« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

25 Tem

2007

Ahmed bin Hanbel

01 Ocak 1970

Bağdat 164 / Bağdat 241

Horasan´ın Merve şehrinden gelen anası, Ahmed bin Hanbel’i 164´de (M. 780) Bağdat’ta dünyaya getirmiştir. Baba Muhammed bin Hanbel ise, otuz yaşında vefat ettiğinden, küçük yaşta yetim bıraktığı oğlu Ahmed’in, müctehid imamların arasında yer aldığını görememiştir. Bu sebeple, Bağdat’ta yetim olarak büyüyen Ahmed, ikinci asrın yetiştirdiği büyük ilim ve fazilet sahiplerinden ders alıp, mevcut hâdisleri tümüyle ezberlemeye koyulmuş, kimsesiz ve fakir olduğu halde en zenginlerin dahi erişemediği mevkilere erişmiştir. Nitekim gençlik devresinde hadis elde etmek için önce Kûfe ve Basra´ya gitmiş, oradan da Mekke, Medine, Yemen, Şam, derken bütün Arap yarımadasını yaya olarak gezip o günkü İslâm Dünyasının büyük bir bölümünü teşkil eden yerlerin ilim adamlarını bizzat görmüş: onlardan hadis dinleyip mesele zaptetmiştir. İlgili kitapların kayıtlarına göre, İmam-ı Ahmed’in ilme olan bu alâka ve şevki, hayatının sonuna kadar da devam etmiştir. Aksakallı, nurani yüzlü bir piri fâni iken bile, çocuklar gibi elinde kalemle ilim muhitlerine gider, mesele yazıp, kaide zaptedermiş… Kalem ve mürekkebi yanından ayırmadığını görenlerden biri:

“Yâ Ebâ Abdullah, ilimde bu kadar mesafe aldın, hattâ Müslümanların imamı oldun, daha ne zamana kadar böyle çocuklar gibi mürekkep şişesi taşıyacaksın?” demiş.


İmam tek kelime ile “Mezara kadar!” cevabını işaret etmektedir.

O günkü âlimlerden Muhammed bin İsmail, Hazret-i İmam´la yaptığı bir sohbetini anlatırken. şu hâdiseyi nakleder:

“Ben Bağdat’ta her gidişimde İmamı, çocuklar gibi ilim öğretilen yerlere gider görürdüm. Bir gün yine onun böyle bir ilim yerinden döndüğünü gördüm. Eskimiş ayakkabılarını da eline almış, yalınayak yürüyor. Sordum:

- Ya İmam, daha ne zamana kadar böyle çocukların gittiği yerlere gideceksin?

Cevap verdi:

- “Ölüm, yeter deyinceye kadar…”

Kendine ilim öğreten çocuk bile olsa karşısında diz çöküp oturmayı âdet edinen İmam, öğretenin yaşı ne kadar küçük olursa olsun, onu üstat görür, yaşının küçüklüğüne bakıp da yanında lâubali oturmayı uygun bulmazdı. Nitekim bu mevzudaki müşahedesini anlatan

Halef der ki:

- Ahmed bin Hanbel bize gelmiş, Ebû İvâne’nin rivayet ettiği hadisi dinliyordu. O gelince ben kalkıp yerime oturtmak istedim. Fakat onu bir türlü razı edemedim. Diyordu ki: “Kendisinden ilim öğrendiğiniz bilgi sahiplerine hürmetle emrolunduk.”

Diğer müctehidler gibi Ahmed bin Hanbel’de de İslâm’ı öğrenme aşkı zaptedilmez bir arzu halinde idi. Bundan dolayıdır ki, tam kırk yıl gece gündüz ilme çalışmış, evlenme işini ancak kırkıncı yaşından sonra düşünebilmiştir. Onun kırk yaşına geldiğinde elde ettiği ilmi ifade etmek isteyenler şöyle tarif etmişlerdir:

“İlmin tümü Ahmed bin Hanbel´in iki gözü arasında toplanmıştı. Ne sorulursa sanki hemen oraya bakar, kesin ve doğru şekilde cevap verirdi.”

