ABD ve ılımlı İslam ve Türkiye
Hüsnü MAHALLİ 10 Ekim 2007
Hemen söyleyeyim.
Ilımlı, light, yumuşak, laik ya da çağdaş İslam.
Bunların hiçbiri Amerika’nın ya da Amerika’daki egemen güçlerin umrunda bile değil.
Müslümanları ilgilendiriyorsa demokrasi ve insan hakları ise hiç.
Amerikan egemen güçlerin tek bir ilgi alanı var o da kendi çıkarlarıdır. ABD bu çıkarlar uğruna her şeyi göze alır ve herkesi ama herkesi feda etmeye hazırdır ve eder.
Amerika’nın 230 yıllık iç ve dış yaşamında bunun çok örnekleri vardır.
Bu karanlık geçmişin bizi ilgilendiren bölümüne bakalım.
ABD, İkinci Dünya Savaşı sonrasında İslam ülkelerine ilgi göstermeye başladığında bakın ne düşünüyordu?
Önce BM’yi kullanarak Filistin toprağında İsrail devletini kurdurdu. İngiltere ve genel olarak Hıristiyan Batı ile birlikte Yahudilere stratejik hizmette bulunan ABD aynı zamanda iki temel hedefini gerçekleştirme peşindeydi:
1-Bölgedeki petrolü ele geçirmek.
2-Bu petrolde gözü olan ideolojik düşman Sovyetler Birliği’nin bölgeye girmesine izin vermemek.
ABD bunun için de iki temel yola başvurdu: Önce Arap ülkelerinde kendi yanlısı kıral ve liderleri işbaşına getirdi sonra da bunlara “İslam’ı silah olarak kullanın” talimatı verdi.
ABD Suudi petrolünden kazandığı petro-dolarların bir kısmını hep bu yolda harcadı.
Rahmetli Uğur Mumcu bu konuda çok şey yazdı.
Ama hafıza-i beşer nisyan ile malul olduğu ve insanlar tarihten ders çıkarma becerisini göstermediği için tarih hep tekerrür ediyor.
Daha açık ifade ile ABD, Sovyetler Birliği’ni ve onun bölgedeki tüm yandaşlarını dağıtmak ve komünizmi ideolojik olarak yenmek için önce gerici, anti-demokratik ve faşist iktidarları sonra da din olarak “İslam’ı” silah olarak kullandı.
Bunun için de ABD, Arap ve İslam ülkelerinde hemen hemen tüm İslamcı iktidar ve parti ile örgütlere destek verdi.
‘Yeşil Kuşak’ teorisini burada hatırlatmaya gerek yok.
Afganistan’da Sovyet işgaline karşı mücadele eden tüm “İslamcı mücahitlerin” arkasında hep ABD ve onun istihbarat örgütleri vardı.
Bölgedeki gerici ve işbirlikçi ülkelerin istihbarat örgütleri ona yardım ediyordu.
Afganistan kurtulunca bu kez mücahitler birbirine girdi.
Afganistan’da CIA kamplarında eğitim gören ‘İslamcı gençler’ bu kez kendi ülkelerine dönerek ‘potansiyel terörist’ olarak bekletilmeye alındı.
Cezayir’deki FİS olayı bunun somut örneğidir.
ABD bununla da yetinmedi.
Sovyetler Birliği dağılmış olmasına ve komünist sistem ideolojik olarak bitmesine rağmen bu kez Pakistan’da milyarlarca dolar harcayarak Şii İran’a karşı kullanılmak üzere Taliban okullarını açtı ve burada yalnız Afganistan’a değil belki de tüm dünyaya yetecek kadar ‘radikal İslamcı teörist’ yetiştirdi .
Bununla yetinmeyen ABD, Nisan 1996’da Taliban ile birlikte Kaide’yi Kabil’de iktidara getirerek hem İslam alemi hem de tüm dünya için yeni bir süreci başlattı.
Kapitalist dünyanın ve onun askersel kanadının yeni düşmanı artık komünistler değil, radikal ya da ılımlı olsun tüm olarak Müslümanlar ve İslam dünyası.
11 Eylül ise bu sürecin en önemli dönemeci.
Afganistan işgal edildi. Ama Taliban ve Kaide eskisinden daha güçlü. Ülke ise afyon kaçakçısı gerici aşiretlerin kontrolünde.
