Büyüyen IŞİD Tehlikesi ve Kuşatılmak İstenen Türkiye
Sedat Laçiner 01 Ocak 1970
Türkiye'de bazı yorumculara göre Türkiye’de IŞİD tehlikesi bulunmuyor… Kendimizden o kadar eminiz ki, Türkiye’nin Afganistan ve Pakistan gibi bir sosyal yapısının olmadığını, Suriye’ye veya Yemen’e hiç benzemediğini düşünüp, ülkemizde yakın bir zamanda IŞİD, El Kaide benzeri örgütlerin asla tutunamayacağını düşünüyoruz. Ve bence fena halde yanılıyoruz…
IŞİD, El Nusra ve El Kaide gibi örgütler ezilmiş, aşağılanmış ve dışlanmış kitlelerde heyecan uyandırıyor. Sosyal ve ekonomik sorunlar ile boğuşan, kimliği oturmamış, kendisine dava arayan ruhlar bu tür akımlarda heyecan, hayatlarına anlam ve kimlik buluyorlar… Sonu belki hüsran ve felaketle bitiyor, ancak vaatlerin ilk başta uyuşturucu gibi baştan çıkarıcı olduğu kesin…
Örgütler gençlere basit bir formül sunuyor: “Dininize, Peygamberinize küfrediliyor, hakaret ediliyor. Buna karşı hak ettikleri cezayı bizzat ellerinizle vermek istemez misiz?”
Kanaatimce bu tehlike son birkaç yıldır çok daha yakın ve yakıcı bir düzeye ulaştı. Halen Suriye ve Irak’ta yüzlerce Türk IŞİD militanı olarak çarpışmalara katılıyor… Ayrıca Avrupa Türk diasporasından da dikkat çekici miktarda Türkün örgüte katıldığı biliniyor.
IŞİD bünyesinde pek çok Kürt militan olduğu, ayrıca örgütün Kürtler arasında yeni kişiler devşirdiği tahmin ediliyor. PKK’nın laikçi baskıları mütedeyyin Kürtleri tam ters noktalara sürükleyebiliyor…
Türkiye için bir diğer risk kaynağı ise sayıları 2 milyonu bulan Suriyeli sığınmacılar. Çoğu çocuk olan sığınmacılardan bazıları Türkiye’de karşılaştıkları zorluklar nedeniyle aşırı görüşlere kayabilir ve kendi ülkelerinde zemin bulan El Kaide ve türevlerine kayabilir…
Son olarak, Kafkasya’da dini söyleminin parçası haline getiren ayrılıkçı hareketlerin şiddete yatkınlığı da Türkiye için önemli bir sorun. Sultanahmet bombacısının bu bölgeden çıkmış olması, bahsettiğimiz tehlikenin ne kadar tehlikeli olabileceğini gözler önüne seriyor.
EL KAİDE, BİR PROJE
El Kaide ve benzeri örgütler Müslüman dünyasının içinde bulunduğu vasattan yararlanıyor. Halkı Müslüman ülkelerdeki nispi ekonomik ve sosyal gerilik, eğitimdeki ağır sorunlar, siyasi yozlaşma ve bölünmüşlük şiddete kapı açıyor. Bunda herkes mutabık. Ancak El Kaide’nin ortaya çıkışı, seçtiği hedefler ve yayılması dikkate alındığında dikkat çekici bir yapaylık olduğu da kesin.
Yani, herşeyi komplo teorilerine bağlamak mümkün değilse de, El Kaide, IŞİD ve benzeri örgütlerin İslam dünyasında yayılmasından yarar uman uluslararası aktörlerin varlığını da görmezden gelemeyiz.
Bir diğer gerçek ise El Kaide’yi yok etmek bahanesiyle nereye girildiyse orada bu düşüncenin daha da güçlendiği ve çevreye yayıldığıdır. Bakınız, ABD Afganistan’a El Kaide gerekçesiyle girdi ve El Kaide görüşleri sadece Afganistan’la sınırlı kalmadı ve Pakistan’ı da işgal etti…
Aynı şekilde sözde İslamcı terörü bitirmek için Irak’a giren Amerikan güçlerinden sonra Irak’ta IŞİD doğdu ve El Kaide benzeri örgütler Irak’tan Suriye’ye de yayıldı. ABD öncesinde dini motifli terörün yok denecek kadar düşük bir düzeyde olduğu Irak ve Suriye bugün tüm dünya Müslümanlarını radikalleştiren bir merkeze dönüştü…
Kaddafi döneminde El Kaide’nin girmekte zorlandığı Libya ise yine ABD ve müttefiklerinin müdahalesinin ardından El Kaide’nin yeni üssü haline geldi. Göreceksiniz, akım buradan doğuda Mısır’a, batıda ise Cezayir ve Fas’a uzanmak isteyecektir.
