Girit’in Fethi
01 Ocak 1970
Giritliler ile Venedikliler arasında 440 yıldan beri süren ezeli düşmanlık ve bir türlü bitmek bilmeyen Venedik Ceneviz rekabetinden dolayı Ada da kargaşa, katliam, eza ve cefalar halkın sürekli isyan etmesine neden oluyordu.
Halk bir kurtuluş yolu veya bir mucize beklentisi içinde yaşamını sürdürmeye çalışırken, Türk akınlarının adaya doğru başlamasıyla Giritliler ırk, dil ve din ayrımı gözetmeyen Müslüman Türk adaletinden söz etmeye başlamıştır. Çünkü Giritliler Kıbrıs’ı Feth eden Türklere karşı takviye kuvvet olarak savaştırılmış ve esir düşen Giritli askerlere hiçbir cefa yapılmadan memleketlerine geri götürülmüştü. Artık beklenen bir mucizenin ışıkları Türk akınlarıyla görünmeye başlanmıştır.
Girit adasına ilk Türk akınları Aydın Oğulları Beyliğinden Umur Bey 300 gemi ile başlatmıştı. Umur Beyden sonra 1469’da Girit çeşitli istikametlerde yapılan Osmanlı hücumlarına maruz kaldı. Akdeniz’i bir Türk gölü haline getirmek isteyen korkulu Armada Barbaros Hayrettin Paşa’nın 1538’de Girit sahillerini kontrolü altına almasıyla en fazla zarar gören yer oldu.
1567 Yılında II.Selim’in tahta çıkması ile Kıbrıs adası fethi sırasında Girit’e akında bulunuldu ve Suda kalesine bir gece baskını düzenlendi. Bu saldırılar sırasında Hanya Kalesi’de çok zarar gördü ve Cezayir’den gelen bir Osmanlı donanması Resmo yöresini yakıp yıktı.
IV.Murat döneminde Osmanlı Devleti,Venedik Devletiyle Sulh halindeyken Cezayir ve Tunus korsanları Girit’i basıp, Avlonya’ya sığındıkları zaman Venedikliler, anlaşmayı hiçe sayarak Avlonya’yı talan etmişler, kaleyi ve kale içindeki camiyi yıkmışlardı. Bu hareket Girit’in feth edilmesi konusunda ilk sebeplerden birini teşkil etmiştir.
Sultan İbrahim’in hükümdarlığı döneminde ortaya çıkan Sümbül Ağa meselesi ise, Girit adasının feth edilmesinden en önemli sebep olmuş ve Osmanlı Devletini harekete geçirmişti. Olayın gelişimi ise; saray içinde mutlak amir olan, astığı astık, kestiği kestik Kızlar Ağası Sümbül Ağa padişahın tek itimat ettiği biri idi. Ancak Sümbül Ağa’nın çok aşırı açgözlülüğünden dolayı padişahın gözünden düştü. Ağa Padişaha yalvararak kendisini affetmesini ve izin verir ise, ömrünün son yıllarını Mısır’da geçirmek istediğini bildirdi. Sultan İbrahim büyük hizmetlerini gördüğü Sümbül Ağanın gitmesine izin ve müsaade verdi. Hazırlıklarını tamamlayan Sümbül Ağanın serveti Mısır eyaletinin beş yıllık vergisine muadildi. Sümbül Ağa hiç zaman kaybetmeden İstanbul Limanında anlaştığı İbrahim Çelebi’ nin iki katlı kalyonuna 50 kadar güzel cariye, birçok köle, Arap atı, silahlı muhafız ve sandık sandık altın almıştı. Bundan başka Mekke Kadısı ile bir takım hacılarda yanında bulunuyordu. Sümbül Ağa ne olur ne olmaz deyip kellesinin gideceği korkusu ile İstanbul’dan bir an evvel ayrılmak istediğinden dolayı kalyonuna dört toptan fazla koydurmamıştı.
Sümbül Ağa’ nın kalyonu Girit önlerine geldiğinde pusuya yatmış olan Malta korsanları tarafından saldırıya uğraması ve gasp edilen eşyanın Girit’te satılmasıyla hadise İstanbul’da bomba tesiri yaptı. Böylece çeyrek asır devam edecek olan Osmanlı, Venedik savaşı ve Girit’in fethi başlamış oldu.
