nın kastedildiğini ileri sürerek onun masumiyeti ve yüceliği etrafındaki iddialarını güçlendirmek istemişlerdir. Mübâhele olayından bahseden bazı Sünnî kaynaklarında Hz. Fâtıma'dan söz edilmezken[757] bir kısmında Hz. Fâtıma'nın da orada bulunduğu kaydedilmektedir[758]. Kasım Kufralı İslâm Ansikio-pedisi'ne yazdığı Fâtıma maddesinde (IV, 520) mübâhele olayında Hz. Fâtıma'-nın da hazır bulunduğu hususunu bütün müslümanlar kabul ediyormuş gibi göstermekte ve iddiasına kaynak olarak Hâzin ve Beyzâvf tefsirlerini vermektedir. Halbuki Hâzin, olayı rivayetin zayıflığını gösteren bir ifade ile nakletmekte, Beyzâvî ise mübâhele konusunda herhangi bir bilgi vermemektedir. Louis Massignon, La Mubahala de Medine et YHypeidulie de Patıma[759] adıyla yaptığı küçük çaplı çalışmasında ve "La notion du voeu et la dĞvotion musulman â Fâtıma"[760] adlı makalesinde bu olayı ve bazı dinî grupların Hz. Fâtıma hakkındaki aşırılıklarını ele almaktadır.
Literatür. Hz. Fâtıma'nın hayatına dair çoğu Şiîler tarafından olmak üzere pek çok eser kaleme alınmıştır. Delâ'ilü'l-imâme[761] adlı kitabında Hz. Fâtıma ile ilgili pek çok uydurma habere yer veren (s. 12-58) Râfizî müellifi Ebû Ca'fer Muhammed b. Cerîr b. Rüstem et-Taberî'nin yaptığı gibi bu eserlerde zayıf veya asılsız rivayetlere geniş bölümler ayrılmıştır. Seyyid Muhammed Murtazâ el-Hüseynî el-Cevnfû-rî'nin Kühlü'n-nazırın fî tafdîli'z-Zeh-râ 'ale'l-enbiyâ ve'1-mürseîîn (bs. yeri yok, 1302) adlı eserinin aşırılığı isminden bile anlaşılmaktadır. Hz. Fâtıma ile ilgili başlıca kitaplar şunlardır:
a- Arapça Eserler. Muhammed el-Bâkır (ö 117/ 735), Tezvîcü Fâtıma binti'r-Resul[762]; Muhammed b. Hârûn er-Rûyânî, Cüz1 fîhi tezvîcü Fâtıma bint Resûlillâh bi-cAIi b. Ebî Tâlib ^aleyhime's-selâm[763]; İbn Şâhîn, Fezâ3ilü Fâpmati'z-Zehra"[764]; Süyûtî. eş-Şüğürul-bâsi-me fî fezâ'ili's-seyyide Fâtıma caley-he's-selâm[765]; a.mlf., Müsnedü Fâpmati'z-Zehra; Muhammed Abdürraûf el-Münâvî, İthâfü's-sâ'il bimâ li-Fâtımate mine'î-menâ-kıb: Seyyidetü nisd'i ehli'l-cenne Fâpmatü'z-Zehra[766]; Muhammed Bakır el-Medisî, Târîhu seyyideti nisâi'l-câlemîn ve bed'atü seyyidi'l-mürselîn[767]; Abdullah b. İbrahim el-Mîrganî, ed-Dürretü'l-yetime iî ba'zı fezd'iii's-seyyideti'l-cazîme[768]; AbdÜl-hüseyin b. Şerefüddin el-Mûsevî. el-Ke-limetü'l-ğarrâ iî ta fdîli'z-Zehra[769]; Ömer Ebü'n-Nasr, Fâtıma bint Muhammed {s.a.)