Boşluğu PKK Dolduruyor
Sedat Laçiner 01 Ocak 1970
Terörün sona ermesine ve Kürt sorununun çözülmesine aklı başında hiç kimse karşı çıkamaz. Hele hele bir demokrat ve vatanseverin buna karşı çıkmayı bırakın, elinden gelen ne varsa onu yapması gerekir. Nitekim ben de bir araştırmacı ve akademisyen olarak başından beri elimden gelen desteği vermeye gayret ettim…
NİYET İYİ, UYGULAMADA SORUNLAR VAR
Önce Demokratik Açılım geldi ve girişimi heyecanla karşıladım. Adım doğruydu, ancak uygulamada önemli hatalar vardı. Bir kere örgüt böyle bir sürece hazırlanmış değildi. PKK, kendisini uzlaşmaya mecbur hissetmiyordu, tam tersine girişimi reddediyordu. O dönemde oluşturulan ve PKK da dahil tüm birimleri içine alan KCK yöneticileri Açılım gerekçesiyle hiçbir hukuki müdahaleye uğramadılar. Hal böyle olunca sokaklar KCK’ya kaldı ve bunun sonu sokaklarda ayaklanma provasına döndü. Bunun üzerine apar toparKCK’ya karşı operasyonlar düzenlendi, ancak zamanında atılmayan adımlar ve özensizlik KCK/PKK propagandasına döndü.
O günlerde tüm bu hataları tek tek yazdım, söyledim. Çünkü bir akademisyenin ve bir yazarın en büyük sorumluluğunu öncelikle Hükümetin ve toplumun eksiklerini ve hatalarını söylemektir. Akademisyenler bunun için maaş alırlar, kendilerinden bu beklenir. Ne var ki bu toplumda hiçbir siyasi görüş farklı görüşlere alışkın değildir ve yetkili kurumlarda da danışmanlık ve istişare kültürü oturmuş değildir.
Habur’dan PKK’lılar ellerini kollarını sallayarak, hatta PKK mitingleri düzenleyerek girdiklerinde de açıktan bu tabloyu eleştirdim, Habur girişimi başlamadan önce bunun yapılmaması gerektiğini ifade ettim. Nitekim Habur tam anlamıyla bir felaketle sonuçlandı ve devlet bunun altında kaldı. Habur, gelecekte dahi büyük bir başarısızlık olarak anılacaktır.
Buna rağmen Habur başarısızlığının mimarı olun ekip Hükümetin terör ve Kürt Sorunu politikalarını şekillendirmeye devam etti. Bunu o zaman da açıktan ve perde arkasında defalarca söyledim. Teröristle konuşmanın dahi bir takım kuralları vardır. Doğru hedeflere yanlış yollardan gidilmez. Teröristle açıktan konuşmak, hatta müzakere ve pazarlık yapmak terörü ve şiddeti meşrulaştırır, ülkeyi geri dönülemez sorunlarla başbaşa bırakır. Teröristler sözle ikna olmazlar, naif girişimlerle kendiliklerinden silah bırakmazlar. Güç politikalarını edebi görüşmeler yaparak, iyi niyetli tavizler vererek değiştiremezsiniz. Bu tür iyi niyetli ama son derece tehlikeli girişimler, teröristin cesaretlenmesine, terörün ise güçlenmesine yol açar.
Bir önceki yazımızda da ifade ettik, hukukta, siyasette, ekonomide ve güvenlik alanında eksiklerini tamamlayamayan Türkiye’nin bu eksiklerini PKK ile anlaşarak kapatmaya çalışması ve Kürt Sorunu’nu PKK ile yapılacak bir anlaşma ile sona erdirmeye çalışması beyhude olmanın ötesinde son derece tehlikeli de bir girişimdir.
Bu bağlamda Hükümet’in bu husustaki politikalarına bir tek grubun hakim olması Hükümeti de zor durumda bırakmaktadır. Geçen zamanın muhasebesi iyi yapılır ise atılan adımların sonuç vermediği, tam aksine örgütü güçlendirdiği artık görülmelidir. Yoksa pek geç olacaktır…
“BOŞLUĞU PKK DOLDURUYOR”
İşin aslına bakacak olursak geldiğimiz noktada sürecin PKK’ya nasıl yaradığını yetkililer de açıkça ifade ediyor. Bir tür itiraflar dizisi gibi devam eden bu açıklamalar benim gibi yazarların yıllardır söylediği sözler aslında. Ancak buna rağmen süreç henüz sağlıklı bir zemine oturabilmiş değil.
