« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

25 Tem

2007

24 Haziran 1999 tarihli `Tarihçinin Mutfağı` söyleşimizin konuğu İsenbike Togan idi.

01 Ocak 1970

Prof. Dr. İsenbike Togan 1964 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü'nden mezun olduktan sonra, 1965-66 yılları arasında Taiwan Ulusal Üniversitesi'nde yüksek lisans programını tamamlamış. 1968-73 yıllarında Harvard Üniversitesi Doğu Dilleri ve Uygarlıkları Bölümü'nde doktorasını yapmış. 1978-85 yılları arasında Ortadoğu Teknik Üniversitesi Tarih Bölümü'nde, 1985-92 yılları arasında ise Harvard, Tufts ve Washington üniversitelerinde çalışmalarına devam etmiş. 1992 yılından beri Ortadoğu Teknik Üniversitesi Tarih Bölümü'nde görevli bulunan Togan, Türk Tarih Kurumu ve UNESCO Uluslararası Bilim Komitesi gibi birçok kuruluşun da üyesidir.

İsenbike Togan konuşmasına kendini tanımlayarak ve çalışma alanını anlatarak başlıyor: "Ben Türkiye'deki tabirle Genel Türk Tarihçisi'yim. Genel Türk Tarihi çerçevesinde de daha çok, Asya Tarihi ile; Asya Tarihinde de daha çok, coğrafya olarak bakacak olursak, Çin'den Ege Denizi'ne doğru çizilecek bir kemerin kapsadığı enlemler ile ilgileniyorum.

Türklerin tarihinin kendi başına, izole bir koridorda olmadığını göstermek, bir yerde, benim için önemli bir şey oldu. Doğuda Çin, batıda da hem İran hem de erken dönem Anadolu tarihiyle karşılaştırmalı çalışmalar yaptım. Geçen seneye kadar bu kemerin dışına pek fazla çıkmamıştım, yani bunun içine Çin giriyor, Orta Asya ve bir yerde kemerin enlemleri biraz yukarılara, Ural Dağları'na kadar çıkabiliyor. Geçen sene ilk defa Japonya'ya ve Hindistan'a gittim. Daha evvel, hep şaka yollu 'Cengiz Han devrinde bütün Asya'yı kaplayan imparatorluk Japonya ve Hindistan'a yayılmamış olduğu için ben de oralara gitmedim' diyordum."

BİR AİLEDE DÖRT BOY

Togan, tarihe olan ilgisini babası Ord. Prof. Zeki Velidi Togan'a, ismine ve kendi deyimiyle içinde "dört boy" barındıran ailesine borçlu olduğunu belirtiyor: "Tarihle ilişkime olağanüstü koşullarda girdim. Babam Zeki Velidi Togan, Türk tarihiyle uğraşıyordu ve ben büyüdüğümde, ne kadar ilgilenmesem de en azından bir sürü isim duymuştum. Sonra onun öğrencisi oldum, sonra da doktora yıllarında yurt dışına çıktım. Benim bu işle ilgilenmeye başlamama gelince: Önce ismimden başlayalım. Hâlâ ismimi açıklamak zorunda olan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım. İsmime olan ilgi veya ilgisizlik, beni çevremle ilgilendirdi. İsmimi başkalarına açıklayabilmek için başlayan bu çalışmalarda yavaş yavaş tarihe ısınmaya başladım. Öbür taraftan bizim aile içerisinde çok karışık durum vardı: Babam -şimdi Rusya Federasyonu'na bağlı olan- Başkırdistan'dan, annem Romanya'da Köstence'den, ama anneannem aslında Kırımlı. Annemin babası ise Nogay, onlar da Ukrayna bozkırlarında yaşamış olan göçebe Türkler. Böylece, ben kendimin kim olduğunu öğrenmek istediğim zaman da bir sürü isimle karşılaştım. Hayatımda da, yani tarihçiliğimde de bu tür isimlerin üzerinde çok durdum ve anlamaya çalıştım. Ben Türkiye'de, İstanbul'da doğdum, İstanbul'da büyüdüm ama, her zaman gülerek söylerim, bizim evde dört boy var. Ve boylarla devletin, boylarla toplumun etkileşimi, öbür taraftan da bazen eklemleşme, bazen ayrışma. Bunlar bir bağlamda benim ana konularımdan biri oldu."

