BAHTİYAR VAHABZADE’NİN TÜRKİYE SEVDASI
Dr. Erdal KARAMAN 01 Ocak 1970
Azerbaycan ve Türkiye arasındaki ilişkiler, her iki ülke insanının aynı kökten gelmesi,
aynı dili konuşması ve aynı dinin müntesipleri olması hasebiyle hususiyet arz etmektedir.
Sözünü ettiğimiz münasebetler, belli dönemlerde dumura uğrasa da, iki ülke insanının
kalbindeki sevgi, sürekli, tazeliğini korumuş ve bu muhabbet kuşaktan kuşağa aktarılarak
günümüze kadar taşınmıştır.
Hiç şüphesiz bu sevgi ve saygıyı en güzel şekilde insanlara yansıtanlar, his ve duygu
yönünden diğer insanlara göre daha hassas bir konumda olan şair ve ediblerdir. Azerbaycan’ın
yetiştirdiği birçok edib ve şair, bu sevgiyi, özellikle iki ülkenin sınırlarının kapatıldığı, geliş
ve gidişlerin yasaklandığı bir dönemde, eserlerinde dile getirmişlerdir. Özlemlerini, duygu
yumağı olan, hasretin ve sevginin, dışa yansıması diyebileceğimiz dizelerle gidermeye
çalışmışlardır. Herhangi bir zorlamanın ve baskının tesiriyle neş ü nemâ bulmayan bu
muhabbet, eserlerden de anlaşılacağı gibi, temiz bir kaynaktan süzülüp gelen, berrak, dupduru
kaynak suyu gibidir.
Bahsettiğimiz vasıflarıyla, Türkiye’ye olan sevgi ve özlemiyle, dikkat çeken
aydınlardan birisi de, hiç şüphesiz, Bahtiyar Vahabzadedir. Vahabzade’deki Türkiye
sevdasının temelleri derinlere gitmektedir. Sovyetler Birliği döneminde sınırların
kapatılmasıyla birlikte Türkiye ve Azerbaycan ilişkileri kesilir. Bu süreçle birlikte uzun süren
bir ayrılığın startı da verilir. Sözü edilen dönemde iki ülke insanı özlemini farklı yollarla
gidermeye başlar. Sınırlar kapatılmasına rağmen bu coğrafyada hiçbir zaman Türkiye
kalplerden sökülüp atılamaz.
Sözünü ettiğimiz dönemde çocuk yaşlarında olan Vahabzade, Türkiye hakkında
anlatılan hikâyelerle büyür. Vahabzade’nin anlattığına göre, bu dönemde evlerinde sürekli
Türkiye anlatılır, Türkiye konuşulurmuş. Babasının, dedesinin ve amcasının ağzından
Türklerin hiçbir zaman düşmediğini belirten Vahabzade, dedesinin Ermenilerle yapılan
savaşta, Eskeran’da ayağından yaralandığını anlatmaktadır. Savaştan yaralı bir şekilde
kurtulan dedesi: ‘’1918 Mart savaşında Türkler Azerabaycanın yardımına gelmeseydi,
Ermeniler bizim hepimizi katlederdi.’’ diyerek Türklere olan muhabbetini torunlarına
aşılarmış. O dönemde aynı zamanda öğretmenlerinden ve ihtiyar kişilerden Türkiye hakkında
dinledikleri hikâyeler, Vahabzade’nin kalbine Türkiye sevgisi ekmiş.1
Küçük yaşlarından beri Vahabzadenin hayallerini süsleyen ülkemiz, onun gençlik
yıllarında, Sovyetler Birliği döneminde, kalbini alevlendiren bir sevda haline gelir. Bir fırsat
bulup Türkiyeyi ziyaret etmek isteyen Vahabzade, nihayet bu özlemini gerçekleştireceği
zamanı 1961’de yakalar. Vahabzade, çocukluğundan beri özlemini çektiği, büyüklerinden
birkaç kez dinlediği, hayallerinin ülkesi olan Türkiye’yi birkaç gün sonra gidip ziyaret
edecektir. Şair, bu vuslat öncesinde duygu dolu anlar yaşar. Vahabzade’nin özleminin
gerçekleştiği anlar tarifi zor anlardır. Şairin, ana vatanı olarak nitelendirdiği ülkemize yapmış
olduğu unutulmaz ziyareti kendisinden dinleyelim:
“Dedemin, babamın ve amcalarımın ağzından Türkiye hiç düşmezdi. Ben şimdi
soyumdan gelen arzuların hayallerin ülkesi olan Türkiye’ye gidiyorum. Sabah erkenden
kalkıp tıraş oldum. Otuz beş yıldır hasretini çektiğim, ismini zaman zaman andığımda
bütün bedenimi titreten, koluma kuvvet, ayağıma takat, gözlerime ışık veren bir şehre,
İstanbul’a, gidiyorum. Ümitgahım, önünde boyun eğdiğim, zorla elimden alınan adımın