Bugün Doğu Afrika’da örgütün en güçlü olduğu ülkenin Somali olması da bir tesadüf değildir. Somali, ABD’nin bölgede ilk müdahale ettiği ülkeler arasındadır ve buradan çevreye yayılmıştır…
Örnekleri arttırabiliriz… Demek ki ABD nereye “terörü önleyeceğim” diye müdahale ediyorsa orada El Kaide benzeri şiddete dayalı İslamcı aşırılık ve tutuculuk güçleniyor… Bunu söylerken El Kaide’yi ABD bilerek ve isteyerek güçlendiriyor demek istemiyoruz. Ancak ABD elinde silahla İslam dünyasında nerede belirse orada şiddet yanlısı aşırılık da zirve yapıyor. Bunu bir tesadüf sayamayacağımıza göre ya ABD içinde bu durumu faydalı gören güçler var ya da ABD bu sorunun çözümü değil… Başka bir deyişle, Türkiye’nin etrafında terörü çözmek iddiasıyla Amerikan askerleri ne kadar çok dolaşırsa, bölge o kadar çok karışacak, Müslümanlar arasında aşırılık ve bağnazlık o kadar çok artacak, siyasi bölünme derinleşecek demektir…
Buradan çıkarmamız gereken ikinci sonuç ise El Kaide hastalığının bulaşıcı olması, çevreye hızla yayılması. Irak ve Suriye’ye komşu bir ülke olarak bu özelliği en çok da bizi ilgilendiriyor..
KUŞATILAN TÜRKİYE
El Kaide, IŞİD ve El Nusra konusundaki bir diğer tehlike ise bu örgütlerin son dönemde Avrupa’yı vurmaya başlaması. Paris Saldırıları, Almanya’da büyüyen tehlike ve Brüksel baskını da gösterdi ki Suriye ve Irak’a giden militanlar geldikleri ülkelere dönmeye ve oralarda eylemler yapmaya başladılar. Eğer bu saldırılar devam eder ise Batı Avrupa soruna bir çözüm arayacaktır ki bu arayış çoktan başladı bile…
Dikkat edilirse yakalanan militanların ortak özelliği Suriye ve Irak’a Türkiye üzerinden giriş-çıkış yapmaları ve bunu defalarca tekrar etmeleri… En son Paris saldırılarında da bir Türkiye bağlantısı çıktı, saldırganlardan birinin olaydan önce Türkiye’de bir otelde kaldığı medyada bol şekilde yer aldı… Türkiye bugün de pek çok terörist örgütün kullandığı diri terör hatlarına sahip: IŞİD, El Kaide, PKK, DHKP-C ve benzeri örgütler zaman zaman işbirliğine de gidebiliyor… Silah ve patlayıcılar da Türkiye üzerinden çok yönlü bir şekilde hareket edebiliyor.
Batı Avrupa ülkeleri Türkiye’den kendi ülkelerinden gelen kişilerin Irak’a ve Suriye’ye geçişlerine müsaade edilmemesini talep etti. Ancak Türkiye bu talepleri karşılamakta zorlandı. İlk başlarda bu tür serzenişleri çok da dikkate almayan Türk yetkililer iş ciddiye binince talepleri karşılamakta zorlandıklarını fark ettiler. Bugüne binlerce Almanya, Fransa, İngiltere ve diğer Batı Avrupa ülkesi vatandaşının Türk polisi tarafından ülkelerine iade edildiği biliniyor. Başbakan Davutoğlu’nun verdiği bilgilere göre Türkiye, bugüne kadar 7 bin kişinin Suriye’ye geçişine engel olmuş, 2 bine yakın kişiyi de ülkelerine iade etmiş… Ancak Batı, bu gayreti de yeterli bulmuyor ve Türkiye’yi sürekli olarak sıkıştırıyor, hatta suçluyor… İddialara göre Türkiye IŞİD gibi aşırıları yeterince ciddiye almıyor, teröristleri görmezden geliyor, bu durum da en çok Batı’yı vuruyor.