KÜLTÜREL EŞİK

Ailesindeki yapı sayesinde toplumların dil ve kültürel açıdan hem birlik gösterebileceğini hem de farklılıkları içinde barındırabileceğini kavrayan Togan, içinde yaşadığı toplumla ailesi arasında bir kültürel eşik olduğunu ve bu eşiğin tarih çalışmaları açısından birçok yararını gördüğünü belirtiyor:
"Kültürel eşikte neler vardı? Mesela bizde olmayan, başkalarında olan; başkalarının akrabaları vardı, bizim akrabamız yoktu. Akrabalık terimleri vardı; bacanak nedir, elti nedir bütün bunların hepsini öğrenmek için çok çaba harcadım; hep sordum, hep ilgilendim, tabii yalnız o değil, ilişkileri de merak ettim. Sonra bu ilişkileri merak etmem, herhalde belli bir şekilde kafamda slaytlar gibi yerleşmiş. Şimdi kadın tarihiyle uğraşıyorum. O çerçevede, orada birikmiş olan malzemeyi şimdi kadın tarihi çalışmalarımda severek kullanıyorum. İkinci bir şey gene bizde olmayan, mezarlık; bayram olurdu, herkes mezarlık ziyaretine giderdi. Acaba mezarlıkta ne var, niçin gidiyorlar, ne yapıyorlar? Bizim tabii burada ölen akrabalarımız olmadığı için gidecek bir mezarlığımız da yoktu. Bende uyanan bu merak yüzünden hâlâ bir şehre gidince; pazarına ve mezarına giderim. Pazarı, o gün yaşayan kültürü çok iyi yansıtıyor; insanlar neler yiyor, kimler ne satıyor, satanlar erkek mi kadın mı, kültürel-etnik bakımdan ne gibi farklılıklar var?"

TARİH ÇALIŞMALARI VE GÜNDELİK YAŞAM

Bir kültürel eşikte yaşamanın kendisine çalışmalarında soruları her yöne yöneltebilme özelliğini kazandırdığını belirten Togan, bu açıdan Türkiye'de yaşadığı için çok memnun olduğunu, Türkiye'nin kendi çalışmaları açısından bir laboratuvar niteliği taşıdığını belirtiyor:
"Türkiye'de yaşamak Amerika'da yaşamaya göre, eğer soruları her yere yöneltebilirseniz, bir tarihçi için çok daha zengin. Çünkü Amerika'da sorularımı sadece kitaplara yöneltebiliyorum, halbuki burada en ufak bir yere gittiğim zaman orada enteresan bir şey görüyorum, çevredekilere soruyorum, 'ne diyorsunuz, tarihte de diyorlardı-demiyorlardı' diyerek yeni bir çalışma başlıyor. Onun için, yaşadığım çevre bir laboratuvar, sorular için bir ana kaynak oluyor."

"Tarihteki Türk kültürünü anlamanın yolunun bugünkü halk kültürünü anlamaktan geçtiğini ve bunu yapabilmek için, çevreye önyargılarla değil, her zaman herkesten bir şeyler öğrenmeye hazır bir tutumla yaklaşmak gerektiğini tarihçi Zeki Velidi Togan'ın evinde yetişmiş olmam dolayısıyla öğrenmiştim. Bu yaklaşım, beni hayat boyu Türkiye'nin kırı olsun kenti olsun her köşesine bağlayan bir unsur oldu."