Girit adasının Osmanlı Devleti için önemi ise, üç kıtanın birleşiminde olması, Kuzey Afrika’nın kıyı şeridindeki Müslüman devletlerin “Trablus, Tunus ve Cezayir” deniz yolu üzerinde önemli bir stratejik noktadaki konumuyla bir serhat adası özelliğinde bulunması ve Avrupa’dan Osmanlı devletine karşı yapılacak saldırılarda ileri karakol görevini taşımaktadır. Bundan başka o dönemde Akdeniz’e Atlas Okyanusundan tek geçiş kapısı olan Cebeli Tarık Boğazına kontrolünü üstlenmesi ve Akdeniz ticaret yolunun önemli stratejik bölgesinde bulunmasıdır. Osmanlı devleti daha Fatih Sultan Mehmet döneminden beri Girit adasının gerek stratejik konumundan gerekse bir korsan yatağı olmasından dolayı fethi düşünülmektedir. Ancak dönemin ve zamanın gerekleri doğrultusundan dolayı Girit adasının fethi Sultan İbrahim dönemine nasip olmuştur.
Sümbül Ağa olayı Padişahı ilgilendiriyordu. Zira bir Osmanlı kalyonu batırılmıştı.
Öte yandan Semin Mehmet Paşa Girit seferine karşı idi. Çünkü devletin başına büyük gaileler çıkacağını ileri sürmekteydi. Ona göre Girit kolay feth edilecek bir ada değildi.
Kaptan-ı Derya Yusuf Paşa Sultan İbrahim’in çok itimat ettiği Cinci hocayı da kendi tarafına çekerek, padişahtan Fermanı çıkardılar ve Girit seferi böylelikle başlamış oldu. Yusuf Paşa aslen Dalmaçyalı idi. Köle olarak alınmış ve Kaptan-ı Deryalığa kadar yükselmişti. Asıl adı Joseph Moskoviteh idi.
Girit seferi çok gizli tutuluyordu. Padişah sadrazam, Cinci hoca ve Yusuf Paşa’dan başkası bilmiyordu. Ancak İstanbul’daki Venedik elçisi durumdan şüphelenmiş hükümetine durumu bildirmişti. Venedikliler her ihtimale karşın Girit’e 23 parça kadırga göndermişlerdi.
Türk donanması 106 harp gemisi, 300 Karamürsel denilen nakliye gemisinden ibaret olup, kara ve deniz askerlerinin sayısıda 50,80 bir rivayete görede 101.bin kişi idi.
21 Haziran 1645’te Osmanlı donanması Navarinden ayrıldıktan sonra Başkomutan Kaptan-ı Derya Yusuf Paşa bütün komutanları etrafında topladıktan sonra padişahın fermanını çıkarıp okudu. “Girit’i fethe gidiyoruz...” dedi. O zamana kadar herkes Malta adasının fethine gidildiğini sanıyordu. Böylece 24 yıl, 4 ay, 16 gün süren savaş başladı. Osmanlı donanması Girit sahilleri yakınındaki küçük bir adadaki Venedik kalesini kan dökmeden geceleyin işgal etti.
Osmanlı donanması sabahleyin bölgedeki ikinci Venedik kalesinin fethine girişti. Ancak Venedikliler çok şiddetli mukavemet ettikleri gibi Türk kuvvetlerine de göz açtırmıyorlardı.
Türk kuvvetlerinin komutanı Amasyalı Ahmet Paşa hücumdan önce Türk sancağının kale burçlarında görmek istediğini Türk askerine emretmesi ile her iki taraf arasında şiddetli çarpışmalar cereyan etti. Çatışmanın en kızıştığı bir anda, kale burçlarında Venedik komutanı Biagio Gioliani’nin emri ile teslim bayrağı çekildi. Bunun üzerine Türk ateşi derhal kesildi ve kalenin teslim için müzakerelere geçildi.
