« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

11 Nis

2007

Boğazlıyan Kaymakamı Şehid Kemâl Bey’in İdâmı

01 Ocak 1970

SON SÖZ ”Son sözü soruldu. O zaman, Kemâl Bey, halka hitâb etti: - Sevgili vatandaşlarım! Ben bir Türk memuruyum. Aldığım emri yerine getirdim. Vazîfemi yaptığıma vicdânım emîndir. Sizlere yemîn ederim ki ben mâsumum, son sözüm bugün de budur, yarın da budur. Ecnebî devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adâlet buna diyorlarsa, kahrolsun böyle adâlet.

SON SÖZ

”Son sözü soruldu. O zaman, Kemâl Bey, halka hitâb etti:

- Sevgili vatandaşlarım! Ben bir Türk memuruyum. Aldığım emri yerine getirdim. Vazîfemi yaptığıma vicdânım emîndir. Sizlere yemîn ederim ki ben mâsumum, son sözüm bugün de budur, yarın da budur. Ecnebî devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adâlet buna diyorlarsa, kahrolsun böyle adâlet.

Heyecandan boğulan çâresiz halk bir ağızdan cevap veriyordu:

- Kahrolsun böyle adâlet!

- Benim sevgili kardeşlerim, asîl Türk milletine çocuklarımı emânet ediyorum. Bu kahraman millet, elbette onlara bakacaktır. Allah vatan ve milletimize zevâl vermesin, Âmin!

Halk hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Meydan tam bir mâtem havasına bürünmüştü.

Manzarayı küçük köşkün pencerelerinden seyreden Sait Molla'nın cellâtlara emri, Kemal Beyin sözlerin bastırıyordu:

- Söyletmeyin bu alçak herifi! Hemen asın bu köpeği! Ne duruyorsunuz, it oğlu itler!..

Kemâl Bey, bu mazlûm Türk evlâdı, iskemlenin üzerinden kendini boşluğa bırakmadan birkaç kelime daha söylemek imkânı buluyordu:

- Borcum var, servetim yok! Üç çocuğumu millet uğruna yetim bırakıyorum. Yaşasın millet!”

Türk Tarihinin en karanlık en acılı günleri yaşanmaktaydı, İstanbul İngiliz işgali altındaydı. İngiliz Muhipler Cemiyetinden Damat Ferit (M)aşa Sadrazam. Ona “Ben Türklüğümden istifa ettim,sende et” diyen Sabri Efendi Şeyhülislam. Pek çok vatanseveri “Kuvacı” diye Bekirağa bölüğüne tıktıran Nemrut Mustafa Divanı Harp Başkanı.İngiliz Yüksek Komiserliğince temin edilmiş Ermeni komitacıları şahit. Ve…ve…göz yaşı dökemeyenler için tarihin en acı en hüzünlü komedisi.

“MİLLİ ŞEHİT KEMAL BEY ve NEMRUT MUSTAFA PAŞA

Sirkeci Gümrük Müdürlüğü'nden emekli Ârif Bey, Bekir ağa Bölüğü'nde tutuklu bulunan oğlu Kemâl Bey'e her günkü gibi yemek götürüyordu. Kadıköy’ündeki evinden çıkmış, Beyazıt Meydanı'na varmıştı. Vakit akşam üzeriydi.

Birden, meydana toplanmış büyük bir kalabalık gördü. Ne var, ne oluyor, diye merâk etti. Kalabalığın arasına sokuldu. Tiplerinden, konuşmalarından, meydanı dolduranlardan çoğunun Ermeni olduğu anlaşılıyordu. İçlerinden birine sordu:

- Bu kalabalık nedir, bir şey mi var?

- Bir adam asıldı, ona bakıyoruz!

Bu cevâbı duyan Ârif Bey, birdenbire irkildi ve kalabalığı yararak, önüne çıkanları ite kaka sehpaya doğru yaklaştı. Sehpada sallanan, oğlu Kemâl Bey'in cesediydi. Bir feryat kopararak yığıldı. İdâmda hazır bulunmak üzere Beyazıt’a gelmiş olan Merkez Kumandanı Osman Şâkir Paşa, o tarafa doğru koştu. Ârif Bey'in perîşân hâlini görünce sordu:

- Kimsiniz?