[770]; Ma'rûf b. Muhammed el-Arnâvûd, Fâpmatü'l-Betûî[771]; Abbas Mahmûd el-Akkâd. Fâtı-matü'z-Zehrâ3 ve'l-Fâtımiyyûn[772]; Muhammed Kâzım el-Kifâî, ez-Zehrâ3 fi's-sünne ve't-târîh ve'1-edeb[773]; Tevfîk Ebû Alem. Fâpmatü'z-Zehra[774]; Abdüssamed et-Türkî, Fi beyti Fâtıma[775]; Seyyid Tâlib Horasan, ei-Lü'lü^ü'l-beyzâ3 fî feza3ili Fâpmati'z-Zehrâ[776] Abdürrezzâk Mükerrem, Ve-fâtü'ş-Şıddîkati'z-Zehra[777]; Muhammed Kâzım el-Kazvînî. Fâpma-tü 'z - Zehra3 ' aleyhe s - selâm mine i -mehd ile'1-lahd[778]; Nezîh Kumeyha, Şerhu Hutbeti Fâpma-üz-Zehrâ[779]; Abdülfettâh Abdülmaksûd, Fâtımatü'z-Zehra[780]; Şerif Seyyid el-Âmilf, Fâ-tımatüz-Zehra3: el-Meselü'1-a'îâ U'l-mer'eti'l-müslime[781]; Muhammed Beyyûmî Mehrân. es-Sey-yide Fâpmatü'z-Zehra[782]; Ahmed er-Rahmânî el-Hemedânî. Fâpmatü'z -Zehra3: Behcetü kalbi'1-Muş-tafâ[783]; Sâdık b. Meh-dî el-Hüseynî eş-Şîrâzî. Fâpmatü'z-Zehra3 fi'1-Kui'ân.[784]
b- Farsça Eserler. Bakır b. İsmail b. Abdülazîm. el-Haşâ3işü'l-Fâpmiyye[785]; Hüseyin İmadzâde-i İsfahânî, Fâtımatü'z-Zehra"[786]; Abdülhüseyin el-Mü'minî. Zindegânî-yi Hazret-i Fâpma-i Zehra" 'aleyhe's-selâm[787]; Ali Şeriatı, Fâtıma Fâtıma est[788]; Seyyid Cafer eş-Şehîdî. Zindegânî-yi Fâpma-i Zehra 'aleyhe's-selâm[789]; Seyyid Hüseyin el-Vâİzî es-Sebzevârî, Fâpmiyyât[790]; Celâleddin Riyâsetî, Fâhma[791]; Muhammed Rızâ Nusayrî, Fâpma (Tahran, ts); Nasîrüddin Mîr Sâdıki Tahranı, Fâpma[792]; Şeyh Muhammed Vâsıf. Fâpma-i Zehra3 ez-Nazar-ı Ri-vâyât-ı Ehl-i Sünnet[793]; Ali Kerbelâî, Fâpma, Fezd'fi ve Muşîbet-i Fâpma-i Zehra3.[794]
c- Türkçe Eserler. Fâtıma Şâdİye. Ke-rîme-i Muhtereme-i Hazret-i Fahr-i Âlem Seyyidetü nisâi'l-âlemin Hazret-i Fâtımatü'z-Zehra el-Betûl[795]; Hacı Cemal Öğüt. Fâtımatuz-Zehra[796]; Yakup Kenan Necefzâde, Fâtima Anamız[797]; Mustafa Necati Bursalı, Hz. Fâtıma-i Zehra[798]; İbrahim Emini. Örnek İslam Kadını Hz. Falıma [a.s.)[799].
Abdülcebbâr er-Rifâî, "Muccemü mâ kütibe can Fâtmati'z-Zehrâ3" adlı makalesinde[800] Hz. Fâtıma hakkında çoğu Şiîler tarafından yapılan 250-den fazla Arapça. Farsça ve Urduca çalışmayı tesbit etmiştir.
