Köküne kibrit suyu
Yavuz Baydar 01 Ocak 1970
Bir ülkede işini önemseyen, mesleğiyle bir hayat ve var oluş bağı kurmuş insanlar, iktidar sahibinin keyfi tariflerine ve çıkarlarına göre mesleklerine müdahaleye karşı çıkmaya başlamışlarsa, bilin ki o ülkede sistem kökünden sallanıyor demektir.
Her mesleğin bir tarifi vardır. Her iş alanının bir erbabı, uzmanı vardır. Herkes işini mesleğinin geleneklerine, hafızasına ve bilgi birikimine göre yapar. İşini iyi yapandan kıymetlisi yoktur.
Bir terziye bir balıkçı gider de 'O ceket öyle kesilmez, böyle kesilir' derse, terzi en azından acı acı gülümser. Terzi de balıkçıya'Levrek için o değil bu oltayı kullan, cahil' derse, o da gülümser.
Tabii bu örnek iki mesleğin çatışması ile sınırlı. İşin içine iktidar sahibi girince işler değişiyor. Çünkü bunun anlamı, Türkiye'nin on yıllardır gayet aşina olduğu ama çapı ve şiddeti asla böylesine yaşanmayan bir siyasi ve sosyal mühendislik. Toplumu topyekûn aynı tornadan geçirme ve ağzını burnunu kapatma projesi.
'Durmuş bey kendi işine baksın. Onu muhatap alacak değilim. Kendisinin başarısı ortadadır. ABD’ye bir baksın faiz oranı nedir enflasyon oranı nedir bunu bir öğrensin. Batı’ya bir baksın. Japonya’ya bir baksın. Bu konuda fazla konuşmaya gerek yok.'
Faiz ve enflasyon tartışmasında konu geldi, kariyerinde Merkez Bankası başkanlığı da yapmış olan Durmuş Yılmaz'a iktisat dersi vermeye odaklandı.
Muktedir olmak her şeyin uzmanı olmaya eşitlendi.
Baskının çapı da dozu da artacaktır
Yılmaz da işini ciddiye almış her meslek erbabı gibi sessiz kalmayı tercih etmedi.
'Benim işim bu ve en iyi bildiğim konuda konuşuyorum' diye yanıtladı: ‘Faizin sebep, enflasyonun sonuç’ olduğu yönündeki ilişkiye inanıyorsanız ABD’de, AB’de ve Japonya’da faizlerin düşük olmasıyla enflasyonun düşmüş olduğuna kanaat getirirsiniz. Düşük faiz tek başına yeterli olsaydı bu ülkeler durgunluk sorununu çözmüş olurlardı. 350-400 yıllık bir ekonomi politik bilimsel literatür var. Bu doğru değilse Smith’in, Keynes’in ve diğerlerinin kitaplarını bir alana yığalım ve yakalım. Sonra da Merkez Bankası yasasını değiştirip faizleri sıfırlayalım, görelim öyle mi oluyormuş. Diyelim ki oldu, ben de çıkar özür dilerim; biz bu işi bilmiyormuşuz' diye.
Yılmaz'ın maruz kaldığı 'haddini bildirme'nin benzerini çok uzun süredir yaşamaktayız. Gazeteciye, yargı mensubuna, diplomata, iş kadınına, sağa sola, dağa taşa 'doğrusu senin bildiğin gibi değil ey fani, öyle olmaz böyle olur' şeklindeki 'telkinler' yağmur gibi.
Hazin olan, haysiyetini ayaklar altına alanların, meslektaşlarını bir kuzu sessizliğiyle savunmaktan korkması.
Sessizlik sürdükçe baskının çapı ve dozu da artacaktır tabii.
Bağımsız ve özerk yapıların imhası
Böyle bir ortamda en medeni itiraz bile en ağır şekilde karşılık bulacaktır, doğaldır.
Mühendislik yadırganmamalı. Çünkü bir 'dava' söz konusu. Bu davanın eşitlik ve adalet üzerine kurulu bir demokratik düzene geçişle hiçbir ilgisi yok. Tam tersiyle ilgisi var.
Kaygılara tüm muhalefet zemininde tavan yaptıran da bu.
Devleti devlet kılan çoklu yapının köküne kibrit suyu ekilmesi.
Bağımsız ve özerk yapıların imhası.
Bireysel veya kurumsal, hiçbir farklı ses ve itiraz imkanının bırakılmaması.
Nuray Mert dünkü yazısında vurguluyordu:
'Süreç tamamlandığında, hiç kuşkunuz olmasın, bu şekilde tanımlanan ‘hainlik’ en ağır biçimde cezasını bulacak. Söz konusu olan, bir siyasi görüş veya program değil, ‘kutsal dava’ olunca, davaya itiraz edenin akıbetini tahmin etmek zor değil.
İşte bu nedenle bu seçim, belki de son seçim. Ondan sonra ya ‘kutsal davanın bir neferi’ olacaksınız ya da ‘hain.’ Başka bir seçiminiz olmayacak! Bu kafa o kafa, bu gidiş o gidiş!
Başbuğluk, başyücelik, hilafet…'
Mert çıkış yolunu ‘Türkiyelileşme, laikleşme, demokratikleşme’ihtiyacının konuşulmasında görüyor.
Ben de çareyi aynı yolda görüyorum.
Tek çare, muhalefetin bir 'Yeni Anayasa Hareketi' ekseninde acilen buluşma yolunu düşünmesi.
Tam tutulmaya doğru gidiyoruz ve toplumun yarısı umut arıyor.