« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

30 Kas

2010

ŞEYH AHMET GAZZİ

01 Ocak 1970

Ahmet Gazzi, Kudüs civarında Gazze’de 1054 (1643) yı­lında dünyaya geldi. İsâ oğlu Müferrec’in oğludur. Doğum ye­rinden dolayı “Gazzî” diye anılmıştır. Tam adı şöyledir:



Ahmed el-Gazzi b. İsâ b. Müferrec Pak b. Abdullah Paşa b. Abdulhalık Paşa bin Abdullah b. Haşim el-Hüseyni (kaddese’llâhü sırrahümü’l-azîz)



Oldukça itibarlı ve dindar bir aileye mensup olan Ah­med Gazzî malı, şan ve şöhreti bir kenara bırakarak bütün gayretiyle ilme yönelmiştir.



Rivayetlere göre 24 evladı olmuş 3 tanesinin dışında kalan 21 çocuk kendisi hayatta iken ölmüştür. Kendileri Hakk’a yürüdüğü zaman iki kızı ve bir oğlunun oğlu kalmıştır. O da oğlu Abdullatif’in (hyt.1143/1731) oğlu olan Mustafa Nesib’dir. (hyt.1202/1787)



Ahmed Gazzî oniki yaşında iken yani (1066 /1655) de Mısır’daki Ezher’e gitti. Orada bir odaya kapanıp ilim tahsiline başladı. Babası Ahmed’in arkasından adam göndererek hasretine doyamadığını geri ailesinin yanına; Gazze’ye dönmesini istedi. Gazze’ye dönmesini istedi. Geri geldiği takdirde kendisine her türlü imkânın seferber edileceğini mektup yazarak, elçi göndererek defalarca bildirdi. Fakat bu yola kesin karar veren Ahmed Gazzî gerek elçiler vasıtasıyla gerekse mektuplara yazdığı cevaplarda geri dönmesi konusunda kendisine ısrar edilmemesini bildirerek bu kararın anne ve babasından özür dileyerek ilim tahsili hususunda kararının kesin olduğunu bildirdi.



Tahsiline zamanın en yetkili âlimlerinden olan Ahmed Beşişi (104l-1096/1631-1685) nin yanında devam etti. Ahmed Gazzî’nin yedi sene tefsir-hadis ve sair ilimlerde hocası Ahmet Beşişi (hyt.1096/1685) den istifade ederek daha sonra Ezher’e hadis hocası olarak tayin olunmuştur.



Ahmed Gazzî kaddese’llâhü sırrahü’l-azîzin Mısır’da geçirdiği süre toplam 30 yıldır. Diğer bir ifadeyle on iki yaşında Camiü-’l Ezher’e gelen Ahmed Gazzî yedi yıllık bir tahsil haya­tı yaşamıştır. Onaltı yaşında iken önce çok mevzu hadis ezberlemiş, daha sonra iki yıl içinde seksen bin hadis ezberleyerek onsekiz yaşında ilmî hadis dalında mezun olmuştur. Daha sonra tefsir ile fıkıh ilminde ve sair ilimlerde ve irfanda iyi yetişmiş bir âlim olarak Mısır uleması arasına ka­tıldı. Cami’ül-Ezherdeki hizmetlerine başladı.



Gazzî, muallim ve müderris olarak dini ilimler de 100 (yüz) den fazla kişiye icazet iverdi. Mısır’a verilen icazetnamelerinin çoğundaki silsilelerde Ahmed Gazzî kaddese’llâhü sırrahü’l-azîz adını görmek hiç de zor değildir.



Ahmed Gazzî’nin nesebi konusunda da belirttiğimiz gibi, dedeleri Emirül-Hac olup asıl ve seçkin olan sülalesi sebebiyle de herkes katında ikram gören, değer verilen saygın bir kişiliğe sahip olmalarından dolayı Mısır istikametinden on-dört defa hacca gittiler. Son hac seferinde veda tavafı yaparken gaybden şöyle bir ses duydu:



“Ya Şeyh Ahmed, diyar-ı Rum’da nasibin var, oraya git ki hakikat perdelerinin sırları iki cihanda aynel- yakîn-den hakkal-yakîne ulaşmakla gönlün şad ola,”



Nitekim kutsal topraklarda veda tavafını yaparken ulaştığı bu fikri gerçekleştirmek için görev yaptığı Ezher’e dönüp hemen bir gün içinde oradaki talebelerini, mesai arkadaşlarını ve diğer dostlarını bırakarak yola çıkar. Artık Ahmed Gazzî’nin Mısırdan ayrılışı gerçekleşmiştir.



