TARİHSEL SÜRECİ ANLAMLANDIRMA ÇABALARINA ÜLKÜCÜ BAKIŞ
TALAT ÜLKER 01 Ocak 1970
İnsanın diğer canlılardan ayırt edici vasıflarından en önemlisi zaman bilincidir. Geçmişi, durumu ve geleceği kendi içinde duyabilmek ve bu dilimleri anlamlandırabilmek, zamanı sorgulayabilmek ayrıcalığı insanoğlunu yücelten değerlerdendir.
Zamanı anlamlandırma geçmişin ve geleceğin bilgisine ulaşma ihtiyacından doğar. Fert bazında insanın kendini, nereden gelip nereye gittiğini öğrenme eğilimi zamanı ve varlığı anlamlandırma gayreti olarak izah edilebilir. Toplum bazında nereden gelinip nereye gidildiği sorusu millet olgusu içerisinde incelenmelidir. Birlikte yaşayan her insan topluluğu ortak bir geçmişin değer ölçüleriyle şekillenmiş sosyal bir bünye oluşturur. Aynı tarihî süreçten gelindiğinin idrak edilmesi bir bilince dönüşür. Bu bilinç millet olmanın en belirleyici olgusudur.
Tarih ilminin kendisine alan olarak seçtiği zamanın akışı içerisinde insanlığın geçmişini anlamaya ve anlamlandırmaya çalışmak eskiden beri insanların ilgisini çekmiştir. Bu ilginin geçmişin ve geleceğin bilgisine ulaşma ihtiyacından kaynaklandığı söylenebilir. Çünkü bilginin kaynağı insanlığın geçmişe ve geleceğe duyduğu meraktır.
Tarih ilmini olayların akışının aktarımı olmaktan çıkarıp geçmişi anlamlandırmanın, geçmişin ve geleceğin bilgisine ulaşmanın anahtarı olarak görmek kaçınılmazdır. Varlığı ve zamanı anlamlandırmanın gerekliliği âlemde bir düzen olduğuna inanmakla başlar. Bu düzenin kimliği algılanma zamanına ve ait olduğu zamanın anlayışına göre değişse de sabit olan şey varlığın bir düzene tâbi olduğudur. Geçmişe ait bütün olaylar bu düzenin farklı tecellilerinden ibarettir.
Geçmişi anlamlandırmak hâli anlamak ve içinde bulunduğumuz şartları doğru tahlil etmek demektir. Bugünün gündemini işgal eden her konunun kökü geçmişte saklıdır. Çözümsüzlüğe mahkûm ettiğimiz her sosyal mesele yarınımızın semalarını kaplayan kapkara felaket bulutları gibi uzayacaktır.
Geçmişi anlamlandırmak geleceği kurmak için gereklidir. Geçmişi anlamlandırmak onu geleceği aydınlatan bir ışık hâline getirmekle mümkündür. Bir bilgi ya da görüşün evrensel değer olarak sunulabilmesi için geçmişin dayanağına ihtiyaç vardır. Denilebilir ki geçmişten onay almayan hiçbir dünya görüşü yaşanılabilir değildir.
Batı dünyası zaman bilinci oluşturmada, zamanı anlamlandırmada kendi inanç ve kültür değerlerini mihenk yapmıştır. Batı düşüncesinin geçmişi anlamlandırmak için oluşturduğu metotları kendi geçmişimiz için kullanmak anlamsızdır. Bu metotları tanımak, anlamak ve eleştirmek kendimize özgü bir zamanı anlamlandırma metodu geliştirmek için gereklidir. Zaman bilincini yerleştirmek için geçmişi ve geleceği anlamlandırma biçimlerini tanımak, tarih ve sosyoloji bilimlerinin ortaya koyduğu tarih teorilerini eleştirmek ve kendi geçmişimize uygunluğunu tartışmak her Türk aydınının görevidir.