Irak’ta ise durum ortada.
İşgal ile birlikte Kaide bu kez Irak’a taşınarak tüm bölge için bir risk oluşturdu.
Irak’ta ise ABD laik ve ılımlı Şiilerle değil tam tersine bağnaz ve tutucularla işbirliği yapmayı tercih ediyor.
ABD bununla radikal Sünnileri kışkırtmayı amaçlıyor.
Dünyanın en gerici, bağnaz ve karanlık yönetimi olan Suudiler ise hâlâ ABD’nin bölgedeki en önemli müttefiği.
Suudi Arabistan hem Kaide’ye eleman yetiştiriyor hem de Şiilere karşı dirensin diye Amerikan düşmanı Irak’taki Sünni direniş gruplarına destek veriyor.
Yani ılımlı, light, laik, çağdaş İslam’dan dem vuran ABD ve yandaşları söylemlerinin tersine hep radikal olanlara ya da radikalizmi kışkırtanlara destek veriyor.
Filistin, Irak, Lübnan, Afganistan, Somali, Çeçenistan ve benzeri yerlerde süregelen işgal ve katliamlarla Müslümanları sürekli kışkırtan ABD aslında onları radikalizme bilerek ve bilinçli olarak itiyor.
İslam’ın en ılımlısının yaşandığı Bosna’da 1991-1994 yılları arasında yalnızca Müslüman oldukları için Bosnalılara yönelik insanlık dışı katliamlar ve işlenen cinayetler batının genel olarak İslam dünyasına ve Müslümanlara yönelik bakış açısını yeterince gösteriyor.
Çünkü o sıralarda ne Kaide ne 11 Eylül ne de Müslüman teröristler ortada yoktu.
Şimdi soruyorum; Bosna ya da Çeçenistan’da tecavüze uğrayan on binlerce kadının doğurmak zorunda kaldığı çocuklar, Irak ya da Filistin’de akrabaları öldürülen milyonlarca insan acaba ılımlı Müslüman olabilir mi?
Hemen söyleyeyim. Radikal ya da ‘terörist’ Müslümanların bugünkü varlığından tek sorumlu varsa o da ABD ve yandaşlarıdır.
ABD tarafından desteklenen faşist, gerici ve anti-demokratik iktidarların egemen olduğu ülkelerde açlık, sefalet, yoksulluk, haksızlık ve zulüm altında yaşayan Müslümanlar’dan acaba ne beklenir?
Şimdi ve gelecekte hiçbir şey değişmeyecek. İslam’ın hiçbir türü kendi çıkarlarına hizmet etmediği sürece ABD’yi, Batı’yı ve yandaşlarını ilgilendirmiyor ve ilgilendirmeyecek.
ABD ve Batı’nın ılımlı İslam’dan söz etmesi bir kötü niyetten kaynaklanmıyorsa, ki bana göre öyle, bir eğlence ve fanteziden ibarettir.
İngiltere’nin BM temsilcisi David Maning’in dediği gibi
‘ABD ılımı İslam’ı yaymak isteseydi bir uçak gemisine harcadığı paralarla Müslüman ülkelerde binlere çağdaş din okulu açabilirdi’.
Ama ABD hep tersini yapıyor ve yapacak.
ABD son 50-60 yılda Ortadoğu bölgesinde hep savaş çıkartarak trilyonlarca dolar silah sattı.
Geçen yıl Avrupa ülkelerinde sevgili Peygamberimize yönelik çizimlerin ve peşinden Papa’nın İslam’a yönelik söylemlerinin sizce ne anlam ve amacı olabilir!
Yani Batı durduk yerde İslam ve Müslümanları hedef alarak kendi halinde yaşayan ılımlı vatandaşları bile kışkırtmayı amaçlamaktadır.
ABD ve Avrupa ülkelerinde yaşayan Müslümanlara yönelik psikolojik ve sosyolojik baskıların , estirilen terör havasının ve ‘İslam-faşist’ suçlamaların başka bir açıklaması olabilir mi ?
ABD ve yandaşlarının istediği tek bir şey var o da ‘İslam’ı tüm yüce değerlerinden’ boşaltmaktır.