Bibliyografya:
Wensinck. el-Mu'cem, VIII, 219-220, 241; a.mlf.. Mİftâhu künûzi'ssünne, Beyrut 1403/ 1983, s. 378-379; Müsned. I, 93, 98, 104, 108, 118, 293; VI, 282-283; Buhârî. "Vudû'", 69, "Ğusül", 21, "Şalât", 4, "Hibe", 27, "Fezâ'ilü aşhâbi'n-nebi", 9, 12, 16, 29, "Humus", 1, "Me-ğâzî", 14, 38, 83, "Nikâh", 109, "Nafakât", 3, 6-7, "Edeb", 113, "İsti'zân", 40, 43, "Da'avât", 11, Terâ'iz", 3, "İ'tişâm", 5; Müslim, "Cihad", 51-55, 101, 107-110, "Fezâ'ilu ş-şahâbe", 61, 93-99; Ebû Dâvûd, "Edeb", 143, 144, "Terec-cül", 21; Tirmizî, "Siyer", 44, "Menâkıb", 60; Vâkıdî. ei-Meğazî, i, 249-250, ayrıca bk. İndeks; İbn Sa'd. et-Tabakât, I, 357-358; VIII, 19-30; İbn Sebbe, Târthu I-Medinetİ I-münevvere, s. 105-110, 196-202; İbn Ebû Seybe. ei-Muşan-nef[801], Beyrut 1409/ 1989, VII, 432; İbn Kuteybe (Ukkaşe), s. 142-143, 158, 210, 211; Belâzürî. Fütûh (Rıdvan), s. 75; Muhammed b. Cerîr b. Rüstem et-Tabe-rî. Del&'ilüi-imame. Beyrut 1408/1988, s. 5-58; Taberi, Târih. II, 410, 486, 533, 537; III, 207-208, 240, ayrıca bk. İndeks; Dûlâbî, ez-Zürriy-yetti't-tâhire nşr Seyyid M. Cevâd el-Husey-niel-Celâlîl, Beyrut 1408/1988, s. 89-98, 149; Küleynî, el-üşûi mine'I-Kâfi, I, 238-242; Hâkim, et-Müstedrek, II. 593-594; III, 151-163; Şeyh Müfîd. ei-İhtişâş, Beyrut 1402/1982, s. 210-212; Ebû Nuaym, Hilye, II, 39-43; İbn Abdül-ber. et-İstfâb, IV, 373-381; İbn Şehrâşüb, Me-nâktbü âli Ebî Tâiib, Beyrut 1405/1985, İli, 318-366; İbnû'l-Estr. Üsdui-ğâbe, VII, 220-226; a.mlf.. et-Kâmil, II, 293; Beyzâvî, Envâ-rü't-tenzîl[802], Beyrut 1314, İ, 510-511; Hâzin, Lübâbü't-te'u[803], Beyrut 1314, I, 510-511; İbn Seyyidünnâs. Minehu't-midah[804], Dımaşk 1407/1987, s. 355-358; İbn Kesîr. Tefsirü'i-Kur'ân, II, 43-44; Zehebî. A'lâmü'n-nübetâ II, 118-134; a.mlf.. Târihu'l-İslâm: cAhdü'i-hulefâ'i'r-râ-şidîn. s. 21-27, 43-48; Heysemî, Mecme'u'z-zevâ'id, IX, 201-212; İbn Hacer, el-İşâbe (Bicâvî), VI, 243; VII, 648; VIII, 53-60; a.mlf, Teh-zîbut-Tehzîb, XII, 440-442; a.mlf., Fethu'l-bârı, VII, 107-108; Semhûdî, Vefâ'ul- vefa. I, 330-334; Hazrecî, Huiâşatü Tezhîb, s. 494; Muttaki el-Hindî. Kenzül-'ummâl, XIII, 674-687; Sâmî, Sübülü'l-hüds' ve'r-reşâd [îsîreti hayri'l-'ibâd. Kahire 1411/1990, VI. 640-650; Şevkânî, Derrus-sehâbe. s. 273-279, 603; Mira-tül-Haremeyn. İl, 466-467, 976-979; Ali Fehmi Câbic. Hüsnü ş-sıhâbe fi şerhi eş'âri's-sa-hâbe, İstanbul 1324, s. 125-128; Hacı [Mehmet] Cemal Öğüt. Fâtımatuz - Zehra, İstanbul 1359/ 1940; L. Massignon, La Mubâhala de Medine et S'Hyperdulie de Fâtıma, Paris 1955; a.mlf.. "La notion du voeu et la devotion musulman â Fâtıma", Studi Orientaiistici in inore di Gior-gio leui Dçtla Vida, Roma 1956. II, 102-126; Abdülhüseyin b. Şerefeddin el-Mûsevî, el-Keli-metü'l-ğarrâ fi tafdîti'z-Zehra Necef, ts. Darü'n-Nu'mân). Sââtî. ei-Fethu'r-rabbani, XXII, 92-97; Murtazâ el-Hüseynî el-FTrûzâbâdî. Fezâ'i-lü'l-hamse mine's-sıhShi's-sitte, Beyrut 1402/ 1982, s. 150-204; Meclisi. Bihârü't-envâr, Beyrut 1403/1983, XLIII, 2-236; A'yânü'ş-Şfa, I, 306-323; M. Kâzım el-Kazvînî, Fâtımatü'z-Zehrâ' cateyhe's-selâm mine'imehd ile'l-iahd, Beyrut 1404/1984, s. 60-64, 79-140, 179; Hâirî. Terâ-cimü a'lAmin-nisâ', Beyrut 1407/1987, II, 301-338; M. Yaşar Kandemir. Mevzu Hadisler. Ankara 1991, s. 185-186; M. TâhirÂl-i Sübbeyr el-Hâkânr, Şerhu Hutbetiş-Şıddika Fâtımâ-tü'z-Zehrâ3, Kum 1412; İbrahim Emini. Örnek İslam Kadını Hz. Fâtıma (a.s.)[805], Kum 1412/ 1992; Jane Dammen McAuliffe. "Chosen ol AH Women; Mary and Fâtıma in Our'ânic Exegesis", Isiamochristiana, VII, Roma 1981, s. 19-28; Abdülcebbâr er-Rifâî, "Mu^cemü mâ kütibe ran Fâtımati'z-Zehra'", Türâsünâ, İV/ 14, Kum 1409, s. 57-104; Kasım Kufralı. "Fâtıma", İA, IV, 518-521; L. Veccia Vaglieri, "Fâ-Uma", E/^IFr.h II, 861-870.