Bu amaçla kale burçlarının yanına bazı kumandanlarla bir miktar askerin varmasından sonra devir teslim için muamelenin başlayacağı bir anda müthiş bir patlama ile beşyüz kadar Levent’in parçalanmasına ve ölmesine sebep oldu. Bu hadise ise, Venedik komutanının bir hilesinden başka bir şey değildi.
Bu olay Türk askerleri arasında müthiş bir azim ve hırs yapmasına neden oldu ve intikam almak için derhal kaleye saldırdılar. Lağımcıların büyük gayretleri ile patlatılan delikten geçen Türk askerleri bütün Venedik kale muhafızlarını kılıçtan geçirip öldürdükten sonra Venedik kale komutanını yakaladılar ve ölen beşyüz Leventin intikamını feci şekilde aldılar. Yapılan bu mücadelenin sonucunda Venediklilerin çok çetin savaşlar verecekleri ve ne pahasına olursa olsun Girit’i teslim etmeyeceklerdi.
a. Hanya’nın Fethi
Türk ordusu yapmış olduğu mücadeleler sonucunda Girit’te bazı kaleleri işgal etmiş ve yeni büyük başarılar kazanmak için 1645 yılının sonbaharında Hanya’ya çıkmış ve tepeleri işgal etmeyi başarmıştı. Bu bölgelerdeki köylüler kendi hallerinde hatta eğlence içinde idiler. Türklere karşı kesinlikle gelmiyor daha çok sevinç içindeydiler. Çünkü bunlar yerli halk idi ve Venediklilerden çok çekmişler ve artık Türklerin sonsuz adaletine ve koruyuculuğuna inanıyorlardı.
Türk ordusu artık tedbiri elden bırakmıyor, Venediklilerin bir oyununa ve hilesine düşmemek için Hanya Ovasında esir edilenleri vakit kaybetmeden Başkomutanlık karargahına gönderiyorlardı. Özellikle Yusuf Paşa burada yapmış olduğu savaşlarda Türk adaletinin bir temsilcisi gibi de halka iyi muamele etmekteydi. Örneğin Hanya Ovasındaki köyler yağma edilmiş, fakat kimse kılıçtan geçirilmemiştir. Halbuki o devirlerde kan’a kan alınırdı. Başkomutan Yusuf Paşa, Girit köylülerinin Türk askerlerine karşı koymadan teslim olduklarını öğrenince görevleri başında bulunan komutanlara yerli halka fazla kötü muamele yapılmaması ve bu halkın savaş esiri olmadığını özellikle belirtmiştir.
Venediklilerin Hanya komutanı Novagiero, Türk ordusunun yapmış olduğu tüm saldırılarını geri püskürtüyordu. Bu çetin geçen mücadelelerden birinde Yusuf Paşa askerini savaşa daha iyi motive etmek amacıyla askerlerin arasına girdiği bir sırada kaleden atılan bir top güllesi yere düşmüş ve Rumeli sipahilerinden beş eri şehit ettiği bir sırada çok yakınında bulunan Yusuf Paşanın üstü şehit kanı ile bulanmış olduğundan paşanın şehit olduğu düşüncesi ile askerler arasında panik oluşmuş ve Türk askerlerinin geri çekilmesini yine Yusuf Paşa ölmediğini sadece üstündekilerin şehit kanı olduğunu ve zaferin Türk ordusunda olacağını haykırmasıyla durdurmuştu. Bu olay Türk askerlerine yeni bir cesaret kaynağı olmuştu. Bu sıralarda Suda limanında bulunan ve Venedik gemilerinden çıkan bin kadar asker Türk ordusuna karşı hücuma geçti. Dukakin Ali Bey, 300 serdengeçti ile bu bin kişinin üzerine yürümesiyle ön safta bulunan Venediklileri kılıçtan geçirdi. Buna rağmen Venedikliler çok cesur savaşıyorlardı. Ancak Türk Ordusu da ne pahasına olursa olsun yılmıyor ve Hanya’yı teslim almak istiyordu.
Türkler, Venedik kalelerine yaklaşmak için yer altından tüneller kazmaktaydı. Venediklilerde Türk ordusunu gafil avlamak amacıyla aynı yolu seçmişti. Bir gün iki taraf bu tünellerde karşılaşmıştılar ve zafer Türklerde kaldı.