İmam-ı Mâlik’in meşhur hadis kitabı “Muvatta” gibi yüce değerde bir hadis kitabı hazırlayan Ahmed bin Hanbel, adına “Müsned” ismi verdiği bu değerli eseriyle, kendini müctehidler arasına yüceltmiş, eşsiz denecek değerde ilmî bir hizmette bulunmuştur. Büyük Müctehid’in bu değerli hadis kitabı, yedi yüz bin hadisten seçilmiş 30 bin kadar hadisten müteşekkil bir ilim hazinesidir. Hadis gibi, tefsirde de çok ileri seviyelere yükselen Ahmed bin Hanbel’in, nasih-mensuh, tarih ve diğer dini şu´belere ait başka eserleri de vardır.

Bir tek hadisi zaptetmek için aylarca yaya yol yürümeyi zevkle göze alan Hazret-i İmam, bir ara hadis dinlemek için böyle uzunca bir yolculuğu göze alır ve nihayet hâdisi bilen adamı bulur. Önünde bir köpeğe ekmek vermekle meşgul zata selâm verir. Selâmını alan adam, kendisiyle meşgul olmadan köpeğe ekmek vermeye devam eder. Az sonra Ahmed bin Hanbel´e dönen zat şöyle der:

- Seninle değil de köpekle meşgul olduğuma kızdığını biliyorum. Ama bu köpek aç kalmış, Allah da beni karşısına çıkarmıştır. Halinden, perişanlığını anladığım bu köpeği doyurmaya mecburum. Zira Hazreti Resûlüllah buyurdu ki: “Kim bir ihtiyaç sahibinin kendisine arz edilen ihtiyacını (elinden geldiği halde) karşılamazsa, Allah da âhirette onun ihtiyacını karşılamaz!” Bu köpek bana ihtiyacını arz etti. Ondan yüzümü çevirsem, âhirette de benden yüz çevrilir.

Ahmed bin Hanbel daha fazla dayanamaz:

“Tamam, tamam! Aradığım hâdisi bulmuş oldum.”

Bütün müctehidlerde görüldüğü gibi, Ahmed bin Hanbel’de de sahip olduğu ilmi, bütün cihetleriyle önce kendi nefsinde yaşama hasleti dikkati çekmektedir. Onun ilmini asla dünyevi arzularına vasıta kılmayışı, diğer müctehidlerle ortak olan vasıflarından birini teşkil eder. Bir ara yere atılmış kuru ekmeğin tozunu silip yediğini görenler, bu tavrını garip karşılamışlarsa da, O, bunun mümine yakışan bir hareket olduğunu söylemiştir.

İshak bin Nisaburi, Onun tevazuuna ait şu hâdiseyi de anlatır:

“Ahmed bin Hanbel´in geleceği yere hasır serdirmiş, yerini hazırlatmıştım. O gelince bunun sebebini sordu. Ben de kendisine ikram için hasr serdiğimi söyledim. Şu karşılığı verdi:

- Kaldır bu hasırı, kuru yere oturayım. İhlâs, ihlâslı hareket edince kuvvet bulur. Ve hasırı kaldırdım. Toprak üzerine oturup kitaplarını yere serdi…”

Ebû Hasf-ı Tarsusî de bir hatırasını şöyle anlatır:

“Ahmed bin Hanbel´e sordum:

- İnsan kalbi ne ile tatmin olur?

Şöyle cevap verdi:

- Helâl yemekle…

Sonra bu suali büyük veli Bişr bin Haris´le, Abdülvehhab Verrak´a da sordum. Onlar da bir ayet-i kerime okuyarak cevap verdiler:

- Kalb Allah´ın zikriyle tatmin olur… Ben onlara: Ahmed bin Hanbel´in (kalb, helâl yemekle tatmin olur) dediğini söyleyince, ikisi de tasdik ettiler:

- Ahmed bin Hanbel, işin aslını söylemiş. Allah´ı zikirden önce, helâl yemek gelir. Helâl yemeyen insan, Allah´ı ne kadar zikretse kalbine itmi´nan ve huzur gelmez, dediler.”

