“Gerçek İslam bu değil.” “Peki hangisi?”
Levent Gültekin 01 Ocak 1970
Taliban çıktığında “Bunlar İslam’ı yanlış yorumluyor” deyip kendimizi onlardan ayrı tutmaya çalıştık.
El Kaide çıktığında, yıllarca Bin Ladin eleştirisi yaparak yine “Bunların gerçek İslam’la alakası yok” diyerek kendimizi oyaladık.
IŞİD çıktı, her zamanki gibi yine kolay yolu seçtik ve “Bu insanlar gerçek Müslüman değil”diyerek konuyu kapatmaya çalıştık.
Bin Ladin’i bırakmış, Bağdadi’yi tartışmaya başlamıştık.
Yıllarca “Âlim” deyip ağzının içine baktığımız insanların vahşiliği, kadın istismarını, ölmeyi, öldürmeyi meşrulaştıran fetvalarını duyduğumuzda “Bunlar sapıtmış, gerçek İslam bu değil”deyip sorumluluğu üzerimizden attığımızı sandık.
İşler her geçen gün daha da kötüye gitti.
Dini otorite bildiğimiz insanlar, kurumlar din adına her gün yeni bir skandala imza atıyor.
Mesela dinî alanda önemli bir otorite sayılan Hayrettin Karaman’ın, bir süredir kaleme aldığı her yazı, büyük kırılmalara sebep oluyor.
En son “Yolsuzluk yapana hırsız demenin ne kadar büyük bir günah olduğunu” anlattı bize.
Bunu yazmaya niçin ihtiyaç duyduğu başlı başına bir sorun.
Ve birçok kimse “Hayrettin Karaman’ın söylediğinin gerçek İslam’la alakası yok” deyip işin içinden çıktı.
Geçtiğimiz hafta Diyanet’in işçi güvenliğini konu ettiği Cuma hutbesinde “Tedbirde aşırılık Allah’a güveni sarsar” mesajı verilince yeni bir şaşkınlık yaşadık.
İktidara yamanmış bir dinin ne tür sapma ve bozulmalara yol açacağını göstermesi açısından son örneklerden biriydi.
***
Sadece bunlar değil.
Dünya yolsuzluk endeksinde en az yolsuzluk yapan ilk 55 ülke arasında tek bir tane Müslüman ülke yok!
Diğer taraftan din adına sınav soruları çalındı. Yolsuzluk yapıldı. İnsanların hayatı karartıldı. Hatta cinayetler işlendi. Kadınlar aşağılandı. Toplum içinde gülmelerinin, hatta bir işte çalışmalarının büyük günah olduğu söylendi.
Üstelik bunları, saygınlığını dindarlığına borçlu kimseler dile getirdi.
Din ve dindarlık çatışmanın, ayrışmanın odağı haline geldi.
Din adına adam kayırma aldı başını gitti.
Din adına rüşvet almak, rüşvet vermek neredeyse bir alışkanlık haline geldi.
Garip bir biçimde insanların dindarlığı arttıkça, işlediği kabahatler de o oranda yükseldi.
Dindarlaştıkça insanlıktan, evrensel değerlerden kopan, uzaklaşan kimseler haline geldik.
Kendini dindar olarak tanımlayanlar, tuhaf ama, cennete gitmek için kötülükte, cehalette yarışır oldular.
Bu tablodan dolayı, Batılı ülkelerde İslam karşıtlığı, Müslüman düşmanlığı her geçen gün artarak devam ediyor.
Dindarların sığlığı ve ötekini dışlama tavrı endişe verici boyutlarda.
Üzülerek söylüyorum, artık dünya İslam’ı bu korkunç, insanlık dışı, hukuk dışı tutum ve davranışlarla tanır oldu.
Hal böyleyken bu olup bitene getirebileceğimiz bir tek savunmamız var: “Gerçek İslam bu değil. Gerçek dindarlık bu değil.”
Biliyoruz ki, bizim “Onlar gerçek Müslüman değil” diye nitelediğimiz kimseler, aynı şeyi bizim için söylüyorlar!
Peki gerçek İslam hangisi? Gerçek dindarlık nerede, kimde?
Niçin asırlardır gerçek dindarlık uygulanamadı? Hâlâ bir türlü niçin uygulanamıyor?
Dinî kurumlar, âlim dediğimiz dindar şahsiyetler de gerçek İslam’ı bilmiyor veyahut uygulayamıyorsa kim nerede, nasıl uygulayacak?
“Gerçek İslam bu değil” diyerek İslam’ın yara almasının önüne geçemiyoruz.
Toplumlar için önemli bir değer olan dinin gelecekte de varlığını sürdürmesini istiyorsak meselenin esasını konuşmamız gerek.
Bu kadar kötülük nasıl oluyor da bu dinde kendine yer buluyor?
Bunca insan niçin ve nasıl İslam’ı bu kadar yanlış yorumluyor?
Bunun nedeni ne? İslam neden ilk yıllardaki, asrı saadetteki pırıltısını, cazibesini, kıymetini koruyamıyor?
Gerçek Müslümanlık dediğimiz, ilk 15 yılda hayat bulabildi. 1400 yılda toplam 15 yıl.
Yani, Hz. Ömer’den sonra artık biz yeryüzünde gerçek Müslümanlığın yaşadığını göremedik.
“Peki neden?” sorusu üzerine bir kafa yormamız gerekmiyor mu?
Bu sorudan kaçarak nereye varacağız?
Taliban, IŞİD, Boko Haram, Müslüman Kardeşler, Diyanet, Cemaat, AK Parti, Hayrettin Karaman, Yusuf El Karadavi, Suud Müftüsü, Mehmet Görmez, Cübbeli Ahmet, Tuğrul İnançer ve daha birçok şahıs ve kurumu tartışmaktan kurtulup işin özüne yani sorunun asıl kaynağına ne zaman ineceğiz?
