BAŞIMIZ SAĞOLSUN
YALÇIN ÖZER - 6 NİSAN 1997 01 Ocak 1970
MHP Lideri Alparslan Türkeş’i kaybetmenin derin teessürü içinde bu yazıyı yazıyoruz.. Türkeş sadece Türkiye’de yaşayan Türklerin değil, dünya Türklüğünün lideriydi. Şimdi O rahmeti rahmana kavuştu... Ömrünü adadığı dava ise Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar uzanan geniş bir coğrafyada dalgalanıyor.
Dünyanın komünist hâkimiyetine gireceğine inanıldığı günlerde bile, esir Orta Asya’nın hürriyete kavuşacağını söyleyen O’ydu. Ve Allah ona bunu dünya gözüyle görme mutluluğunu bahşetti... Türk siyaset arenasının ortasına diktiği milliyetçilik bayrağı da artık indirilemez...
Alparslan Türkeş, gazetelere yaptığı yemekli ziyaretlerinin sonuncusunu bize yaptı. İki hafta kadar evvel, gece yarısına kadar beraber olduk... Bir hatıralar deryasıydı. Bize 1944 milliyetçilik olayını, 27 Mayıs’ı en ince ayrıntılarına kadar anlattı...
Şaşırtıcı bir hafızaya sahipti. Bu olaylarda rolü olan yüzlerce kişiyi soyadları ile beraber; hatırlıyor; sonra da engin tecrübesiyle hükümler veriyordu... Bir ara kendisine şöyle dedim;
"Karşılaştığımız bunca düşmanlığa rağmen, neden onlara onların metodları ile karşılık vermediniz?"... "Bu soruya" "Karşımızdakiler de bu milletin evlâtları. Ama aldatılmışlar. Onlara kötülük etme düşüncesine hiç sahip olmadım." Diye cevap verdi...
Ancak son zamanlardaki yayınlarını kasdederek, "Medya sizin bu mutedil barışçı politikanızı anlamağa başladı." deyince... "Evet" dedi. "Ben başından beri böyleydim. Ama bizi yeni yeni anlamağa başladılar..."
Doğrusu da buydu. Alparslan Türkeş, hiçbir partide bulunmayan, çelik gibi bir parti tabanına sahipti. İsteseydi, sayıları 3 Milyon’u bulan bu taraftarlarını sokağa döker, istediği siyasî sonuçların hepsini alırdı. Ama o demokrasiye ve kültür milliyetçiliğine ve barışa inanmıştı.
Bunda da yanılmamıştı. Ülkücü hareket, zaman içinde hızla gelişti. Devleti emanet edecek kadrolar bunlardı... Türkiye alttan alta milliyetçi gençliğin yönetimine girdi. Alparslan Türkeş bu idealinin gerçekleşmekte olduğunu da dünya gözüyle gören tarihteki ender liderlerden biri oldu...
Bugün Alparslan Türkeş’i, iki askerî dönem içinde kısa bir tarih muhasebesi yaparak anlatmak istiyoruz....
27 MAYIS DÖNEMİ...
Alparslan Türkeş, CHP’den sürekli olarak zulüm ve düşmanlık gördü. Onların milliyetçiliğinin bir tahakküm aracı olduğunu, daha başından (1944 Olayı) yaşayarak görmüştü. Bu yüzden, ta o günlerde resmî milliyetçilikten çok farklı bir yol tuttu...
Zaman Alparslan Türkeş’i haklı çıkardı. CHP sonradan, bir bölümüyle ne idüğü belirsiz bir Batıcılık ve alafrangalığa yelken açarken, esas bölümüyle de solculuğa ve komünizme yamandı. Solcular için Türklük, utanç verici bir ırk aidiyeti halini almıştı...
Tıpkı, merhum Rıza Nur’un 1907’de bir şiirinde söylediği;
"Milliyet davası fıska büründü." Sözü bir daha gerçekleşmiş, ama bu seferki fısk, Türklüğe ve müslümanlığa ihanet çapına çıkmıştı...
Alparslan Türkeş’in içinde yer aldığı 27 Mayıs ve sonrasındaki gelişmeler, Türk siyaset hayatında bir dönüm noktasıdır.
Türkeş ve arkadaşları, darbenin birinci yılında geceleyin evlerinden toplanıp, yurtdışına sürgüne gönderildiler. Yakın tarihe "14’ler hareketi" diye geçen bu olay, CHP’li subaylar tarafından gerçekleştirilmiş bir iç darbe veya milliyetçileri tasfiye anlamına geliyordu.
Bu tasfiye bir ihanet sonucu meydana geldi. Tasfiye becerildikten sonra, CHP kendi iktidarını kökleştirecek bütün tedbirleri aldı. Bürokrasi CHP’nin eline geçti. Üniversiteler solculara teslim edildi. Yargı’da tam solcu kadrolaşma sağlandı.
1961 Anayasası ile Meclis’in tepesine Anayasa Mahkemesi, hükümetin tepesine de Danıştay oturtuldu.
Türk Milleti’ne karşı bütün tedbirler alınmıştı. Artık vatandaşlar oylarını CHP’ye vermeseler de CHP iktidarda kalmağa devam edecekti.
Başlarında Türkeş olduğu halde 14’ler sürgünden döndükten sonra, milliyetçilik hareketi başladı. Artık büyük dava meydanlara iniyordu. Hedef Türk gençliğini şuurlandırmak olacaktı. Ülke, milliyet düşmanı müstebitlerden temizlenecek ve bu vatanın asıl sahiplerine verilecekti...
12 EYLÜL DÖNEMİ....
Türkiye CHP’nin açtığı kapılardan giren komünizmin sancılarını yaşamağa başladığı yıllarda, Ülkücü Gençlik artık görevi başındaydı.
CHP’nin 1961 Anayasası, yargıyı, üniversiteleri solculuğun karargâhı haline getirmişti. Bunlara karşılık hükümet ise (yine Anayasa sayesinde) felç içindeydi. Ülkede bir iç savaşın çıkması veya komünizmin gelmesi an meselesiydi....
İşte bu zor günlerde, direnen tek güç vardır. Ülkücü Türk Gençliği...
Bu gençlik sayesinde Türkiye, komünizmin kucağına düşmekten kurtuldu... Karşı duranlar, onlardı. Arkadan vurulanlar onlardı. Buna karşılık bütün ithamları (basın aracılığı ile) üzerinde toplayanlar da onlardı...
İşte bu fetret dönemi, Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin müdahalesi ile noktalandı. Ama çile bitmedi. 12 Eylül komutanları, vatanı için canını veren ülkücülerle, Rus uşaklığı yapan solcuları aynı kefeye koydu. Ülkücü kadrolar askerî hapishanelerde ve mahkemelerde akla hayale gelmeyen işkenceler gördüler.
Ama yeni adıyla MHP daha da bilendi. Şuur keskinleşti... Milliyetçi kadrolar 12 Eylül sonrasında hızla devlet kadrolarına gelmeğe başladılar Ülkücü hareket bir kültür ve inanç fışkırması halinde ülkeye el koydu...
Evet Alparslan Türkeş artık aramızda yok. Ama onun önderi olduğu bir büyük milliyetçi kadro dimdik ayakta...
Ve asıl mücadele de şimdi başlıyor...