Zamanı anlamlandırma çabalarının tarihi oldukça eskilere dayanır. Düşünen insanın vazgeçemediği en önemli alan tarihtir. Tarihsel süreç anlamlı bir gelişmedir. Bu anlam aynı zamanda tarihin amacını da oluşturur. Her gelecek mutlaka bir tarihin mirası üzerine bina edilecektir.
Tarihsel süreci anlamlandırma çabaları sonucunda değişik sınıflandırmalar oluşturulmuştur. Bu sınıflandırmalardan bir kısmı zorunluluk bir kısmı da hürriyet kavramını esas alır.
ZORUNLULUĞU ESAS ALANLAR :
Döngüsel Anlayış :
Tarihi tekerrürlerden ibaret sayan anlayıştır. Bu anlayışa göre geçmiş, hâl ve gelecek değişik zaman boyutlarında tekrarlanıp duran olaylardan ibarettir. Tarihi sürekli bir gelişim olarak algılamayan bu anlayış onu tekrarlanıp duran birtakım olaylardan oluşan bir süreç olarak tanımlar.
Doğuş, Gelişme ve Çöküş Anlayışı :
Bu anlayış tarihî süreci bir insanın hayatı gibi görür. Nasıl ki bir insan doğar büyür gelişir ve ölür, toplumlar da öyledir. Devletler de doğar, gelişir ve yıkılırlar. Çöküş belki geciktirilebilir ama asla önlenemez. Bütün toplumlar bu kaçınılmaz akıbeti yaşarlar. Bu anlayış yaşam biçimleri ve üretim tarzları esas alınarak iki toplum biçimini kabullenir : İlkel ve medenî toplum. Tarih ilkellikten (bedevîlik) medenîliğe (hazerîlik) geçişin öyküsüdür.
Teolojik Anlayış :
Tarih başlangıçtan bugüne kadar Allah’ın düzen ve planının tecellisidir. Bu anlayışı savunanlar sonsuz ve evrensel tek gerçek olarak Hıristiyanlığı kabul ederler. "İlk günahın" toplumsal uyumu sürekli bozacağı kanaatiyle bir otoritenin gerekliliğine inanırlar.
Ruhsal Bünye Anlayışı :
Bu anlayışa göre tarihsel sürecin "yaratıcısı" insandır. Bunun içindir ki insan tarihî süreci doğrudan, kesintisiz ve kesin bir bilgiyle algılayabilir. Tarihi Tanrılar Çağı, kahramanlar çağı ve insanlık çağı olarak bölümlere ayırırlar. Bundan sonrası için insanlık üç çağ geçirecektir : Vahşet, yumuşaklık ve ahlâksızlık. Bunlar birbiri ardınca yaşanacaktır.
Evrensel Aklın Araçları Anlayışı :
İnsanlar, milletler ve devletler evrensel aklın araçlarıdır. Bu araçlar sayesinde evrensel akıl bütün tarihî süreç içerisinde kendini bulur ve hürriyet bilincine erer. Mutlak akıl varlığının ve ödevinin bilgisine ulaşma ihtiyacıyla üç aşamalı bir diyalektik süreç oluşturur : Tez, karşı tez, sentez. Tabiat gerçekliğini bulunca kendine yabancılaşan evrensel akıl (mutlak ruh) tarihî süreçte yeniden kendini bulur. Bu buluşta insanlar, toplumlar ve devletler birer araç vazifesi görürler. Evrensel akıl kendi hürriyetini geliştirme sürecinde her millete kendisine özgü bir ödev verir. Her millet kendi sırası geldiğinde bir defaya mahsus olmak üzere egemen olur. Bu anlayışa göre tarihin öznesi Tanrıdır. Dünya tarihi, kendini zamanda açan yaratıcıdan başka bir anlamla yorumlanamaz.
