Deutsche Allgemeine Zeitung, 24 Temmuz 1921: Talat Paşa Lehine Bir ifade
01 Ocak 1970
Bronsart von Schellendorf, Emekli Korgeneral ve Türk Kara Kuvvetleri Eski Komutanı
Teilirian davasında ya konuyla ilgili söyleyecek hiç bir şeyi olmayan, ya da tanık olunması gereken olayları yalnızca "duymuş" alan kişiler tanık olarak dinlendi. Gerçeği görmüş alan görgü tanıkları ise mahkemeye çağırılmadılar. Ermenilere yapılan zulmün, yani mahkemede belirleyici bir rol oynayan bu olayların yaşandığı bölgede görevli Alman subayların ifadelerine neden başvurulmadı? Bu kişilerin isimleri mahkemeye bildirildi ve bunların bir kısmına mahkeme tarafından tanıklık yapmaya hazır olmaları tebliğ edildi, ancak bu kişiler sonunda duruşmaya çağırılmadılar. Bu nedenle gerçeğin ortaya çıkmasına yardımcı olmak için, şahsen sorumlu tutulamayacağım nedenlerle yerine getiremediğim tanıklık yükümlüIüğümü bilahare bu şekilde yerine getirmek istiyorum.
Bunun bu kadar gecikmiş olmasının nedeni, davaya ilişkin bilgileri ancak yavaş yavaş elde edebilmiş olmamdır.
Öldürülen Başvezir'e yöneltilen Ermenilere zulüm ettiği şeklindeki suçlamayı anlayabilmek için, önce geçmişe kısaca bir göz atmak gerekir.
Ermeni vahşetlerinin geçmişi çok eskilere dayanır. Bu olaylar, Ermeni ve Kürtlerin Rusya, İran ve Türkiye sınır bölgesinde birbirlerine çok yakın bir şekilde yan yana yaşamaya başlamalarından bu yana meydana gelmiştir.
Kürt, dağ insanı ve hayvan yetiştiricisidir. Ermeni, çiftçi, zanaatçı ya da tüccardır. Kürt okula gitmemiştir. Paranın ve paranın değerinin ne olduğunu tam olarak bilmez. Faizin Kuran tarafından yasaklanmış olduğunu bilir. Tüccar olan Ermeni, Kürdün bu tecrübesizliğinden acımasızca yararlanır ve onun sırtından zengin olur. Kürt kendini dolandırılmış hisseder, tefeciden intikam alır ve "Ermenilere karşı zulüm" gerçekleştirilmiş olur. Din farklılığının bu konuda hiçbir zaman rol oynamadığı açık bir şekilde vurgulanmalıdır.
Eskiden beri süregelen bu ihtilaf, Ermenilerin Büyük Savaş’ta Türkiye'nin Doğu illerinde başattıkları tehlikeli isyanla daha da büyüdü. Bunun için özel bir neden mevcut değildi, zira "güçIü devletler" tarafından Türkiye'ye dayatılan reformlar tam da etkili olmaya başlamışlardı. Ermenilerin yeni parlamentoda sandalye ve oyları vardı ve hatta bir süre aralarından bir Dışişleri Bakanı bile çıkarmışlardı. Ermeniler, imparatorluktaki diğer halklarla eşit sosyal ve siyasi haklara sahiptiler. Ülkelerinde sükunet, Fransız General Baumann tarafından eğitilmiş olan jandarmalar tarafından sağlanmaktaydı.
İsyan, Ermenilerin yaşadığı bölgelerde ele geçirilen çok sayıda el ilanı, kışkırtıcı broşür, silah, mühimmat, patlayıcı madde ve benzeri malzemelerin de kanıtladığı gibi, başka mihraklar tarafından hazırlanmıştı. isyan kesinlikle Rusya tarafından tahrik edilmiş, desteklenmiş ve finanse edilmişti. İstanbul'da üst düzey devlet görevlileri ve subaylara yönelik bir Ermeni komplosu ise zamanında ortaya çıkarılmıştı.
Eli silah tutan bütün Müslümanlar Türk Ordusu'nda silah altında olduklarından, Ermenilerin savunmasız halk arasında korkunç bir katliam yapmaları kolay oldu. çünkü Ermeniler, Ruslar tarafından sıkıştırılan Doğu Ordusu'na yandan ve arkadan askeri saldırılar gerçekleştirmekle kalmayıp, aynı zamanda bu bölgelerde yaşayan Müslümanların da kökünü kuruttular. Yapılan zulümleri gören bir kişi olarak şunu söyleyebilirim: Bu mezalim, daha sonra Türklerin Ermenilere karşı yaptıkları iddia edilen zulümden çok daha kötüydü.