Hanya’nın muhasarası tam 54 gün sürmüş, alay beyi Mustafa Bey, Alaca Hisar Beyi Mahmut Bey, Serdengeçti Ağası Yusuf Ağa, Yeniçeri Serdengeçti Ağası Deli Kurt, Köstendil Beyi Kaya Bey gibi kahramanlar şehit düşmüşler, Yanya mirlivası Arslan Paşa ve daha pek çok komutan yaralanmıştı. Venedikliler hala sarsılmadan karşı duruyorlardı. Bütün askerler ve komutanlar muhasaradan vazgeçileceği düşüncesindeydi. Bunu önceden sezen başkomutan Yusuf Paşa bütün komutanları bir hendek içinde topladıktan sonra onlara, göstermiş oldukları yiğitlik ve kahramanlıklarından dolayı teşekkür etti ve onlardan son kez top yekün hücum yapmalarını istedi. Ayrıca Hanya’nın daha fazla dayanacak gücü kalmadığını zaferin kendilerinde kalacağını komutanlarına inandırmayı başardı.
19 Ağustos Cumartesi günü başkomutanlık karargahında hücum hazırlıkları devam ederken, Hanya kalesinde beyaz bayrak dalgalanmaya başlamıştı. Tam 54 gün teslim olmamak için geceli gündüzlü çarpışan Hanya kalesindeki Venedikliler çok zahiyyat vermişler, son ümitleri de yok olduktan sonra teslim olmak mecburiyetinde kalmışlardı.
Venedikliler kale burçlarına beyaz bayrağı çektikten sonra ihtiyar bir Venedikli elçiyi Türk ordusuna göndermişlerdi. İhtiyar, Rumeli Beyler Beyi Hasan Paşadan canlarına dokunulmaması için "aman” verdiğiniz takdirde hiçbir karşı direniş gösterilmeden teslim olacaklarını paşaya bildirdi. Paşa da: “Teslim olanlar, bize emanettir. Emanetlerin mal ve canları emniyette olur."”dedi.
İhtiyar Venedikli diz çöküp, Hasan Paşanın eteklerinden öptükten sonra yanında iki Türk subayı ile geri döndü. Fethin ikinci gününde, iki sıra olmuş Türk askerlerinin önünden çoluk çocuklarıyla geçen Venedikliler, kendilerini Kandiye Kalesine götürecek Türk kadırgalarına biniyorlardı. Öte yandan baş komutan silahtar Yusuf Paşa, Giritli halka din ve mezhep ayrımı gözetmeden kendi evlerinde ve işlerinin başında yaşayabileceklerini bildirmişti. Giritlilerde Türk idaresinin bu davranışı karşısında oldukça memnun olmuşlar ve “kurtulduk bu canavar
Venediklilerden!” diye bağırıyorlardı.
Bir Türk geleneği olarak da feth edilen şehir ve kalelerde lüzum görülen kiliseler camiye çevrilmiş ve ilk ezan okunup namaz kılındıktan sonra, Sen-Nicoles Kilisesi Sultan İbrahim adına “Hünkar Cami”, San- Franscesko Kilisesi Serdar adına “Yusuf Paşa Cami”, San-Sava Kilisesi Serdar Muavini Koca Musa Paşa adına "Musa Paşa Cami”sine çevrilmiştir.
Silahdarlıktan Kaptan-ı Deryalığa terfi ettirilen Yusuf Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusu Girit’te Hanya kalesini 54 gün süren bir kuşatmadan sonra Hicri 1055-Miladi 1645 yılında feth etmeyi başardı.(24) Öte yandan Hanya’nın feth edildiği haberini İstanbul’a bildirmek için kapıcılar Kethudası Hüseyin Ağaya gönderildi. Haberi alan Sultan İbrahim son derece sevinmiş ve İstanbul tarihi günlerinden birini yaşamıştır. Girit uğrunda şehit olanlar için dualar edildiği gibi gaziler içinde destanlar düzülmüştür. Yusuf Paşa 20 Kasım 1645 yılında Serdar-ı Ekrem olarak iki kadırgası ile İstanbul’a gelmiş ve doğruca padişahın huzuruna çıkıp etek öptükten sonra, zaferi birde kendisi müjdelemiştir. Padişahta Yusuf Paşaya iltifatlarda bulundu ve tebrik etti.
