Aman dikkat!
Mustafa Ünal 01 Ocak 1970
Kendisi gibi düşünmeyene tahammülü yok. Partisinden bile rahatsız. ‘Bakanlar, milletvekilleri benim gibi konuşmuyor’ diye.
Öfkesi üzerinde. Soru soran gazeteciye ‘Niye örgüt demiyorsun, korkuyor musun?’ diye çıkışıyor. Dilin kemiği kayboldu. Boğaz, dokuz boğum olmaktan çıktı.
Meydan, ekran fark etmiyor. Ağzına geleni söyleyen, istemediği sözü işitir. Hayatın kuralı. Allah’tan muhatapları çok nazik. Üslupları zarif. Söyledikleri ‘cevap ve eleştiri’ sınırlarını aşmıyor. Osman Şimşek’i, Ahmet Kurucan’ı dinlediniz. Ne saldırı var, ne itham ne de yafta.
Memleketin ayarı bozuldu. Sert ve nefret üslubu havayı ağırlaştırdı. Sözle kitleleri hizaya sokmak askerî dönemlere mahsustur. Demokrasilerde siyasetçinin sözü de üslubu da mutedil olacak. Arınç’ın ‘Herkes tef gibi gergin’ ikazının üzerinden 8 ay geçti. Bugün gerginlik tefi de davulu da geçti. Bir de buna ‘yüksek tansiyon’ eklendi. Yüz binlerin uğurladığı Berkin Elvan’ın cenazesi bu iklimin sonucu. Öfke öfkeyi doğuruyor. Sevgi de sevgiyi. Dil ucuyla da olsa bir başsağlığı dilenemez miydi? En azından ‘Sizi anlıyorum. Acınızı paylaşıyorum’ denemez miydi? Mala gösterilen özen candan niye esirgenir? Bu kadar mı zor? Berkin, devletin günahıdır. Ne katilini bulabildi ne de arkasından gözyaşı dökebildi. Berkin’i sahiplenmek taşkınlıkları onaylamak anlamına gelmiyor elbette. Cenaze sonrası yaşananlar endişe verici. Bu topraklarda sokaklar tekin değildir. Hele hassas dönemlerde. Provokatör kaynar. Aklı başında herkes ‘Aman dikkat’ diye uyardı. Maalesef acı, başka acıları doğurdu. Bu kez Burak Can Karamanoğlu kör kurşunların hedefi oldu. Askerden yeni gelmişti. 22 yaşında genç bir fidandı. Onu da sokağın ateşi yaktı. Babası Halil Karamanoğlu, acısına rağmen sağduyusunu kaybetmedi, olgunluğunu korudu. “Canım yanıyor, yazık, günah bu millete, bu çocuklara...” dedi.Berkin gibi Burak Can’ın da faili belli değil. Karanlık bir el canını aldı. Her şey bir anda oldu bitti. Ölümler arasında ayrım olmaz. Berkin de bir, Burak Can da... Haberi duyunca korktum, ‘faili meçhuller’ felaketlerin habercisidir çünkü. Tunceli’de polis memuru Ahmet Küçüktağ şehit oldu. Sebebi meçhul. ‘Kalp krizi’ diyen de var, ‘gaz zehirlenmesi’ diyen de. Şu kesin, eylemleri durdurmaya gitti, strese, gerilime kalbi dayanmadı.
Berkin de, Burak Can da, Küçüktağ da bizden kopan bir parça. Biri diğerinden farklı değil. Aynı acı... Berkin’in ölümü, cenaze merasimi, ülke sathına yayılan gösteriler, Burak Can’ın kaybı, şehit olan genç bir polis memuru. Böyle zamanlarda kim konuşur? İçişleri Bakanı. Sokağın ateşini alır. Sağduyu mesajları verir. Halkı rahatlatır. Şehit polise sahip çıkar. Sadece ‘yanınızdayım’ diye konuşmaz. Ete kemiğe büründürür. Cenazesine katılır. Tamam Efkan Ala siyasetçi değil. Bürokratken bakan oldu. ‘Ses’ vermek zorunda. Böyle bir ortamda suskun kalamaz. İstediğinde hançerisini yırtarcasına konuştuğunu Erzurum’dan biliyoruz. ‘Kimsin sen...’ diye bağırmasından tanıyoruz. İçişleri Bakanı’ndan bir iki tweet mesajı. Onda da ne dediği belli değil. Bugün konuşmayacaksa ne zaman konuşacak? Konuşmak için Erzurum’u mu bekliyor? Faili meçhullerden sonra devletin umursamaz tavrından ve Bakan Ala’nın suskunluğundan korktum. Türkiye adına endişeye kapıldım. Sokak üzerine ‘siyasî hesap’ yapanlar olabilir. Önümüz seçim çünkü. Sandık için geri sayım başladı. Son iki haftaya giriyoruz. Bir oy önemli. Kısa vadede sokak belki kazandırır. Sonra ise kan ve gözyaşı süründürür. Halk yaramazlık yapabilir. Devletin öfkesi olmaz. Devlet sokaktaki insan gibi değildir, kontrolünü yitirmez, cinnet geçiremez. Tankı da TOMA’yı da halkının üzerine süremez. Gaza boğamaz. Sadece makbul vatandaşa değil, kızdığına da tahammül eder.
Devlet öfkeyle değil, siyasetle yönetilir. Boşuna söylenmemiş, ‘Öfkeyle kalkan zararla oturur’ diye. Bugün zarardayız...