SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ
01 Ocak 1970
40 yaşında Meclis Başkanı iken, Meclisin savaşla ilgili yetkilerine sahip Başkumandan seçilen Mustafa Kemal Paşa o gün kürsüden ZEKİ VE ÇALIŞKAN TÜRK ULUSU'na şu sözlerle sesleniyordu: "-Boynu bükük ulusumuzu tutsak etmek isteyen düşmanları yüzde yüz yeneceğimize olan inanç ve güvenim, bir dakika olsun sarsılmamıştır. Bu dakikada, bu tam inancımı yüksek kurulunuza karşı, bütün ulusa karşı ve bütün dünyaya karşı ilan ederim."
5 Ağustos 9121 günü Başkumandanlık görevini üstlenen Mustafa Kemal, 15 Ağustos 1921'de Fevzi (Çakmak) Paşa ile birlikte Polatlı'da Başkumandanlık karargahına gitti. 23 Ağustos 1921 günü , yenilmekten bıkmayan Yunanlılar tekrar tüm cephelerde saldırıya geçtiler. SAKARYA MEYDAN SAVAŞI, geceli gündüzlü tam 22 gün sürdü. Mustafa Kemal Paşa emrindeki kahraman MEHMETÇİK tarihin altın sayfaları arasına yeni bir destan ekledi. Destan Mustafa Kemal'in şu sözleri ile başlıyordu: "SAVUNMA HATTI YOKTUR, SAVUNMA YÜZEYİ VARDIR.O YÜZEY BÜTÜN VATANDIR.VATANIN HER KARIŞ TOPRAĞI, VATANDAŞIN KANIYLA ISLANMADIKÇA TERK OLUNAMAZ"
26 Ağustos 1921 Destanın son sayfası da 1922'de DUMLUPINAR MEYDAN MUHAREBESİ'nin kazanılmasından sonra 1 Eylül 1922'de gene Başkumandanın şu sözleriyle kapanıyordu: "ORDULAR İLK HEDEFİNİZ AKDENİZDİRİLERİ . . . . " Destanı Mustafa Kemal Paşa yazıyor, Kahraman Mehmetçik de bu destanı satır satır okuyordu. Dünyada hiçbir ordu, hiçbir asker vatanını düşmandan kurtarmak için böylesine yüce bir görev almamıştır. Şehit olmayı böylesine arzulamamıştır. Bugün bile Sakarya Savaşının geçtiği yerlerde dolaşanlar, vatanları için severek canlarını veren bu kahraman şehitlerin göğe doğru yükselen o güzel hayallerini gördüklerini söylerler. Çünkü o toprak parçasının altında bir karış toprak yoktur ki, ASİL ve KAHRAMAN MEHMETÇİĞİN temiz ve asil kanıyla sulanmamış olsun. O gün, o kahraman Mehmetçikler o toprakları kanları ile sulamamış olsalardı, bu günkü Mehmetçikler olabilir miydi? Sakarya Meydan Muharebesinin neticesini, 12 Eylül 1921 gününün kararan fecrinde, Genelkurmay Başkanı Fevzi (Çakmak) Paşa, Basirettepe'den Ankara'ya şu tel yazısı ile bildiriyordu: "-Anadolu'nun Yunan Ordusu için mezar olacağı hakkındaki kanaatimizin gerçekleşmekte olduğunu arz ederim."
Yunanlılar nihai bir savaşın kazanılacağı bir güne kadar , hiç saldırmadılar. Sakarya Meydan Muharebesinden sonra 19 Eylül 1921 tarihinde T.B.M.M. tarafından Mustafa Kemal Paşa'ya GAZİ unvanı ve MAREŞAL(Müşir9 rütbesi verildi. Mustafa Kemal'in kendisine "Gazi"lik ünvanı ve "Mareşal"lik rütbesi verilmesi dolayısıyla aynı gün mecliste yaptığı konuşma ne denli tevazu sahibi olduğunun en güzel misallerinden biridir. "-........ Kazanılan bu başarı, yüksek heyetinizin iradesiyle kuvvet bulan ordumuzun iradesi sayesinde, düşman ordusunun iradesinin kırılması suretiyle belirtilmiştir. Bu sebeple ödüllendirişinizin gerçek muhatabı yine ordudur."