İslam haksızlığa, zulme ve Batı ile İsrail kaynaklı tüm kötülüklere kızmamalı ve direnmemeli.
Yani Müslümanlar önce umutsuz ve çaresiz kılınmalı sonra da inançları gereği kaderciliğin pençesine teslim edilmeli!
Müslümanlar İslam’a bir din olarak değil bir hobi ya da kendi kişisel ve grupsal çıkarlarını sağlayan bir parti programı ya da dernek tüzüğü olarak inanmalı ve öyle yaşamalı.
ABD ve Batı kriterlerine göre Müslümanlar yumuşak değil, yavaş olmalı.
Böyle bir İslam Türkiye’ye, Türklere ve dolayısıyla tüm Müslüman ülkelere uygun görülüyorsa bu amacından dolayı bazıları ABD ve Batı’yı sevebilir.
Unutmamak gerekir ki; İslam’a göre dinde zorlama yok, demokraside ise herkes her şeye inanabilir!
Hatta isterse karanlık aydınların peşinde gidebilir.
Globalleşme denilen sihirli kelime ve dinlerarası diyalog yolu onlara bu tercihlerinde yardımcı olacaktır.
Bugün İslam’ın en yoğun yaşandığı sanılan Suudi Arabistan’da insanların dini-imanı para.
Suudi Arabistan’da devlet memurları mesailerinin büyük bölümünü ekran başında borsayı takip ederek geçiriyor.
Porno kasetler ve CD’ler bu ülkede satılıyor. 50’yi aşkın Müslüman ülkenin tümünde farklı alanlarda farklı uygulamalar ve sorunlar var.
Yani ne Türkiye Malezya olur, ne de Pakistan ya İran Türkiye’ye benzer.
Büyük ve iddialı söylemlere gerek yok.
Her ülkenin kendine özgü farklı koşulları var.
Türkiye ise ‘nev-i şahsına munhasır bir vakıadır’.
Türkiye ve AK Parti yönetiminin tercihi ise kuşkusuz Türk halkının eğilimini ve sosyo-psikolojik yapısını ilgilendiriyor.
Önemli olan AK Parti yöneticilerinin ‘ılımlı İslam’ tanım ve söyleminden ne anladıklarıdır.
Daha açık bir ifade ile Erdoğan ve arkadaşları, geneli itibarıyla muhafazakâr bir toplum olarak Türk halkına ne tür bir ‘din tanımını ve uygulamasını’ uygun görüyorlar. Bence bu sorunun yanıtı yalnızca Türkiye’deki ılımlı İslam tartışmasını değil aynı zamanda AKP’nin de geleceğini de belirleyecektir.
Türkiye yüzlerce sosyal, ekonomik, siyasal, kültürel, tarihsel ve genetik nedenlerden dolayı dinsel tartışmalar açısından farklı bir ülkedir ve öyle kalacaktır.
AK Parti liderlerinin bu yoldaki tercihi bu ülkeyi nereye götürürse götürsen elbette ABD bundan yararlanmak isteyecektir.
Bunu yaparken ABD, Türkiye’de ne tür bir İslam olduğuna bakmayacak ve yalnıza Ankara’daki iktidarın kendi planlarına ne kadar hizmet edeceği ile ilgilenecektir.
ABD ve yandaşlarının tercihi asla ılımlı İslam ya da ılımlı Müslüman ülkeler değildir ve olmayacaktır.
ABD’nin AKP’den ve Türkiye’den beklenti ve isteği İslam’ı içeriğinden boşaltmak yani içeriksiz kılmaktır.
ABD’ye göre ancak böyle bir Türkiye BOP’ta başkalarına örnek olabilir.
ABD, Müslüman ülkelerle ilişkilerinde ılımlı ya da demokrat olup olmadığına bakmaksızın tek bir kriteri göz önüde bulundurur. ‘Petrolü bana vereceksiniz, kazandığınız paralarla silah alarak birbirinizle savaşacaksınız ve hep benim dediklerimi yapacaksınız.’
Kendi içinde barışık, sorunlarını çözmüş toplumuna esenlik sağlayan ve komşusu ülkelerle barış içinde yaşamaya özen gösteren ‘ılımlı Müslüman’ ülkeler sizce ABD’nin bu beklentilerini yerine getirir mi?