*Qafqaz Üniversitesi, Öğretim Görevlisi
1 Vahabzade, Bahtiyar, Vatan Millet Ana Dili, Ankara 1999, s. 74.
sahibi, namusumun, izzet ve şerefimin koruyucusu, gören gözüm, vuran kolum, düşünen
beynim, yardımcım, dayanağım, bayrağım, kaybettiğim tarihim, geçmişim, ana dilim,
şerefim hepsi sendedir.
Kamaranın penceresinden bakıyorum uzakta fener yanıp sönüyor. Allahım! İlk
defa Türk ışığı görüyorum. O ışıkta benim arzularım yanıyor. Ey fener, sen sana tarih
boyu düşman olan bir milletin gemisine yol gösteriyorsun. O geminin içinde sana can
vermeye hazır birisi var.”
Türkiye’ye, kimlik kontrolünden sonra ayak basan Vahabzade’nin heyecanı devam
eder. Türkiye Cumhuriyeti yazılı mühür şairi duygulandırır: “Ben sana kurban olayım. Ey
benim cumhuriyetim! Ey benim benden uzak vatanım! Benim için yanan ve bana elini
uzatamayan vatanım! İzin belgesinin üzerindeki mührü döne döne öpüyorum. Otuz beş
yıldır vesikalarımın üzerinde Rus dilinde yazılı ifadeler vardı, ilk defa şimdi kendi
dilimde yazılı bir ibare var kimliğimde. Ömründe sadece on saat benim kim olduğumu
gösteren vesika ise ilk defa kendi dilimdeydi. Ben ancak şimdi ben oldum.”2
‘’Nihayet İstanbul’a ayağımı basıyorum. Bu mukaddes toprağı eğilip öpmek
istiyorum. Ama yol boyunca beni takip eden ajanlardan korkuyorum. Yan, ama öyle
yan ki, alevin gözükmesin. İstanbul’da topu topu on saat kaldık. Şehri gezdik.
İnsanlarla konuşmak istiyorum. Hal hatırlarını sorup; onların kalbine yol bulup girmek
istiyorum. Ancak onların bana meyli yok.’’ diyen şair İstanbul’u ziyaret ettiği dönemde
sokakların bakımsız, marketlerde fiyatların çok yüksek olduğunu, müzelerin tertibatının iyi
olmadığını görür. İstanbul’un bu durumunu gören şair hayal kırıklığına uğrar, o gece geç
vakitte yatağından kalkar, geminin güvertesinde ellerini göğe açarak: ‘’Ey Allahım! Sen
Türkiye’nin geçmişteki kudretini ve azametini geri ver.’’ diye dua eder. Vatanına,
Vahabzade’nin ifadesiyle, ‘’yürek ağrısıyla’’ dönen şair, bu seyahatten sonra ‘’İstanbul’’ adlı
şiirini yazar:
Bugün bir ayağı Avrupa’dadır.
Bir ayağı Asya’da
Türkün.
Kulaklarında motor sesi,
Dilinde Kur’an sesi,
Türkün.