Ahmed Gazzî kaddese’llâhü sırrahü’l-azîz hac esnasında kararlaştır­dığı Anadolu’ya gitme fikrini gerçekleştirmek niyetiyle bir gemiye binerek Mısır’dan İstanbul’a doğru yola çıktı. Yolculuk esnasında hava şartları son derece kötü idi. Ahmed Gazzi kaddese’llâhü sırrahü’l-azîz geminin kamarasında oturup Allah Teâlâ’ya yönelerek kaside-i münferice’yi okumaya başladığı zaman ona, başında Halveti tacı önünde kuzu kürkü olan bir zat gelerek:



“Korkma Ey Ahmed, selamettir. Kehf suresine devam et ve bizi Bursa’da bul” dedi.



[Gelen kişi Niyâzî-i Mısrî kaddese’llâhü sırrahu’l azîzdir. Ahmed Gazzî için fitneden ve deccâliyetin şerrinden emin olması için bu tavsiyede bulunmuştur.”Kim Kehf suresinin başından on ayet ezberlerse Deccal’in fitnesinden korunur”Müslim(1/555) Hâkim (2/399) Bizlerin de bu konuda duyarlı olmamız gerekmektedir.]



Gerçekten de biraz sonra fırtına dindi ve 1086 da İstanbul ‘a ulaştı. Bir müddet İstanbul’da ikamet ettikten sonra Edirne’ye geçerek oradaki meşâyıhı ziyaret edip daha sonra Bursa’ya gel­di. Ancak Bursa’ya gelmeden İstanbul’da geçirdiği günler esnasında Ayasofya Camiinde hadis ilmi ile meşgul olduğuna dair kaynaklarda bilgi vardır.



Mısır’dan İstanbul’a gemiyle gelirken tutulmuş oldukları fırtınadan kurtulmaları için yolda kendisine tavsiyede bulunan şahsı bulmak gayesiyle 1087(1676) tarihinde Bursa’ya gelen Ahmed Gazzî Ulu Cami civarında bir hocanın evinde misafir oldu. Bir iki gün sonra şehirde ne kadar meşayıh varsa hepsiyle görüştü.



Bu arayış devem ederken Ahmed Gazzi çeşitli medreselerde hocalık yapmayada başlar. Bursa’ya geldiği (1087/1676) senesinden Niyaz-i Mısrî ile buluştuğu 1103 (1691) yılına kadar aradaki on altı yıllık zaman diliminde müderrislik yaptığı yerler ve görev yapma şartları hakkında kaynaklarda bilgi bulmak zor değildir. 1087/1676’da Ulu Cami’de ilim dersine başlayarak, tefsir, hadis ve fıkıh dersleri okutmuştur. Rivayet­lere göre o yıllarda Ulu Cami’de 50-60 dersiam var idi. Önce Ahmed Gazzî’yi dinler daha sonra ise kendileri ders okuturlardı.



Bu zaman zarfında ehl-i tarîk ile dostluk kuramamıştır, Hatta bazı sufîlerin tavır ve davranışlarını gördükçe onları kınar ve müdahale ederdi. Bir taraftan Cenab-ı Hakk’dan o zata kavuşmayı temenni edip dua ve niyazda bulunuyordu.



Bu yıllarda Limni’de bulunan Niyâzî-i Mısrî kaddese’lâhü sırrahu’l azîz (hyt. 1105/1694) lehine ve aleyhine çok şeyler işiten Gazzi, meşrebinde taasub galip olduğundan Mısrî’ye çok kızıyordu. Limni’de sürgünde olan Niyâzî-i Mısrî kaddese’lâhü sırrahu’l azîz (hyt.1105/1694) hakkında leh ve aleyhinde duy­duğu sözlerden etkilenerek onun Bursa’ya geleceğini duyunca konuyla ilgilenmez.