Bakınız Ak Parti Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu, çözüm sürecinde gelinen noktayı nasıl değerlendiriyor:
Ensarioğlu’na göre Çözüm Süreci ile birlikte bölgede devletten oluşan boşluğu PKK doldurdu.
“PKK’nın bölgede paralel yapılar oluşturması kabul edilemez” diyen Ensarioğlu sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Çözüm süreci devam ederken, devletin alanı boşaltması ve örgütün bunu istismar ederek, bu alanları doldurarak haraç toplaması, yol kesmesi, faili meçhul cinayetler işlemesi, paralel yapılar oluşturması kabul edilebilir bir şey değil. Hiçbir devlet ortak kabul etmez. Çözüm süreci var diyeceksin, yol keseceksin, kimlik yoklaması yapacaksın. Esnaftan haraç toplayacaksın, şantiye basacaksın, iş makinesini yakacaksın. İstediğin adamı kaçırıp dağa götüreceksin”.
Bu sözlerden de anlıyoruz ki sürecin hatırına devlet bu bölgede yol güvenliğini, polisiye takipleri ve devletin egemenliğini gösterir diğer alanları boş bırakmış. Nitekim bölgede kurulan mahkemeler, yol kesmeler, sözde özerklik ilanları, vergi adı altında haraç toplamalar vs. hep bu gerçeğe işaret ediyor.
Bölgeyi en iyi yanıyan isimlerden biri olan Ensarioğlu, süreç boyunca PKK’nın kazandığı örgütlenme gücünü ise şu sözlerle ifade ediyor:
“PKK, 1 milyon insanı Diyarbakır’da yürütür, bir tek taş dahi attırmayabilir. Ama isterse 1 milyon insanı bir seferde de terörize edebilir… Barış sürecinin devam ettiği bir dönemde, birilerinin barış sürecini sıkıntıya sokacak, seyrini değiştirecek birtakım suikastlar, faili meçhuller işlemesi örgüt için de kabul edilebilir bir şey değil. Ama siz bu vesayet sistemlerini çoğaltırsanız, kendi içinizde birçok yapı oluşturursanız, bu yapıların bir kısmı gider bir istihbarat birimi ile başka ülkeler ile ilişkilenir.”
Eğer bir örgüt bir bölgede 1 milyon kişiye istediğini yaptırabiliyorsa orada süreç o örgütün işine yaramıştır ve ulaştığı teşkilatlanma ve harekete geçirme gücü olağanüstüdür. Örgüt bu gücüyle sokakları her an savaş alanına rahatlıkla çevirebilir. Bunun kanıtını 6-7 Ekim’de zaten gördük.
Hatırlayacaksınız, Galip Ensarioğlu geçtiğimiz yılın temmuz ayında da “Dağdaki militanlar indirilmeye çalışılırken, diyalog sürecinin başlamasından bu yana 2.200 kişi dağa çıkarıldı” demişti... Bu rakam 2.200 kişiyi geçeli çok oluyor. Doğrudan dağa çıkarılan binlerce genç daha var. Ayrıca polis gücü adı altında şehirlerde bir çeşit silah altına alınan gençlerin sayısı bunun çok daha üzerinde... Kısacası PKK, bu dönemde sadece dağlarda değil, silahlarıyla şehirlerde de örgütlendi…
YAZARLIK SORUMLULUK İSTER
Bu satırları takip edenler bilirler, bu gerçekleri her daim yazdım, bundan sonra da yazmaya devam edeceğim...
Bunu yaparken maksadım ise Hükümete veya ülkemize zarar vermek asla olmadı, bundan sonra da olmaz... Nihayetinde Hükümet de bizim, memleket de... Hükümet başarılı olunca bundan başkası değil, bu ülke insanları yararlanıyor... Hükümette kim olursa olsun, beni ilgilendiren ülkem için doğru politikalar, doğru uygulamalar.
Buna rağmen, doğru söyleyenin hain görüldüğü ve dokuz köyden kovulduğu bir ülkede yaptığımız iş riskli olsa da, ülkemizin rahatı ve güvenliği hepsinden çok daha önemli…
Ancak şunu da söylemek isterim; aydınların, yazarların ve akademisyenlerin doğruları söylemekten korkması, bilim ve yazarlık yapmanın ağır riskler taşıması Türkiye için terör örgütlerinden çok daha büyük bir tehlikedir...