BÜYÜK TAARRUZ
DUMLUPINAR - BAŞKUMANDAN MEYDAN MUHAREBESİ Büyük Taarruz öncesi ordunun genel durumu şöyleydi : Ardarda gelen savaşlardan halk da bıkmıştı. Sıkıntı ve yokluk içindeydi. Kısacası Ülke bir uçtan bir uca perişandı. Anadolu "AÇ"tı. Anadolu'dan , Ankara'ya ulaşan karayolları bile bir arabanın geçebileceği genişlikte. Yol yok . Elektrik zaten yok. Demir yolu Ankara'da bitiyor. Onun da bir kısmı düşman elindeydi. Sosyal tesislerin hiç biri yok. Telefonla görüşmek hemen hemen imkansız. Telgrafla haberleşmek ise bazen saatler alıyor. Kısacası fakirliğe ve yoksulluğa sınır çizmek mümkün değildi. AMA SINIRI ÇİZİLECEK OLAN BİR ŞEY VARDI. VATAN .. Sakarya savaşından sonra, Mustafa Kemal Paşa Mecliste ve özellikle de yakın arkadaşları tarafından taarruzun geciktirilmesi dolayısıyla şiddetle eleştiriliyordu. Bütün bu siyasi gelişmeler Başkomutanın işine yarıyordu. Zira"Taarruza hazır değiliz" izlenimi verirken, hızla tüm hazırlıklarını tamamlıyordu. Dış güçler ki, bunların başında İngiliz ve Yunanlılar geliyordu, Ankara hükümetine ve Mustafa Kemal Paşa' ya karşı, her türlü iftira ve kötülüğü yapıyordu.
Şimdi 25 Ağustos 1922 gününe dönelim. Mustafa Kemal, İsmet (İnönü),Fevzi (Çakmak) Paşalar büyük meydan savaşının başlayacağı Kocatepe' de küçük bir masanın başında oturmuş, yapılması mümkün olan her şeyi yapmış insanların rahatlığı ama bir milletin varlığı veya yokluğunu kısacası kaderini de yazacak sorumluluk içinde birbirleriyle adeta gözleri ile konuşuyorlardı. Hava kararmıştı. Etrafta kuş uçmuyordu. Gökyüzünde hilal yavaş yavaş yükselmiş aşağıda üç paşaya selam duruyordu. Bu sessizlik içinde, sanki uzaktan, çok çok uzaklardan bir mehmetçiğin türküsünün nağmeleri geliyordu. Saat 22.00'ye doğru Mustafa Kemal Paşa ayağa kalktı, selam duran iki paşa'ya gözleri ile başarı diledikten sonra sessizce çadırdan çıktı. 26 Ağustos 1922 Sabahı saat 4.30 Topçularımızın kulakları çınlatan atışları ile büyük taarruz başladı. 26 Ağustos sabahı başlayan saldırı, 29 Ağustos gününe kadar çok kanlı geçti. Nihayet Yunan ordusu aynı gün kaçmaya başladı. Ama Dumlupınar' da kıstırıldı. 30 Ağustos 1922 akşamı sabah başlayan kaderi belli olmuştu. Yunan ordusunun ana bölümü yok Esirler arasında Yunan ordularının komutanı general, Trikopis de vardı. O akşam sadece düşman ordusu mağlup edilmiş olmuyor, aynı zamanda 600 zamanda 600 senelik bir imparatorluğun da defteri kapatılıyordu. Dumlupınar savaşı yeni bir devletin tarih sahnesine çıkışının belgesidir. O belgenin her satırı asil ve kahraman Türk askerinin kanı ile yazılmıştır. Gazi Mustafa Kemal, 31 Ağustos 1922 akşamı Muharebe meydanında gördüğü manzarayı şöyle anlatıyor :
"-Yeniden bu savaş meydanını dolaştığım zaman ordumuzun kazandığı zaferin büyüklüğü, buna karşılık düşman ordusunun uğratıldığı felaketin korkunçluğu beni çok duygulandırdı. O karşiki sırtların gerilerindeki bütün vadiler, bütün dereler, bütün korunmuş ve kapanmış yerler, bırakılmış toplarla , otomobillerle ve sayısız araç ve gereçlerle ve bütün bu bırakılanların aralarında meydana getiren ölülerle, toplanıp karargahlarımızla gönderilmekte olan sürü sürü esir kafileler, geçekten bir mahşeri andırıyordu.........."
"Ağustos otuzbirinci günü, öğleye yakındı ki, gene bu Çal köyünde yıkık bir evin avlusu içinde İsmet Paşa ve Fevzi Paşa ile buluştuk. Kırık kağnı arabalarının döşeme ve oklarına ilişerek, bundan sonraki durumu gözden geçirdik. Kazandığımız meydan savaşının bütün seferi sona erdirebilecek bir yücelikte ve önemde olduğunda birleştik. Şimdi Bursa yönünde çekilen düşman kuvvetlerini yok etmekle birlikte ordunun asıl kuvvetleriyle durup dinlenmeden İzmir'e yürüyecektik......"