Yaşlı adamın ağzından bir inilti çıktı:

- Babasıyım...

Osman Şâkir Paşa birden kıpkırmızı kesildi, titremeye başladı:

- Emriniz?

- Evlâdımı bana veriniz!

Derhal emir verildi. Kemâl Bey'in cesedi sehpadan indirildi. Bahtsız baba hıçkırıklar içinde sarsılarak, oğlunun henüz tamâmıyla soğumamış cesedine kapandı.

Tesalya'nın Yenişehir eşrâfından Ârif Bey, evlâdının cesedini Kadıköy’üne, teyzesi İsmet Hanımın evine nakletti.

Ertesi gün, bütün İstanbul ayaklanmıştı. Özellikle yüksek tahsîl gençleri cenâze evinin önünü doldurmuştu. Üzerinde "Türk'lerin büyük şehîdi Kemâl Bey" yazılı bir çelenk getirmişlerdi.

Cenâze merâsimi, terör ve baskıya rağmen, çok mânâlı oldu. Kadıköy İtfâiye Karakolu önündeki bir takım asker, cenâze geçerken, kendiliğinden selâm durdu. Her adımda kalabalıklaşan cenâze alayının geçtiği sokaklardaki evlerden kadınlar hıçkırarak göryaşları ile mâteme iştirâk ettiler. Tâbût, gençlerin elleri üzerinde, muhteşem bir kalabalıkla Kuşdili'ne, Mahmut Baba Türbesi'ne götürüldü. Kemâl Bey'in oğlu Adnan orada gömülüydü. Artık baba-oğul, yan yana yatacaklardı. Cenâzenin başucunda konuşanlar genç, milliyetçi öğrencilerdi. Bir tıbbîyeli gencin feryâdını, arkadaşları gözyaşları içinde dinlediler:

Kemâl! Sen, şu anda toprağa verdiğimiz bir çiçeksin. Orada büyüyecek dalların o kadar dikenli olacak ki, seni bu âkıbete lâyık görenlerin hepsini param parça edecektir. İntikâmın behemehâl alınacaktır.

İDDİÂ

Fâciâ 1919 şubatında başlamıştı.

Boğazlayan Kaymakamı ve Yozgat Mutasarrıf Vekili olan Kemâl Bey, Ermeni tehcîrinde ölümlere sebebiyet verdiği iddiâsı ve idâm isteği ile yargılanacaktı.

Kemâl Bey, aynı iddiâ ile, önce Yozgat İstinâf Mahkemesinde yargılanmış ve berâat etmişti. Şimdi, bu mahkemenin verdiği karar dikkate alınmıyor, yeniden Dîvân-ı Harb önüne çıkarılıyordu.

Devir öyle bir devirdi ki, Kemâl Bey'i savunacak bir avukat bile bulmak zordu. Fakat Saadeddin Ferîd Bey adında cesâret sâhibi bir dâvâ vekîli gönüllü olarak, Kemâl Bey'in müdâfaasını üzerine aldı.

Yozgat'ta berâat ettiğini ileri süren Kemâl Bey'in yeniden yargılanmasına karar veren Dîvân-ı Harb'in başkanlığını Hayret Paşa yapıyordu.

Dîvân-ı Harb savcısı Sâmi Bey görüşünü kısaca anlattı:

"Yüksek mahkeme heyeti, devletin ve milletin temiz alnına sürülmüş olan lekeyi ancak bir şekilde temizleyebilirdi. Herkesçe bilinen fâciâlara ve mezâlime sebep olanlar hakkında kânûnî gereklerin yapılmasıyla, yüzyıllardan beri Osmanlı saltanatında refâh ve saâdet içinde yaşayan gayr-ı Müslim unsurların sebep oldukları olaylar, idârî hatâlardan çok dış te'sîrlerden doğmuştu.

Dosyalardan ve yabancı basından aldığı bilgilere göre, Ermeniler çok iyi hazırlanmış teşkîlâtlarıyla Osmanlı vilâyetlerinin en önemli ve sınır bakımından en tehlikeli bölgelerinde birtakım mühim hareketlerde bulunmuşlardı. Bunun üzerine Savaş Hükûmeti 1331 senesi Mayısında tehcîre başvurmuş ve yanlış bir düşünceyle bu işi çocuklara ve kadınlara kadar yaygınlaştırmıştı. İşte bu tedbîrsizlik sebebiyle, bâzı kimseler şahsî çıkarlarını düşünerek bilinen fâciâları meydana getirmişlerdi".