Zaman onu dillendirir,
Asrın ahengine ses verir,
Düşünüp derinden;
Ancak babası çeker eteklerinden,
Çırpınır şehir
İkilik içinde.
Düğüm düğüm olmuş fikirler
Asrın keşmekeşinde.
Bir şehirde buluşur
İki dünya, iki âlem.
Bulacaktır eminim,
Türkoğlu hak yolunu.
O, şimdilik seyreder
Sağını,
Solunu...
2Vahabzade, Bahtiyar, Ömürden Sayfalar, Ötüken Yayınları, İstanbul 2000, s. 263-265.
Yüreği şark yüreği,
Aklı Garp aklıdır
Türkün.
Bu tezattan sinesi dağlıdır.
Türkün.3
Türkiyeye yapmış olduğu ziyaretten bu derece etkilenen Vahabzade, Sovyetler
Birliği’nin dağılmasıyla birlikte, sınırların açılmasından sonra, iki kardeş ülke arasındaki
ilişkilerin daha da artmasını ister. Sınırların açılmasıyla yıllardır insanların çekmiş olduğu
hasret sona erer. Vahabzade’ye göre, bu süreçten sonra iki ülke arasındaki ilişkilerin her
yönden ivme kazanması gerekmektedir. Esas yapılması gerekenlerin bu aşamadan sonra
gerçekleşebileceğini ifade eden Vahabzade, kendisiyle yapmış olduğumuz bir söyleşide
Azerbaycan-Türkiye arasındaki münasebetlerin yeterli düzeyde olmadığı şu sözlerle ifade
etmektedir: ‘’Hem Anadolu Türkleri hem de Azerbaycan Türkleri ilişkilerimizin daha sıkı
olmasını arzu ediyorlar. Aydınlarımız bu konuda daha da istekli görünüyorlar. Maalesef
ilişkilerimiz arzu edilen seviyede değil. Bu ilişkiler, devlet nezdinde olmalı. Türk tiyatroları
buraya gelmeli, bizim tiyatrolarımız Türkiye'ye gitmeli. Her şey kültürle olur. Kültürel
yakınlık olmadıktan sonra hiçbir şeyin gerçekleşmesi mümkün değil.
Fizik sahasında Azerbaycan'da büyük âlimler var. Bu ilim adamlarıyla Türk fizikçiler
beraber çalışmalı. Bu çalışamaların merkezi Ankara olmalıdır. Yılda birkaç kez
akademisyenler toplanıp, ortak çalışmalar yapmalılar.
Ayrıca Azerbaycan edebiyat tarihi olmamalı. Umumi Türk Edebiyat Tarihi
yazılmalıdır. Bunun yanında Genel Türk Sanat Tarihi, Umumi Türk Tarihi kaleme
alınmalıdır. Bunlara Türk dünyasının ağabeyi durumunda olan Türkiye'nin ön ayak olması
gerekir.’’4
Vahabzade, ilişkilerimizin seyriyle ilgili düşüncelerini bu cümlelerle ifade eder. Diğer
taraftan Türkiye ve Türkî cumhuriyetleri yakından ilgilendiren bir tartışmaya, ortak dil
tartışmalarına o da katılır. Vahabzade, Türkiye ve diğer Türkî cumhuriyetlerle olan alakaların
daha da yaygınlaşması ve bu ilişkilerin seyrinin daha kolay olması için, dilde birliğe gidilecek
çalışmaların artırılması yönünde ülkeler nezdinde girişimlerde bulunulmasını gerektiğini
vurgular. Bu bağlamda Türkî cumhuriyetlerde, dolayısıyla da Azerbaycanda ve Türkiye’de,
kullanılan ortak kelimelerin işlerliğinin artırılması yönünde özellikle dilcilere önemli görevler
düştüğünü belirtirken, bu birliğin ne şekilde başlatılacağını da şu sözleriyle işaret eder:
‘’Aydınlarımız şimdiden çalışmaya başlamalılar. Azerbaycan Türkü, Türkiye'de bugün
konuşulan bazı kelimeleri anlamakta zorluk çekiyor. İlim adamlarımız ortak dil hususunda
çalışmalar başlatırken, diğer taraftan kullandığımız ortak kelimeler dilden atılıyor.
