Polat gitti, şiddet bitti mi?
Özlem ALBAYRAK 01 Ocak 1970
Kurtlar Vadisi'ni yayına başladığı günden, bir fenomene dönüştüğünün anlaşıldığı zamana kadar hiç izlemedim. Görev icabı, yarı-zorla seyre başladığım dönemden dizinin sona erdiği zamana kadar da, hiçbir karaktere, dizi içinde oluşturulan duygusal atmosferin izomorfik bağıyla bağlanmadım. Bağlananları, Polat Alemdar gibi giyinenleri, 'ben racon kesmem, gırtlak keserim' diye konuşan üç beş nasipsizi, bu dizinin bir dizi olduğu basitliğinde bir gerçeği bile kavrayamayacak durumdaki insanların akıl ve duygu yaşını, kendini pokemon zannedip camdan uçan çocuğunkiyle -ne bir eksik ne bir fazla- eşdeğer saydım.
Tarihinin hiçbir döneminde kendini layıkıyla ifade edememiş, 'tin bağlamındaki şeksiz şüphesiz iman' faktörünü, 'militarizmi ve devlet otoritesini şeksiz şüphesiz tasdik'e tevdi ettiği için protesto geleneği geliştirememiş, devrim dediğimiz şeyin 'halk tarafından talep edilmesi gereken bir dönüşümün adı olduğunu, bütün milletlerin tarihinin böyle yazdığını' ıslahatlar da, devrimler de 'sizin için en iyisini biz biliriz' diyenler tarafından 'kendilerine uygun görüldüğü' için bilememiş bir milletin, bir diziyle neredeyse 'galeyan' durumuna gelmesini, garip bir paradoks, en acıklı tarafından bir trajedi ve o kadim suskunluğun bir tenakuzu saydım.
Hareket gerektiren yerde durmayı, durmak gereken yerde pergellerini açmayı, insiyaki bir tepkiyle o eski sinikliğin intikamını almak gibi bir şeye yordum. En önemsiz toplantılarda, yüzyüze iletişimde konuşurken, avuçları terleyen, ağzı kuruyan, şakakları kabaran bir toplumun, SMS mesajlarıyla yarışmaları oy yağmuruna tutmasını da, beğenmediğini izlememeyi değil, şikayet etmeyi tercih edişini de, o edilgen 'noksanlığın' acısını almak için bile o eski tavrın, 'güvenli' ortamın dışına çıkmadan yapılan 'katılımcılık'a girişilmesine verdim, -kimse kusura bakmasın- bir de riyakarlığımıza.
Kurtlar Vadisi adlı, estetize edilmiş sürreal bir montajın, bunun böyle olduğunu ilan da eden bir kurgunun, bir toplumu yönlendirme gücünü takipçilerinin taşkınlıklarıyla elde etmiş olduğu gerçeği bizim cehaletimizin farikasıysa, bir yandan da demokrasi sayesinde, talep etmeden kendisine sunulan haklarını öğrendikçe 'katılımcı' olmayı yanlış zeminlerde, yanlış metodlarla 'tecrübe etmeye' başlamış bir toplumun varlığının kanıtıydı bana kalırsa.
'Katılımcılık', belki de böylesi daha güvenli bulunduğu için yanlış anlaşılmış bir kavramdır Türkiye'de. Kurtlar Vadisi de, Max Weber'in millet kavramını tanımlarken esas olarak belirttiği 'duygu'ya dokunduğu için bir fenomene dönüşebilmiştir. Ama, milliyetçi akımın 'aşırı'laşmasındaki sebep değil, turnusol kağıdı olmuş, varolanı görünür kılmaktan öte bir işlevi hiçbir zaman bulunmamıştır.
Olayın bir başka vechine bakacak olursak, kabaran milliyetçiliğin kavramsal düzeydeki oturmamışlığı, teknik bağlamda bir felsefesinin geliştirilememiş oluşu ve teori inşa etmek konusundaki zafiyetinin yol açtığı sonuçlardır bugün Türkiye'deki dizi özentisi tipler, eli silahlı insan manzaraları. Bir dizi karakterinin rol model seçilmesi, 'şiddet'in bu kesim arasında meşru bir yol olarak kabul görmesi, ırkçılığa varan bir saldırganlığın baş göstermesi ve bütün bunların doğal sonucu olarak milliyetçilikle cahilliğin eşitlik denkleminin iki yanında yeralan değerler olarak önümüze düşmesi.
Her ne kadar bir kesimi heyecanlandırmışsa bile, bir dizinin başarabileceği iş mi bu? Dünya çapında dönüşen dengeler ve yükselip çıkan akımlardan bahsediliyor milliyetçilik bahsinde: SSCB'nin çöküşünün post-modernizm ve küreselleşme ikilisiyle, onlardan ürediği bilinen milliyetçiliklerin bir zaferi olarak algılanması, buna paralel olarak ABD'nin bir tür süper ulus-devlete dönüşmüş olması, Doğu'da komünizm etkilerini peyderpey bertaraf eden Çin'in de bu piyasada yeni 'ulus-devlet' adayı olarak yükselmesi, AB'de uzaktan bakıldığında öyle görünmese de, örneklerine dönem dönem tanıklık ettiğimiz, yeni yeni filizlenen bir tür olarak eskisine oranla daha 'saldırgan' bir milliyetçi direncin baş göstermeye başlamasıyla aynı tarihe denk gelen bir 'aşırı akım' sözkonusu Türk milliyetçiliğinde de.
Gayri Müslim azınlığa mensup bir aydının öldürülmesi, bundan daha da kötüsü, internet sitelerinde 'Kahraman Ogün' seslerinin çıkmaya başlaması ya da okullardaki şiddet olaylarının artmasının sorumlusu Kurtlar Vadisi değil yani, olamaz.
Kolonyalizm'in prensibi, “Gücü olanın her şeye hakkının da bulunacağı” savının vahşice ve dünyanın tüm satıhlarında sürdürülen 'Vahşi Küreselleşme'ye geri dönmüş bulunan bir bumerangdır 'aşırı milliyetçilik akımları' ve dünya ufak ufak bu yeni konuyla-belayla ilgilenmek zorunda kalacaktır. Velhasıl -sevelim ya da sevmeyelim- bendenizin seven grupta olmadığımı da belirterek diyeceğim, Kurtlar Vadisi Terör'ün bu ülkenin nüfusu 70 milyonsa, 35 milyonu bir geçecek sayıda tepki almadığı sürece yayından kaldırılmaması gerektiğiydi. Her saat her dakika karşımızda olan cinsellik içerikli yayınları, dedikodu programlarını, şiddet bültenlerini, bacak gösterilerini, gençlere kötü örnek olan yüzlerce karakteri hatırlayınca, hatırlayıp da bunalınca insan, ister istemez bunun pek de adil olmadığını düşünüyor çünkü.