Kırılgan Ülke
Sedat Laçiner 01 Ocak 1970
Nakliye şirketleri, kırılma ihtimali yüksek eşyaların kutularına “kırılacak eşya” yazarlar. Bunun İngilizce’deki karşılığı ‘fragile’dır, yani kırılgan, kırılabilir veya narin… Eğer bir kutunun üzerinde ‘kırılgan’ yazıyorsa genelde “please handle with care’ yani ‘lütfen dikkatli taşıyın’ ibaresi de yer alır…
Herhalde son birkaç yıldır Türkiye’nin üzerine de “kırılgan, lütfen dikkatli yönetin”yazsak yeridir…
Ne yazık ki geçen günler içinde bu kırılganlık azalmıyor, artıyor…
Siyasetten başlayan kırılganlık ekonomiye, dış ilişkilere ve toplumsal hayata kadar uzanıyor. Üstelik birindeki sorun bir diğerindekini derinleştiriyor…
Biliyorum, buna benzer yorumlar yapıldığı zaman bazı okurlarımız bizleri “karamsarlıkla”, “kötümserlikle” suçlayacaklar… Keşke sorun bizlerde olsaydı… Oysa sadece rakamları önümüze koyduğumuzda dahi Türkiye’nin önünün nasıl tıkandığını rahatlıkla görebiliyoruz…
EKONOMİ
Kırılganlığın en yoğun hissedildiği ve somut rakamlara dökülebildiği alan ekonomi… 2002-2008 arasında adeta rekor hızla büyüyen Türk ekonomisi, son 6 yıldır adeta ilerleyemiyor. Dolardaki artışı dikkate aldığımızda bu yılın rakamları muhtemelen daha düşük çıkacak. Aynı şekilde, kişi başına düşen gelir de ekonominin büyüklüğüne paralel olarak 10 bin dolara takılmış görünüyor. 2014’ün kişi başına milli gelirinin ise 10 bin doların dahi altına düştüğü tahmin ediliyor. Bu rakam Avrupa Birliği’nde ortalama 33 bin dolar. Ülkelerin 10 bin dolar kişi başına milli gelirden 25 bin dolara 30-40 yılda ulaştıklarını düşündüğümüzde, son 6 yılda yaşadığımız tıkanlığın daha uzun yıllar sürme ihtimali herkesi düşündürüyor…
Benzeri rakamlar diğer alanlarda da var; Türkiye 2002-2008 arasında ihracat alanında adeta destan yazdı, 36 milyar dolardan 132 milyar dolara fırladı. Ancak 2008’de yakalanan 132 milyar dolar 2009’da 102 milyar dolara düştü. Yeniden 130 milyar dolarlı rakamları yakalamak 2011’de nasip oldu. 2012’de 152 milyar dolar yakalandı, 2013 ve 2014’de ise Türkiye neredeyse aynı rakamlarda takıldı kaldı. Eğer son 2 yılda dolarda % 30’u aşan bir değer artışı olmasaydı belki bu rakamları da başarı olarak görebilirdik, ancak ihracattaki yükseliş döviz kurundaki değişikliğe bile ulaşamadı…
İşsizlikte % 10 barajının aşılması, işsizliğin kısa vadede aşağı inmeyeceğinin anlaşılması ve diğer veriler de yukarıdaki listeye eklenebilir. Suriyeli mülteciler başta olmak üzere komşularımızdaki siyasi gelişmelerin ekonomi üzerindeki yükünün her geçen gün artacağı anlaşılıyor. Buna bir de Mısır gibi ülkelerle Türkiye’nin siyasi tercihleri nedeniyle yaşanan ekonomik daralmaları eklediğimizde Türkiye’nin tabii genişleme alanlarında hatırı sayılır bir tıkanmanın yaşanabileceğini görebiliyoruz…
Özellikle Rusya ve Ukrayna'daki gelişmeler Türkiye'nin alternatif olarak gördüğü devasa bir pazarı da tıkıyor. Rus para birimi Ruble'deki aşırı azalma ve genel olarak Rus ekonomisinin girdiği kriz ortamı Türk ihracatçısının çıkış kapılarını azaltıyor...
Tüm bunların içinde belki de en riskli olanı döviz kurlarındaki oynaklık. Dolardaki artış neredeyse 2 yıldır sürüyor ve duracağa da benzemiyor. Bazı iktisatçılar yükselişi küresel piyasalara ve ABD ekonomisine bağlıyorlar, ki bunda haklılar. Dolar sadece bizde değil, gelişmekte olan ülkelerin tamamında yükseliyor... Dolayısıyla bunda Türkiye’ye özgü bir hal olmadığını iddia edebilirsiniz. Ancak gerçek öyle değil. Dolar, bizde siyasi ve toplumsal krizlerle de yükseliyor ve bir kez yükselince o seviyelerde takılı kalıyor.