Ancak Niyâzî-i Mısrî kaddese’lâhü sırrahu’l azîz ise dualarında ona yer veriyordu. Şöyleki:



Ve dahi Hazret-i Rasül-i Ekrem ve Nebiyy-i Muhterem ve şefi-i ümem sallâlahu teâlâ aleyhi ve sellem Hazretleri evâil-i biletlerinde Rabb-i müteâl celle celâluh Hazretleri dergâhından din-i mübîni ki şerîât-i mutahharadır. “ömereyn” (iki Ömer) in biri ile takviye ve mazarrat ricasında olub duâları makbul ve Hazret-i adalet meâb Ömer ibn-i Hattâb radiyallâhü teâlâ anh hazretleri islâm ile ümmet-i erbaine vâsıl ve anlar yüzünden bu kadar âsâr-ı azime hâsıl oldığı gibi ben kara yüzü Mısri dahi Hudâ-yı mucîbü’d-daevât bârigâh-ı bı iştibâhından hâlâ bu şehr-i Burusada rükn-i rakin ve tarz u çavırları makbul u güzîn iki Ahmed Efendi ki vardır. Biri fahrü’l-müderrisînü’l kirâm İshak Hâcesi dinmekle matuf Ahmed Efendidir ve biri yine fahrü’l-müderrisinül-ızâm Gazevî Ahmed Efendidir. Bu ikiden birini takviye-i tarikat ve temşiye-i âyın-i evliya râh-ı hidâyet içün isterim deyu nice (69a) defa taleb ü ricâ-yı manevîde olduklarından sonra bu taleb-i ilhâmileri zib-i mesâmi ahbâb olub esâtize-i asrın efzal ü âlemi musevvid menâkıb bendelerinin üstâz ve’l-eşrâdı mefharülmü’ellifin ve kıdvetü’l-musannifin muma ileyh fazîletlü İshak Hocası Ahmed Efendi merhumun dahi bu husüs guşzedleri oldukda Hazret-i şeyhin bendegân u dostânından bir mutemed zât-ı şerifin delâleti ile hakipâyılerin ziyarete âzim ve âsitânelerinde hücre-i seniyyelerine vâsıl u dâhil olduklarında destmâllerin kendü gerdenlerine talık ve iki avucun bir idüb ve sağ eli ile çût-ı pîşgâhlarında sultânım Hazretleri bu Ahmed kulunuz efendimin kemter-i abd-i derem-i harıdesidir. Misilli edâ-i hulüs-i nişan ile dest-i meyâmın pirâmenlerine rûmâl olmuşlar. Anlar dahi lâyık oldığı vech üzre rüy-ı dil ü kabul ve ber âdet-i kadîm tevkır ü tazim buyurub o meclisleri vahy-i lezâiz-i enfâs-ı tayyibe ve cevâhir-i vâridat-ı seniyye ile güzâr ve nihayet ve sohbet-i şeriflerinden memnünen ve mahzüzan mufârakat ve sa’âdethânelerine teşrif idüb lâkin ba’dezâ Hazret-i şeyhe kemâl-i tekarrub ve zır-i dest terbiyelerine girmek müyesser olmak zemânı bir mikdâr berây-ı maslahat mümtedd ve melhüzları olan fikirleri sedd oldığı ezmân hilâlinde müşârun ileyh şeyh Ahmed Gazzî Hazretleri Hazret-i şeyhe tâlib ü râğib ve testgîr-i inâbet (70a) ve ğüy-ı rubâ-yı himmet ve nâil-i kimyâ-yı saadet inzâr-ı fütüvvetleri olub zır-i dest-i terbiye ve erbain ve baedehu hilâfet bulub ricâ-yı Hazret-i şeyh anlar hakkına işâbet eylediği tevatür bulmuşdur. Hattâ Hazret-i Merhumdan menkûldür ki “benim tarîkatimde Ahmed nâm benden sonra Bârı teâlâ celle şânuh dört aded fâzıl ve biri birinden kâmil âlim ve âmil zâtı mesned nişin i meşihat buyuracakdır” deyu keşf-i ilham buyurmuşlardır ki evveli Hazret-i şeyh Ahmed Gazzi idügi zahir ve bahirdir. (İbrahim RAKIM, 1750), v. 69a-70a



