« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

11 Nis

2007

KEMAL BEY’İN İNFÂZI

01 Ocak 1970

" Gerçekten, îdâm kararı önceden hazırlanmıştı bile. Mahkeme sona erer ermez, hazır olan karar, tasdîk edilmek üzere Saray'a gönderildi. Ancak Pâdişâhın bu husûsta tereddüt göstermesinden kuşkulananlar vardı. Bunlar Dâhilîye Nâzırı Mehmet Ali Bey, Adliye Müsteşarı ve İngiliz Muhipleri Cem’i yeti’nin Reisi Sait Molla idi.

Bu iki adam, Dâmad Ferid Paşa'yı alelacele Saray'a gönderdiler.

Sultan Vâhideddin, karârın tasdîki için Şeyhülislâmdan fetvâ istedi. Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi, "Kemâl Bey hakkında istenilen fetvâ değildir. 'Kazâya' âittir, benim ise kazâya yetkim yoktur" mütâlâasında bulunarak fetvâ vermekten kaçındı. Pâdişâh ısrâr edince, umûmî mâhiyette "Bir Müslüman’ın, Müslüman olmayan birini öldürmesi hâlinde îdâma cevâz verildiği, ancak bu hükmün verilmesi için, öldürülenin yaralayıcı bir âletle yaralanması ve ölmesinin, bunun üzerine mirasçılarının "kısas" istemelerinin şart olduğunu bildirdi. Fakat, Pâdişâhı tatmîn için bir not eklemeyi de ihmâl etmedi. Bu notta, Divân-ı Harb-i Örfî tarafından ölüme mahkûm edilen Kemâl Bey'in muhâkemesi hak ve adâlete uygun yapılmış olduğu takdîrde, îdâm hükmünün muvâfık bulunduğu, açıklanıyordu.

Bu fetvâ Saray'ı tatmîn etti. İrâde hazırlandı, imzâlandı. Îdâm için gerekli tedbîrler alındı, hazırlıklar yapıldı. Sehpa kuruldu.

Kemâl Bey'in olup bitenden haberi yoktu. Bekir ağa Bölüğü'nde, tutuklu arkadaşlarıyla oturmuş, konuşuyordu. Birden dışarı çağırdılar ve hemen yakalayıp Beyazıt Meydanı'na çıkardılar.

Ermeni komitacıları, mahkemeyi ve infâz için harcanan gayretleri adım adım tâkîb ediyorlardı. İstanbul’un çeşitli semtlerinden pek çok serserî Ermeni'yi meydana toplamışlardı.

İstanbul’un Müslüman halkı da için için kaynıyordu. Günlerden beri bu dâvâ ile meşgûl olanların kulaklarında acı haber bir anda dolaştı:

Kemâl Bey'e îdâm vermişler. Bu akşam asacaklarmış, Beyazıt’ta.

Halk, akın akın Beyazıt’a koşuyordu. Teşkîlât-ı Mahsûsa'nın ve o zamanki M.M. grubunun mensupları da Beyazıt’ta bulunuyorlardı.

Herkes birbirine soruyordu:

- Niçin böyle karanlığa bıraktılar?

- İşlerine öyle geliyor da onun için!

Meydanda olduğu kadar, yollarda ve meydana bakan damlarda da mahşerî bir kalabalık vardı. Îdâm sehpası, o zaman Harbiye Nezâreti'nin girişi olan, daha sonraları uzun yıllar rektörlük makâmı olarak kullanılacak küçük binânın önüne kurulmuş, etrâfı jandarma ve polis kordonu altına alınmıştı. İngiliz ve Fransız askerî birlikleri de binânın önünde duruyorlardı.

Güneş yavaş yavaş gurûb ediyor, pembe bir renk Süleymân iye tarafını kaplıyordu. Ne tezat! Türk'ün bu muhteşem yapısı ve bu küçülüş, bu eziliş, bu yok oluş tablosu birbirine ne kadar yakındı.

Dalgalanan kalabalık bir anda sustu.

Bir zafer tâkı gibi süslü Harbiye Nezâreti kapısından çıkan bir müfreze süngülü askerin ortasında Kemâl Bey geliyordu.

Yüzü solgun bir renk almıştı. 35 yaşlarındaydı. Îdâm mahkûmlarına mahsûs beyaz gömleği giymiş, ağır ağır yürüyordu. Metindi. Mukadderâta teslîm olmuş gibiydi.

Ziyaret -> Toplam : 125,40 M - Bugn : 168457

ulkucudunya@ulkucudunya.com