Tarih çalışmalarının sadece kütüphanelerle sınırlı olamayacağını belirten Togan bununla ilgili olarak Sudan'daki bir anısını anlatıyor:
"Sudan'da beraber bulunduğum kimseler arasında inekleri erkekler sağıyordu. Nedenini sorduğumda, 'İnekler yüksek' dediler. Sonra baktım, keçileri de erkekler sağıyor, 'E peki keçiler de mi yüksek?' dedim, bana baktı 'Ayıp' dedi. Yani erkekler sağarmış, kadının sağdığı sütten erkekler içmezmiş.

O zamana kadar ben her şeyi belli bir kategorizasyona sokmaya çalışıyordum. Bu olay üzerine, burada erkekler kadınlara üretim kaynaklarının kontrolünü vermiyor, diye bir değerlendirmeye girdim. Ancak baktım komşuda, aynı kabileden başka bir grupta, kadınlar sağıyor. Bu sefer geldim, bizimkilere 'ama bak dedim onlarda kadınlar sağıyor'. O da bana döndü ve "nas ma vahid" yani "insanlar bir değil" dedi. Kısacası, insanlara sorduğunuz sorular nasıl aldığınız cevapları belirliyorsa, kaynakları algılamanız da sorularınıza bağlı. Onun için demek ki alakasız bir yere gitseniz bile o insanlar size o kadar çok şey öğretebiliyorlar ki, onlardan ürettiğiniz sorularla, kaynakları başka türlü okuyabiliyorsunuz. Bundan dolayı da ben hiçbir zaman 'Bir tarihçi yalnız kütüphanelerde iş görür ve orada çalışır' demedim, herhalde de demeyeceğim."

GEÇMİŞE BAKARKEN

İsenbike Togan Harvard'da okurken hocası Francis W. Cleaves sayesinde tarih ve filoloji çalışmalarındaki yöntem konusunda birçok şey öğrendiğini, özellikle de geçmişe bakarken bugünkü kaygı ve anlayışlarımıza göre hareket etmememiz gerektiğini vurguluyor:
"Benim Harvard'daki hocam Francis W. Cleaves Mongolist ve Sinolog'du. Tarihte ve tarih kitaplarındaki insanı görmek ve bulmak konusunda onun büyük bir yardımı oldu. Biz Moğolların Gizli Tarihi adlı eserin Moğolca aslından bir pasaj okuyorduk. Eserin Almanca çevirisine bakmayacağımıza dair söz vermiş olduğumuz için bakmıyorduk. Ben metindeki bir cümleyi çözemedim; uğraşıyorum, uğraşıyorum, bir türlü olmuyordu. Aynı cümlede hem diz hem kadın göğsü geçiyor, ikisini birbirine bağlayan fiili çıkaramıyordum. Sonunda üç kişilik sınıfımıza geldim ve 'Ben bunu çözemedim' dedim. Francis Cleaves çok sevecen bir şekilde bana baktı, 'Sen hiç ihtiyar kadın göğsü görmedin mi?' dedi. O anda dadımın göğüslerini hatırladım. Metinde Cengiz Han erkek kardeşini bertaraf etmenin peşinde; Cengiz Han'ın annesi de yere çömelmiş, yüzünü iki eli arasına almış, dirsekleri dizlerinin iki yanında, göğüsleri de dizlerini kapatıyor. Hatırlıyorum, bütün o kelimesiyle, grameriyle, tarihsel isimleriyle, olaylarıyla cebelleştiğim, anlamaya çalıştığım, o koca kitap bir anda canlandı; artık önümde filoloji yöntemleriyle çözmeye çalıştığım bir metin değil de, kendi kaygıları ve sevinçleriyle yoğrulmuş insanlar vardı. Bir kere insanı görebildiniz mi, o zaman anlamını araştıran filolojik çalışma özellikle çok yararlı oluyor. Yoksa sadece kitap ve kaynak diye bakarsanız, tarihteki olayların sizin düşüncelerinize ne kadar uyduğunu ölçmeye çalışıyorsunuz. İşte Francis Cleaves zamanında müdahale etmemiş olsaydı, kitaplar kitap olarak kalabilirdi.

