Bağla ‘paralel’e gitsin!
M. Nedim Hazar 01 Ocak 1970
Açık söyleyeyim, havuz medyasına ara sıra göz attığım zaman artık en çok kullandığım kelime, ‘bu kadar da olmaz’dı.
Şimdilerde ise bir yerlerden denk geldiğimde bakınca ‘uçtu uçtu havuz uçtu’ diyesim geliyor. O ne müthiş performans, o ne hayranlık verici hayal gücü ve o ne konsantrasyon, motivasyondur arkadaş. Hani, şurası artık kesin: Her gün manşetlerinde ve köşelerinde Camia ile ilgili bir haber, iftira, aşağılama olmazsa, halkın durup ‘neler oluyor?’ sorusunu sormasından çekiniyorlar. Murat Belge’nin yazdığı gibi, o nedenle hıza ve sürekli velveleye ihtiyaç büyük. Zira “Bir ‘sükûnet’ ortamında insanlar gözlerinin önünde geçen olaylara bakar, onları değerlendirir, ‘hakkaniyetli’ sonuçlara varabilirler…”
Bu anlaşılabilir bu durum ama insanoğlunun zaafları ve yeteneğinin sınırları da belli. Üstelik belli bir hedefe kilitlenmek ve belli fobilerle yatıp kalkmak bir süre sonra bazı hassaları dumura uğratıyor sanırım. Muvazene ve akl-ı selim gemiyi ilk terk eden unsurlar oluyor.
Galiba ülkemiz için geçtiğimiz yılın özetini en güzel açıklayan ifade ‘paralele bağlamak’ olsa gerek. Her geçen gün aklın, iz’anın ve insafın hudutlarının fersah fersah ötesine sıçrayarak gelişiyor bu hastalık.
Malum; son olarak “Ette paralel vurgun” başlığıyla basın tarihine geçilecek bir habere imza attı havuzcu dostlarımız. Hani ‘dünyadaki en özgür basın bizde’ydi ama ‘en uçan basın’ olduğumuzu da bir kez daha görmüş olduk bu haber vesilesiyle. İnekleri dana olarak gösteren paralel yapı, Türk hayvancılık sektöründe onulmaz yaralar açmıştı mezkûr habere göre.
Gerçi arama motorlarına ‘paralele bağladı’ anahtar kelimelerini yazınca çok daha renkli ve şenlikli bir liste çıkıyor ama amme hizmeti olarak bir araya toplayınca içine düşülen acınası durum daha net görülüyor.
Örneğin iktidar partisine mensup bir isim konuşma yaparken mikrofonun sesi kısılınca anında teşhisi koyuyor: “Sesi paralel yapı kıstı!” Her ne kadar sonradan işi gırgıra vurma çabası olsa da, karşı karşıya olduğumuz bir ruh halinin tebarüz edişinden başka bir şey değildi bu durum. Bir iktidar gazetecisi, TV ekranına çıkıp, “Ebola virüsünü ülkemize paralel yapının Afrika imamı getirtti” diye konuşabiliyordu mesela.
Bir başka aklı evvel ise paralel yapının 60 kişilik bir su altı ekibi olduğunu ve bunların denizin dibine inip fiber optik kablolara bağlantı yaparak ülkedeki milyonlarca insanı dinlediğini yazabiliyordu fütursuzca. İşin acı kısmı, bu saçmalıklara inananların sayısının hiç de az olmaması. Bırakınız bir tane akl-ı selimin çıkıp ‘saçmalamayın, kendi kendinizi rezil etmeyin’ demesinden geçtik, koca koca adamların bu hezeyanları basın toplantılarında tekrar etmesi, ciddi ajansların haber olarak geçmesi içine düşülen durumun vahameti açısından çarpıcı.
“Muslukları açık bırakıp barajları boşaltıyorlar” diyenleri mi ararsınız, “Yurtlarında elektrikleri kapatmayıp enerjimizi bitirerek bizi başka ülkelere bağımlı hale getiriyorlar” şeklinde akla seza teorileri dillendirenleri mi, yoksa “herkesin beynine çip takacaklar” diye TV programında üfürenleri mi ararsınız, tekmili birden yaşandı ve yaşanıyor.
Hız yapıp, kesilen cezayı paralele bağlayan gazeteci mi ararsınız, ‘evimin bahçesine ağaç diktim, paraleller cezalandırdı’ diye buyuran televizyon tartışmacısı mı? “Yola inek çıkararak bana suikast düzenlediler” diyen işadamı görünümlü vurguncu mu? “Arabalarıyla köprüye çıkıp trafiği tıkayarak, kaos çıkaracaklar” diyen hastalıklı ruh mu ararsınız, sevgilisini öldürüp cinayeti paralele bağlayan sekreter mi ararsınız?...
Örnekleri çoğaltmak mümkün, uçuş serbest, zira özgür basınımız var çünkü! Aslında ilim tanıyı da koymuş; “Komorbit bozukluk” diyor. Yani, bir takıntı ve korkunun başka bozuklukları beraberinde getirmesi. Durun bakalım, bu idrak tefessühü nereye varacak…