Haksız kazanç
Ali Bulaç 01 Ocak 1970
Rüşvet ve yolsuzlukla ilgili bize ışık tutacak iki ayet vardır: Biri Bakara Sûresi'nin 188. ayeti, diğeri Maide 42. ayettir*. Bugün Bakara, 188. ayete bakalım:
“Birbirinizin mallarını haksızlıkla yemeyin ve bile bile günahla insanların mallarından bir bölümünü yemeniz için onları hakimlere aktarmayın.”
"Batıl" özü itibarıyla dayanıksız, içi boş, giden, yok olan şey demektir. "İdlal" ise kovayı kuyuya sarkıtmaya denir. Rüşvete de "ihtiyaç ipi" denmiştir. Kovayla su alıp yukarı çekmek nasıl kolay bir iş ise, rüşvetle de zor işler kolayca görülür.
Oruçla ilgili hükümlerin anlatıldığı ayetler içinde bu konunun ele alınması anlamlıdır. Kişi meşru yollardan sahip olduğu malını oruçlu iken yemezken, gayr-ı meşru yollardan elde edilen malları, başkasının hak ve servetini yemeyi nasıl düşünebilir!
Toplumsal hayatta mal ve hizmetler tedavül halinde olur. Sürekli dolaşım, yani mal ve hizmetlerin el ve yer değiştirmesi zenginliğin önemli sebeplerinden biridir. Nihayet ticarete malların el ve yer değiştirmesine denir. Ancak bunun belli bir temele, meşru bir çerçeveye oturması gerekir. Bir malı bir yerden alıp bir başka yere taşıyan kimse, üretici ile tüketici arasında önemli bir hizmet görür, dolayısıyla malı aldığı fiyatın üzerine bir miktar (kazanç) eklemesi tabiidir. Yine şu veya bu hizmetin karşılığında ücret ödenmesi hizmet için harcanan emek ve hasıl olan fayda dolayısıyla gereklidir. Bu yollardan biri, ayette "rüşvet" olarak ifade edebileceğimiz gayr-ı meşru para transferidir.
‘Batıl yollar'la malların transferi hak edilmemiş bir kazançtır. Bunun hırsızlık, gasp, yolsuzluk, usulsüzlük, rüşvet, zimmete para geçirme, faiz, kumar, karaborsa, görevin kötüye kullanılması, hile, aldatma, torpil-iltimas, kayırma, emanete ihanet vb. çeşitleri vardır.
“Malların hakimlere yedirilmesi”, mevki ve makam sahibi yani elinde yetki olan görevlilerin araya sokularak haksız kazanç elde edilmesini ifade eder. Bu da iki şekilde mümkün olur: Biri, bir başkasının malına el koymak için yetkililere rüşvet vermek veya kamu kaynaklarını yağmalamak; diğeri hak edilmiş bir hizmete sahip olmak isterken yetkililere para, mal veya emtia aktarmak. Kişinin malını hakime yedirmekten menedilmesi, biraz da sahip olduğu yasal hakkını sonuna kadar savunması, işler rüşvetle dönüyorsa buna karşı mücadele etmesi anlamına gelir. Ama ayetin en açık ifadesinin, kanunların ve yargının haksızın lehine olmak üzere suistimal edilmesi, bu amaçla hakimlere rüşvet yedirilmesi anlamına geldiğinde kuşku yoktur. Mahkemelerin, yasaların veya hakimlerin suistimal edilmesi, işlerin sadece hukukun şekline uygun olarak yürüdüğünü ifade eder, ancak bu sonuca bağlanan işlerin hukukun ruhuna uygun olduğu, böylece adaletin tesis edildiği, yani hak sahibine hakkının verildiği anlamına gelmez. Hz. Peygamber (sas) hükümde ve yönetimde rüşvet alan ve rüşvet veren (ve aracılık eden) kimseyi lanetlemiştir. (Tirmizi, Ahkâm 9; Müsned, V/279.)
Daha geniş manada “hakimlerden” karar mevkiindeki kamu otoritesini anlamak gerekirse, bu gücü ve yetkiyi elinde bulunduranın hediye alması, makam ve yetkileri dolayısıyla aynı kapsama girer. Zira hiç kimseye evinde otururken yüklü hediyeler verilmez: Efendimiz, zekât tahsiliyle görevlendirdiği İbnü'l-Lütbiyye'nin vazifesi sırasında kendisine verilen hediyeleri kabul etmesi üzerine öfkelenmiş ve şöyle buyurmuştur: “Annesinin babasının evinde oturmuş olsaydı kendisine böyle hediyeler verilir miydi? Muhammed'in canı elinde olan Allah'a yemin ederim ki herhangi biriniz bu malda hıyanet yaparak haksız bir şey alırsa kıyamet gününde o malı böğüren bir deve veya bir sığır yahut meleyen bir koyun şeklinde boynunda taşıyarak getirecektir.” (Buhari, Eymân, 3; Hiyel, 15; Müslim, İmare, 26-29; Ebu Davud, İmare, 11.)
Ebu Ümame'nin rivayetine göre Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: “Bir kimse din kardeşine herhangi bir konuda aracılıkta bulunur da, o da buna karşılık kendisine bir hediye verir, hediye verilen de hediyeyi kabul ederse çok büyük bir faiz kapısı açmış olur.” (Ebu Davud, Büyû', 82.)