Bu şekilde oluşan muhabbet Ahmed Gazzi’nin hilafet yolunu açacaktı. Talebelerine bir gün evvel Mısri’yi karşılamaya değil, seyretmeye bile çıkmamalarını tembih etmişti. Sabah namazın­dan sonra âdeti üzere Camii Kebir’e gelip derse başladı. Ders tamamlanmak üzere iken Niyâzî-i Mısrî kaddese’lâhü sırrahu’l azîzi karşılamaya çıkan dervişlerin zikir ve tevhid sadâlarıyla Ulu Cami değişik bir atmosfere girmişti.



Böylece “Ahmed Gazzî’nin kulaklarına zikir sesi gidip dimağı, canı her şeyi zikir ile müzeyyen olur. Yıllardır has­retiyle yanıp tutuştuğu zatın vuslat-ı rayihası karşısında mübarek vücudu titremeye başlayınca dünya ve onun içindeki dünyevî duygular gözünden çıkıp bir halet-i zaide gelip he­men tahta başından kalkıp sağına soluna bakmaksızın Niyâzî-i Mısrî kaddese’lâhü sırrahu’l azîzin seyrine çıkar. Şöyle bir kenarda meczup sıfat olurdu. Gittik­çe muhabbeti artıp dururken Mısri Efendi tahtırevan içinde görünür. Ahmed Gazzî’nin olduğu mahalle gelince kendisi se­lâm verir. Ahmad Gazzî görür ki ilk defa Gazze’den gelirken gemide zuhur edip,



“Nasibin benim yüzümdedir, gel bizi Bur­sa’da bul” diyen o zatın ta kendisi olduğunu müşahede eyleyince suratla varıp tahtırevanda Niyâzî-i Mısrî kaddese’lâhü sırrahu’l azîzin elini öptüğü zaman Gazzi’nin elini sıkıca tutup:



“Ahmed sizi çok beklettik, kader bu güne imiş” deyip elini salıvermeden dergâha kadar beraber geldiler. Kaynaklarda ittifakla bildirilen tarih (1103/1691) dir



Niyâzî-i Mısrî kaddese’lâhü sırrahu’l azîz bir fatiha okuyarak Ahmed Gazzî’yi çilehane-ye koyar. Bunu gören talebeleri meseleyi kavrayamadıkları için “hocamız elden gitti” diye üzüldüler. Kırk günde seyrü-sülûk görüp rütbe-i kemâlâta nail olup erbainin sonuna kadar rütbesini doldurup makam-ı cemiul-cem’e vasıl oldu. Zira daha önceden kendileri takvanın kemâliyle müşerref idi. Mürşid-i kâmil olan Mısrî’nin elinden aşk şarabını içti.



1104(1693) ramazan ayının 23.gününde erbainleri tamamlanınca Mısrî, Bursa’dan bütün meşâyıhını Camii Kebir’e davet edip hilâfet meclisi olacağını haber verildi. Niyâzî-i Mısrî kaddese’lâhü sırrahu’l azîz camiye geldiğinde Ahmed Gazzî kaddese’llâhü sırrahü’l-azîz dervişlerle zikir ve tevhid halindeydi. Öğle namazı kılındıktan sonra kürsüye çıkan Mısrî, yanlarına Ahmed Gazzî’yi de alarak oturtup bir miktar sırr-ı tevhidden bahsetti. Daha sonra Taha 29-30 ayetlerini “Ailemden kardeşim Harun’u bana vezir yap” ayet-i kerimesini okuyup, buyurdular ki:



“Hz.Mûsa aleyhisselâmın Firavunla mücadelesinden Hz. Harun’un kendisine yardımcı olmasını anlattı. Daha sonra, Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem İslâmı anlatırken kendisine yardımcı olan sahabe-i güzini ve Hz.Ömer radiyallâhü anhın İslam’ı açıktan tebliğ hizmetini anlattı ve her ne kadar bu aciz Mısrî izhar-ı tarikat oldum ise de min cihetil beşeriye acizdir. Daima 14 senedir,