Sınıflar Çelişkisi ve Büyük Dönüşüm :
Bu anlayış insanlar arasında kendi isteklerine bağlı olmaksızın oluşan üretim ilişkilerini esas alır. Üretim ilişkileri üretim araçlarından sonra gelir ve onlarca belirlenir. Üretim ilişkileri ve araçları her toplumda altyapıyı oluşturur. Bu temel üzerinde sosyal ve siyasal hayat (üstyapı) yükselir. Üretim araçlarının gelişimi tarihsel süreci oluşturan tek harekettir. Üretim ilişkilerinin üretim araçlarının gelişim hızına ulaşamaması mülkiyeti doğurur. İlkel toplumlar dışında bütün toplumlarda mülkiyet olgusu mevcuttur. Bu nedenle bütün toplumlarda üretim araçlarına sahip olanlarla olmayanlar arasında sınıflaşmalar başlar. Geçmiş bütün toplumların tarihi, sınıf mücadeleleri tarihinden ibarettir. İnsan kendi dışındaki maddî dünyanın zenginleşmesiyle nesneler dünyasının katı kurallarının esiri olur ve kendine yabancılaşır. Bu anlayış üretim biçimlerini esas alarak tarihi aşamalara böler. Dolayısıyla tarih insanlığın antik üretim biçiminden feodal üretim biçimine oradan da burjuva üretim biçimine geçişin hikâyesidir. Burjuva üretim biçimi ücretçilikle belirginleştiği için kapitalist toplumu oluşturur. Kapitalist toplumda proleter sınıf kendi ezilmişliğinin ve istismarının farkına varır ve şiddetli bir devrimle burjuva sınıfının egemenliğine son verir. Başlayan dönüşüm sınıfsız toplumun kuruluşuyla sonuçlanır. Böylece bireyleri sınırlayan kendisine yabancılaştıran işbölümü, sınıflaşma, aile, devlet, din, mülkiyet vb. ortadan kalkar ve komin toplumuna geçilir. Bu anlayış kapitalizmin ortadan kalkacağı zamana kadar tarihsel süreci zorunlulukla anlamlandırır.
Karışma ve Bozulma Süreci :
Irkların eşitsizliğini esas alan bu görüş tarihsel süreci üstün olan beyaz ırka sarı ve siyah ırkın karışarak onu yozlaştırması olarak yorum getirir. Tarihte görülen her kültür beyaz ırkın esiridir. Tarihsel süreç içerisinde diğer ırklarla beyaz ırkın karışımı kaçınılmaz ama olumsuzdur. Bu da demektir ki insanlık tarihi ırkların karışması ve yegane yaratıcı ırk olan beyaz ırkın bozulması ve kaybolması süreci olarak bir çöküş hikâyesidir. Karışma ilerlediği, beyaz ırkın üstün vasıfları azaldığı için insanlığın parlak dönemleri geride kalmıştır.
Bireyleri Kültürler Olan Süreç :
Dünya tarihinde bir kültür değil bir çok kültür vardır. Bu kültürlerin hiçbirinin diğerlerinden ayrıcalığı yoktur. Kültürler insanlık tarihinin temel olguları yahut bireyleridir. Tarih kültürlerin oluşumuyla başlar. Her kültürün kaçınılmaz bir kaderi vardır : Medeniyete dönüşmek. Medeniyet kültür için tam anlamıyla bir çürüme ve çöküştür. Kültürde dindarlık medeniyette dinsizlik vardır. Her kültürün çöküşü uyanan başka bir kültürün habercisidir.
HÜRRİYETİ ESAS ALANLAR :
Kahramanların Hikâyesi :
Bu anlayışa göre tarihsel süreç kahramanların, büyük adamların yaptıklarından ibarettir. İnsanlığın ulaştığı her sonuç, meydana getirdiği her eser gönderilmiş büyük adamların düşüncelerinin, çabalarının ve gösterip önderlik ettikleri hedeflerin gerçeklik ve varlık kazanmasından ibarettir. Büyük adamlar içinde bulundukları toplumun söylemek ve yapmak istedikleri şeyleri söyler ve yaparlar. Toplumlar ya kahramanları tanıyıp onlara hazırlanacaklar ya da uşaklar, köleler tarafından yöneltileceklerdir. Birinciyi tercih eden toplumlara yaratıcı yeni kahramanlar gönderecektir.
