« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

19 Haz

2007

HZ. ALİ HALİFE SEÇİLDİ

01 Ocak 1970

Hz. Osman şehit edildi. Halifelik işi ortada kaldı.

Muhacir ve Ensar'ın büyükleri toplanıp, Hz. Ali'nin yanına gittiler. Halifeliği kabul etmesini kendisinden rica ettiler. Hz. Ali kabul edince de, O'na biat ettiler. Çünkü o zaman, mevcut ashabın en üstünü ve halife olmaya en çok ehil olanı Hz. Ali idi.

Daha sonra ortaya çıkan kavgalar ve hatta savaşlar, Hz. Ali'nin hilâfeti ve hilâfetinin meşrûluğu üzerindeki çekişmelerden değil, Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasındaki içtihad farkından ileri gelmiştir.

Söz konusu içtihad farkı, Hz. Osman'ı şehit eden katillerin cezalandırılması mevzuu ile ilgilidir... Hz. Muaviye, katillerin hemen, hiç vakit geçirilmeden cezalandırılmasını istiyor, bu konuda ısrar ediyordu. Hz. Ali ise, katilleri cezalandırmak için, kendisine zaman tanınmasını istiyordu.

İşte bu içtihad farkı, Sıffin Savaşı ile Hakem Olayı'na sebep olmuş, ve Hz. Muaviye Hakem Olayında hile ile halife ilân edilmiştir.

Bir kısım Hz. Ali taraftarı, Hz. Ali'nin kendisine yapılan hakem teklifini kabul etmesine karşı çıkarak, Hz. Ali'nin yanından ayrılmışlardır ki, bu grup, daha sonra, Haricîler diye bilinen fırkayı meydana getirmiştir.

Anlaşıldığı üzere, Hilâfet Meselesi aslında itikadî bir mesele değildir. Siyasî bir meseledir. Ama, hilâfet ve imamet Şia'da iman ve itikadın temel esaslarından kabul edildiği için, bu husus, Ehl-i Sünnet vel Cemaat imamları tarafından da, Ehl-i Sünnet vel Cemaat kelâmının
konuları arasına alınmak zorunda kalınmıştır.

Kısaca, ilk dört halife arasında yapılan fazilet sıralamasının esası, itikadî değil, siyasî tercihlere dayanmaktadır. Mesele siyasîdir... Onun için, herkesin siyasî tercihini ve kanaatini açıkça ortaya koyması normal karşılanmalıdır... Ancak, bu tercih yapılırken, kanaat ortaya konulurken Edille-i Şer'iyyeye ters düşülmemelidir.

Çünkü, sahabelerin üstünlüğünü, bizzat ulu ve yüce Allah takdir buyurmuştur. Ulu ve yüce Allah Et-Tevbe sûresinin 100. âyetinde; “(İslâm'da) birinci dereceyi kazanan Muhacir'ler, Ensar ile onlara güzellikle tâbii olanlar (yok mu?), Allah onlardan razı olmuştur. Onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. (Allah), bunlar için –kendileri içinde ebedî kalıcı olmak üzere- altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte bu, en büyük saadettir” buyurmaktadır.

Peygamber Efendimiz de; “Eshabımın her biri gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız, Allah-ü Teâla'nın sevgisine kavuşursunuz”. “Benim sahabelerime ikrâmda bulunun. Çünkü onlar, sizin hayırlılarınızdır. Sonra yalancılık yaygınlaşacaktır”. “Eshabıma dil uzatmakta Allah-ü Teâla'dan korkunuz!.. Onları sevenler, beni sevdikleri için severler” diye buyurmuşlardır.

O halde, Elhamdülillah Müslüman’ım diyen hiç bir mümin, şu veya bu sahabeyi şu veya bu bahane ile çirkin sıfatlarla anamaz. Anmamalıdır!..

Kaldı ki, kendisinden önce gelen ilk üç halifenin üstünlüğünü Hz. Ali de kabul etmektedir. Molla Hüseyin El-HANEFÎ'nin, İmam-ı AZAM'ın El-Vasiyye'sini şerh ederken yazdığı şu tarihî olay, bunu, açık ve net olarak ortaya koymaktadır... “Bir gün Hz. Ali, Kûfe mimberinde
konuşma yaparken, Muhammed b. Hanefiyye kendisine; Hz. Peygamberden sonra bu ümmetin en hayırlısı kimdir? tarzında bir soru sormuş, Hz. Ali de; Hz.Ebu Bekir, sonra Hz. Ömer, sonra Hz. Osman cevabını vermiştir. Muhammed b. Hanefiyye'nin; Sonra kim? sorusu karşısında ise sükût ederek, şöyle bir söz sarfetmiştir; istersem dördüncüyü size haber veririm Muhammed bin Hanefiyye; O kişi sen misin? demiş, Hz. Ali sükût etmiştir”... “Hz. Ali'nin burada sükût etmesinin sebebi, herhalde, kendisini övmemek içindir”...

Müslüman ve Dokuz Işıkçı Türk Milliyetçileri olarak, biz de, İmam-ı Azam Ebu HANİFE'nin Fıkh-ı Ekberinde buyurduğu gibi; “Peygamberlerden sonra, insanların en faziletlisi Ebu Bekir Es-Sıddık, sonra Ömer El-Faruk, sonra Osman bin Affan Zinnûreyn, sonra Aliyyu'l-Murtaza'dır. Allah hepsinden razı olsun. Onlar, doğruluk üzerine olan ve doğruluktan ayrılmayan, Allah'a kulluk eden kimselerdir. Hepsine sevgi ve hürmet hisleri besler, yüce Peygamber'in bütün ashabını hayırla anarız” der ve böylece inanırız.

Ashabın icmaı ile kader-i Rabbani'ye itiraz ederek, hilâfet şunun hakkıydı, yok bunun hakkıydı tarzında iddialarla İslâm dünyasında fitne doğuran kişi, zümre ve fırkalar, gerçekten de Ehl-i Sünnet vel Cemaat yolundan ayrılmışlardır.

Zaten, eğer halifelik önce Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman'ın hakkı olmasaydı, sahabe bu konuda ittifak ve icma etmezdi... Hz. Ali de, Hz. Muaviye ile kavga durumuna girdiği gibi, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman ile de çekişme durumuna girerdi.

Ayrıca, şayet Şiîlerin iddia ettikleri gibi, Hz. Ali'nin halife olması gerektiğine dair, Peygamber Efendimiz'den gelen bir nass ve açık beyan bulunsaydı, Hz. Ali bu nassı sahabeye karşı delil olarak ileri sürerdi... Sahabe de, bu nass ve hükme uygun hareket ederdi... Açık bir hükmü ve nassı terkedip bâtıl üzerinde birleşmek, Peygamber Efendimizin sahabesi hakkında nasıl düşünülebilir?

Esasen, yukarda da belirttiğimiz gibi, Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasında hilâfet meselesi değil, sadece bir içtihad farkı vardı... Ancak, zamanla her grup kendi itikadî, fıkhî ve amelî esaslarını tesbit edip, ayrıca ortaya koymuştur... Pratik'ten teori'ye geçilmiştir... Böylece, Ehl-i Sünnet vel Cemaat, Şia ve Haricîlik ortaya çıkmıştır... Mesele, özet olarak böyledir...

Ziyaret -> Toplam : 125,29 M - Bugn : 50058

ulkucudunya@ulkucudunya.com