Öte yandan Girit seferine pek taraftar olmayan Sadrazam Semin Mehmet Paşa, Yusuf Paşayı bu başarısından ve yerine geçeceğinden dolayı onu kıskanmıştı. Bu yüzden de padişahı Yusuf Paşanın Girit’te pek çok ganimet elde ettiğini ama İstanbul’a hiçbir şey getirmediği yolundaki telkinleriyle devamlı kışkırttı. Sultan İbrahim kriz geçirdiği bir dönemde de tarihin ibret sayfalarında Dürüst ve Cesur bir Komutan olan Yusuf Paşanın idam fermanı çıkmıştır. Girit’te büyük başarı göstererek “Hanya Fatihi” olarak tarih sayfalarında kalacak olan Yusuf Paşa, İstanbul’a gelişinin iki ay gibi süreden sonra idam edilmiştir.
Girit’in fethi Osmanlı devletine çok pahalıya mal olmuştu. Başlangıçta elde edilen bu başarılar büyük ümit verdi. Ancak Venedik’in Çanakkale Boğazını ablukaya alması ve Osmanlı Devletinin Girit’e kuvvet göndermesine engel olmasından dolayı savaş uzamıştır. Lakin bozca ve Limni adalarını zapteden ve Çanakkale Boğazı’nı abluka altına alan Venedikliler, denizlerde kazandıkları bu üstünlüklere rağmen Osmanlı Devletini, ne Girit adasının fethinden vazgeçirmeye, nede güç bir durumda bulunan Girit’teki Türk kuvvetlerinin diğer kaleleri teker teker almasına engel olabildiler.
b.Resmo’nun Fethi
Hanya’nın fethinden sonra Girit Muhafızlığına tayin edilen Budin Beylerbeyi Gazi Deli Hüseyin Paşa, Girit’e gelir gelmez Hanya’nın etrafında hala direnen Kisomo, Apokorono veGranbosa gibi önemli kaleleri ele geçirdikten sonra Resmo’yu fethetmek için harekete geçti. Deli Hüseyin Paşanın her çarpışması zaferle sonuçlanıyordu. Bu çarpışmalar sonunda 10.000. kağır ev, 50 kilise ve 150 den fazla saray ve konak ile bezenmiş olan Resmo’yu daha sonra’da Milopotomo’yu zaptetmeyi başarmıştır.
Resmo’nun fethi, Osmanlı devleti için büyük bir zaferdi. Deli Hüseyin Paşa, her zaman olduğu gibi askerlerinin önünde yalın kılıç ile saldırırken bu esnada başından yaralanmış, kanlar içinde kalmıştı. Fakat bu kahraman komutan hala “ileri, hücum...” diye haykırıyordu.
15 Kasım 1646 Perşembe günü Resmi kalesinin anahtarları Deli Hüseyin Paşaya verildi. Mağlup olan Venedikliler, bu kahraman Osmanlı Paşasının büyük yiğitliğini ve cesaretini alkışlamaktaydılar. Bir rivayete göre de, Venedikliler Deli Hüseyin Paşanın savaşlardaki, başarısına ve yiğitliliğine öylesine hayran kalmışlar, Onu at üstünde bir tablosunu yapmışlar ve Venediğe göndermişlerdir.
Resmo kalesinin fethide Hanya zaferi gibi İstanbul’da üç gün, üç gece şenliklerin düzenlenmesine sebep olmuştur.