Gazi Mustafa Kemal, savaşın neticesini Yüce Türk Ulusuna şu sözleriyle ilan ediyordu: BÜYÜK VE ASIL TÜRK MİLLETİ, Garp cephesinde 22 Ağustos 1922'den beri başlayan taarruz hareketimiz, Afyonkarahisar 'ı , Altıntaş, Dumlupınar arasında büyük bir meydan muharebesi halinde, beş gün beş gece devam etti. Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının, yiğitliği şiddet ve sürati, Allah'ın yardım etmesine sebep oldu. Acımasız ve gururlu düşman ordusunun esas öğeleri, akıllaradehşet verecek katiyetle yok edildi. Teşkilat ve donanım gibi gelecek ve zaferleri ve ismi, yalnız milletimizin aklından, ezeli ve edebi imanından meydana gelen ordularımızı, fedakarlıklara layık olarak size takdim ediyorum. En büyük kumandanından, en genç neferine kadar ordularımıza hakim olan fikir, milletin gösterdiği vazife uğruna şehit olmaktır. Milletimizin yapısındaki kudret ve ülküyü, üçbuçuk sene evvel, çalışma arkadaşlarımla ifade etmeye başlayarak, dayanılmaz müşkülat içinde devam eden mücadelelerimizin neticeleri artık meydandadır. Milletimizin rey ve idaresine dayanan her işin neticesi, millet için hayır ve selamet olduğu sabit, geleceğe emindir. Ve söz verilen zaferi ordularımızın elde etmesi muhakkaktır. Büyük Millet Meclisi Reisi Başkumandan Mustafa Kemal 10 Eylül 1922 İzmir'in, İzmirli' nin unutamayacağı bir gündür. Beklenen Gazi Mustafa Kemal Paşa gelecektir. Ve beklenen tarihte yanında silah arkadaşları olduğu halde , Paşa İzmirli' lerin çiçeklerle süsleyip hediye ettikleri üstü açık araba ile İzmir'e girer.
"Sen çok yaşa Gazi Paşa" sesleri tüm Ege'yi inletir. İzmirli' ler, günlerdir bekledikleri Gazi Paşa' larını bir anda bağırlarına bastılar. Gazi' yi getiren araba, İzmirli'lerin sevinç gösterileri arasında süzülerek Hükümet Konağının önüne gelir. Gazi Arabasından inip konağın merdivenlerinin önüne gelince, kaşlar çatılır, yüzü donuklaşır. Karşılayıcılardan birine merdivenlerin izerine serpilmiş olan Yunan bayrağını göstererek sorar,
-Nedir bu?
-Yunan bayrağı. Paşam . Kral Kostantin buraya girerken merdivenlerin üzerine Türk bayrağı serdirmiş ve üzerine basarak girmişti.
-O hata etmiş. Kaldırın bu bayrağı yerden. Bayrak bir milletin şerefidir. Ne olursa olsun, yerlere serilemez ve çiğnenemez.
Bayrak hemen kaldırılıp bir kenara konur. Gazi beyaz mermer merdivenlerden adeta süzülerek konaktan içeri girer.
Büyük Zaferi önce Mudanya Konferansı (3 Ekim 1922) sonra da Lozan Konferansı (20 Ocak 1922) takip eder. 11 Ekim 1922 tarihinde "Mudanya Ateşkes Antlaşması" İsmet Paşa' nın başkanlığındaki Türk heyeti ile İngiltere (General Harrington), Fransa (General Chappy) ve İtalya (General Mobelli) delegeleri arasında imzalanır. Anlaşmanın imzalanmasından hemen sonra 16 Ekim 1922 tarihli Newyork Times gazetesi şöyle yazıyordu.
"Küçük ve sonsuza kadar uzanıyormuş gibi görünen toprak yolun nihayetindeki Mudanya kasabasına, barış antlaşmasını, Türk delegesi İsmet Paşa' ya dikte ettirmeye gelen müttefik kuvvetlerinin temsilcileri, İsmet Paşa tarafından kendilerine dikte ettirilen anlaşmayı imzaladıktan sonra, rıhtımda kendilerini bekleyen gemilerine, Türk Ordusunun çaldığı hareketli bir marş eşliğinde biniyorlardı." Ülkenin bağımsızlığını sağlayan , yüce Türk ulusunu "KUL" olmaktan çıkarıp insan gibi yaşama hakkını veren, ülkenin Misak-ı Milli sınırlarını çizen bu sınırlar içinde yaşayan çeşitli etnik grupların eşit haklarla aynı bayrak altında, birlik ve beraberlik içinde yaşamasını sağlamak için elde edilen büyük zafer "LOZAN ANTLAŞMASI" ile noktalanıyordu. Lozan Antlaşması ile, ülkemizin bütün dünyaca bağımsızlığının ve sınırlarının kabul edilmesinden sonra, sıra Ekonomik, Siyasi, Mali ve benzeri zaferlerin kazanılmasına gelmişti. Henüz Lozan Antlaşması görüşmeleri başlamadan 17 Kasım 1922 günü Padişah Vahdettin, İngiliz Harrington'a bir yazı ile başvurarak İngiltere'nin koruyuculuğunu ve en kısa zamanda İstanbul'u terk etmek istediğini bildirir. Ve aynı gün gizlice bir İngiliz gemisi ile İstanbul'dan kaçar.