İç bölgelerle bağlantısını korumak için önce Doğu Ordusu saldırdı. Ancak, cephede üstün durumda olan Ruslara karşı bütün güçlere ihtiyaç olduğundan ve ayaklanma sürekli olarak ve hatta Türk İmparatorluğu'nun en uzak bölgelerine kadar yayıldığından, bu ayaklanmayı bastırmak için Jandarma devreye sokuldu. Jandarma, diğer devletlerde olduğu gibi, İçişleri Bakanlığı'na bağlıydı. Talat İçişleri Bakanı’ydı ve Bakan olarak gerekli talimatları vermek zorundaydı. İvedilikle bir şeyler yapılması gerekiyordu, çünkü ordu iç bölgeyle olan hassas irtibatın kesilmesi tehlikesiyle karşı karşıya kalmış ve binlerce Müslüman çaresizlik içinde Ermeni zulmünden kaçmaya başlamıştı. Bakanlar Kurulu bu kritik durum karşısında, Ermenilerin devlet için tehlikeli kişiler olarak ilan edilmesi ve bunların öncelikle sınır bölgelerinden uzaklaştırılması şeklindeki zor kararı aldı. Ermenilerin, savaşın dışında kalan, nüfus yoğunluğu az, ancak verimli topraklara sahip olan Kuzey Mezopotamya'ya nakledilmeleri öngörülmekteydi. İçişleri Bakanı Talat ve emrindeki jandarma teşkilatı, ki bu teşkilat Fransız General Baumann tarafından özel bir eğitime tabi tutulmuştu, yalnızca bu kararı uygulayacaktı.
Talat, ne yapacağı belli olmayan kindar bir katil değil, ileri görüşlü bir devlet adamıydı. Talat, gerçi şimdi Ruslar ve Rus-Ermeni dindaşlar tarafından kışkırtılmış, ancak barış zamanında çok faydalı vatandaşlar olan Ermenilerin, Rusların etkisinden ve Kürtlerle çekişmelerden uzak olan yeni mümbit yerleşim bölgelerini, çalışkanlıkları ve zekalarıyla büyük bir refaha kavuşturacaklarını ümit etmekteydi.
Talat ayrıca, müttefik ülkelerdeki basının, Ermenilerin bölgeden çıkarılmaları konusunu, Türkler "Hıristiyanlara zulmediyorlar" iddiasını ortaya atarak sahte bir propaganda maksadıyla kullanacaklarını tahmin ediyordu ve sadece bu yüzden bile her türlü sert uygulamadan kaçınırdı. Haklı çıktı. Propaganda başlatıldı ve yurt dışında her yerde, Hıristiyanlara zulüm yapıldığı şeklindeki bu inanılmaz aptallığa inanıldı.
Şimdi, Ermeni tehciri planının uygulanış şekillerine geliyorum. Türk İmparatorluğu gibi geniş bir alana yayılmış alan, ancak yerleşim bölgeleri arasındaki bağlantıların çok yetersiz olduğu bir ülkede, merkezi yönetimden az ya da çok bağımsız olan iller bulunmaktadır. Valiler, kendi bölgelerindeki gelişmeleri, İstanbul'daki merkezi yönetimden daha doğru değerlendirebileceklerine inanmaktadırlar. Bu nedenle bakanlıktan gelen emirler, zaman zaman asıl mahiyetlerinden farklı olarak uygulanmıştır .
Sayıları az alan eğitimsiz memurlar, binlerce Müslüman mültecinin yanı sıra aynı çokluktaki Ermenileri doğru güzergaha sevketmek, onları beslemek ve barındırmak gibi olağanüstü zor bir görevin üstesinden gelmekte zorlandılar. Talat bu noktada büyük bir azimle ve elindeki butun imkanları kullanarak müdahale etti. Talat tarafından valilere ve jandarmaya gönderilen talimatların hala bir yerlerde oIması gerekir.
İçişleri Bakanlığ'nın Savaş Bakanlığı'na gönderdiği ve görevim dolayısıyla haberdar olduğum birçok yazıyla, Ordu'dan yardım istendi. Savaş şartları elverdiği ölçüde bu yardım sağlandı. Ordu'da bile yetersiz olan gıda maddesi, ulaşım aracı, doktor ve ilaç sağlandı. Ancak bütün bu gayretlere rağmen, binlerce Müslüman mülteci ve Ermeni yerleşimci uzun yürüyüşlerin zorluklarına yenik düştü.
Burada, “bu durum önceden tahmin edilip tehcirden vazgeçilemez miydi?” şeklinde bir soru sorulabilir. Türk mültecilerin, Ermeni zülmünden duydukları haklı korku nedeniyle kaçmaları kolaylıkla engellenemese de, Ermenilerin isyan bölgelerinden başka yere nakledilmeleri konusunda devlet tarafından görülen zaruriyeti onaylamak gerekir. Bunun sonuçlarına da katlanılmalıydı.