Deli Hüseyin Paşa de Resmo’da teslim olan Venediklileri serbest bırakmış, Kandiya kalesine gitmelerine müsaade etmiştir.
c. Kandiya’nın Fethi
Venedikliler bir yıl önce aldıkları Limni ve Bozcaadasını tekrar kaybettiler. Bu yüzden savaş Girit’te Kandiye kuşatması ile kilitlenmişti. Uzun bir süre kuşatma altında olan Kandiye de devamlı savaş, her savaşta Türklerin zaferleri ön plandaydı. Ancak Kandiye bir türlü zaptedilemiyordu. Çünkü kale en zayıf döneminde bile otuzbin asker ile korunuyordu. Öte yandan Türk, askerinin gösterdiği kahramanlık büyüktü. Çünkü İstanbul’dan yardımcı kuvvet ve yiyecek gelmiyordu. Bunun sonucu olarak ta muhasara uzuyor, kışın dondurucu soğuğuna ve düşmana karşı Türk askeri göğüs geriyordu. Bütün bu olumsuzlukları ortadan kaldırmak için Türkler, Kandiye yakınında İnâdiye denilen büyük bir kale yaparak burayı baskı altında tutmaya başladılar.
19-20 Mayıs 1647 günü dörtbin kadar Venedikli askerin kaleden çıkıp, Türk kuvvetlerinin üzerine bir saldırı düzenlemesiyle büyük kanlı çarpışmaya sahne olmuş, düşman kuvvetlerinin ilk etapta binikiyüz kadarı kılıçtan geçirilmişti. Beş saat süren bu çarpışmada 3 tabya zaptedilmiş, 8 top, 500 tüfek ve pek çok mühimmat alınmıştı. Ancak Kandiye alınamamıştı. Yapılan bu mücadelede büyük kahramanlık sergileyen Türk askerinin yanı sıra Başkomutan Deli Hüseyin Paşanın gösterdiği yiğitlik anılmaya değerdi. Paşa,mücadele esmasında vücuduna iki yara almasına rağmen yılmak nedir bilmeyen bu gözü pek Türk komutanı yanındaki askerlerine yaralandığını belli etmemek için akan kanlarını mendili ile sildiği gibi savaş sona erdikten sonra da gizlice harp meydanında yaralarını sarmıştı.
Kandiye Kalesine Türk akınları tekrar başladığı bir sıralarda Venedikliler teslim olmayı düşünmüşler, ancak beklenmeyen bir anda Yardıma gelen Venedik donanmasının sayesinde ümitleri kırılmış olan kale savunucuları tekrar dirilip, mücadeleye başlamışlardı.
Osmanlı Devleti Avusturya ve Erdel meselesini istediği gibi hallettikten sonra, çok uzayan maddi ve manevi kayıplara yol açan Girit savaşına kesin bir çözüm getirmek amacıyla Sadrazam Fazıl Ahmet Paşa idaresinde büyük bir kuvveti adaya gönderdiler (1666)
Hanya’ya 47 gemi ile gelen Fazıl Ahmet Paşa kuvvetlerine kısa zamanda İstanbul’dan 120 gemi daha katılmıştı..
Venedikliler bu defa ise; görülmemiş bir plan tatbik ediyorlardı. Türk ordusunu ve askerlerini dağıtıp bozguna uğratmak için karadan saatte 400 mermi atıyorlardı.
Venedik Tarihleri, bu savaşı “Büyük kahramanlık” diye yazarlar. Ancak Serdar-ı Ekrem Fazıl Ahmet Paşa bu savaşı kazanmak için hiçbir fedakarlıktan çekinmemekte idi. Savaş 6 ay 21 gün sürmüş, Türkler sekizbin şehit vermişlerdi. Artık kış gelmiş Türk askeri ve komutanı toprak altında yaşıyordu.
Padişah IV.Mehmet, Girit zaferi için hiçbir şeyi esirgemiyordu. Kış mevsiminde dört defa adaya Türk donanması asker ve mühimmat getirmişti.
Öte yandan Venedikliler Osmanlı devleti ile bir barış anlaşması yapmak istediklerini belirttiler ve Girit’in kendilerine bırakılması karşılığında Osmanlı devletine her yıl 20.000. Altın haraç vermeyi önerdiler. Serdar-ı Ekrem Fazıl Ahmet Paşa bu teklifi müzakereye bile gerek görmeden reddetti. Padişahın kararı kât’i idi, Girit fethedilecekti.