Edebiyat. Hz. Peygamber'in neslini devam ettirmesi, onun en sevdiği kızı ve Ehl-i beyt'in beş rüknünden biri olması dolayısıyla Hz. Fatma'nın Resûl-i Ekrem'in hayatında önemli bir yeri vardır. Bu sebeple Hz. Peygamber ve Ehl-i beyt'İnden bahseden birçok manzum ve mensur eserde Fâtıma'nın adı ve vasıflan sık sık anıldığı gibi az sayıda da olsa onun bazı edebî eserlere konu teşkil ettiği de görülmektedir. Hz. Fâtıma'dan bahseden eserleri Türk edebiyatının klasik metinleriyle tekke ve halk edebiyatına ait parçalar, folklorik ürünler ve Türk halk inançlarında yer alanlar olmak üzere gruplandırmak mümkündür. Bu eserlerde Fâtıma eşine, evine ve çocuklarına bağlı, onlara hizmet eden, becerikli, sabirli, güzel ahlâklı örnek bir müslüman hanımı olarak tasvir edilir. Bu tür metinlerde isminin Türk halk ağzında aldığı Fatma veya Fadime şekilleri yanında Fatma Ana, ayrıca beyaz tenli olması sebebiyle Zehra (Fâtımatü'z-Zehrâ). iffetli oluşundan dolayı Betûl, bir hadiste cennetteki en faziletli dört kadından biri diye tanıtıldığı için "cennet hatunu", kıyamette kendisinden şefaat beklendiği için de "kıyamet hatunu" ve "seyyidetü'n-nisâ" unvanlarıyla anılmaktadır.
Hz. Fâtıma. Resûl-i Ekrem'in hayatını anlatan manzum ve mensur siyerlerde onun daima en yakınında bulunan, Özellikle kız çocuklarına değer vermeyen Arap toplumunda bu kötü âdetin ortadan kaldırılmasını sağlayan değeri dolayısıyla en sevgili çocuğu olarak anılmıştır.
Başta Süleyman Çelebi'nin Vesîletü'n-necöt'i olmak üzere birçok mevlid metninde, bilhassa vefat bahri içinde Hz. Fâtıma'dan bahsedildiği görülmektedir. Bu bölümlerde daha çok Resülullah'ın hastalanması, vefat edeceğini bildirmesi, Azrail'in onun ruhunu kabzetmeye geldiğinde Fâtıma'nın onu karşılaması, vefatından sonra üzüntüsünü bir ağıt halinde dile getirmesi söz konusu edilmektedir[806]. Ayrıca mevlidlerin genellikle matbu nüshalarında vefat bahrinin sonunda "Vefâtü Fâtımate'z-Zehrâ radiyallâhü anhâ" veya "Ahvâl-i Fâtıma" başlıklı müstakil bir bölüm yer almaktadır[807]. Burada Hz. Fatma'nın babasının hastalığı ardından ağlayıp sızladığı, yemekten ve içmekten kesildiği, sonunda Hz. Peygamber'in Fâtıma'yı yanma çağırtıp kendisine ilk kavuşacak yakınının o olduğu müjdesini vermesi, durumu eşine ve çocuklarına haber veren Fatma'nın kısa bir vasiyetten sonra babasına kavuştuğu lirik bir üslûpla anlatılmaktadır. Bazı mevlid metinlerine eklenen "Hikâye-i Cemel'in sonunda ise Hz. Peygamber'in vefatına dayanamayarak başını yerlere çarpıp can veren deveyi Hz. Fâtıma'nın kefenleterek defnettirdiğinden bahseden kısa bir bölüm yer alır.[808]
