Mesele IŞİD mi?
Mümtaz’er Türköne 01 Ocak 1970
Dün El Nusra, ondan önce El Kaide, daha önce Taliban’dı. İsimler kalıyor, ama öne çıkanlar değişiyor, bu yaftalar altında ortalıkta dolaşan örgütlerin tabiatları ve bıraktıkları gulyabani izlenimi hiç değişmiyor.
Sınırsız görünen bir terör kapasitesi, katliamlar ve kamera karşısında kafa kesme gibi cinayetin en korkutucu biçimleri; kölelik-cariyelik, recm, başka inançlara hayat hakkı tanımamak gibi tarih dışı bağnazlıklar. İsimleri değişen örgütlerin hepsinde aynı kalıplar görülmedi mi? Demek ki IŞİD sorunu bugün çözülse, yarın aynı ürkütücü sahneler bir başka örgütün eylemleri olarak karşımıza çıkacak. Öyleyse IŞİD’i hedef alan imha planlarında bir tuhaflık yok mu?
IŞİD, Taha Akyol’un deyimi ile İslâm toplumlarından yükselen bir cerahat. Bu cerahat hem bünyenin uzun süredir muzdarip olduğu bir hastalığın hem de dışardan gelen saldırılarla derinlerde açılan yaraların eseri. IŞİD bir sonuç, adeta bataklıkta vızıldayan bir sivrisinek sürüsü; ancak yayılma ve etrafı salgın hastalıklarla kavurma ihtimali çok yüksek. Davutoğlu haklı. Suriye iç savaşına Batı sırtını dönmeseydi, büyük güçlerin küçük çıkar hesaplarının arasında yüzbinlerin hayatına mal olan ve hâlâ devam eden insanlık dramı kendine bir yer bulabilseydi, Irak’ta Sünni Araplar yok sayılmasaydı, bugün IŞİD problemi karşımıza bu çapta büyük bir sorun olarak çıkar mıydı?
IŞİD, Türkiye’nin başına sarılan çok büyük bir belâ. Diğer bütün aktörlerin planlarında IŞİD’in ötesinde hesaplar var. ABD gücünün bölgede yeniden yükselişi için IŞİD etkili bir anahtar. İran, IŞİD sayesinde önünde bomboş, geniş fırsat alanları buldu. Suud’da aşiretler arasında hassas bir dengede varlığını sürdüren monarşi iç hesaplaşmasını ve Batı ile ilişkilerini bu dev sorun üzerinden yenilemeye girişti. Suriye’de Esed, IŞİD’in alternatifi olarak yeniden hayat buldu. Irak’taki Şii iktidarı, bütün hatalarını unutturdu. Kuzey Irak’ta Barzani altın çağını yaşıyor. Komedi gibi: PKK, IŞİD karşısında Türkiye’den silah istiyor, uluslararası meşruiyet alanını genişletiyor. Dünya, birkaç bin militanı ile sahneye çıkan bir örgüt bahanesiyle yeniden inşa ediliyor.
Ortadoğu’da yükselişte olan bu yeni Şeytan’a karşı sadece Türkiye irtifa ve alan kaybediyor. 49 rehinesi ile kendisi de rehin alınmış durumda. “Rehinelerimiz var, bu yüzden elimiz kolumuz bağlı, düşündüklerimizi bile söyleyemiyoruz” demek, koca devletin bu kadar dev bir sorun karşısında rehin alınması değildir de nedir? Bu örgüt Türkiye’ye zarar vermek için mi kuruldu yoksa?
Büyüyen IŞİD heyulasının, iç politikayı zehirlemesi doğal; yine de IŞİD ile AK Parti Hükümeti arasında organik bağlar kurmaya kalkanların kılı kırk yarması ve bin düşünüp bir konuşması lâzım. IŞİD’in ideolojisini, oynadığı rolü ve oluşturduğu zincirleme tahribatı en iyi kavrayacak ve bu duruma en fazla karşı çıkacak kişi Davutoğlu’dur. Onun restore etmeye çalıştığı düzen, geçmişte de IŞİD’in ataları yani Vahhabiler tarafından tehdit edildi. Türkiye her şeye rağmen gelenekleri olan kadim bir devlet; IŞİD’le dans eden bir siyaset bu devletin çatısı altında barınmaz. Kaldı ki, Suriye iç savaşının başlarında Türkiye’nin yaptığı hataların aynısını Avrupa ülkeleri ve ABD de yaptı. Oluşacak bataklığın bu kadar kısa zamanda böylesine büyük bir bela üretmesini kimse beklemiyordu. Davutoğlu, ABD’nin gelişmiş silahlarının IŞİD’in elinde olduğunu söylerken bu olguyu temellendiriyor.
İslâmcılığın en keskin biçimleri dahil Türkiye’de IŞİD’e sempati ile bakacak kurumlaşmış bir damar yok. IŞİD Türkiye için köksüz bir moda akım; bu akım ideolojik geleneklerden değil aktüel sorunlardan besleniyor. IŞİD, “uluslararası bir şeytan”a dönüştükçe beslenmeye devam edecek.
Türkiye’den IŞİD saflarına katılan gençlerin sayısındaki artış da bu örgütün bölgede ve uluslararası gelişmelerde işgal etmeye başladığı başat konum da sadece bir sonuç. Hep birlikte sebeplere eğilmemiz lâzım.