Başlangıcı ve Sonu Olmayan Süreç :
Yaşanmış olan hiçbir hâl ilk ve son hâl değildir. Sonsuz olarak aynı yollar yeniden yürünür. Bu sonrasız bir dönüştür. Geçmiş üstinsanların (ideal insan) yarattığı kültür döngüsü içinde sürüp giden sonsuzluktur. İnsanlık denen sürü kendi içinden üstinsanlar çıkardığı müddetçe kıymet ifade eder. Üstinsan için güç en son erdem, zayıflık biricik kusurdur.
Acı ile Öğreniş Süreci :
Bu anlayış tarihsel süreci açıklarken devletleri değil medeniyetleri öne alır. Medeniyetler tek toplum tipinin temsilcileridir. Tarih üç aşamalı bir süreçtir : Medeniyet öncesi toplumlar, Medeniyet oluşturma sürecindeki toplumlar, evrensel dinleri içeren toplumlar. Bu toplumları birbirinden ayıran ölçüt taklit sürecinin işleyişidir. Medeniyetler yükselip alçalırken ve alçalarak kendilerinden daha anlamlı amaçları olan başka medeniyetlere yol açarken aslında sürekli ilerlerler. Medeniyetlerin gerilemesinin sebep olduğu acı ile öğreniş ilerlemenin en güzel yoludur. Bu ilerleyiş uç zihniyetlerden arınarak bir orta yol oluşturup dünya devletine ulaşacaktır. Bu devlet bütün toplumların batı medeniyetini benimsemesiyle kurulacaktır.
ZAMAN BİLİNCİ VE BİZ :
Şüphesiz tarihsel süreci anlamlandırmak için bugüne değin oluşturulmuş anlayışlar ve yorumlar bunlardan ibaret değildir. Çoğu batı dünyasının eseri olan bu yorumların bizim geçmişimiz için geçerli sayılması yanıltıcı olur. Bu şablonlardan hiçbiri tarihimizi anlamlandırmaya yetmez. İster zorunluluk esasına dayansın ister hürriyet esasına dayansın bu yorumlardan her birinin tek boyutlu bakış açılarının sonucu olduğunu söylemek mümkündür.
Bizde tarihçilik olay aktarımının ötesine geçmemiştir. Olay tarihçiliği kuru bir aktarımdan ibaret sayılmış, bunun sonucu olarak da tarih bilinci yeterince yerleşmemiştir. Zamanı anlamlandırmaktan vazgeçtik tarihî şahsiyetler ya övgünün ya da sövgünün muhatabı olmuşlardır. Timur’a, Uzun Hasan’a, Şah İsmail’e söven tarihçilerimiz bir milletin tarihini parçalayarak taraf olmanın yanlışlığını sergilerken, bir kısmı tarihî şahsiyetleri yerin dibine sokup aşağılamış, diğer kısım onları göklere çıkarmış böylece milletin geçmişe bakışındaki kafa ve gönül bütünlüğü yok edilmiştir.
Bütün tarihçilerin dikkat etmeleri gereken bir gerçek var : Türkün tarihi belirli bir coğrafyanın, belirli bir devletin sınırlarına sığdırılamayacak kadar geniştir. O geçmiş vatan veya devlet tarihi gibi görülmeye kalkıldığında bütünlüğünden uzaklaşır. Bizim tarihimiz millet tarihidir.
Meselenin en güç yanı bize özgü, bizim gerçeklerimize uygun, bizim değer yargılarımızla çelişmeyen bir yorumla geçmişi anlamlandırmaya, anlamaya çalışmaktır. Batılı düşünürlerin oluşturdukları anlamlandırma yöntemlerinin bizim geçmişimizi anlamlandırmada ölçü yapılamayacağını söylemiştik. Öyleyse kendi tarih yorumumuzu kurmak, zamanı anlamlandırma yöntemimizi oluşturmak gerekmektedir.