Halife Me´mun; ilimle iştigal ettikleri için maişetlerini kazanamayan ehli hâdis ve ehli ilme yardım göndermişti.

Bu para, hemen herkese dağıtıldı, ancak Ahmed bin Hanbel helâl olmasına rağmen kabul etmedi:

- Benim imkânım bana kâfi geliyor, başka yardıma ihtiyaç hissetmiyorum, dedi. Ahmed bin Hanbel, Halife Harun Reşîd´in kendisine kadılık teklifini de geri çevirmiş, ilmî ölçülere tam tamına uygun hareket edemeyeceği düşüncesiyle, ilmini Hârun Reşid´in siyasi icraatı içine hapsetmek istememiştir. Tevazu ve helâl yemek hususunda titizliği olan İmam, çoğu zaman kendi şahsı için hiç kimseyi zahmete sokmak istemezdi. Bu yüzden bakkala kendisi gider, aldığı şeyleri kendi eliyle taşırdı. Görenlerin eline sarılıp götürmek istemeleri ona tesir etmez, “siz beni büyük görüyorsunuz, ama Allah da öyle görüyor mu?” diye düşünür, düşündürürdü…

Büyük maneviyat adamı Ebû Hatîm der ki:

“Bir adam Ahmed bin Hanbel´i seviyorsa, bilin ki o adam sünneti de seviyor…”

Bu sözün ifade ettiği mânâ, Ahmed bin Hanbel´in sünneti seniyyeye karşı son derece titiz ve bağlı oluşudur. Bu yüzdendir ki, kendisine dua edenler: “Allah sizi İslâm üzere sabit, kılsın” deyince “İslâm ve sünnet üzere sabit kılsın, deyiniz” diyerek tashihte bulunmuştur.

Ahmed bin Hanbel´in kendi adı Ahmed, baba adı da Muhammed´dir. Hanbel, dedesinin ismidir. Bu sebeble, İmam´a. “Ahmed bin Muhammed” denmesi gerekirken, Ahmed bin Hanbel denmiş, dede ismiyle şöhret bulmuştur.

Oğlu Abdullah bir gün babasının özel hayatını anlatırken şöyle demiştir:

“Babam Ahmed, inzivayı çok sever, bir maslahat olmadıkça sokağa ve halkın içine çıkmak istemezdi. Halk onu, bir mescidde, bir de hasta ziyareti ile cenaze teşyiinde görürlerdi. Sokakta giderken ona kimse erişemez, bir an önce geçip yerine varmak isterdi.”

Ahmed bin Hanbel´in diğer oğlu Salih de, babasının inzivadaki duasını anlatırken şöyle demiştir:

“Babamın en çok tekrar ettiği dua şuydu:

-Yâ Rab, ameller sonuna göre değer taşır. Sen benim sonumu hayreyle!”

Bağdad’ın büyük âlim ve zâhid müctehidi İmamı Ahmed, fıkhi hükümlerinde ekseriya azimeti tercih eder, ruhsata pek iltifat etmezdi. Zaten kendisinin yaşadığı zâhidane hayatı da azimeti tercih ettiğini gösteriyordu.