Almanya'nın içinde bulunduğu şimdiki duruma bir bakalım. Bakanlıklardan birinin "bütün Polonyalı isyancılar Yukarı Şilezya'dan uzaklaştırılacak ve tutuklu kamplarına gönderileceklerdir" ya da "şiddete başvuran bütün Komünistler gemiyle Sovyet Rusya kıyılarına gönderileceklerdir" şeklinde bir karar alma durumu hissetmesi ve bunu alacak güçte oIması halinde, böyle bir karar bütün Almanya tarafından alkışlanmaz mıydı?
Kimbilir, belki Teilirian davasının hakimleri bu tür soruları bilahare kendilerine sorarlar, Bunu yapmaları halinde, Ermeni tehciri konusunda yeni bir bakış açısına sahip olacaklardır!
Talat, Akdeniz kıyılarındaki bütün Rumların bölgeden çıkarılmaları şeklindeki isteğe karşı çıkmıştı, çünkü orada "yalnızca casusluk faaliyetleri" yürütülmüştü. Ermenistan'daki gibi tehlikeli bir ayaklanma, bu yönde bir düşünce olmasına rağmen, gerçekleştirilmemişti. Talat katil değil, bir devlet adamıydı! Şimdi gelelim Ermenilere karşı kasıtlı olarak girişilen zulme. Bu gerçeğe, şüpheye mahal vermeyecek kadar çok şahit olunmuştur.
Kürtlerden başlıyorum. Tabii ki, Kürtler, Müslümanlara karşı zulüm yapmış olan ve düşmanı oldukları Ermenileri, nakil sırasında soymak öldurmek için ele geçirdikleri nadir ve belki de bir daha ele geçmeyecek fırsatı kullandılar. Ermeniler, acılı yolculukları sırasında günlerce ve haftalarca Kürdistan'dan geçtiler, çünkü Mezopotamya'ya başka yol yoktu.
Ermenilerin başına bölük bölük verilen Türk jandarmasının tutumu hakkında farklı hükümler mevcuttur. Jandarma bazı bölgelerde yanındaki Ermenileri cesurca korumuş, bazı bölgelerde ise kaçmıştır. Jandarmaya, Kürtlerle birlikte hareket ettiği ya da Ermenileri soyup öldürdüğü suçlaması da yöneltilmiştir. Ancak jandarmanın yukarıdan gelen bir emir sonucu böyIe hareket ettiği kanıtlanamamıştır. Talat bu olaylardan sorumlu tutulamaz. Olaylar onun 2.000 km uzağında meydana gelmiştir. Jandarma, daha önce belirtildigi gibi, savaşln başlangıcına kadar yalnızca Fransızlar tarafından verilen bir eğitime tabi tutulmuştu.
Turk subayların Ermeniler sayesinde zenginleştikleri, onları taciz ettikleri, ancak bu tür hareketlerin üstleri tarafından duyulduğu an onlara derhal sert bir şekilde müdahale edildiği de inkar edilemez. Turk Doğu Ordusu Komutanı Vehib Paşa, bu nedenle iki subayı savaş mahkemesinde yargılatıp kurşuna dizdirdi. Enver Paşa, Ermeniler üzerinden zenginleşen Halep Valisi Türk generali derhal görevden aldırdı ve uzun sureli hapis cezasına çarptırdı. Sanırım verdiğim bu örnekler, Ermenilere zulüm yapılmak istenmediğini kanıtlamak için yeterlidir. Ancak savaş vardı ve bütün töreler yozlaşmıştı. Ben, Fransızların yaralı ve esirlerimize karşı gerçekleştirdikleri vahşeti hatırlıyorum. Dış ülkeler, bu utanç verici olaylardan haberdar oldu mu?
Duyduğum kadarıyla, mahkemede, öldürülen Başvezir haricinde Enver Paşa'ya da saldırlımış. Enver ateşli bir vatanseverdir. Büyük yetenek ve emsalsiz cesarete sahip şerefli bir asker olduğuna defalarca şahit oldum. Yıllarca üstün bir güce karşı savaşan ve hala vatan için savaşmakta olan Türk Kara Kuvvetleri onun azmi ve enerjisi sayesinde kurulmuştur. 1914-1917 yılları arasında Türk Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı olarak görev yaptığım sırada Enver Paşa ve onun yakın arkadaşı Talat'la çok yakın ilişkilerim oldu. Bu nedenle bu iki kişiyi benden daha iyi değerlendirecek başka bir Alman subayı yoktur.
Talat Paşa vatan sevgisinin kurbanı olmuştur! Enver Paşa, zamanı geldiğinde, anavatanını yeni bir büyüklüğe eriştirmeye muktedir olsun! Bu iki insanın bana zor zamanlarda tam olarak guvenmiş ve bana dostluklarını bahşetmiş olmaları, benim için gurur verici bir hatıradır