Boğazlayan Kaymakamı Kemâl Bey de, savcıya göre, bunlardan biriydi ve en şiddetli cezâya çarptırılması lâzımdı.

ŞÂHİTLER

Ondan sonra, nereden çıktıkları bilinmeyen bir sürü şâhit, Kemâl Bey'in yaptıklarını bir bir sayıp dökmeye başlamışlardı. Şâhitlerin çoğu komitacıydı. Başka komitacılar da, İstanbul’da buldukları küçük Ermeni çocuklarını dahi mahkemeye getiriyor, şâhit olarak dinletiyorlardı. Mahkeme heyeti, bunların hepsini sabırla ve dikkatle dinliyordu.

Azgın bir iftirâ kasırgasının orta yerinde yapayalnız kalmış olan Kemâl Bey, kendisini uzun uzun savunmaya bile lüzum görmüyordu:

- Hepsi yalandır, diyordu, hepsi uydurmadır. Reis Paşa, ben ne bunların dedikleri Keller (timdiki Yenipazar) köyüne gittim, ne de oradan geçtim. Burada vuku' bulduğunu söyledikleri cinâyetlerden de haberim yok. Hele, parmaktan çıkmayan yüzüğü almak için kol kesmek. Ricâ ederim, bu vahşeti kim yapar? Bu derece ten'î bir iti yapacak bir insan tasavvur edemiyorum. Esâsen hiçbirini isbât edemezler. Çünkü hepsi iftirâdan ibârettir. Benim haberim olmadan bir şey olmuşsa bilmem. Fakat bana bu ana kadar bu mevzu'da hiçbir tikâyetçi gelmemiştir. İlk defâ burada, mahkeme huzûrunda bu şikâyetlerle karşılaşıyorum.

Kemâl Bey'in yanıldığı bir nokta vardı. Parmaktan çıkmayan yüzüğü almak için kol kesecek kadar kimsenin alçalacağını zannetmiyordu. Van'ın Zeve köyünden Kıymet Başı büyük’ün çok sonraları târîhin kanlı vesîkaları arasına girecek şu ifâdesini elbette ki bilmiyordu:

"Ermeni komitacıları hâmile kadınların karnını süngü ile yırtıp çıkardıkları çocukları yine süngülerinin başında oynatıyorlardı. Kadın ve kızların kollarındaki altın bilezikleri almak için çok kolay bir usûl bulmuşlardı. Hemen kasaturayı alıp kolu tamâmen kesiyorlar, ondan sonra da bilezik veyâ yüzük gibi ziynet eşyâlarını alıyorlardı".

Ne garîb ve acı bir tecellî idi ki, bu vahşeti yapan Ermeni komitacılarının yerine mâsum bir Türk idârecisi aynı suçla suçlanarak yargılanıyor ve Ermeni komitacıları da bu zavallının mutlaka asılması, hem de yine bir Türk mahkemesi tarafından verilecek karârla asılması için tanık mevkiine oturuyorlardı.

Ve Dîvân-ı Harb savcısı soruyordu:

- Demek ki, sizin oradan geçen muhâcir kafîleleri bir taarruza uğramamışlardır.

- Yoktur böyle bir şey... Hayır, kat'iyyen haberim yok!...

Ermeni şikâyetçilerden biri hemen atılıyordu:

- Nasıl olur efendim? Keller köyünde yüzlerce ceset bulunmuştur. Bu sefer Reis soruyordu:

- Bakın ne diyor? Bu kadar büyük vukûat olsun da mutasarrıfın, kaymakamın haberi olmasın, olur mu?

- Yoktur Paşam... Bunların var demesiyle yok olan bir şey var olmaz.

Bu sırada, mahkeme salonunu doldurmuş olan ve çoğunu Ermeni komitacılarının teşkîl ettiği kalabalık kahkahalarla gülmeye başlıyordu.

MÜDÂFAA

Nihâyet dâvâ vekîli Saadeddin Ferîd Bey'in müdâfaasından sonra söz Kemâl bey'e veriliyordu:

- Düne kadar bir hâkimler heyeti hâlinde olan sizler, bu dakîkada bir târîh mahkemesi sıfatını almış bulunuyorsunuz.