Gezi Olayları, 17 Aralık ve en son 14 Aralık sonrasında doların seyrini izlediğimizdedoların Türkiye’nin iç krizlerine ne kadar hassas olduğunu kolayca görebiliyoruz... Eğer Türk Lirasına duyulan güvene, yani Türkiye’nin geleceğine olan güvene olan inanç bir kez sarsılırsa bunun doğurabileceği izdihamı hiçbir rezervin durdurabilmesi mümkün değildir. Kurun yukarı doğru, ani ve olağandışı zıplaması ise 1990’ların Türkiyesine benzer bir tabloyu karşımıza çıkarabilir. Özellikle iç siyasi-toplumsal krizler ile küresel dalgalanmaların aynı döneme gelmesi halinde Türkiye’nin risklere daha açık olacağı açıktır.
GÜVENLİK RİSKLERİ VEYA GEÇMİŞE YOLCULUK
Kırılgan alanlardan bir diğeri de güvenlik ve toplumsal sorunlar alanı…
Komşularımızda yaşanan krizler Türkiye’nin güvenlik açıklarını, dolayısıyla risklerini alabildiğini arttırdı… Çok sayıda silah ve patlayıcı kolaylıkla Türkiye’ye giriyor ve uygun olmayan ellere ulaşıyor. Aynı şekilde Suriye ve Irak sınırından 2 milyon civarında insan giriş yaptı ve bunların içinde karanlık pek çok isim var… Buna karşın Türkiye güvenlik güçleri belki de tarihinin en sarsıntılı günlerini yaşıyor. Emniyet’te ve TSK’da bazı ekipler tasfiye edildi, ancak yerlerine yenileri ne kadar yerleştirilebildi, orası tartışılır. Kanaatim odur ki Türkiye yeni güvenlik krizlerinin tam eşiğinde ve buna pek de hazır değil…
Güvenlik risklerinin başında PKK ve Kürtçü terör geliyor. İlerlemediği her halinde belli olan Çözüm Süreci’nin arkasında patlamaya her an hazır bir saatli bomba var… Şimdilik PKK gibi duran sorun içten içe daha başka şiddet kullanabilecek aktörlere de gebe…
Bir diğer güvenlik riski ise faili meçhullerin dönüşü… Ortalıkta çok fazla ‘Yeni Türkiye’ sözü geçse de son 1-1,5 yıldır gözlemim eski Türkiye’nin pek çok refleksinin geri döndüğüdür. Sokaklarda dolaşan karanlık simaların sayısı arttı. İlk bakışta anlamsız görünen cinayetler, ses bombaları, tehdit amaçlı olduğu belli saldırılar, mafyanın sokağa inmesi vs. hiç de iyi ipuçları vermiyor. Buradan siyasi suikastlar veya toplumu kutuplaştıracak ve sokağa çekecek saldırılar gelebilir…
Dediğimiz gibi, ortam son derece uygun… Sular bulanık, hava da ziyadesiyle sisli…
Yazılarımın sıkı takipçileri hatırlayacaktır, birkaç yıldır Ergenekon denilen derin yapılaşmaların yeni versiyonlarını geliştirdiklerini ve devletin içine yerleştiklerini anlatıp duruyorum. Kanaatimce son 1-1,5 yıldır yaşadıklarımız da bu planın mükemmel bir uyarlaması. Dolayısıyla burada da bir geçmişe yolculuk ihtimali düşük görünmüyor…
TOPLUMSAL KUTUPLAŞMA
Türk siyasetindeki kutuplaşma kimsenin gözünden kaçmıyor… İşin ilginç yanı kutuplaşma veya toplumsal yarılma bizzat siyasiler eliyle derinleştiriliyor… Oysa ki böylesine bir cepheleşme her türlü komploya açık, günü sonunda yönetilemeyecek kadar anarşik bir toplumsal yapıya neden olur. Yani bu işten en büyük zararı gören kurumların başında siyaset gelir…
Bu açık gerçeğe rağmen son 5 yıldır Türk toplumunun bir yarısı diğer yarısını adeta düşmanı gibi görüyor. İşin kötü tarafı nispeten yetersiz kalan kurumsal siyasetin yerini sokak muhalefeti alıyor. Bunun örneklerini Gezi Olayları’nda, Soma kazası sonrasında ve diğer örneklerde gördük. Sokaklarda yaşanan gerilim zaman zaman tehlikeli boyutlara varıyor. Eğer bu gerilim eşiği aşar ise hiçbir güç sokakları kolay kolay sakinleştiremez…
Üstelik, sokaklarda yaşanan gerilim tek boyutlu değil. Gezi Olayları’nda farklı grupların tepkisi görülürken, 6-8 Ekim olaylarında bambaşka bir sosyal kesit karşımıza çıktı. Tüm bu grupların aynı anda sokakları dolduracağı bir birleşimi ise düşünmek bile insanı korkutuyor…
Özetle, ülkenin karşı karşıya olduğu risklere ‘karamsarlık’ diyerek dudak bükmek büyük bir yanılgı olur...
Karşımızda ‘kırılgan bir ülke’ var ve en başta siyasilerin, ama hepsinden öte hepimizin bu ülkeyi taşırken daha dikkatli olmamız, kırmadan geleceğe aktarmamız gerekiyor…