Nitekim İmam-ı Şafiî ile meşhur hadisçi Yahya bin Main, İmam-ı Ahmed ile Mekke´ye gidiyorlardı. Yolda geceledikleri yerde herkes köşesine çekilmiş, sabaha kadar kendi anlayışında bir hal üzere bulunmuştu. Sabah olunca İmam-ı Şafiî şöyle konuştu:

- Bu gece gözlerimi yumduğumda yine meseleler kafama üşüştü, sabaha yakın vakte kadar: iki yüz kadar zor meseleye çözüm buldum. Bu yüzden sevinçliyim. Yahya bin Main de şöyle konuştu:

- Ben de aynı hale maruz kaldım, bir türlü uyku girmedi gözüme. Hadisleri tefekküre başladım. Resûlüllah’a nispet edilen sözlerin içinden yüz kadar sözün hadis olmadığını tespit ettim, bu gece…

Ahmed bin Hanbel’e sordular. O da şu cevabı verdi:

- Ben de sabaha kadar hatimle iki rekat namaz kıldım. Birinci rekâtında yarısını okuduğum Kur’an’ın ikinci rekâtında kalan kısmını okuduğumdan, gece Kur´an-ı hatmetmiş oldum.

Hazret´in zühdü, takvası, ibadeti, daha ziyade dikkati çekiyordu. Hâdiste de. “İnsan bildiğiyle amel ederse, Allah ona bilmediklerini de öğretir” buyrulmaktadır. Başkalarının tefekkür ve ilmi faaliyetle öğrendiklerini o da fazla amelle elde etmiş oluyordu.

Halife Me’mun zamanında baş kadı olan Ahmed bin Dâvud’un yanlış bir ictihadı yüzünden “Kur’an mahluk mu, değil mi?” şeklinde bir lâfzı münakaşa çıkmış, Hazret-i İmam da, bu ictihada uymadığından hapse atılmış, tam yirmi sekiz ay hapiste tutularak, işkence görmüştür. Me’mun, Mu´tasım. Vâsık zamanlarında devam eden bu münakaşa, nihayet Mütevekkil´in zamanında bitmiş, bu büyük Halife, İmam´ı hapisten çıkarıp ikram ve hürmette bulunmuştur. Kendisine yapılan işkencelerin hepsini de helâl ettiğini söyleyecek kadar af ve müsamaha sahibi olan İmam´a biri: “Senin gıybetini yaptım, beni affeyle” demiş. İmam da şunu söylemiş: “Bir daha yapmamak şartıyla helâl ettim.” Yanındaki İbn-i Hânî: “Yâ İmam, senin gıybetini yapıyor, sen de affediyorsun?” deyince,

“Baksana şartlı helâl ediyorum, bir daha yapmamak şartıyla” karşılığını vermiştir.

Kırk yaşında evlendiği hanımı Âişe’yle geçen hayatlarını anlatırken şöyle derdi:

“Âişe ile otuz senemizi birlikte yaşadık. Anlaşamadığımız tek mesele olmadı.”

Abdullah’ın annesi Âişenin vefatından sonra, Reyhane hanımla evlenen İmamın, bundan da Salih adındaki oğlu dünyaya gelmiştir. İmamın halim selim hali, aile hayatında da devam etmiş; anlaşmazlık, ailevi geçimsizlik gibi beşerî haller görülmemiştir.

Kendisini ziyarete gelen İmamı Şafiî´yi makamına oturtup, izzet ikram fazileti gösteren, sonra da onu atına bindirip şehrin dışına kadar yaya olarak teşyi´ eden İmamı Ahmed bin Hanbel, dokuz günü bulan bir hastalıktan sonra, Hicrî 241´de Bağdat’ta bir Cuma günü vefat etmiştir. Cenaze namazına iştirak eden Müslümanların çokluğu yüzünden hemen defni mümkün olmamış, ancak ertesi gün izdihamın verdiği bir anlık fırsattan istifade ile “Harb Kapısı” mezarlığına defnedilmiştir. Ahmed bin Hanbel, zühd ve takvasından dolayı kendisini medihte bulunanlara şu karşılığı verirdi: “Sen sonuna bak, sonuna!” Bundan sonra da ellerini kaldırır şöyle dua ederdi:

“Ya Rab, sen sonumu hayreyle. Son nefesimde imanımı yâr eyle!”

Kaynak : İbret Sayfası

Ziyaret -> Toplam : 125,29 M - Bugn : 44234

ulkucudunya@ulkucudunya.com