Silistre müdafii Şehid Musa Paşa
İrfan Özfatura Ahmet Sırrı Arvas 01 Ocak 1970
Ruslar sadece 6 bin askeri, 4 bin gönüllüsü olan Silistre’yi 80 bin kişiyle kuşatır, 12’si general olmak üzere 15 bin ölü ve 20 bin yaralı verip defolurlar.
Şehid Musa Paşa muhteşem bir zafere imza atar. Ardından Ömer Paşa, Rusları Kalafat Muharebesi ile hırpalar, Yerköy’de resmen dumanlarını atar. Moskof Tuna boyunda 2 general ve 6 bin asker daha bırakıp, kaçar.
Halbuki adamlar sadece Balkanlar’ı değil, yeryüzünü ele geçirmek için yola çıkar. Tekerlekleri Silistre adlı ufacık taşa takılır, çabaladıkça batarlar.
Romenler Bükreş’e giren Türk kuvvetlerini (6 Ağustos ) alkışlarla karşılar, Ruslardan kurtulmanın sevincini yaşarlar.
Osmanlılar Ayasofya’da ayin hayaliyle yanıp tutuşan Rumları da (Epir ve Teselya’da) tokatlar, Nardo Zaferiyle (1854) yerlerine oturturlar.
Rusya bocalayınca dengeler değişir, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Prusya da İngiliz Fransız İtalyan ittifakına katıldıklarını açıklar.
Müttefik Kuvvetleri 31 Mart 1854’te Gelibolu’da toplanır, Osmanlıya omuz çıkarlar. Bu arada Odesa bombalanır, Rusların 15 gemisini batırır, 13’üne el koyarlar. Çar’ın elinde tersane, tahkimat, mühimmat diye bir şey kalmaz.
Sonun başı
Ve çatışma Kırım’a sıçrar.
Ruslar Alma’da, Sivastopol’da da yenilir, Karadeniz’de gemi dolandıramaz olurlar. Çar’ın iki ünlü komutanı Prens Mençikof ve General Gorçakof unutulmaz hezimetler yaşar. 50 bine karşı 90 bin kişi çıkarmalarına rağmen Balaklava ve İnkerman muharebelerinden mağlup ayrılırlar. Karadeniz kıyılarındaki şehirleri yanar yıkılır, sokaklar is tüter, duman kokar. Bombalanmamış ne liman kalır, ne de istihkam.
Kilburnu Zaferinin ardından Özi Kalesi fethedilir. Serdar Ömer Paşa, Kafkasya’da yeni bir cephe açar. Sohumkale’ye asker çıkarıp, Rus kuşatması altındaki Kars’ın yardımına koşar.
Bu arada Çerkesler, Gürcüler ve bilhassa Şeyh Şamil destanlık işler yapar. Gazavat kıvılcımı yeniden parıldar, mücahidler Batum civarındaki Sekvetli Kalesi’ni fetheder, Ruslar’ı sürer atarlar. Muraviev 160 bin askerle Kafkasya’ya yürür ama Abdülkerim Paşa karşısında dikiş tutturamaz.
Neye yarar? Peki netice?
Osmanlı toprak kaybetmez o kadar... İyi de onca malzeme, onca para, onca zaman ve onbinlerce genç civan?
İngilizler istediklerini alır, o hengamede Gürganiyye İslâm Devletini yıkar, Hindistan’a sahip olurlar. Racaların hazineleri, madenler, baharatlar Britanya’ya akar. Müslümanların iliğini sömürür, kemiklerini sıyırırlar.
Fransızlar ise hiç yoktan Orta Doğu’da güç kazanır, ayaklarını Suriye, Filistin, Lübnan’a atarlar.
İtalyanlar neden sonra iç birliklerini sağlar, devlet olurlar.
Petersburg perişandır. Peş peşe gelen hezimet haberlerine dayanamayan Çar Nikolay, Rus ruleti oynar, toplusunun her gözüne mermi yerleştirip tetiğe basar.
Ki buna intihar diyorlar.
Marks, Engels
Silistre Zaferi komünizmin kurucularından Marx ve Engels’i bile şaşırtır, hakkı teslim zorunda kalırlar.
Engels, “New-York Daily Tribune”deki makalesinde “cihanı ele geçirmeyi hedefleyen Çar karşısında İngilizler, Fransızlar aciz kaldılar ama Türkler Rusları Silistre’de durdurdular” diye yazar. Okumaya devam edelim: “Biz Türklerin savunmayı bırakarak çekileceklerini sanmıştık. Zira Mareşal Paskeviç, kaleye 31 tabur, 40 süvari bölüğü ve 144 sahra topçusuyla yüklenmişti. Ancak saldırı, Türkler üzerinde hiçbir tesir bırakmadı. Tam tersine onlar, Ruslar üzerine süvari çıkarttılar... Arap tabyasında 4 tabur asker ile 500 başıbozuğun verdiği mücadele en yüksek methe mazhar bulunuyor. Ben savaş tarihinde böylesi bir direniş okumadım, duymadım.”
Nitekim Karl Marx da “Çar’ın yayılmacılığı bilinen bir şeydi, Avrupa’yı istila etmesi kaçınılmazdı. Beni bir tek Türkler yanılttı” itirafında bulunmaktan kaçınmaz.
Vatan yahut Namık
N. Kemal’in ünlü piyesi “Vatan Yahut Silistre” de aynı mevzuya parmak basar. Ancak edebi yönden çok cılızdır, kurgu oturmaz. Şöyle ki: Zekiye Silistre konaklarında sütninesiyle yaşayan bir kızdır, babasını hatırlamaz. İlk görüşte âşık olduğu İslam Bey gözü kara bir subaydır, camdan girer, bacadan çıkar. Bu Arnavud zor görevlerin adamıdır, yaralanır ama yıkılmaz, göğsündeki deliklere aldırmadan işini tamamlar.
Albay Sıtkı, namusu uğruna elini kana bulayan subay arkadaşını kurşuna dizmediği için rütbelerinden olan, sonra Hicaz’a gidip izini kaybettiren ve başka bir isimle silbaştan neferliğe başlayan, azimle çalışan, adım adım yükselip rütbe kazanan bir komutandır. (Burada Genelkurmaya laf sokar) O gün düşmanın cephanesini uçurmak için üç gönüllü isteyince İslam Bey öne çıkar, Zekiye erkek kıyafeti giyip ekibe katılır. Subaylar salak ya (!) yutarlar. Neyse bu üçlü kılıçlarını çektikleri gibi Rus karargâhını dağıtır, cephaneyi uçurmakla kalmaz, konvoyları da basarlar. Üçer beşer mermiyle yaralanmalarına rağmen Silistre’ye dönmeyi başarırlar. Bu arada Albay Sıtkı, Zekiye’nin kendi kızı olduğunu anlar. Mendiller hıçkırıklar... Gözyaşı sel olup akar.
Evet, Silistre mücadelesi her methe lâyıktır, gelgelelim bu basit senaryo, o büyük destana yakışmaz.
Piyes birer sayfalık konuşmalarla sürer gider, ağdalı üslubu iç bayar. Oyuncular ikide bir marş söyler, hamasetin kralını yaparlar. Namık Kemal şu gün yaşasa ilk mektep talebeleriyle aşık atamaz, lisede kesin çakar!
İyi de abi, bu alkış, bu şaşaa?
Nobel hesabı!.. Demek ki o devirde de birilerinin elinden tutar, önünü açarlar. Pompalayıp kullanır, adını caddelere mekteplere koyarlar.