Azerbaycan'da ''okul'' kelimesini bilen çok azdır. Bunun yerine niçin ''mektep'' kelimesi
kullanmıyoruz. Bunlar önemli meseleler. Mektebe, muallime dönmeli. Benim atam mektep
demiş, okul dememiş. Bu konuda Türkiye ağabeylik yapmalıdır. Bu alanda yapılabilecek bir
diğer çalışma da ortak dil projesidir. Ortak bir lügat hazırlanmalıdır. Türklerin kullandıkları
ortak kelimelerin işlerliği artırılmalıdır. Biz bugün Azerbaycan Türkçesi'nde ''dilekçe'' yerine
‘’eriza’’ kelimesini kullanıyoruz. Bu güzel bir kelime değil. Bu kelimenin yerine dilekçe
kullanılmalıdır. Aynı şekilde size yabancı dilden geçmiş ''anahtar'' kelimesi var. Bizde bunun
karşılığı ''açar'' kelimesidir. Özbeklerin, Kırgızların ve Kazakların kullandığı bu kelime niçin
bütün Türk dillerinde ortak olmasın. Bu mesele bir iki yılın işi değil. Biz bunu şimdiden
başlatmazsak, gelecek nesil bizim yüzümüze tükürecek.’’5
3 Vahabzade, Bahtiyar, age, Ankara 1999, s. 52.
4 Karaman, Erdal, Bahtiyar Vahabzade ile Dil Kültür ve Tarih Üzerine Söyleşi, Jurnal Of Caucasian Studies,
Number 1 Fall 2004, s. 11.
5 Karaman, Erdal, age, s.13.
İlim ve kültür arasındaki ilişkilerin olması gerektiği seviyeyi işaret eden Vahabzade,
birçok şiirinde Türkiye’ye olan sevgisini de dile getirmiştir. Gördüğü ya da duyduğu bir
olaydan ilham alan şair, dizelerinde ülkemize olan sevgisini terennüm etmiştir. İki kardeş
ülkenin her zaman zor günlerinde birbirlerinin yanında olduğuna işaret eden Vahabzade, 1999
yılında ülkemizi derinden sarsan Marmara depremine bir Türkiye vatandaşı gibi üzülür, ona
bu üzüntü ‘’Deprem’’ şiirini yazdırır. Şair duygularını sözü edilen şiirde şöyle ifade eder:
İşitince ata yurtta depremi,
Aktı yaşım, döndü başım Türkiye.
Her derdimin, her gamımın ortağı
Can kardaşım, can kardaşım Türkiye.
Var mı kaza, var mı bela bu kadar?
Seninleyiz biz ki ömür boyunca
Facianı biz uzaktan duyunca,
Gözlerimden aktı yaşım, Türkiye.
Öz hükmü var her zamanın, her anın,
Yaman günde yanındayız biz senin
Ana yurtta vatanımsan, vatanım,
Vatanımda vatandaşım, Türkiye.
Tarih boyu bu ahdimiz sarsılmaz,
Türk milleti har olmamış, har olmaz.
Her beladan Türkün beli kırılmaz.
Sen benim can sırdaşım, Türkiye.6
Türkiyeyi derinden etkileyen depreme karşı teessüratını bu dizelerle ifade eden şair,
iki ülke arasındaki sarsılmaz sevgi ve kardeşlik bağlarının hangi temeller üzerine bina
edildiğini Azerbaycan-Türkiye şiirinde dile getirmektedir:
Bir ananın iki oğlu
Bir ağacın iki kolu
O da ulu, bu da ulu
Azerbaycan-Türkiye
Dinimiz bir, diliniz bir
Ayımız bir, yılımız bir
Aşkımız bir, yolumuz bir
Azerbaycan-Türkiye
Anayurt’ta yuva kurdum
Ata yurda gönül verdim
Ana yurdum, ata yurdum
Azerbaycan-Türkiye
Bunların yanında iki ülke arasındaki gidiş gelişlerin sıklaşmasıyla birlikte bazı
olumsuzlukların da yaşanılması kaçınılmaz olmuştur. Bu süreçle birlikte Vahabzade’nin
ifadesiyle ‘’Pazar Sohbetleri’’ de artmaya başlar. Azerbaycan’dan, Türkiyeye gelen bazı