“Ya Rabb rahmetinden biri ile bu tarikat-ı aliyyeyi te’yid eyle zümre’i münker yine mukabil olur, ilim ve amel ve şeriat ve tarikat ve hakikat bir kavi zatı bana ihsan eyle”



Diye niyaz eder idim. Ahmedlerden biri İshak Hocası de­mekle meşhur Ahmed’dir. Biri dahi Gazzî Ahmed Efendi’dir. Nasib Ahmed Gazzî’nin Elhamdülillah Gazzi Ahmed Efendi’yi bize ihsan eyledi. Kemâlatı ilmiyye de ben den âlimdir, kendi zatımda olan sırr-ı tarikat ve hakikat dahi bunlara ih­san eyledi, bütün varımı Ahmed’e verdim. Bundan böyle bizi isteyen Ahmed’i bulsun. Bursa’da Ahmed Gazzî’den başka halifem yoktur. Varis-i kâmil ve ekmali Ahmed’dir” deyip dahi bol tevhid ile Ahmed Gazzi’yi vasf edip irşad meclisine müminleri rağbetattirip, hilâfetnameleri okuyup ellerine teslim ve başına tac-ı şerif giydirip, tarikatı aliyye hırkası giydirip dua ve sema ve fatiha okurdu.



Ahmed Gazzi bazı kaynaklarda Mısrî’nin beşinci halifesi bazılarında ise yedinci halifesi olarak görül­mektedir



Hilafet meclisinin naklinde ihtilaf yoktur. Yalnız Mısrî’in halifesi olan Rakım Efendinin riva­yetine göre Mısrî – Gazzî hilafet meclisini Ishak Hocası Ahmed Efendi duyduğunda o gün akşamla yatsı arasında Mısrî dergâhına varıp:



“Aman efendim, bu Ahmed senin aşkını kabul eylemez. Ben de sana aşığım ama bu ana kadar izhar edemedim. İhsan eyle veraset-ı kâmileyi bu kuluna ver” diye ağlayarak ayaklarına kapanıp yalvarınca Mısrî şöyle cevap verdi:



“Ahmed Efendi, olan oldu ve veraset- kamilen verildi, değişiklik mümkün değildir., nasib Ahmed Gazzi Efendinin imiş. Bizim elimizde bir şey yoktur. Bizde olan emanet-i kübrayı sahibi Gazzî’ye ihsan eyledi. Ama sen de me’yus olma, daima manevî velayete biraz seni de irşad edelim” deyip İshak Hoca­sı Ahmed Efendi’ye dahi telkin-i zikir buyurup zümre-i bendegân divanına kayıt eylediler.



Mısrî tarafından Hilafet makamı Ahmed Gazzi’ye tevdi olununca kendi oğlu Ali’yi de Gazzî’ye teslim ederek:



“Ahmed efendi evlâdımı zahiren ve batınen terbiye eyle” diyerek bütün sevenlerine ve muridlerine “bundan sonra Mısrî’de bir şey kalmadı benim tüm sırlarım Ahmed’dedir. Bizi ara­yan Ahmed’i bulsun.” demişlerdir.



Ahmed Gazzî kaddese’llâhü sırrahü’l-azîz Mısrî dergâhında seccadenişin olup olduktan sonra ilmi faaliyetlerin yanında tasavvufi terbiyeye müsait olan insanları irşad eyleyip halvetiye esaslarına göre yetiştirmiştir.



1104/ 1693 yılında Ulu Cami’de hilafet görevi alınca ve Mısrî dergâhında şeyhlik görevine başlamıştır. Niyâzî-i Mısrî kaddese’lâhü sırrahu’l azîzin oğlu Çelebi Ali Efendi (hyt.1125/1713) nin terbiyesiyle de yakından ilgilenmiştir.