Kur’an’a Göre Tarihsel Süreç :
Kur’an’a göre tarih "Ahsen-i takvim ve eşref-i mahlûk" olarak yaratılan Hz. Adem ve Havva’nın çocuklarından oluşan toplumla başlayan ve kıyametle sona erecek olan bir süreçtir. Bu süreç ne doğrusal ne de döngüseldir. Aksine "dinin tamamlandığı güne" kadar uzayan kısmıyla bir bozulma ve yenilenmedir. Toplumlar peygamberlerin getirdikleri hakikatten uzaklaşınca bozulma ve çözülmeler yaşanmış, peygamberler aracılığıyla bu hakikat tekrar hatırlatılınca yenilenme ve olgunlaşma süreci başlatılmıştır. Hz. Muhammet’le bu hakikat son kez hatırlatılmış ve tarihî sürecin birinci kısmı tamamlanmıştır. Kur’an geleceği kurmanın ön şartı olarak "Şimdiyi" seçmiş, geçmişi de geleceğin ibret aynası olarak algılayıp bazı toplumların bozulma ve yenilenme sürecinin hikâyelerini anlatmıştır. "Her kavme peygamberler gönderilmiş" olmasından anlıyoruz ki bu bozulma ve yenilenme evreleri toplumları olgun kültürlere ulaştırma aşamasıdır. Diğer bir söyleyişle "dillerinin ve renklerinin ayrılığıyla" farklı ırklara bölünen insanlık ilâhi hakikatin öğretisiyle üyeleri milletler olan toplum düzeniyle olgunlaştırılmıştır. Bu aşamadan sonra Kur’an’ın önerdiği gelecek milletlerin iyilikte, güzellikte, doğrulukta yarışmalarıdır.
Genelde İslâm âlemi özelde Türk milleti için geçmişi anlamlandırmanın, tarihsel süreci yorumlamanın metodu hak ve batıl mücadelesini temsilen milletler arasında yapılan yarış olarak özetlenebilir. Bu yarışta tespit edilmesi gereken doğru hedef "hakikati" hatırlama ve ona mümkün olduğunca yaklaşmadır.
Tarihsel sürecin bu yorumu gereğince her millet dünya ve ahiret mutluluğu için başkalarından geri kalmamaya, "hakikate" yakınlaşarak adalet üzerine bina edilmiş millî düzenini kurmaya, kendi kültür değerlerini geliştirerek evrensel değerlere katmaya gayret etmekle mükelleftir.
Tekrara düşmek pahasına da olsa belirtelim : Tarih farklı inanç ve farklı kültürlerin mücadelesinden, yarışından ibarettir. Bu yarışmanın birinci dönemi Hz. Adem’den Hz. Muhammed’ e kadar uzayan devredir. Bu dönem bozulma ve yenilenmelerle insanlığın kültürlere ulaştığı milletleşme sürecidir. Bu sürecin tamamlanmasıyla birlikte bireyleri milletler olan yeni bir dönem başlamıştır. Bu ikinci dönemde hakikati temsil için, hakikate yakınlaşarak yücelmek için milletler kıyamete kadar yarışacaklardır.
Türk milliyetçilerine bu tarihsel süreci doğru yorumlamada rehberlik eden, bu yorumun üzerine "Dokuz Işık" doktrinini bina ederek bizlere geleceği "Millî devlet ve Nizam-ı âlem" kurgusu içinde algılamayı öğreten, milletimizi o kutlu hakikatin "hadimi" yapma ülküsünü benliğimize kodlayarak bizlere "Bozkurt" rütbesini veren başbuğumuzu ebedî âleme uğurladık. Başımız sağ olsun.
Ey esir yurtların Kürşat’ı, Türk’ün yirminci yüzyıldaki aksakalı, millî devletin Ertuğrul Gazi’si, kahpe düzenin devrilmez sanılan surlarının Fatih’i, Türk İslâm ülküsünün büyük başbuğu mekânın cennet olsun. Bizlere hakkını helal eyle.
Sen "Millî devlet" dedin, vasiyetindir, sen "Turan" dedin, vasiyetindir, sen "Nizam-ı âlem" dedin, vasiyetindir. Vasiyetin omzumuzun yükü, vicdanımızın borcudur. Rahat uyu.