6 Vahabzade, Bahtiyar, Akıl Başka Uzak Başka, Azerneşr, Bakı 2000, s. 171.
tüccarların istedikleri malları istedikleri fiyata alamayınca rahatsızlıklarını dile getirirler. Bu
rahatsızlık basında da işlenince Vahabzade bundan rahatsız olur. Bu tartışmaların yaşandığı
dönemde şair, hem Azerbaycan vatandaşlarına, hem de kanı bir, canı bir kardeşlerimiz diye
nitelendirdiği Türkiyelilere seslenerek, bu tür basit meseleleri büyütmemelerini salık verir.
Alçak adamların her yerde olabileceğini söyleyen şair, bu durumun altmış milyonluk Türkiye
ve yedi milyonluk Azerbaycan’a ait olamayacağını ifade eder.7
Vahabzade, Türkiyedeki gelişmeleri yakından takip etmektedir. Şiirlerini Türkiye
Türkçesine aktarmak için beraber çalıştığımız dönemde, evine, Türkiye’de çıkan kitap ve
dergilerin sürekli gelmesi ve bu eserleri altını çizerek okuması benim dikkatimi çeken bir
husus olmuştu. Türkiyede çıkan yazılardan etkilenen şair, altını çizdiği satırları bazen bana
zevkle okur. Türkiye’de bu derece kalem erbabı insanların olmasına sevindiğini ifade ederdi.
Bu eserleri titizlikle okuduktan sonra çevresindeki insanlara, Türkiyedeki yayımlanan bu
çalışmaları göstermesi, onun, Türkiye’ye olan bağlılığını göstermesi açısından dikkat
çekicidir.
Türkiyedeki aydınları yakından takip eden Vahabzade, Türk insanının heyecan
duyduğu ve zevkle okuduğu eserleri beğenir, dikkatlice okur. O, 1977 yılında Yavuz Bülent
Bakiler’in ‘’Yalnızlık’’ adlı kitabını okur ve bu kitapta bulunan ‘’Unuttuğumuz İnsanlar’’
başlıklı şiir, Vahabzade’nin duygu ve düşüncelerinin tercümanı olur. Bu şiiri okuduktan
sonra‘’m?nim q?lbimd?n x?b?r verdi arzumun eks-s?dası oldu.’’ diyen şair, Bakiler ile aynı
düşünceleri paylaştığını belirtir. Vahabzade’nin sözünü ettiği dizelerde Yavuz Bülent Bakiler
duygularını şu mısralarla dile getirir:
Ben, çilesi çekilmemiş bir türkmen
Ben, her sabah ciğerinden kurşun yiyen bir yetim,
Çaresizlikler içinde sizi düşünüyorum,
Ey esir insanlar diyarında
Benim esir milletim,
Ve ey kafkas dağları ardında
Bayraksız memleketim.
Yavuz Bülent Bakiler’in ıstırabını çektiği ve bu konuda çaresizliğini beyan ettiği
mesele, kendisi gibi aynı dertlerden mustarip olan Vahabzade’nin eserlerinde de işlenir.