Niyâzî-i Mısrî kaddese’lâhü sırrahu’l azîz Şevval 1104/1693 tarihinde Edirneye vaaz et­mek üzere Selimiye Camiinde bulunduğu zaman Limni’ye sürülme­sine dair gelen fermanın üzerine camiden alınıp Boğazhisari’ndaki Kapudan Paşa’ya sevk olunmuş ve oradan Limniye gönde­rilmiştir. 20 Recep 1105 (hyt.17.III. 1964) çarşamba günü kuşluk vaktinde 78 yaşında iken Hakk’a yürümüş ve Limni’de sırlanmıştır.



Ahmed Gazzî kaddese’llâhü sırrahü’l-azîzin Mısrî dergâhındaki postnişinlik süresi yaklaşık bir yıl sürmüştür. Çünkü Mısrî-Gazzî hilâfet meclisi ile (1104/1693) de başlayan Mısrî dergâhı şeyhliği 1105/(1694) tarihinde Mısrî’nin Hakk’a yürümesi üzerine Niyâzî-i Mısrî’nin evlâdı Çelebi Ali Efendinin (hyt.1125/1713) saray’a müracaatları üzerine gelen emirle sona ermiştir.



1105 (1694) da Receb ayında Limni’de Hakk’a yürüyen Niyâzî-i Mısrî kaddese’lâhü sırrahu’l azîzin tek erkek evlâdı olan Çelebi Ali Efendinin (hyt.1125/1713) etrafında toplanan bazı kişiler Çelebi Efen­dinin zaafından da istifade ederek Ahmed Gazzi’nin dergâhdan çıkartılarak yerine kendisinin geçmesini telkin etmeye başla­mışlardır. Gazzizade Abdullatif’in (hyt.1247/1831) Menakıb-ı Gazzi isimli eserinden aktarılan:



Hz.Pir (Niyazi-i Mısrî) bakaya göçtü. Tekke Çelebi Efendiye geçti. Bursa’da on dokuz kimesne başlarına taç giyip biz Hz. Niyâzî-i Mısrî kaddese’lâhü sırrahu’l azîz hulefasındanız diye meydana çıkıp, Bursa’da er biri bir köşede dava-ı irşada ve halvetiye ayinini icra­ya başladılar ki bunların bazılarının hilafeti sahih idi, ama mertebe-i irşad ve veraset bizzat Ahmed Gazzi’ye ihsan olunduğunda, hâlâ silsile-i tarikatın bunların yüzünden yürü­düğü gibi şahiddir.



Bu şartlar. Hz. Mısrî’nin postunda olduğunu çekemeyip oradan ihraç olmasına suri ve manevi gayretle olup Hz. Mısrî-nin eylediği vasiyetlerini feramuş eylediler.



Ahmed Gazzi’nin Mısrî dergâhından ihracı konusuna Gülzar-ı Suleha ile Süleyman Halis’in -Vefeyat’ında ve Gazzizade’ nin Menakıb Gazzi’sinde genişçe yer verilmiştir.



Mısrî dergâhı inşa olunmadan evvel Niyazi-i Mısrî Gelibolu’da askerlik görevini ifa etmeye çalışırken, halifele­rinden biri rüyasında Bursa’da bir tekke görür. Rüyaya göre tekke de Niyâzî-i Mısrî kaddese’lâhü sırrahu’l azîzin muhaliflerinden Kütahyalı Mehmed Efendi adında bir kişi oturmaktadır.



Bu rüyayı Mısrî’ye naklettiklerinde şu cevabı alırlar:



“Oğlum o senin gördüğün tekke Bursa’da bizim için bina olacak bir zaviyedir. Lakin binası Allah Teâlâ için de­ğildir, müminler arasında fitne çıkarmak içindir. Bizim halifemiz Ahmed Gazzî’yi oradan ihraç ederler”



Rüyanın görüldüğü yıl 1076/(1666) dır. Bundan do­layı bu hadisenin bütünü kaddese’llâhü sırrahü’l-azîzin kerametlerinden sayılır. Ahmed Gazzi’nin tekkeden çıkması istendi. Gazzi bunu kabul etmedi. Çünkü kendisini o makama Niyâzî-i Mısrî kaddese’lâhü sırrahu’l azîz oturtmuş idi. Kendi- rızasıyla çıksa merhum Mısrî ruhaniyeti muğber olur diye insanların çeşitli azarlamalarına sabır ve tahammül etti. En sonunda 19 kişinin hepsi Çelebi Efendi (hyt.1125/ 1713)nin başına üşüşüp:



“Efendim sen Hz.Mısrî gibi bir zat-ı şerifin evlâdısın. Senin Şeyh Ahmed Efendi’den ders okumandan, çocuk­lar ile âşık oynaman evlâdır. Sen terbiyeye muhtaç değilsin. Kemâlât-ı Mısrî zât-ı şerifinde aşikâdır” diye türlü türlü hileler yaptılar Genç Çelebi Efendi de terbiye altında bulun­mayı nefsi istemediği için teklifler hoşuna gitti. Bunun üze­rine Çelebi Efendi (hyt.1125/1713) lisanından o günlerde sa­vaş hazırlığı nedeniyle Edirne’de bulunan sadrazam ve Şeyhül­islâm’a şöyle bir mektup yazdılar.



“….Halen pederim merhum Hz. Mısri’den bana kalan zaviyeme Şeyh Ahmed Gazzi mutasarrıf olup, bize tasarruf ettirmez. İhracına bir emr-i âli niyaz olunur.” Arz-u hal gereğince



“Şeyh Ahmed Gazzi’yi tekkeden ih­raç edin(çıkarın)” diye emr-i sultan geldi. Emir Ahmed Gazzi kaddese’llâhü sırrahü’l-azîze ulaşınca



“….Ha, işte şimdi çıkarım, zira ben kutb-u batın emri ile oturdum, şimdi kutb-ı zahir dahi çıkmanızı emir eylemiş bizden kabahat gitti memur- mazurdur” deyip âlem- post ve kitaplarını alıp dergâhdan çıkarak Şeker Hoca mescid-i şerifine taşındı.



Daha önce Mısrî dergâhında başlamış olduğu şeyhlik görevi ile öteden seri sürdürdüğü ilim tedrisi faaliyetlerini aralıksız olarak sürdürüyordu. Ayrılmış olduğu Mısri dergâhı aleyhine hiç bir faâliyette bulunmaksızın Şeker Hoca Mescidinde çalışmalarına devam eden Ahmed Gazzi kaddese’llâhü sırrahü’l-azîze ahbabları ve şakirdleri de daha uygun bir yer arama faaliyetlerine başla­mışlardı.



Ahmed Gazzî’nin gıyabında yer arayan dostları Duhter Şeref mescidini tamir edip, avlusuna odalar ilave ederek derli toplu bir hale getirdiler. İşler tamamlanınca Ahmed Gazzi’ nin hizmetine sundular. O da adetleri üzere zikr-i tevhid ve tedris-i ulûma burada devam etti. (1105/1694).



Duhter Şeref mescidindeki çalışmalarıyla şöhreti daha da arttı. Mescidin yakınında bir ev alarak saliha bir hanımla evlendi.



Ahmed Gazzî, son günlerinde yaptığı vasiyetlerinde “kırk senedir inziva eyledim, benim cenazemi dışarı çıkarıp halka zahmet vermeyin” diyerek hemen yıkanıp namazının kılın­masını ve defnedilmesini talep etmişti. Makamına torunu olan Mustafa (Nesib)in (hyt:1202/1788) oturtulmasını istemiş ve “inşallah feyzim onun yüzünden zuhur eder” demişti. (104)



Ahmed Gazzî’nin Hakk’a yürümesi yaklaştığında bütün halife, talebe ve dervişleri dergâhta toplanmış zikirle meşgul idi­ler. Bir tarafında Enarlı dergâhı şeyhi Sadrüddin Efendi di­ğer tarafında ise Nasuhizade Halil Efendi olduğu halde iman dualarını okuyarak, “Allah Allah deyip, Kelime-i tevhid-i son nefesinde söyleyerek” ruhunu Hakka teslim ettiğinde ta­rih 6 Şevval 1150/(6.12.1738) yılı Pazartesi gecesi se­her vakti idi. (TEKELİ, 1991), s.16-36

Ziyaret -> Toplam : 125,33 M - Bugn : 87705

ulkucudunya@ulkucudunya.com