Venedikliler bir yandan Osmanlı devletine bir barış ve sulh görüşmesi teklif ederken, diğer taraftanda Fransa’dan, Papalık’tan ve Malta’dan durmadan yardım alıyordu. Bu durum üzerine Türk ordusu Venediklilere karşı yeni bir taktik takip etmeye başladılar. Buna göre de Türkler, hergün 1000 el kumbarası yapıyor ve bu kumbaraları da düşmanın stratejik yerlerine fırlatıyorlardı. Böylece kale bedenlerinde gedikler açılıyordu. Buna benzer olaylar bir birini takip ettiği bir sırada Türk askerinden biri düşman cephaneliğine kadar sokulmuş ve cephaneliği havaya uçurmuştu. Düşman cephaneliğinde bulunan 20.000 kantar barut ve bilerce kumbaraların patlaması ile kale bedenlerinin yıkılmasına ve bir çok Venedik askerinin zayiatına sebep olduğu gibi Venediklilerin bütün maneviyatı kırılmıştı.
1 Haziran 1669 yılında Fransız kuvvetleri Kandiye kalesinden çıkarak Türk ordusuna karşı hücuma geçti. Bu saldırı Venedikliler için son saldırı idi. Ellerinde kumbaralarla bekleyen Türk askerleri, Fransız askerlerinin ateş açmasına imkan vermeden onları dağıtmayı başardılar. Artık Türk askerlerinin son ihtarı idi. Venedikliler için artık iki yol kalmıştı. Ya teslim olmak, ya da ölmekti.
Osmanlı kuvvetleri, fazıl Ahmet Paşa kumandası altında kuşatılan Kandiye kalesi ikibuçuk yıl sonra teslim olayı kabul etmiştir. Venediklilerin 13 yıldır Kıbrıs Valisi ve komutanı olan Francesco Morosimi teslim kararını bildirdi ve (6 Eylül 1669)’da sekiz maddelik bir sulh anlaşması imzalandı.
Sulh anlaşmasına göre, Kandiye kalesi bütün silahları ve mühimmatı ile teslim oluyordu. Sadece Carabusa, Suda ve Spinaloğne kaleleri Venediklilere kalıyordu. Girit adasının fethi Osmanlı devletine çok pahalıya mal olmuştur. Öyleki, Girit 130.000 şehit kanı ile sulanarak, Türk hakimiyetine girmiştir.
Venedikliler ile yapılan bu anlaşmadan bir müddet sonra Venediklilere Girit’te bırakılan Carabusa, kalesi 1692’de Suda ve Spinoloğne kaleleride 1715 yılında Venedik’e karşı açılan Mora Seferi sırasında feth edildi.
Kandiya’nın ilk kuşatılması 1647 yılı 7 Temmuz günü başlatılmasından teslim oluşuna kadar Venedikliler kaleyi 22 yıl 1 ay, 29 gün Türk ordusu karşısında durabilmişlerdi. (33) Girit’in Osmanlı devleti tarafından fethi gerçekleştikten sonra bütün Avrupa Hıristiyan devletlerini, adeta “din birliği” etrafında toplamıştı. Asırlarca birbirleri ile boğuşan, birbirlerini kırıp geçiren, durmadan kan döken devletleri katolik, ortodoks hatta protestan olsun Müslümanlara karşı önce bir “ düşmanlık havası” yaratmaya başlamışlardı. Bunun neticesi olarak ta “mukaddes ittifak” kurulmuştu.
Avrupa’da Müslüman Türklere karşı böyle bir zihniyet oluşurken, Osmanlı devleti de III. Ahmet’in Lâle Devrini yaşıyordu. Osmanlı devleti 1715 yılından sonra Girit adasını merkezi Kandiye olmak üzere imtiyazlı bir eyalet haline getirdi ve Kandiye, Hanya ve Resmo sancaklarına ayrıldı. İlk iki sancağa gönderilen muhafızlar vezirlik rütbesini haiz olmakla birlikte bazen Hanya muhafızlığına miri miranlar ve Resmo’ya da vezirler tayin ediliyordu. Hatta bu sancaklardan ikisinin veya üçünün idaresinin tek bir kişinin uhdesinde birleştirildiği de oluyordu. Bilhassa Mora ihtilali esnasında her üç muhafızlık Kandiye Valisi Süleyman Paşa’nın uhdesinde birleştirilmiş ve bu tarihten itibaren bu usul uygulanmıştır.