Son devrin tanınmış mutasavvıflarından Muhammed Esad Erbîlî. Süleyman Çelebi mevlidinin vezninde (fâilâtün fâilâ-tün fâilün) "Mevlid-i Şerîf-i Hazret-i Fâtımatü'z-Zehrâ radıyallâhü anhâ" başlıklı yetmiş dört beyitlik Farsça bir manzume kaleme almıştır. "Evvelâ nâm-ı Huda yâd âverîm / Şükr gûyân fıkr-i eltâ-feş künîm" beytiyle başlayan bu manzumeyi Erbîlî'nin oğlu Mehmed Ali Efendi Türkçe'ye çevirmiş ve ilk beytini, "Evvel Allah adını zikr edelim / Fikr edip el-tafına şükr edelim" şeklinde tercüme etmiştir. Her iki manzume Esad Erbîlî divanının yeni baskısında yer almaktadır (s. 250-275). Ancak burada tercümenin Esad Efendi'ye ait olduğu belirtilmektedir ki bu yanlıştır.[809]
Hz. Fâtıma'nın edebi metinlerde yer almasına vesile olan diğer bir özelliği de Hz. Ali'nin eşi olmasıdır. Dinî-tasavvufî konularda eser yazan pek çok müellifin yanında özellikle Alevî, Bektaşî şairlerin şiirlerinde Hz. Fâtıma'nın bu yönüyle söz konusu edildiği görülmektedir. Kul Him-met'in. "Gül kokusu Muhammed'in teridir / Âh ettikçe karlı dağlar eritir / Hatice Fâtıma Hakk'ın yâridir / Onun katarından ayırma bizi" dörtlüğüyle Edib Harâbî'nin, "Naciye fakîre kemter bacıdır / Muhammed Ali'ye kuldur nâcidir / Cümle erenlerin başı tacıdır / İşte Fâtı-matü'z-Zehrâ'mız vardır" dörtlüğü buna örnek teşkil eder. Ayrıca Hasan ile Hüseyin'in anneleri olması dolayısıyla özellikle Kerbelâ vak'ası üzerine yazılan maktel ve mersiyelerle Ehl-i beyt sevgisini işleyen diğer edebî ürünlerde Hz. Fâtıma ile ilgili fasıllara, beyit, kıta ve mesnevilere daha çok rastlanmaktadır. Meselâ türünün en tanınmış makteli olan Fuzûlî'nin Hadîkatü's-süadâ adlı eserinin dördüncü bölümü Hz. Fâtıma"-ya ayrılmıştır. Burada onun hayat hikâyesi yer yer manzum parçalar eklenerek ana hatlarıyla anlatılır.
Muharrem ayında dergâhlarda okunan mersiye ve ilâhilerde de Hz. Fâtıma çeşitli vasıflarıyla yer almıştır. Yûnus Emre'ye atfedilen, "Kerbelâ'nın yazıları / Sehid düşmüş bâzıları / Fatma Ana kuzuları / Hasan ile Hüseyin'dir // Ker-betâ'da eli bağlı / Âşıkların kalbi dağlı / Fatma Ana ciğer dağlı / Hasan ile Hüseyin'dir" mısralarının yer aldığı hicaz ilâhi[810] bunlardan biridir. Bestekârı meçhul hüzzam makamında. "Kurretü'1-ayn-i ha-bîb-i kibriyâsın yâ Hüseyn / Nûr-i çeşm-i şâh-ı merdan murtazâsın yâ Hüseyn / Hem ciğer-pâre-i Zehra Fâtıma hayrü'n-nisâ / Ehl-i beyt-i murtazâ Âl-i abâ'sın yâ Hüseyn" ilâhisi de aynı özellikleri ihtiva eden muharrem ilâhilerindendir.[811]
Bektaşî dergâhlarında mürşidin postunun sağında Hz. Fâtıma'yı temsil eden bir ocak bulunur. Niyazlar önce mürşide, on iki imama ve Hz. Fâtıma'ya. sonra da diğer makamlara yapılır. Bütün nikâh dualarında yer aldığı gibi Bektaşî tekkelerinde yapılan evlenme törenlerinde de gençlere mürşid önünde yapılan duada, "Bu gençlerin evliliği Fatma Ana'mızla Hz. Ali'nin evliliği gibi mutlu olsun" temennisi tekrar edilir. Yine Bektaşî-Alevî edebiyatında çeşitli renk ve kokuların Ehl-i beyt'ten birini sembolize ettiği inancı vardır. Buna göre siyah renk ve nar kokusu Hz. Fâtıma'yı temsil eder.