Yavuz Bülent Bakiler’in sözünü ettiğimiz mısralarının Azerbaycan’da da aksiseda bulması
duygu ve düşüce yönünden iki ülke aydının aynı kaynaktan beslenmesini göstermesi
açısından önem arz etmektedir. Yavuz Bülent Bakilerin eserlerini okuyan ve bu eserlerden
etkilenen şair, kendisine sorduğu ‘’Bu yangı hardandır?’’ sorusunun cevabını, Bakiler’in;
milli varlığına, milli köküne, soyuna, tarihine, diline, dinine sarsılmaz bağlarla bağlanmasında
bulur.8
Vahabzade’nin, Türkiye’de en çok sevdiği şairlerden birisi de, ‘’Onun şairliği
akidesinden gelir.’’ diye nitelendirdiği Mehmet Akif Ersoydur. Mehmet Akif’in ‘’Çanakkale
Şehidlerine’’ adlı şiirini okurken;
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın,
‘’Gömelim gel seni tarihe’’ desem sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitap.
Seni ancak ebediyetler eder istiab.
Mısralarına geldiğinde gözyaşalarını tutamayıp ağladığına şahid olduğumda onun
Akif’ten bu derece etkilendiğine şaşırmıştım. Akif’in mısralarına gözyaşı döktüğünde, bir
istiklal şairinin, diğer bir istiklal şairinin mısralarına ağlaması beni çok etkilemişti.
7 Zaman Gazetesi, 20 Mart 1993
8 Vahabzade, Bahtiyar, Yanan da Men Yaman da Men, Bakı 1995, s. 129.
"Çanakkale Şehidlerine" ve "İstiklal Marşı"na hayran olan Vahabzade, Mehmet Akif’i, Türk
ruhunun, Türk tarihinin, Türk medeniyetinin tecellisi olarak görür ve bununla da gurur duyar.
Mehmet Akif’in eserlerinden bu derece etkilenen şair, Türkiye’de tartışılan meselelere
de bigane kalmaz. 1973 yılında Türkiye’de yayımlanan ‘’Varlık’’ dergisinde Zeki
Eyüboğlu’nun ‘’Ölü Edebiyat’’ adlı makalesi yayımlanır. Makalede, Klasik edebiyatın,
özellikle de Fuzuli’nin dilinin zorluğundan, onun taklitçiliğinden, Klasik edebiyatın gerekli
olup olmadığından bahsedilir. Vahabzade, aynı derginin Şubat 1973’te çıkan sayısında,
Eyüboğlu’na cevap niteliğinde bir makale kaleme alır. Çalışmasında, Klasik edebiyatın
önemine değinen şair, Eyüboğlu’na şöyle seslenir: ‘’Bu satırları yazarken bana öyle geldi ki,
Nesimi ve Fuzuli yüce bir kayanın zirvesine çıkmış, Eyüboğlu’nun saldırısına, benim de
savunmama gülüyorlar. Onun için ki bu şahsiyetlerin Eyuboğlu gibilerin saldırısından
korkusu benim gibilerin de savunmasına ihtiyacı yoktur... O aşağıdan yukarı, kayanın
zirvesinde olanlara saldırıyor. Bu konuda halk ne güzel söylemiş: Yel kayadan ne aparır?’’9
Türkiye ve Azerbaycandaki ortak değerlerin çok olması ve bu değerlerin gün yüzüne
çıkması şairi duygulandırmaktadır. Vahabzade’nin kendisinden dinlemiştim. Şair, rahmetli
Ahmet Kabaklı’nın daveti üzerine Türkiye’ye gider. İstanbul’da birkaç gün konuğunu
ağırlayan Kabaklı, Vahabzade’ye bir gün sonra Ankara’ya gitmek için uçakta iki kişilik yer
ayırttığını söyler. Vahabzade de Kabaklı’ya uçakla değil de kara yoluyla gidip
gidemeyeceklerini sorar. Kabaklı’dan bu konuda olumlu cevap gelince, İstanbul’dan
Ankara’ya kara yoluyla gitmeye karar verirler. Yola çıkmadan önce Vahabzade eline bir
kalem bir de defter alır. Yolda levhalarda gördükleri yer isimleri teker teker kaydeder. Bu
