Organize işler bunlar!
Bülent KENEŞ 01 Ocak 1970
Önce rahip Santoro, sonra Ermeni kökenli Türk gazeteci Hrant Dink ve önceki gün de İncil basımı ve dağıtımı yapan Malatya'daki bir yayınevinde hunharca katledilen üç misyoner...
Bütün bu hunharca cinayetlerin bürokratik statükodan kopma çabasında olan, bu yönde büyük ve demokratik bir transformasyon sürecinden geçen ve bu köklü transformasyonun tüm sancılarını en ağır şekilde çeken Türkiye'nin kritik bir dönemine denk gelmesi bir tesadüf olamaz. Türkiye'yi yakından tanıyanlar her ne zaman ülke kritik bir aşamadan geçecek olsa, bu tarz vahşi provokasyonların Türk kamuoyunun asla arzu etmese de kaçınılmaz olarak beklediği kabuslar olduğunu bilecektir. Ve kabusların yine asla beklentileri boşa çıkarmadığını da!
Belirli fasılalarla meydana gelen ancak seçilen hedefler, kullanılan tetikçiler ve işleniz tarzları açısından benzerlikler gösteren bu hunharca cinayetlerin organize işler olduğu ise yaygın kanaat. Sanki bir karanlık odak ya da odaklar kritik dönemlerde uygulamaya sokulmak için farklı mekanlarda önceden hazırlıklar yapıyor, sonra da zamanı gelince bu hazırlıkları Türkiye'yi sarsacak, dünyayı şoke edecek bir konjonktürde devereye sokuyor. Yaşanan olaylarda bu kanaati güçlendirecek yeterince delil bulunuyor.
Her üç olayda da hedefler bir şekilde dini kimlikleri olan yabancılardan seçiliyor. Her üç olayda da henüz çocukluk safhasından yeni çıkan ya da hala çocuk sayılabilecek gençler kullanılıyor. Her üç olayda da tetikçi ya da tetikçilerin bir şekilde polisin eline geçmesine imkan veriliyor. Her üç olayda da perde gerisinde birilerinin bulunduğuna dair yaygın bir şüphe olmasına rağmen bu karanlık birileri bir türlü deşifre edilemiyor.
Her üç olayda da aslında hedeflenen son yıllarda dışa açılımcı çok-boyutlu (multi-dimensional) politikalar izleyen, Avrupa ile entegrasyon çabalarına hız veren, bu arada ciddi miktarda yabancı yatırımcı çekmeyi, ciddi bir turist destinasyonu olmayı başaran ve yabancıların artan bir şekilde yerleşmek için tercih ettiği, mülk aldığı bir ülke haline gelen Türkiye'nin dünya kamuoyundaki imajını karalamak. Ve dünyayla bütünleşme trendini tersine çevirmek.
Bu kritik süreçte farklı din mensuplarını hedef alan bu tür saldırılarla, Türkiye'den dünyaya yansıyan bu korkunç olayın görüntülerinin yaratacağı etkiyi birbirlerinden bağımsız düşünmek imkansız. Bu hunharca katliamların Türkiye'da yapıldığı muhakkak. Ama örgütleyenlerin bu canavarlığın sonuçlarını yurtdışından gelecek tepkilerle devşirecekleri de.
Çünkü, bu cinayetlerin vatan elden gidiyor, ülke toprakları satılıyor, misyonerler Türk çocuklarını hıristiyanlaştırıyor, Türkiye'nın dış politikasını da, iç politikasını da AB ve ABD yönlendiyor söylemini dillendiren türedi ulusalcılık (neo-nationalist) akımının paranoyakça tutumundan kaynaklandığı aşikar. Zaten bu cinayteleri planlayanların arzusu da Türkiye'nin dünyadan koparılması, içine kapanması, sui generis bir anti-demokratik ilkel cumhuriyet rejimine dönüşmesinden başka bir şey değil.
Bu yüzden, Avrupa Birliği üyelik sürecinde Müslüman kimliği bahane edilerek Türkiye'nin önüne çıkarılan sıkıntıların arttığı bir konjonktürde bu cinayetlerin sözkonusu argumanları daha da güçlendirmek için planlandığını savunmak gerçeklikten uzak bir yaklaşım olmayacaktır.
Yani Avrupa ve Batı kamuoyunu derinden etkileyecek bu provokasyonlar asla bir tesadüf olamaz. Bu hunharca cinayetleri işleyenlerin kimliklerinde dini öğeler fazlaca olmasa da, seçilen hedeflerin dinsel kimlikleri bu alçakça amacı gerçekleştirmek için yeterli görülüyor olsa gerek.
Allah tüm insanlığı bu tür alçak organizatörlerin şerrinden korusun!