Dede Korkut hikâyelerinde üstün ahlâklı kadınlardan söz edilirken bunların Hz. Âişe ve Hz. Fâtıma'nın soyundan geldikleri söylenir.[812]
Türk folklorunda Hz. Fâtıma kültünün önemli bir yeri vardır. Anadolu'da kadınlar Fatma (Fadime) Ana dedikleri Hz. Fatma'yı uğur ve bereketin timsali saymışlardır. Anadolu'nun birçok yöresinde ocak duvarları sıvanır veya boyanırken is ile el işareti basılır. Uğur ve bereket getirsin diye basılan bu el "Fatma Ana eli"dir.
"Pençe-i Âl-i abâ" adı verilen elin baş parmağı Hz. Peygamber'i, işaret parmağı Ali'yi, orta parmağı Fâtıma'yı, yüzük parmağı Hasan'ı, serçe parmağı Hüseyin'i temsil eder. Bu bakımdan Âl-i abâ'-nın zikredildiği birçok manzumede Hz. Fâtıma da söz konusu edilir.
Anadolu'da hanımlar yoğurt mayalarken, turşu kurarken, hamur yoğurur-ken, evin geçimi iyi olsun diye ocağa şeker atarken, hasta olan kimsenin sırtını sıvazlarken. "El benim elim değil Fatma Ana'nın eli" diyerek başlar ve bitirirler. Bu motifte bir bakıma Pençe-i Âl-i abâ'dan şifa beklendiği görülmektedir. Diğer bir halk inancına göre de Fatma Ana külde ekmek pişirdiğinden bilhassa yaşlı kadınlar külü yere dökmez ve üzerine basmazlar. Örgü ve dantel gibi el işlerine başlayan hanımlara yanındakiler. "Kolay gelsin, altın taş olsun, elin kuş olsun; Hızır yoldaşın, Fatma Ana komşun olsun" derler. Türk halkı İyi komşuları için, "Allah seni âhirette Fatma Ana'mıza komşu etsin" temennisinde bulunur.
Ebe doğum yapan kadının sırtını sıvazlarken de, "El benim elim değil Fatma Ana'nın eli" diyerek doğumun kolay olacağına inandığını belirtir ve hastaya telkinde bulunur. Ayrıca doğum esnasında kadınlara "Fatma Ana eli" (anasta-tika hierochuntica) denilen bir bitki kaynatılıp suyu içirilir. Bu sebeple Anadolu'da bulunmayan ve özellikle çölde yetişen bu bitki hacdan dönenler tarafından getirilir, kıymetli bir hediye olarak hamile kadınlara verilirdi. Bazı yörelerde yeni doğan kız çocuklarına göbek adı olarak Fatma adının verildiği de bilinmektedir.
Halk arasında yaygın olan bir rivayete göre Hz. Fâtıma cumartesi günü doğum yapmış, doğum esnasında leğen aranmış, herkes çamaşır yıkadığı için leğen bulunamamış; bunun üzerine Fâtıma, "Cumartesi günü çamaşır yıkayana şefaat etmem" demiş ve bundan dolayı cumartesi günü çamaşır yıkanmaması gerektiği şeklindeki batıl inanç doğmuştur. Nitekim bugün Anadolu'nun birçok yöresinde bilhassa yaşlı hanımlar cumartesi günü çamaşır yıkamazlar.
Hat sanatında Ehl-İ beyt mensuplarının adlarını ihtiva eden çeşitli istiflerle bazı tekke ve camilerdeki Hulefâ-yi Râ-şidîn isimleri yanında Hz. Fâtıma'nın adı, Hasan ve Hüseyin ile birlikte umumiyetle celî- sülüs hattıyla levhalar halinde yazılmıştır.
Fatma adı Anadolu'nun değişik bölgelerinde yaygın olarak kullanılmakta, bu arada Fadime, Fadik. Fadili, Fadiş. Fato, Fatoş, Fattey şekilleri de kız çocuklarına ad olarak verilmektedir.