isimlerin birçoğunun Azerbaycan’da, hatta kendi memleketi olan Şeki’de yer ismi olarak
kullanıldığını görür. Ortak toponimlerin bu kadar çok olmasına sevinen şair, yolda mola
verdiklerinde Kabaklı’dan izin ister hemen yanlarında kendileri gibi mola vermiş olan
yolcuların masasına selam verip oturur. Oradaki yolcularla biraz sohbet ettikten sonra
kendisini tanımadıklarını anlayan Vahabzade, masasına konuk olduğu Türkiye’li yolculara
kendisinin nereli olduğunu sorar. Onlar da Vahabzade’yi tanımadıkları için konuşmasından
Kars’lı ya da Ardahan’lı olabileceğini söylerler. Şair, yolcuların vermiş olduğu bu cevaba çok
sevinir.10
Şairi etkileyen bu olayların temelleri, iki ülke insanının sarsılmaz bağlarla birbirine
bağlanmasına dayanmaktadır. Her dönemde tazelenen vefa numunesi diyebileceğimiz olaylar,
haliyle, iki ülke insanını daha da birbirine yakınlaştırmaktadır. 1918 yılında Ermeniler ve
Ruslar birlikte Azerbaycan’da halkı katletmeye başladıklarında Azerbaycan hükümeti,
Osmanlı devletinden yardım ister. O dönemde, Nuri Paşa komutasında bir orduyla
Azerbaycan’ın yardım talebine cevap veren Osmanlı devleti, Ermeni ve Rusların işgal ettiği
toprakları Azerbayacanlı ve Türk askerlerden oluşan Kafkas İslam Ordusu sayesinde tekrar
istiklaline kavuşturur. Tabiî ki bu topraklarda binlerce asker şehid verilerek bu başarı sağlanır.
Bugün, Anadolulu’dan Azerbaycan’lı kardeşlerinin zor günlerinde yanında olmak için gelip
bu topraklarda canını veren binlerce asker, medfûn bulunmaktadır. Bunlardan birisi de
Şamahı sınırları içerisindeki Acıdere mevkiinde bulunan Türk subayının kabridir.
Azerbaycanlı kardeşleri için canını veren Türk askerine Vahabzade, yazdığı bir şiirle vefa
borcunu yerine getirir. Şair bu şiirinde duygularını şöyle ifade eder:
Yolun kenarında tenha bir mezar
Üstünde ne adı var ne soyadı.
Ey yolcu, arabanı eyle bu yerde
Soruş kimdir yatan tenha yerinde
9 Vahabzade, Bahtiyar, age, s. 201.
10 Kendisyle görüştüğümüz dönemde anlattığı bir hatıra.
O bir Türk zabiti kahraman, metin
Doğma kardeşine yardıma geldi.
Kırgına tutulan milletimizin
Haklı savaşına yardıma geldi.
Uzakdan hay verip senin sesine
Geldi, geldi dönmedi öz ülkesine.
Düşman saflarını o, soldan sağa
Biçip destesiyle cepheyi yardı.
Toprağın uğrunda düşüp toprağa
Senin toprağını sana gaytardı.
Özü koruduğu, hem can verdiği
Yolun kenarında defnedildi o.
Uğrunda canını kurban verdiği
Toprağı özüne vatan bildi o,
Yolcu arabanı bu yerde durdur.
O mezar önünde sen tazim eyle
Secde kıl, dua ver onun ruhuna
Ayak bastığın yer borçludur ona.
Vahabzade’nin eserlerinde de görüldüğü gibi, Türkiye onun gözünde kendi ülkesi
kadar azizdir. Türkiyenin mutlu gününde sevinen, üzüntülü günlerinde, Türkiye vatandaşı bir
ferd gibi kederlenen şair, Türkiye’nin istikbaldeki yerinin dünyadaki müreffeh
devletlerarasında olmalıdır diyerek, Türkiye’nin dünyadaki büyük devletlerden birisi olmasını
arzu etmektedir. Onun, "Tek arzum, yirmi birinci yüzyılda Türkiye’nin dünya muvazenesinde
sözü geçen, dünyanın en güçlü devleti olmasıdır." demesi, Türkiye’ye olan sevgisinin
derecesini gösteren en güzel ifadedir.