Öyle ki Başbakan Ahmet Davutoğlu ve Almanya Başbakanı Angela Merkel’in ortak basın toplantısında bir gazeteci, “teröristlerin Türkiye sınırından rahatça geçtiği”ni iddia etti. Bunun üzerine Başbakan Davutoğlu, “Türkiye’nin suçu Suriye’ye komşu olmak mı? Biz sınırlarımızı teröristlerin girip çıkması için değil, Esad rejiminden kaçan insanların kurtulması için açtık. Türkiye hiçbir terör örgütüne müsamaha göstermemiştir. Sadece Esad rejiminden kaçan insanlara kucak açmıştır” demek zorunda kaldı. Ne var ki Sayın Davutoğlu’nun bu yanıtı Batı’yı ikna etmeye yetmiyor…
Türkiye son 2 yıldır Suriye sınırlarını kontrol etmekte zorlandığını, 911 km’yi bulan sınırın savaş ortamında geçirgen hale geldiğini itiraf ediyor… Ancak bu kabul aynı zamanda “ben bu sınırı koruyamıyorum, yardıma ihtiyacım var” anlamını da taşıyor… Batı bugüne kadar sorunun yükünü çekmeye ortak olmaya razı olmadı. Gerek mülteciler sorunu, gerekse Esad Rejimi’ni durdurma sorumluluğu ortada kaldı. Yani Batı Suriye ve Irak’ta sorumluluklarını yerine getirmedi. Ancak buna rağmen Batı’nın taleplerini arttıracağını görmemek mümkün değildir.
Eğer IŞİD ve El Kaide’nin Batı Avrupa ve hatta ABD saldırıları artarak sürer ise Batı dünyası, Türkiye’nin üzerine daha fazla gelecek ve belki de “madem sınırlarını sen koruyamıyorsun, bu durumda ben korumak zorundayım” noktasına gelebilecektir… Bu ise ilk başta Türkiye’ye yardıma geliniyor hissini verse de özünde Türkiye’nin egemenliğini erozyona uğratacak, Türkiye’nin Irak ve Suriye sınırlarında hükümranlığını muğlaklaştıracak bir gelişme olacaktır.
Özetle, Paris veya Berlin’deki birkaç sınırlı terör saldırısını gerekçe gösteren Batı, IŞİD’i Türkiye tek başına bitiremez iddiasıyla sınırlarımıza yerleşir ise ondan sonra tam bir felaket olabilir. Böyle bir gelişme hem Türkiye’de Batı karşıtlığını daha da arttırır, hem de IŞİD görüşlerinin Türkiye nüfusu içinde daha çok taraftar bulmasına neden olur. Bir anlamda Suriye ve Irak kuzeye doğru yürüme eğilimine girer ki bundan sonrası tam bir felaket senaryosudur…
ÇÖZÜM NEDİR?
Diyeceksiniz ki, “Türkiye tek başına durduramıyor, Batı gelirse felaket olur diyorsunuz. Bu durumda çare nerede?”…
Gerçekten çok zor bir durum. Olaylar bu kadar ilerledikten sonra acıtmayacak, kolay çareler bulmak oldukça güç. Ancak tüm seçenekler sadece iki tane de değil. Her ikisini de içeren, ancak başka boyutlar da katarak çözüm yolunda ilerlenebilir. Bunların başında ise IŞİD’i ve El Kaide’yi daha fazla ciddiye almak ve öncelikli tehditler arasında görmek gerekiyor. Sanılanın aksine Türkiye’de El kaide ve IŞİD’e yakın nispeten geniş bir kitle oluştu ve bu kitlenin daha görünür hale gelmesini engellemek, aşırı fikirlerin silahla buluşmasına mani olmak gerekiyor… Yani öncelikli hedef, aşırı dinci akımların bastırılması olmalı…
İkinci olarak, Suriye ve Irak’taki problemin güneye itilmesi, çatışmaların sınırlardan çekilmesi gerekiyor. Bu doğrultuda iki devletin başkenti ile temasların başlaması veya arttırılması şart. Türkiye ne yapıp edip kuzeydeki silahlı grupları geriletmek zorunda. Ancak bunu yaparken kendi sınırına uluslararası güçleri sokmamak durumunda…
Suriyeli muhaliflerin elini kolunu sallarcasına Türkiye’ye girmeleri, yaralıların Türkiye’de tedavi görmeleri makul bir durum değil. Sınır bu kadar anlamsızlaşınca kimin girip, kimin çıktığını kestirebilmek çok zordur. Suriyeli muhaliflere uluslararası toplum lojistik destek verilecekse bu destek sınırın güneyinde verilmek zorunda. Aksi taktirde Türkiye toprakları da savaş alanı olarak görülür ki bunun bedeli çok ağır olur…
Elbette yapılacaklar kısmını genişletmemiz mümkün. Sorulursa anlatmaya devam ederiz…
Son olarak, Türkiye ile terör gruplarını ilişkilendirme gayreti devam edecektir… Türkiye’yi ikna etmeye çalışan devletler Ankara ile El Kaide ve IŞİD arasında bir yakınlık algısı oluşturmaya ve bu yolla Türkiye’yi belli politikalara zorlamaya çalışacaklardır. Eğer böyle bir gelişme istenmiyorsa Batı’nın eline koz vermemek gerekir. Ayrıca yakın mesai ve diyalog ile uluslararası alanda daha güçlü karşı-algı operasyonları da faydalı olabilir.