« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

27 Şub

2007

28 Şubat´ın piyonu “Medya”

Muammer Öz 01 Ocak 1970

İkinci Dünya Savaşından sonra dünyada değişen dengeler tüm devletleri etkilemişti. Baş döndürücü bir şekilde gelişen teknoloji toplumları yeni arayışlar içine itmişti. İletişim alanında yapılan yeniliklerle dünya adeta "küçük bir köy" haline geldi. Her şeyin anında duyulduğu bir dünyada, devri yakalamak toplumların önemli meselesi olmuştur. Gücü ellerinde bulunduran devletler bu gelişmelere çabuk uyum sağlarken zayıf olanlar için bu çok zaman aldı. Fakat günümüzde, "bilgi çağı" diye adlandırdığımız bu zaman da artık hemen hemen tüm toplumlar bu teknolojiye sahip olmuşlardır. Telgrafın bulunması, matbaanın icat edilmesi hele radyo ve televizyonun icadı dünya tarihi açısından bir dönüm noktası idi. İnsanları etkileme gücünü eline alan bu yayın organları, zamanla kültür emperyalizminin en etkili silahı haline geldi. İnsanlara aşılanmak istenen düşünceler artık bu yolla hem de sezdirmeden ve incelikle yapılmaya başlandı. İdeolojilerini kabul ettirmek isteyen güçler silah yerine "medya" olgusunu kullanmaya başladı. Zamanla gelişen ve herkesin evine giren medya insanları etkileyecek en önemli bir silah ve yönlendirme aracı haline geldi. Aslında amaçları halkı bilinçlendirmek ve haber ihtiyacını insanların yararına sunmak olan medya, ticari bir araç halini aldı ve toplumda kendilerini güçlü sayanların tekeli altına girdi. Dünyanın hemen her yerinde amacından büyük oranda sapan medya aracılığı ile kimileri ihtilaller yaptı kimileri hak etmedikleri üne kavuştu. Asıl vazife olarak kişi, kuruluş ve kurum haklarına saygılı olmak zorunda olan kışkırtıcı haber yapmaması objektif olması gereken medya, maalesef görevlerini bir kenara atarak yanlı bir politikaya yönelmiştir. En azından Türkiye de bunu hissetmek oldukça kolay.

Türkiye’de medya kim?

Ülkemizde medyanın halk üzerindeki etkilerini ve işlevini incelediğimizde durum pek iç açıcı görünmüyor. "Kartel" olarak anılan medyanın dağılımı, Türkiye de medyanın sadece bir takım eller tarafından yönlendirildiği gerçeğini bize açıklıyor.

Bu tür haber kaynakları ve yazılı basının sadece bir takım eller tekeline girmesi Türkiyede basının yozlaştırılmış ve yönlendirici olduğunun en büyük kanıtıdır. İş böylesine bir ticari rekabete dönüşünce medya kendi içinde bir savaşa başladı ve ansiklopedi ile başlayan promosyon çılgınlığı tencere, tava, tabak setlerine kadar uzandı. Artık medya halka olan görevini unutmuş sadece kendi "ağa babaları"na hizmet eder hale geldi. İşte bu noktada birbirlerini bir kaşık suda boğacak derece de olan medya "Refah-Yol" hükümetine karşı aynı safta yer tuttu. Öncelikle yok sayma politikası izleyen basın ve yayın organları Refah Partisinden bahsetmiyordu bile. Fakat bu olumsuzluklara aldırmadan disiplinli bir şekilde çalışmaya devam eden Refah Partisi başarılı seçim çalışmaları ile halkın kalbini feth etmişti.