Bu insanların problemli düşünce ve sözlerine neyin kaynaklık ettiğini sorgulamaktan niçin korkuyoruz?
Asıl sorunun kişilerde değil, yorumda, algıda, dini insan hayatında konumlandırdığımız yerde olduğunu ne zaman göreceğiz?
Asıl problemin dinden, dindarlıktan ne anladığımızda olduğunu ne zaman düşünmeye başlayacağız?
Asıl sorunun, dini 21. yüzyıl şartlarına göre yorumlayamadığımızdan kaynaklandığını ne zaman fark edeceğiz?
Kabahat işleyen dindar gördüğümüzde, ne zamana kadar “Bu gerçek Müslüman değil”kolaycılığına başvuracağız?
Dünyada “Gerçek Müslümanlık bunlarınki” diyebileceğimiz tek bir grup, cemaat, yapı yok.
Bu gerçeği görmemek için daha ne kadar direneceğiz?
***
Geçtiğimiz hafta Habertürk’te iki kıymetli İlahiyat profesörü Hayri Kırbaşoğlu ve İlhami Güler’i izledim.
İlhami Güler hoca o programda şunu söyledi: “IŞİD’in, savundukları ve yapmaya çalıştıkları, Kuran ve sünnetin vaaz etiklerinden farklı değil. Yani bu kaynakları düz bir okumayla ele alırsak bu insanların yaptıklarının hepsi bu kaynaklarda var.”
Bu, yabana atılacak bir görüş değil.
İlhami Hoca’dan dinledim: Hz Ömer bazı ayetleri “O günün şartları için geçerliydi” diyerek uygulamaktan imtina etmiş.
“O gün” dediği 10 yıl öncesi.
Bu tutum sayesinde Hz Ömer dönemine kadar işler yolunda gitti.
Ondan sonra kimse İslam’ı günün koşullarına göre anlamaya ve yaşamaya cesaret edemediği ve akıl erdiremediği için Müslümanlık gelişen hayatın şartlarıyla çelişir oldu.
***
Geçmişte dindar cemaatlerin içinde bulunmuş, İslamcılık davasına omuz vermiş insanlardan çok sayıda mail alıyorum.
Büyük bir dram yaşanıyor. İnsanların ruhunda ve kalbinde derin bir boşluk oluşmuş.
Bugün olup bitenlere bakarak “Ben başörtüsü için hayatımı harcadım. Boşuna mıydı? Ben dindarlık yaygınlaşsın diye ömrümü verdim. Bu muydu? Ben Müslümanlık barış getirecek, haksızlıkları giderecek diye düşünüyordum bunun için gençliğimi harcadım boşuna mıydı?..” türü sorular soruyorlar.
“20-30 yıl İslamcılık davası içinde bulundum. Son yaşadıklarımızdan sonra artık inancımı kaybettim” diyenler var.
Tüm bu kırılmaları, dağılmaları, umutsuzlukları görmezden mi geleceğiz?
Kanaat önderleri niçin bu dehşetengiz tabloya kafa yormuyor?
Niçin yeni hayat şartları ile din yorumunun çelişmesine köklü çözüm aranmıyorlar?
Veyahut arayan, kafa yoranların sesleri niçin bastırılıyor?
İktidardan bağımsız, olup bitene sıhhatli açıklamalar getirecek, insanları içine düştükleri umutsuzluktan çıkaracak sözü olan hiç kimse kalmadı mı?
Yıllarca Tv’ler, gazeteler, vakıflar, dernekler aracılığıyla insanları dindarlığa davet ettiler.
Şimdi o insanlar büyük bir bataklığın içinde çırpınıp duruyor.
Hem davet ediyorsun hem de bataklıkta terk ediyorsun. Olacak iş mi?
Davet ettikleri dindarlık çatışmanın, kötülüğün, ayrımcılığın kaynağı olmuş, bunu umursamıyorlar!?
100 yıllık İslamcılık davası resmen çöktü. Çıkıp iki kelime etmiyorlar. Böyle bir vurdumduymazlık olabilir mi?
***
Eğer risk alıp bir çıkış bulmazsak Müslümanlık gözümüzün önünde parçalanıp yok olacak.
“Müslümanım” demeye utanır hale geleceğiz.
Batı’da artan Müslüman karşıtlığına söyleyecek bir sözümüz yok.
Çünkü her şey, bizim bile kabul edemeyeceğiz şekilde gelişiyor.
Bir söz, bir çıkış bulmamız gerekiyor. Yoksa din adına birbirimizi yiyip bitireceğiz.
Sonra da kimi Müslümanlar bizim mahvımızdan bahsederken “Gerçek İslam bu değil, bunlar da gerçek Müslüman değildi” diyecekler.
***
Ben ilahiyatçı değilim, din âlimi hiç değilim.
Ne yapılacağı konusunda bir kanaat beyan edemem.
Bu ülkenin bir evladıyım.
Ve İslam’ın durumu, hepimizin sorunu.
Bir tıkanıklık olduğunu görüyoruz.
Dindarlığın toplumda giderek problemin kaynağı haline geldiğinin farkındayız.
İslam’ın gerçek işlevini yerine getirmediğini görüyoruz.
Ya ahlak, dürüstlük, adalet, eşitlik, özgürlük gibi binlerce yıllık insanlık değerleri ışığında; günümüz koşullarında dindarlığımızı yeni bir gözle algılayacağız…
Ya da Avrupa’da olduğu gibi dinin bütünüyle kalplerden, zihinlerden hatta toplum sahnesinden atılmasına sebep olacak din karşıtlığının büyümesine seyirci kalacağız.
Tercih bizim.