Ermeniler tarafından öldürülen dindaşlarının ve soydaşlarının mâtemi Müslümanların yüreklerini sızlattığı ve her gün gelen kara haberlerin halkı tahrik etmekten geri kalmadığı mâlûmdur. Ermeniler ise Rus ordularının kâh önüne geçerek kâh arkasında kalarak, ekseriyâ memleketin asker kuvvetinden mahrûm kalmasına güvenerek fâciâlar meydana getirmekten çekinmiyorlardı. İddiâ edildiği gibi, Yozgat vilâyeti dâhilinden sevk edilen bâzı Ermeni muhâcir kâfilelerine, Ermenilerin Müslümanlara revâ gördükleri fecâate şâhit olmuş bazı asker kaçaklarının tecâvüzü ihtimâl dahîlindedir. Ancak savaşta yenilişimizin aleyhimizde meydana getirdiği hezeyânı durdurmak maksadıyla, iddiâ makâmının da isteği üzere, kurbanlar verilmesi bir siyâset îcâbı sayılıyorsa, bu kurban ben olamam. Siz kurban seçmekle değil, ancak hak ve adâletle hüküm vermek vicdanî görevi taşıyan bir yüksek heyetsiniz. Mutlakâ kurban aranıyorsa herhalde, bütün bu işlerin tertipçisi ve idârecisi olarak benim gibi küçük bir memur bulunacak değildir."

Bu müdâfaaya karşı, Reis:

- Kemâl Bey, diyordu, emîn olun, mahkeme, hükmünü hiçbir harîcî hisse kapılmaksızın, sırf kanâat-ı vicdân iyesine istinât ederek verecektir.

Halbuki, Kemâl Bey'in mutlaka asılması için Fransız ve İngiliz işgâl kumandanlarının, Ermeni komitacılarının ve Ermeni Patriği Zaven'in ağır baskısı devâm etmekteydi.

Bunun üzerine, Dîvân-ı Harb Reisi Hayret Paşa, Sadrâzâm Ferid Paşa ile yaptığı şiddetli bir münâkaşadan sonra istîfâsını veriyordu.

Yerine de "Nemrut" lâkâbı ile tanınmış Kürt Mustafa Paşa tâyîn olunuyordu.

KARAR

Mahkeme, artık mahkeme olmaktan çıkıyor, evvelden verilen bir emrin yerine getirilmesine memur bir heyet hâlini alıyordu.

Kemâl Bey, Nemrut Mustafa Paşa'ya da:

- Ben emir aldım, diyordu, bir memur aldığı emre itâatle mükelleftir. Ben sürgün olarak kasabadan çıkarılanlara en insânî harekette bulundum. Nitekim şimdi de hiçbir vicdan azâbı duymuyorum.

Nemrut Mustafa, oturduğu yerden doğrularak Kemâl Bey'e bağırıyordu:

- Kış kıyâmette bu kadar insanı, çoluk çocuğu ile dağlara, yaylalara sürerken Allah'tan hiç korkmadın mı? Bir gün senden bunların sorulacağını düşünmedin mi? Hem üstelik jandarmalara onları süngülenmesini de emretmişsin, ne dersin?

- Hayır, bunu aslâ kabûl etmem. Ben kimsenin ölümü için emir vermiş bir adam değilim.

- On binlerce zavallıyı, kadın, çocuk demeden, bu Allah'ın kışında, soğukta, dağ başlarında yürütmek, sanki süngülemekten daha mı iyidir? Üstelik, sen bir idâre âmirisin, bunları senin himâyene vermişlerdir.

Sonra sesini daha da yükselterek soruyordu:

- Memleketimiz dâhilinde yaşayan vatandaşları, birini diğeri üzerine sevk ederek can ve mal tecâvüzüne teşvik etmenin cezâsı nedir, bilir misin?

- Îdâmdır Paşam...

- Kendi hükmünü kendi ağzınla verdin Kemâl Bey, biz de senin için bu karâra varmıştık.

Jandarma Kumandanı Binbaşı Tevfik Bey'e de 15 yıl hapis cezâsı verilmişti.

Ziyaret -> Toplam : 125,40 M - Bugn : 167235

ulkucudunya@ulkucudunya.com