Bazı şeyler de biraz şans eseri oluyor; yani bir yerde hocalarınız, ahbaplarınız size belli uyarılarda bulunuyorlar ve o uyarılara siz o anda çok önem veriyorsunuz. Bir gün diğer hocam Joseph F. Fletcher Doğu Asya Dilleri ve Uygarlıkları Bölümü'nde, yeni gelen öğrencilere bir konuşma yapmıştı ve bu konuşmada 'Dar görüşlü olmayın!' demişti; ben böylece parochial ve non parochial kelimelerini ilk defa onun ağzından öğrenmiş oldum. Bilindiği gibi her alanda olduğu gibi bizim alanda da ihtisaslaşma çok önemlidir; siz de ihtisasınız içinde bir derin kuyu kazıyorsunuz; ben dar görüşlülükten insiyaki olarak kaçınırken, derin kuyuyu kazmadan önce biraz oraya buraya zıplamak durumunda kaldım. Bazen bana 'Sen hani şununla uğraşıyordun, şimdi burada ne arıyorsun?' diye sorulduğu oluyordu. Ancak Joseph Fletcher'in 'Dar görüşlü olmayın. Asya tarihi içinde kime bakıyorsanız, onu Asya, hatta dünya tarihi çerçevesinde anlamaya çalışın' görüşü bana yol gösterici oldu.

MUTFAKTA PİŞENLER

Tarihçi, son olarak kendi serüvenini, bu serüven sayesinde elde ettiği tecrübeleri ve mutfağında şu anda neler pişirdiğini aktarıyor:
"Ben kendi çalışmalarımda önce dil öğrendim. Diğer taraftan bu kabile, boy, devlet ve ticaret ilişkilerini anlamaya çalışırken yapı ile çok ilgilendiğimi fark ettim ve antropoloji okumaya başladım. Tabii Sudan'a gitmiş olmak antropolojiyi ciddi olarak okumama neden oldu. 1990-91 yıllarında gene şanslıydım; UNESCO'nun İpek Yolu Seferleri'ne katıldım. O zamana kadar Orta Asya Tarihi'ni sadece haritalardan öğrenmiştim, hiç görmemiştim. Görmenin haritayla mukayese edilemeyeceğini o seyahatlerde anladım. Onun için o zamanlardan beri derslerimde, mesela üç saat dersim varsa bir saatini görsel bölüme ayırıyorum. Kendim de, diyelim ki bir binayı ele alıyorum, o bina ne zaman, hangi dönemde yapılmış, ne gibi kaygılar varmış, bunları anlamaya çalışıyorum. Sanat malzemesi olan şeyleri düşün tarihi ortamında algılamak yoluna gittim. ODTÜ'de böyle bir proje de yaptık.

Bütün bunlar beni tarihin değişik zamanlarındaki algılama biçimlerine ve bu algılama biçimleri arasındaki farklılığa götürdü. Sudan sonrasında bütüncül yaklaşımın, görsel malzemeye bakarken kültürel birikimin, 1991 sonrasında da bağlam'ın (context) önemini anlamış oldum. Şu anda mutfakta benim uğraştığım iki konu var: birisi tarihyazımı, aynı olaya çok değişik şekillerde bakma; bu ancak bağlamla açıklanabiliyor. Bir de din-devlet, toplum-din ilişkileri, tarihte, özellikle Orta Asya Türk tarihinde değişenler. Kültürel dokuda neler değişiyor, neler değişmeden kalıyor?"

Halim Kaya

03 Eyl 2024

Her şeyden önce Mahmut Metin Kaplan Ağabeye Allahtan rahmet diliyorum. Allah mekânını cennet eylesin. Mahmut Metin Kaplan Ağabeyin en son ve

Yusuf Yılmaz ARAÇ

03 Eyl 2024

M. Metin KAPLAN

05 Ağu 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

05 Ağu 2024

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 111,87 M - Bugn : 37815

ulkucudunya@ulkucudunya.com