Erbakan Başbakan

Aslında Refah Partisinin medya ile olan savaşı en başından beri mevcuttu. Erbakan gibi "Adil Düzen"i savunan bir başbakanı rantiyeci medya elbette istemiyordu. Çünkü Erbakan birilerinin çarkına çomak sokacaktı bunu çok iyi bilen kartel medya Refah Partisinin koalisyon ortaklığı kurmasını önleme politikasına girmişti. Gazetelerde her gün Refah Partisi aleyhtarı manşetler atılıyordu. Bütün bunlara rağmen Erbakan başbakan olmuş ve Türkiye de "Refah-yol" dönemi başlamıştı. Refah-yolun işbaşına gelmesi ile vergisiz yoldan para kazandıran promosyonlar için "promosyon yasası"nın çıkarılması bir yandan da istikrarlı ve adil bir ekonomi modeli uygulayan 54. Hükümetin medyanın rantını engellemesi medya ve rantiyecilerin işine gelmemişti. Sabah ve Hürriyet gruplarının 35 ve 40 milyon dolar borç ödemelerinin ilk taksiti Temmuz 1997de başlayacaktı. Hükümet borcun ertelenmesi taleplerini devamlı geri çeviriyordu. Bunun üzerine her yerde "Refah" aleyhinde haber arayan medya sahipleri bulamayınca asparagas haber yazıyorlardı.

En uzun şubat "28 Şubat"

O dönemde Atinada iş adamları ve rant sahiplerinin yaptığı bir toplantıda hükümeti 3 ay içerisinde yıkma senaryosu yazılmıştı ve bu senaryoda rantiyeci medyanın rolü belli idi. Senaryoya göre ülkede "İrtica" hortladı yaygarası koparılacak ve "Rejim tehlikede" naraları atılacaktı. Tuzaklar kurulmuştu Refah-yol hükümetinin başbakanı Necmeddin Erbakanın yıllardır ülkede sağlanamayan huzuru ve rahatı kısa süre içinde sağlaması siyonistlerinde işine gelmemişti. Ve bu hükümeti yıkma faaliyetlerinde en büyük rol medyaya verilmişti. Nitekim o tarihler de Fransız büyükelçisi bile: " Dünyada Türkiyedeki kadar hükümet kuran ve hükümet deviren bir başka medya yoktur." diyordu. Erbakanın başbakan olması, havuz sistemi , D-8 , IMFsiz bir ekonomi, projeleri başta olmak üzere ağır sanayi ve asayiş alanında ki faaliyetleri dünyadaki siyonist güçleri de harekete geçirmişti. Ne pahasına olursa olsun Erbakan hükümeti indirilmeli idi. Fakat bunun darbe şeklinde olması daha büyük taraftara yol açar düşüncesi ile "sivil darbe" hareketi başlatılacaktı. Yani halka karşı yine halk kullanılacaktı.

Medyanın "İrtica" senaryoları

Önce meşhur transseksüel Sisinin başrol oynadığı bir operasyon ile Fadime Şahin-Müslüm Gündüz baskını, arkasından Ali Kalkancı ve Emire Kalkancı ile ilgili yayınlar televizyon ekranlarında tekrar tekrar yayına koyuldu. Sanki ülkede bir rejim tehlikesi havası varmışçasına bu milletin kendi elleri ile kurduğu İmam-Hatip Liselerine ve Kuran kurslarına saldırılar başladı. Her gün televizyonlarda irtica yaygaraları koparılıyordu. Hatta Sincandaki Kudüs yararına yapılan piyesi tam bir malzeme olarak kullananlar "Şeriata karşı kadın yürüyüşü" mitingi düzenlediler. 12 Şubat 1997 tarihinden itibaren Ali Kırca tarafından ATVnin ana haber bülteninde her gün anons edildi. DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit yayına çıkarak rejimin tehlikede olduğunu ve hükümetin yıkılması gerektiğini söylüyordu. Yürüyüş sırasında "kahrolsun şeriat" sloganları atılıyordu. Refah Partisi bu mitinge büyük tepki gösterdi. Partililerden şu açıklama yapılmıştı: " Bir Müslüman ülkede "Biz İslamın kurallarına karşıyız diye bir miting yapılamaz. Bu toplumun inançlarına karşı yapılmış bir mitingdir." Evet ortada hiçbir sebep yokken koparılan bu yaygaraların amacı Erbakan hükümetini yıkmak içindi. Milliyet yazarlarından Yalçın Doğanın ortaya attığı "İmam Hatipler Refah Partisinin arka bahçesi" tartışması 8 yıllık eğitim yasası yıllarına tekabül ediyordu. Milletin emekleri ile kurulan İmam-Hatip Liselerinin kapatılamayacağını söyleyen Erbakan "Çağdışılık" ile suçlanıyordu. İş ciddi boyutlara ulaştırılmış ve 9 saatlik bir MGK toplantısının ardından 28 Şubat süreci iç basında adeta zafer olmuştu. Gazeteler "Hükümete gözaltı", "Dinci eğitime son", "Ne darbe ne Şeriat" gibi başlıklar atmaya başlamışlardı. 2 Mart 1997 tarihli nüshasında Hürriyet kendi çapında Refaha yasaklar getirmişti bile. Bunlardan bazıları şöyle idi:

1. Protesto gösterilerinde tevhid bayrağı kullanılmayacak.
2. Nikahı müftüler kıysın önerilerine izin verilmeyecek
3. Taksim ve Çankayaya cami yapımı güçleştirilecek.
4. İmam-Hatip Okulu açılmayacak ve İmam Hatiplilerin Kara Harp Okuluna alınması engellenecek.
5. Müslüman kardeşler, Hamas, Hizbullah temsilcileri ve tarikat şeyhleri devlet makamında ağırlanmayacak.
6. Artık İranlılar RPnin programlarında boy gösteremeyecek.

İşte kendi kendine havaya giren Hürriyet ve benzeri kartel medyası bu ve benzeri maddeleri gazetelerine taşımışlardı. Gün geçtikçe Erbakan ve hükümet üzerindeki baskılar artıyordu. Ortada bir şey olmadığı halde tüm dini esasları malzeme eden medya Kuran kursları ve İmam-Hatipler içinde çok acımasızdı. Kuran kurslarına "hücre evi" muamelesi yapılıyor İmam Hatiplerin kapatılması isteniyordu. Hatta Kuran kursu yemin metinleri gazetelere su manşetlerle yansımıştı:

"Kuran kursunda "cihat" andı." (Hürriyet)

"Ürperten yemin, işte Kuran kursu andı"(Sabah)

"Yemine bak yemine" (Gözcü)

"Kuran kurslarında şeriat yemini" (Radikal)

İşte ülkeyi böylesine bir havaya sokarak halkı etkileme görevi verilen medya görevini fazlası ile yerine getirmişti. Attığı manşetlerle halkı kandıran, olmayanı oldu gibi gösteren medya başörtüsü meselesini de yerden yere vurmuştu. Alnı secdeye giden herkes medyadan nasibini almıştı ve direnişine karşı desteksiz ve yalnız bırakılan hükümet "sivil bir darbe" ile görevden istifa ettirilmişti. Aslında son günlerde artan çocuk pornosu skandalları, kapkaç, tecavüz, adam öldürme olayları 28 Şubat sürecinin bu ülkede açtığı derin yaraların en güzel örneğidir. 28 Şubatı tezgahlayan medya şimdilerde bu olaylardan yakınmaktadır. Kuran kurslarına hücre evi muamelesi yapanlar maneviyatlı yetişen bir İmam-Hatip neslini yok eden suçlular şimdi neredeler? Sonuç olarak ülkeyi ilerleme aşamasından koparıp 100 yıl geriye götüren bu zihniyet bu ülkeye ihanet etmiştir. Türkiye 54. Hükümet zamanını bu zamana kadar asla yakalayamamıştır. Çağdaş yobazlar hala meydanlarda "irtica" naraları atmaktadır. İnsanlarımızın biran evvel uyanması ve bu olanlara kanmaması için herkes tüm gücü çalışmalıdır. Yaşanılabilir bir Türkiye için…

Ziyaret -> Toplam : 125,36 M - Bugn : 119938

ulkucudunya@ulkucudunya.com